distopik yeni türkiye

  • bilmiyorum farkında mısınız ama türkiye git gide karşı-ütopya, distopya romanlarından fırlamış gibi bir hal aldı. edebiyattan, sinemaya kısacası sanatta yer alan eserleri günümüz türkiyesi ile karşılaştırdım. çok fazla benzerlik içeriyor.

    (kısa olması için 10 kitap-10 film seçtim)

    1) 1984 - george orwell

    -en çok benzeyen kısımlarından biri kitapta geçen ilkeler:

    "savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cahillik güçtür "

    savaş halinde olduğu sürecek, belli bir düşman mevcutken, yönetime güven daha da artıyor. bunu en son seçimlerde gördük. mutluluk ve huzur için ise bilgisizlik yeterli şarttır. özgürlük kavramını ise, gazetecilerin başına gelenlerden görebiliyoruz. sansür, yayın yasağı, sitelerin erişime kapatılması durumu açıklıyor. 1984'te de yazılar sansüre uğrayarak değiştiriliyordu. taraflı basın, yandaş medya ile aynı görevi görüyor.

    -öfke nöbetleri: kitapta uygulanan bir ritüeldi. herkes toplanıp düşmana lanet ediyordu. günümüzde de durum bu. sürekli hedefler, düşmanlar çıkıyor ve birlik olarak bunlara lanetler okurken (sanal ortamda belli gruplar, paylaşımşlar: bkz kopyala yapıştır) aslında birlik olmaktan uzak, kopukluklar yaşıyoruz. kitapta da özgürlüğü elde ettiklerinde kendileri de hedef haline geliyordu.

    -gözetim toplumu: bunun en güzel örneğini, sosyal hesaplardan tweet atan, yorum yapan kişilerin başına gelenlerden öğrenebiliyoruz. girdiğimiz sitelerden, aldığımız ürünler; telefonlarımız hatta maillerimiz bile takip halinde bunu biliyoruz. 1984'te de televizyonun içinden bile izlenilip, müdahale edilebiliyordu.

    -ispiyoncu halk: tencere tava çalanları şikayette, babamı bile ihbar ederdim deyip, karısını şikayet eden insanlarda görebiliyoruz. 1984'te de karı-koca birbirini şikayet edebiliyordu. herkes birbiri için şüpheyle baktığı bir düşman olabiliyordu. şimdi de siyasi görüşten, giyinime insanlar birbirine etiket koymuş durumda

    -aile olma baskısı: kitapta insanlar birbirini sevmese de evlenmek ve bu evliliği bozmamak mecburiyetindeydi. günümüzde de toplum baskısı bunu gösteriyor. dul kalan kadına olumsuz gözle bakma gibi gizli bir baskı var. kitapta da durum böyleydi. aşk yaşamak, kaçamak büyük suçlardandı. şimdi bile öğrenci evi, beraber yaşama fikrine karşı bir çoğunluk bulunuyor.

    -çoğunluğu oyalayan küçük sürprizler: kitapta çikolata oranı % 05 oranında arttı, ayakkabı dağıtılacak gibi haberler insanları mutlu etmek için hazırlanan düzmece bir oyuncu, çünkü sürekli artım ve azaltımlarla her sene dengede tutulan bir ekonomik düzen vardı. ve büyük resmi göremiyorlardı, aç olduklarını, köle olduklarını önemsemeden, traş bıçağı, tarak arayarak mutluluğu bunlarda arıyorlardı. günümüzde de alışveriş sitelerinden yaptığımız alışverişlerle rahatlamıyor muyuz?
    kabul edelim avmleri seviyoruz. yeşil alanlara da ister istemez tercih ediyoruz.

    -sürekli patlayan bombalar: kitapta sokakta insanların artık rutini haline gelen terörist saldırılarla birlikte halk patlamadan sonra üstünü başını silkeleyerek yoluna devam ediyordu.

    -büyük birader: kitapta hiç bir zaman görünmüyordu, yaşayıp, yaşamadığımızdan bile emin değildik ama herkes onu sevmek onu dinlemek zorundaydı.

