darbe girişiminin sorumlusu laik jakoben azınlık

  • akşam marco polo*'nun son bölümünü izlerken biraz şarap içtiğimden olacak kanepede sızmışım gece 4 gibi kalkıp yatağa gittim. sabah da kendi kendime erkenden kalktım, 6 gibi falan. şortumu giyip doğru denize gittim. iki sokak aşağısı plaj. motor sporları hizmeti sunan bir bölüm var plajda, jetskiler, botlar, bananalar demirlemiş. her seferinde aynı yere, oraya gidiyorum. olur da ışid, el kaide vs. herhangi bir islamcı terör örgütü tıpkı geçen yıl tunus'ta yaptığı gibi türkiye'de de bir plaj saldırısı düzenlemek ister makineli silahlarla sahildekileri taramaya kalkarsa ben en azından oradaki bananalardan birinin arkasına saklanabilirim, hayatta kalma şansımı arttırabilirim diye. havlumu kuma serdim, şöyle bi çevreye baktım. hakikaten halk plajlara hücum etmiş vatandaş denize giremiyor. etraf yine çekirdeki kabuğu, çöp ve sigara izmariti dolu. halk denize girmesin amk s*ktirsin gitsin önce vatandaş olsun; o sondaki "-daş" ekinin ortaklık belirttiğinin, ortak alanlara çöp atmaması gerektiğinin bilincine erişsin sonra gelip girsin. sakinleştim. denize girdim. ipe kadar yüzüp geldim. çıktım, bi sigara içtim, izmaritimi poşetime koydum. geri denize döndüm. deniz yatağıma uzandım biraz açıldım kolum bileğime kadar suyun içinde, hareketimi minimuma indirdirdim, deniz çarşaf gibi; dalgadan eser yok, huzur içindeyim. deniz tarafındaki ufuk çizgisine sıfıra yakınsayan bir açı ile bakıp öylece akşamki süper kupa mağlubiyetini düşünüyorum gomez olmadan hele bir de sosa giderse bu sene zor geçecek, cenk forvette kafkas dağındaki prometheus kadar yalnız. hem konyalı hem galatasaraylı adamları konya gibi bir yerde kapalı bir alana toplarsan akşamki gibi rezaletlerle karşılaşırsın. konya futbol/spor şehri falan değil amk. konyadan sporcu bir kent yaratamazsınız. bi laf var ya konyanın altı erenler üstü ...verenler* neden sonra aklıma ekşideki bu başlık geldi. böyle saçma sapan konuları düşünerek epeyce takıldım orada, oysa miami'de olsam mesela yine bunları mı düşünecektim acaba? orada muhtemelen derdim std falan olurdu. o daha beter. yine şanslıyız biz burada. güneş biraz yükselince keyfim kaçtı, eve döndüm. kahvaltı yaptım ve oturup bu yazıyı yazmaya başladım.

    çalıkuşu feride çektiği aşk acısı ile bir an evvel istanbul'dan uzaklaşma ve kendini anadolunun bağrına teslim etme kararı alır. maarif vekilliğinden aldığı icazetle bursa'nın zeyniler köyüne öğretmen olarak atanır. osmanlı imparatorluğu'nun hala hüküm sürmeye çabaladığı yıllar. atandığı yerde köyden bir kadın vekaleten öğretmenlik yapmaktadır: hatice hanım. hatice hanım'ın muallimlik yapacak bir vasfı yok. osmanlıdaki ibtida-i mekteplerin açılış gayesi avrupa'nın bu mektepler sayesinde osmanlıyı savaşlarda, ilimde ve teknikte yenecek bir konuma gelmiş olması idi. 1869 tarihli maarif-i umumiye nizamnamesi ile her köyde ve her mahallede ibtida-i mektepler (ilkokullar) açılmasına karar verilmiş ve belki onlarca yıl sonra zeyniler köyünde de bu mekteplerden bir tanesi açılmıştı. hatice hanım "osmanlı'nın muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak maksadı" diye ifade edebileceğimiz meşhur gayesine hizmet etmek şöyle dursun bilakis en büyük zararları veriyor. maarif vekaletinin gönderdiği bir kaç tabiyye levhasını esas amacının tam zıttı amaçta kullanıyor. misal insan anatomisini ve kemik yapısını çocuklara öğretmek niyetiyle hazırlanmış iskelet levhasını gösterip "yarın biz ölünce etlerimiz böyle çürüyecek, kemiklerimiz böyle kuruyacak, bu dünya fanidir kimseye kalmaz, yürü dünya yürü ahir zamandır, ille de allah ille de allah" diyerek ders anlatmaktadır. misal, çocukların çiftlik hayvanlarını öğrenmeleri için gönderilmiş levha ile ilgili " "allah bu koyunları kullarım yesin de bana ibadet etsin diye yarattı. koyunları kör boğazımız zifleniyor da, allah'a borcumuzu ödüyor muyuz? ne gezer? amma, yarın toprağa girdiğimiz vakit, bakalım ne cevap vereceğiz?" şeklinde sunum yapmaktadır.

