dedenin ölmesi

  • - kızım dedenin mevliti var. senelik mevliti. biliyorum gelmek istemiyorsun ama deden baktı sonuçta. buradakiler sana hayırsız diyorlar. anasının-babasının mezarına bile gelmiyor diyorlar. üzülüyorum ben çok.

    yine ağlıyor. halam. ailemde yaşayan 3. kişi. hala bir sürü yeşil reçeteyle satılan ilaç kullanıyor. 3. kişi olmak zor. telefonda bir çırpıda söyledi tüm bunları. nefes almadı. hazırlanmış konuşmaya belli.

    + tamam hala. gelicem. görüşürüz.

    sessizlikle kapanan telefon. zaten bizim konuşmalarımız hep sessizlikle kapandı. kızını toprağa verdi, abisini verdi, annesini verdi, babasını verdi. keşke sadece kendine ağlasa. o ağladığında bir sigara yakardım. derin bir nefes çekerdim. "bir fıkra duydum geçen gün." .............................. çatallı ağlayan sesiyle cevap verirdi "nasıldı?".......... "bilmem. komikti."....................... "çay içelim mi?".. sessizliği çay bölerdi.

    mevlit zamanı. kızlarımı da götürdüm. onlar olmasa gitmezdim. bozüyük'ün en eski yerleşimi, bir höyük'ün artık kimse kalmamış herkes taşınmış mahallesine iki kızımla attım adımımı. 8 sene okuduğum okulumun bulunduğu noktayla başlayan 500 metrelik yol. solda bakkal hasan. hala açık. hala bakkalında. yaşlı. ben çocukken gençti. iki evlilik yapmıştı. çocuklarını hatırladım. küçük çocuğuna oynarken araba çarpmıştı. ne gereksiz bilgi yığını var beynimde.

    sokağa devam ettikçe şimdiki zaman ayağımın altında parçalandı. tüm zamanlarım geçmiş zamanla başlayıp bitiyor. yokuş. bisikletimle mahallenin çocuklarıyla indiğim bayır. bisikletim dediysem "özgül"ün bisikleti. ölen kardeşimin. eniştem onun için almıştı. ölmeden 1 hafta önce. 6 yaşındaydı. öldü. dedemin evinin tam karşısında otururdu halam. özgül'le hergün o bahçede kahkahalarımız duyulurdu. dedem kızardı, biz bahçeyi talan ederdik. o kızdıkça biz daha da talan ederdik.

    ben adım attıkça uzayan yol. kızlarım bile benden hızlı adım atıyor. soldaki şu geniş kapı. adını hatırlamıyorum kadının. inekleri vardı. babannemle süt almaya gelirdik. bahçeleri hep tezek kokardı. sütleri güzeldi. ama kokardı. bir akşam babannem tek başıma yolladı süt almaya. annem iş çıkışı beni yolda gördü. kıyamet koptu. annem evine gidip babannemi aradı. kıyamet kopmakta kararlı. annemin evi, benim evim, babamın evi. anne keşke bizim evimiz olsaydı. sen beni terk etmeseydin. zaman ayağımın altında parçalanmasaydı.

    sağdaki ev. necmiye ablanın evi. babannemin en iyi arkadaşı. ekürisi. dedem eküri derdi. kanka gibi bir şey. hala yaşıyor. bir sen yaşamıyorsun babanne.

    soldaki şu evin sahibini hatırlamıyorum bak. ama evinin içinin her detayını hatırlıyorum. hacca gittiğinde getirdiği o misvak'ı hatırlıyorum. metal yuvarlak bir şeyin içindeki hacı kokusunu da. evlerindeki avluyu da. ama kadının adını hatırlamıyorum.

    nefize abla. kızı alev. fare zehiri içerek intihar etmeye kalmıştı. mahallenin en güzel kızıydı. ben çocuktum. bir delikanlı sevmiş. birlikte olmuş. sonra delikanlı terk etmiş. böyle küçük yerlerde "ilişki yürümüyor yae" olmuyordu. alev abla. bakire değilim artık diyerek intihar etmeye kalkmıştı. bu toplumun ahlak yasalarının bir cana nasıl mal olabileceğini çocuk yaşta öğrendim.