    2) cesur yeni dünya- aldous huxley

    aslında bu kitap biraz zorlama oldu ama bir kaç benzerlik bulunduğu ve en önemli distopya romanlarından olduğu için değinmeden edemedim:

    -insanların kodlarıyla oynama: uykuda öğrenim metoduyla, insanların kodlarıyla oynandığı bir gelecekte bireyler ait olduğu gruba göre eğitiliyordu.
    günümüzde de aileden, okula bu bize verilen bir şey. okullarda hatırlayın hocalar hep siz önemli kişiler olamayacaksınız, hizmet etmek önemlidir, ülkenin çöpçülere de ihtiyacı var canınızı sıkmayın diye sözde gerçekçi bir tutumla size geleceğiniz ile ilgili alıştırma turları attırmaktaydı. aynı şekilde televizyon programlarında da nasıl davranmamız gerekli, yaşayamayacağımız hayatlar nasıl bir şekilde bize gösteriliyor. belki de öfke patlamalarını engelleyecek biçimde testlerle kendi kendimizi avutuyoruz. iyi insan olmak avuntumuz olabiliyor. ya da cennet vaadiyle mutlu ve itaatkar olabiliyoruz. zengin yaşamlarını gördükçe, tiksinip, onlar için üzülüyoruz. ama ben bunun yıllardır, bize anlatılan öykülerden, okuduğumuz ders nitelikteki romanlara uyutma tekniği olduğuna inanıyorum. kitapta kuluçka ve şartlandırma merkezinde kişinin alfa, delta ya da beta olacağı daha embriyo halindeyken verilen biyolojik katkılarla belirleniyordu (oksijen kısma, besin azaltma) yani ne olmamız gerektiği biz doğmadan önce belli oluyordu. günümüzde de aidiyet, tarihten bu yana süregelen bir şey. asil, zengin, orta sınıf, fakir vb. ayrıca siyasi kimliğimizde bize bir şekilde kabul ettirilmiş. günümüzde de alfa +'lar deltalara aşağılar gözlerle bakmıyorlar mı? biz istanbul'un yerlisiyiz, doğulusun demek gibi kibir ve aşağılama içeren sözlere dikkat.

    - insanlar huzur içinde yaşarken, medeniyetin dışında ilkel kabul edilen bir halk var. medeniyette sınırsız eğlence, seks serbestken vahşi kesimlerde hala ananeler devam ediyor. biraz da efendi-köle ilişkisine benziyor. bir kesim sorgulamadan, üretmeden yaşarken diğer kesim araştırıyor, toprağı biliyor ve olası bir çöküşte ayakta duracak kesim belli. yine metropollerde yaşayan insanlar küçük yerlerde yetişmiş insanın yaşamına benzer izler var. bir de yanlış hatırlamıyorsam shakespeare'in kitapları medeniyette yasaktı. tutku-aşk gibi kelimelerle birlikte annelikte yasaklı kelimelerdendi. günümüzde de anne sadece doğuran kişiyken aşk sevgi gibi kavramlar yerine mantık evliliği, cinsel ihtiyaç gibi kelimeler daha yer edinmiş.

    bu kitapa benzer olarak gattaca filmine bakabilirsiniz.

    3)fahrenheit 451 - ray bradbury

    -kitaplara, gelişime, eğitime kısacası geleceğe kapalı olma: kitap yakarak

    4)biz - yevgeni zamyatin
    insanları numaralandırma: 1984 ve türevi kitapların babası kabul edilen bizde herkes cam evlerde oturur. insanlar 24 saat gözetlenirken numaralandırılmış ve denetim altında tutulmaktadır. günümüzde de kameralar, mobese sistemleri hatta pclerimiz de bile gözetleniyoruz. açıkca camlarla kapalı bir yerde oturmasak da elektronik olarak herşey kontrol ediliyor. insanların isminin de önemi yok, hepimiz kimlik numaralarımız, kredi kartı numaralarımızız aslında. sayılar vazgeçilmez bir önem taşıyor.

