davutoğlu-dunford görüşmesi

  • geçtiğimiz günlerde yapılmış görüşme.

    görüşme esnasında çekilen şöyle bir fotoğraf var.

    karede üç farklı dinamiği temsil eden kişi bulunuyor: asker, siyasetçi ve istihbarat mensubu. üçü de konumunun zirvesindeki adam. genelkurmay başkanı, bakan ve müsteşar. üçünün de yüzünde aynı ifade: "bakın ben abd genel kurmay başkanıyla görüşüyorum" övüncü.

    dünyanın en güçlü ülkesinin en önemli askeri şahsiyetiyle görüşmenin verdiği mutluluk var gözlerde, üç farklı kulvarın yüzündeki ifade aynı. her biri, evine başbakan gelmiş sıradan bir vatandaş gibi gururlu. her biri bir koltuğa sıkışmış vaziyette. ama mutlu. bu bana türkiye'nin bugünkü ortadoğu coğrafyasındaki sıkışık ama bir o kadar da memnun halini hatırlatıyor.

    peki bu ifade ilk mi? hayır. bu ifade bizim kaderimiz. tıpkı 1972 yılında yaşanan abd büyük elçisi görüşmesinin ardından yüzlerde görülen ifade gibi...

    başkan eisenhower'ın gözlerinin içine bakan menderes'in yüzünde beliren ifadeye bakın. sahibi tarafından övgüye mazhar olmuş bir ifade göreceksiniz. mutlu, mesut ve kendini sahibinin yanında güvende hisseden bir köle.

    fotoğraflar çok şey anlatıyor. görevinin ilk zamanlarındaki erdoğan... güçsüz... temkinli... iktidardan düşürülmesi gündemde... ve kendine yurt dışında yeni dostlar arıyor... öyle ki, filistin'deki en büyük katliamı yapan ariel şaron'dan gelecek desteğe dahi muhtaç

    bir başka kare... dünyanın en büyük başkanının elini sıkıyor. yüzde kontrolsüz bir gülümseme... bacaklar kapanık... el yumruk şekilde... tam bir teslimiyet ifadesi...

    bizim ülkemizin kaderidir bu bakış, bu gülümseyiş, bu teslimiyet... uzun zamandan bu yana o bakış hiç eksilmedi.

    bir istisna hariç. işte insan bu yüzden özlüyor onu, bağımsız duruşunu.