    sanırım ben bu toplumdan daha o yaşta nefret ettim.

    zaman genleşiyor. karadeliğe yaklaşmak gibi. eve yaklaştıkça ben de genleşiyorum. şiştim. "çıkmaz".. dedemin evinin höyüğüne çıkan yerin adı. çıkmaz sokak. çıkmaz bayır. çıkmaz tepe yolu. çıkmaz herhangi bir şey. evin dış kapısı açık. girerken kafamı kaldırıp numaraya baktım "6".. 25 sene boyunca hep "4" tü o numara. numara da gitmiş. her şey gider. kapının sol girişine baktım.

    dut ağacım. ilk direnişim. yok. beton dökülü üstünde. içeride kadın topluluğu. girdim. aman allahım hepsi. hepsini tanıyorum. pakize yenge, mürvet yenge, hacer abla. halam. üvey annem. çocukluğum dalga dalga tanıdık yüzlerle daha da canımı yakıyor. her tanıdık yüzde acım artıyor.

    - biliyorum gelmek istemiyorsun ama deden baktı sonuçta.

    bilmiyorsun. her oda. duvardaki her çizik. şu tavanın boyası. bu tavanı 15 veya daha fazla sene önce babannem, dedem boyamıştı. boya yetmemişti. bisikletimle gidip ben almıştım. büyüktüm. 16 yaşındaydım sanırım. bilmiyorum. büyüktüm ama. bilmiyorsun hala. ben hiç anlatmadım.

    kimseye anlatmadım. sen her ölümde feryat ettin. ben her ölümde nefret ettim. sen annen ve baban 2 sene seni bırakıp almanya'ya gittiler diye hala ağlıyorsun. ben 1,5 yaşında terk edildim. sonsuza kadar. hiç ağlamadım. bilmiyorsun. içimdeki ateşi bilmiyorsun. büyüdükçe öğrendim. sonuçta hayvandık ve hayvanların ne yapacağı kestirilemezdi.

    "allahümme salli ala muhammed" .. bu selamlaşmayı unutmamışım bak. kadınlar iki elimi tutup sallarken ben de söyledim. kızları benim küçük karanlık odama koydum. "oynayın" .. enteresan bir emir kipi. ama oynadılar.

    elime tutturulan yasin. "vel kuranil hakim". arapça harfleri de unutmamışım. demek ki 5 sene kuran kursuna gidince ömrün boyunca unutmuyorsun. kuran okunuyor ama ben aklımda bir yerlere gidiyorum. aklımın karanlık dehlizlerine. karşımda halam. sessizce kuranı takip ediyor. kapı eşiğinde dedem. 1 sene önce yoğun bakımda son nefesini vermeden önce gördüm. gülümsedi. gülümsedim.

    evin önündeki o betonda yazları yemek yerdik. yazlar hep ayrı bir güzeldi. sen kahkaha atardın dede. ev neşe dolardı. babannem "herif" derdi. ortalık aydınlanırdı. kavga ederdik. herkes eder.

    dede sağ kalanlardan kimse seni benim kadar sevemez. sen bilmezsin. bir gün bir tura gitmiştin. ben senin hırkanı koklamıştım sen yokken. babannem görüp çok hüzünlenmişti. osurmak iyidir dede. ben de osuruyorum. gelince tutmuyorum. tutmadıkça sen aklıma geliyorsun. gülümsüyorum. "elifffff, lammmmm, mimmmmmmmm".

    ben sadece seni gömmedim toprağa. bu ev. çocukluğumun geçtiği bu evin yaşayan tek ferdiydin. ben bu evi de gömdüm. çocukluğumu. bu evin bahçesinde yıkanan babamın cesedini de. gençliğimi gömdüm dede.

    "şimdi sen ebesin"

    bahçeden gelen sesle elimdeki yasini büküp baktım. kızlarım. ve bir kız çocuğu daha. üçü oyun oynuyor. özgül ve benden sonra bu bahçede ilk defa çocuk cıvıltısı duyuluyor. bahçe özlemiş. ben özlemişim. çocukluğum özlemiş. sen özledin mi dede. kimse oralı değil. kimse bakmıyor çocuklara. ben izliyorum.