    5)demir ökçe - jack london

    -çoğunluğun kazanamayacağı belirsiz bir savaşa girmesi: kitapta sistematik olarak önce kiliseye sonra burjuvaya açılan bir savaş var. çoğunluk aslında hizmet eden köleler olarak maddi olarak en azı elde eden bir kesim ve distopik bir biçimde kazanamayacakları, maddi imkansızlıklar içerisinde bir savaşın içinde. bu bakımdan bana gezi parkı olayları ya da köylünün altın aranması/siyanüre karşı yürüyüşleriyle benzerlik var gibi geldi. her zaman azınlık-zengin kesim kazansa da mücadele sürekli bir hal almış gibi
    (kaz dağlarındaki altın arayışlarına hayır)

    -fazla ürünlerin denize dökülmesi: tüketim fazlalığı, günümüzde de gerçek dışı olmayacak biçimde anlatılmış. lokantalardan, hotellerden çöpe dökülen gıdayı bile buna eklesek sanırım kitabın ne demek istediğini anlarız.
    (bu arada midye sevenlere not: o midyenin içindeki pilav, bu dökülen pilavlardan yapılıyor. bol bol karabiberi ekliyorlar ki kokmasın. bilesiniz)

    6)damızlık kızın öyküsü-margaret atwood

    kadınların fabrika gibi yerlerde doğuma hazırlanması: günümüzde de buna benzer açıklamaları duymuyor muyuz? kadın hamileyken dışarı çıkmasın, kadın çalışmamalı... bu ve benzer açıklamalarla aslında kadınlar erkek dünyası için, nesli devam ettiren birer araç aslında. topluma bireyler kazandıran bir kuluçka makinesi gibi. acı olan ise bu kurumlarda üst mevkilerde olanlar yine kadınlar. romanda da gerçekte de kadının özgürlüğüne engel olan çoğunlukla hemcinsleri oluyor. bkz: anneler, nineler, kadın öğretmenler...

    7)otomatik portakal- anthony burgess

    -insanın özgür iradesine müdahale: suçu önlemek adına ,beethoven'da dahil, insanların yanlış da olsa kişisel seçimlerine gem vurma. işkence benzeri bir yöntemle seks, şiddet gibi eylemlerine engel olma günümüzde özgür düşünce ve iradeye müdahaleyi andırıyor. yatılı okullarda, kimsesizler yurdunda bu çocuklara yoğun olarak uygulanan bir yöntemdir. bize de okullarda direkt kabul ettirilir. konuşanlar, yaramazlık-ceza, kız-erkek öğrencilerin gözetlenmesi, öğretmenlerce uyarılması, şiddet içeren haberlere, filmlere sansür. çoğunluk bu bakımdan şiddet boşalımını bilgisayar oyunlarından yapıyor. gündelik hayatta insanı çileden çıkaran, şiddete yöneltecek çok şey geliyor. bu ergenlik döneminde daha fazla, çünkü insan olgunlaştıkça kavgadan da uzak duruyor ama tam tersi hayat mücadelesiyle stres daha da artıyor.

    -polis devleti:asıl önemli kısım alex'in şiddete eğilimli arkadaşları bir anda polis oluyor. bu da günümüz toplumunda da nasıl hasta kişilerin polis olabileceğine işaret edebiliyor. işsizlikten psikolojisi bozulmuş, arkadaşları tarafından dışlanmış kişiler polis olmayı seçebiliyor ve bu kişilerde de aşırı öfke patlamaları olabiliyor.

    8)sineklerin tanrısı-william golding

    -vahşi ve medeni kesimin savaşı: vahşete, avlanmaya ve öldürmeye yatkın bir grupla, ateşi çalan, onu yakan ve geçici çözümler yerine kesin sonuçlar arayan iki grubun karşı karşıya gelmesi. kitapta en başta pişmanlıkla beraber domuz öldürme eylemi vardı ama sonrasında domuzun kafasını kazığa geçirmek hatta çocuk öldürme eylemine kadar gidiyor durum. kitapta yoldan çıkanlar çocuklardı ve iletişim için kullanılan deniz kabuğuydu ama deniz kabuğunun yerini mızrak alması günümüzde de gücün söz sahibi olduğu gerçeğini gösteriyor. insan doğası gereği, daha çok sesi çıkan, daha kavgacı tipleri dinleyecek şekilde yetişiyor. yine hegel'in efendi-köle diyalektiği üzerinden gidersek yolda karşı karşıya gelen iki kişiden biri yol vermek zorunda kalacaktır. günümüzde savaş çığırtkanları, kafatasçı kişiler bu eserin mızraklı kısmının güzel bir örneğidir. sonucu düşünmeyen eylem insanları. karşı tarafta ise bunu tartışan, köşede yazan düşünce insanları mevcut.

    9)mülksüzler-ursula k. le guin

    -kapitalist ve anarşist grupların karşı karşıya gelmesi: benzer yazıları demir ökçede yazmıştım daha da uzatmamak ve tekrara düşmemek için yazmıyorum. bkz:demir ökçe

    10)ütopya - thomas more

    -devletin eleştiriye kapalılığı: aslında distopya olmayan direkt ütopik olan, mükemmel devlet mümkün müyü sorgulayan ütopyayla, edebiyat ayağına son veriyorum. kitapta idam cezasına tek şey sebep oluyordu o da kapalı kapılar ardında devlet sistemini sorgulamak. zaten ütopya sürekli gözetim halinde olma, ortak mülkiyet ve açıklılık ile distopyaya imkan tanıyan başlıca eserdi. antik dönemlerden itibaren, devlet sistemini, başkanları eleştirmek önemli suçlardan. insanlar sistemi sorgulamadan itaat etmek zorunda. zaten aksi halde anarşist, sistem karşıtı diye adlandırmalar mümkün olmazdı. günümüzde de devleti küçük düşürecek, sistemi eleştirecek ya da devlet büyüklerine hakaret düzeyine ulaşacak tenkitlerde bulunanlar direkt mimleniyor. panoptikonla beraber ne düşündüğümüz, ne paylaştığımız devlet tarafından izlenilebiliyor.

    -pis işlerin kölelere (azınlıklara) yaptırılması: halkın şiddete aşikar olmaması için, hayvan kesimlerini kölelere yaptırmak. günümüzde de son 3-4 yıldır en ağır işleri, komik bir fiyatla mültecilere yaptırmıyor muyuz?

    .............................

    filmler:

    1)metropolis-fritz lang

    -toprak üstünde yaşayan burjuva ve toprak altında yaşayan işçi sınıfı: wells'in zaman makinesi bilim kurgu kitabına benzer. alt katta çalışan kardeş sınıfla üstte rokoko dönemi cesur yeni dünya benzeri bir yaşam süren zengin sınıf. sonu hariç güzel bir film. günümüz türkiye'sinde yeraltında çalışmak zorunda olan madencilerle onların sırtından milyarlar kazanan zengin kesimi andırır.

    2)equilibrium-kurt wimmer

    -sanata müdahale eden teokratik devlet anlayışı: filmde dindar kesim güvenlikten sorumlu, koruyucu-yokedici bir görev üstlenirken, duygulardan uzak durulması için insanlara haplar verilir. günümüzde de insanı uyutan gıdalar var. en basiti kahve. üzerinde o kadar paranoyakça iddialar var ki. (ütopya dizisini izleyin) ya da aldığımız antidepresanlar (prozac nation) ya da alkolle aslında kendimizi dizginliyoruz/dizginletiyoruz.