    "amme yeteseelun".. "ayaklarınızı gördüm".. patırtı. duvara yaslanıp sayıyor mel. o duvar sarıydı. özgül ve ben oynarken her tarafımıza bulaşırdı. bahçede rengarenk çiçekler vardı. ters döndürülmüş kola şişeleriyle birbirinden ayrılmış. babannem kola şişeleriyle bahçe süslerdi. üstlerine çıkıp düşmeden yürümeye çalışırdım. cam sağlıktır.

    bitti. yemek faslına geçildi.

    3 saat geçmiş. "hala ben gidiyorum"... "kalmayacaksın yine değil mi? peki. ama bayramda gel. mezarlığa bir bakarsın. istersen"

    bayram ne zaman. ben bir kaç aylık limiti doldurdum. belki sık gelirsem yalama olurum. olur muyum? "hadi çocuklar"..

  • sessiz sessiz ağlıyorum üç gündür. böğüre böğüre ağlayamıyorum. çünkü sürekli ilaç tıkıyor birileri ağzıma. her taziyeci 'arkadaşını kaybettin' diyor. arkamdan fısıldaşıyorlar 'hıdrellez ne yapacak şimdi?'diye. dedemin arkadaşları, eş dost ayrıyeten bir de beni arıyor. dün de kuzenim aramış dünyanın önür ucundan 'üzülme, ben size hep gıpta ediyordum. siz dünyanın en tatlı dede-torunu idiniz' demek için.

    ne zaman dara düşsem, ne zaman bir yerlere sığınmak istesem, ne zaman içimde şefkat kabarsa dede denilen kaleye sığınır, koşardım. yemek yapmayı da o öğretti ilk direksiyon dersini de o verdi. hayata, insanlara, paraya, ideallere vs. dair ne varsa onun cümleleri ile şekillendi her şey. 'yok artık!' dediğim tüm uyarı nasihatleri bir bir başıma geldi. daha ölmeden 'dedem demişti' der oldum.

    insanlara karşı umarsızlığımın, özgüvenimin nüvesi oldu. genç kızlığımdan yetişkin bir kadın olmama kadar, namerde-yabana düşkün olmadıysam, olmayacak şeylerin/kimselerin peşine düşmediysem onun verdiği güven sayesinde oldu. çocukluğumu yetişkinliğe kırılmadan taşıdım onla beraber. bu yaşa kadar hanesinde torun şımarıklığımı durmaksızın yaşattı bana tatlı-sert mizacıyla.

    eteğim kısa diye azarlar, sonra gelip 'küstün mü?' derdi. ojeyi ilk defa gençliğinde gittiği pavyonlardaki kadınlarla özdeşleştirirdi. bende görünce dudaklarını ısırmıştı ilk. her yurt dışına gidişimde 'ne işin var orlarda'diye kükrer ama 5 dk sonra 'al lazım olur' diye bir zarf sıkıştırırdı cebime. gece geç gittiğimde (onun geç kavramı saat 9 idi) surat asar 'biz erkek halimizle eve akşam ezanından sonra girsek, babam sopayla kovalardı' derdi. hasılı hiç razı olmadığı bir ton şeyde bana karşı süngüsü düşüktü.

    çocukluğumda, istanbuldan 2 haftada 1 gelen, az konuşan, çok emreden, fazla fazla korkulan, o kii güncük bize bir ton hediye getiren (boyalı yumurta getirirdi de ne sevinirdik), o geldi diye sülalenin evde toplandığı bir adamdı. mesafeliydik. erkek torunları vardı daha çok yanında-yöresinde.

    13 yaşında okumaya şehre gönderdiklerinde beraber takılmaya başladık, başlayış o başlayış. 20 senedir köroğlu-ayvaz gibiydik. 20 senenin 2 senesi hariç hep o vardı. onca senenin son zamanlarında sadece iki şey değişti. direksiyondaki yerlerimiz ve birbirimize karşı rollerimiz. uzun yıllar dere tepe gezdim yanında. yüzbinlerce km yapmış olabiliriz. yalnız erkeklerin inşa ettiği bir dünyanın her köşesine girdim onunla birlikte. yaşlılıktan kullanamadığı ama kapısı önünde tutturduğu arabasıyla kah eski bir dostuna kah doktor kontrolüne kah memlekete götürür oldum zamanla.

    sülalenin en heybetli reisi, kükrer gibi konuştuğunda herkesin el-pençe divan durduğu adam, çocukluğumun pehlivan yapılı dağ gibi adamı ufaldı ufaldı ufaldı ve çocuk gibi sevimli oldu. son iki senedir çocuğum gibi olmuştu. önceden bana kıyafet beğendirmek için mağaza mağaza peşimden koşan adamı ben giydirir oldum. her hafta sonu hiç sektirmeden yatılı okuldan beni o alırdı. herkes hafta sonraları akranları ile sosyalkeşirken ben dedemle takılırdım. sonraları, her akşam ilaç saatini kaçırmasın diye 15 km yol gidip ertesi günki yemek ve ilaçlarını hazırlar oldum. felç atlattığında deli gibi korktum. ilaçlarını düzenli alsın diye çocuk gibi azarladım gönlüm kıyılsa da. doktor alzheimerın başladığını söylediğinde ise gözüm döndü, kurdun kocayınca köpeklere maskara olması ihtimalinin stresiyle. yoksa o haliyle ile başımızda duruverseydi yeterdi. neyse ki hiç o zilleti yaşamadı. vakarıyla, saygınlığıyla yaşadı son o ana kadar.

    yanında kalmadığım geceler telefon hep son ses açık uyudum. arayıp da duymadığında kaç defa pijamayla kat ettim o yolu, hatırlamıyorum. yalnız başına, ona musallat olan sarı noktadan mütevellit karanlıkla boğuşurken bir yerlerini kırıp, düşüp, yardım dilenirken verecek son nefesini diye ödüm kopuyordu. son haftalarda aklına düşenleri arayıp helallik diliyormuş. bana da bakıp bakıp ağlıyordu. bir şeyler ima ediyordu ama ben susturuyordum. sanki söyletmezsem geciktiririm sanıyordum. iki haftadır da istanbul'a geri getiremiyordum. toprağı çekmiş.

    memlekette kahvaltısını yapmış o sabah. dışardaki kara bakmış. 'gidebilir miyim acaba dükkana?' demiş halama. çalıştığından değil, boş durmayı sevmediğinden. yorgun hissetmiş kendini. şöyle bir uzanayım demiş. 15-20 saniye içinde olmuş hepsi. bi hıkırdamış. sonra da uçuvermiş buralardan. bebekler gibi.

    saf acı demiş yukarda birileri. aynen. bir çok şeyin karışımı ama saf bir acı. yaşamayı deliler gibi seven bir adamın an be an ölüme gitmesini izlemek değil bu sadece. bütün yaşamımda, her anımda varlığını hissettiren, bir yandan da ilk özgürlük mücadelemi onun koyduğu kuralları esnekmek suretiyle verdiğim dedeciğimi yitirmek.

    bir yandan da hiç vicdan azabı yok içimde. aksine dolu dolu, beraber geçirilmiş bir dede-torunluk ve onun gidişinden sonra gün-be-gün kendini daha da gösterecek yokluğun korkusu var. 33 yaşımın doğum gününe dek çocukluk şımarıklığımı sürdürebilmiş olmamın bahtiyarlığı ile o şımarıklığı yitirmiş olmamın acısı var. gençliğini, mesleğini, hatıralarını anlattırıp kaydını aldığım ses dosyaları var. 'bakmıyormuş gibi' poz verdiği selfielerimiz var. yeni aldığım, ama kullanamadığı pantolon askısı ile kasketi var. hovarda ve afili zamanlarının süslediği çocukluğum var. onu sırlamadan evvel, öperken soğuk yüzüne bıraktığım gözyaşlarım var..