    3)they live-john carpenter

    -televizyon yoluyla beyin yıkama: filmdeki meşhur güneş gözlüğü sahnesi. gerçek hayatta da bu böyle değil mi? tüket, üre, evlen, itaat et...

    o harika sahne için buyrun

    4)children of man-alfonso cuaron

    -sürekli kaos ortamı, patlamalar: 1984'e benzer biçimde sokağın ortasında her an gerçekleşen patlamalar, kırsal kesimde insanlara saldıran umutsuz gruplar. günümüzde şehirlerdeki sokak aralarını, tekinsiz mekanları anımsatıyor. ya da son yıllarda kalabalık yerlerden korkmamızı açıklıyor gibi bu patlama sahneleri...

    patlama sahnesi

    5)v for vendetta - james mcteigue

    -tek elden yönetim, üniter devlet: sevmediğim bir film ama komedi oyuncusunun evinde başına gelenler bile günümüzde eleştiriye ne kadar karşıt olunduğunu gösteriyor. bkz: beyaz'ın defalarca özür dilemek zorunda kalması, linç girişimleri.

    6)punishment park-peter watkins

    -polis devleti: kurmaca belgesel olarak çekilmiş filmde, amerikan hükümetinin tehdit olarak algıladığı feminist, anarşist, aktivist gençler bir alanda bayrağa ulaşarak özgürlüklerini almaya çabalar ama burada karşılarında onlara engel olacak kızgın polisler olacaktır. filmde polisin biri öldürülür ve diğer polisler daha da öfkeli bir hale gelerek gençlere müdahale ederler. aynı şekilde gezide de polisin aşırılıklarını görmüştük (evin içine gaz bombası atmaları, izmir'de olayla ilgisi olmayan kızları tartaklamaları vs )

    7)beni asla bırakma-mark romanek

    -kopya insanlar/z jenerasyonu: kendi özgür iradesi olmayan, çoğunluğu taklit eden klonlanan insanlar günümüz gençlerine eleştiri mahiyetinde. marka takıntısı olma, avmlerde mekanlarda birbirine benzer insanları, konuşmalarını dikkate aldığınızda bunu gözlemlersiniz.

    -insanlık testleri: filmde sanat testi ile ne kadar insan oldukları gözlemlenirken, günümüzde ise insanlar, artırılan testlerle meslek ve makam sahibi oluyorlar. duygusallık, iyi insan olma, ruh sağlığı neredeyse aranmayan özelliklerden.

    8)körlük-fernando meirelles

    -medeniyetin kırılganlığı: sadece görme yetisinin kaybolması insanları medeniyet dışına atarken, içinde sakladıkları bütün kötü hastalıklı istekler dışarıya çıkıyor. sokak köpeklerinin çöp poşetlerini dağıtması ile yan yana gösterilen sahnelerde insanlar mağazaları yağmalıyor. günümüzde de sağ duyunun kaybolması ile ne hale geldiğimizi görebiliyoruz. temel duyular değil üstelik. metroda birbirini ezen, inenlere öncelik vermeyenler, metrobüste kavga dövüş yer kapanlar. yolda yayalara yol vermeyen, kendi yaya iken kendine yol vermeyen insanlara bağıran insanlar. örnekler çoğaltılabilir.

    9)the truman show-peter weir

    -televizyona bağımlı yaşama: sürekli kameralarla gözetlenen baş karakter değil eleştiri noktası aslında. o bir şekilde, masalımsı bir biçimde özgürlüğüne kavuşuyor. ama şimdi ne izleyeceğiz diyen halk asıl gözetlenen, o televizyonun içine hapis olan biziz.

    10)idiocracy- mike judge

    -üst üste fotokobi çekilen kağıt gibi kararan insanlar: seçtiğin en kötü film ama konu daha iyi işlense harika bir film çıkabilirdi (iyi bir belgesel örneği:aptallık çağı) filmde halk televizyona bağlı, iq seviyesi iki hanelerde olarak tasvir edilmiş. gerçekten de nüfus olarak arttıkça geriye doğru evrildiğimizi görebiliyoruz.

    not: bu filmin yerine being there'i önerebilirdim ama o film karşı-ütopya değil.

    bu yazıya benzerini sabit fikirde: hayatımız distopya sayısında okumuştum. 1984 ve gezi benzerliği ele alınmıştı. bu konulara meraklı olanlar bakabilir.