    reşat nuri'nin malum romanındaki kurgusu olan bu tip vaziyetler bizim atalarımızın ve dedelerimizin çok değil 100 yıl önceki halleri, gerçekleri idi. bizim bugün içinde bulunduğumuz buhranları reşat nuri ve mustafa kemal gibiler 100 yıl önce yaşıyorlardı. bu geri kalmışlık, bu medeniyetsizlik, yobazlık, gericilik; tümünü onlar da düşünüyorlardı. çalıkuşu romanı 1915 yılı civarı bir dönem hakkında yazılmış 1922 yılında tefrika edilmiştir. eğer ki "jakoben elitler" denilen güruhun müslümanlara çektirdikleri "zulümler" iskelet levhasının ölümü, umutsuzluğu, karanlığı, sapkın bir ahiret nihilizmini değil "hayat kurtarmayı", "tıbbı ve bilimi", "geleceği ve umudu" hatırlatması gerektiğini savunmuş olmak ise en büyük zalim diye damgalanmak benim için en yüce türde bir onurdur. bu arkadaşların deyimiyle "jakobenlerin" ve "elitlerin" hakikat düzlemindeki tanımı ile pozitif toplum mühendisliği için alın teri dökenlerin; (ki ben buna türk idealizmi diyorum: (bkz: türk idealizmi/@skocax)) köy enstitülerinin, mezhep imamlarına göre haram olan mandolini öğreten musiki hocalarının, müslüman türk çocuğuna rus kevaşesi anna karenina'nın fingirdeşmelerini okutanların tam destekçisiyim, tam yanlarındayım; ellerinden, yanaklarından, elmacıklarından öperim ben o yüce insanların.

    ...
    ey soyulan iskelet, kimse bilmeyecek o zaman,
    kimse bilmeyecek senin sayıp döktüklerini,
    savaş ne, karışıklık ne, zafer ne, anlaşma ne?
    belki duyulmadık bir öykü,
    belki korkunç bir masal.
    çok sürmez köhne kitap,
    fikri gömen sayfaların
    bugün olmazsa yarın yırtılacak.
    ...

    türk mütedeyyinlerinin batılılığını "yeterince" diye bir sıfat ile niteleyemeyiz. zira hiç batılı değillerdir. yeterince batılı olmayanlar levantenlerdir, yeterince batılı olmayanlar kemalistlerdir, yeterince batılı olmayan japonlardır, ruslardır, yunanlılardır ya da güney korelilerdir. "yeterince batılı olmamak" bir eksiklik değildir; bilakis gayet onurlu ve gururlu bir tutumdur. ancak hiç batılı olmamak çok ciddi bir eksikliktir. "batılı" ve "batılılaşma" kelimeleri bizim gibi doğuluları hep rahatsız etti, beni de ediyor. "batı karşısında eziklik, batıyı taklit etmek, batıya özentillik yapmak": evet yaptığım, yaptığımız şeyler bunlar. bunları yapmayı ben istemedim. bu lanet bize atalarımızdan, içinde yaşadığımız "her olayı tanrıya, ahirete, öte dünyaya ve ölüme bağlama" kültürünü yaratan dedelerimizden kaldı. batı helikopter yapıyor ve biz de onu taklit ederek helikopter yapıyoruz. batı özentiliğinin en net hali helikopter ya da uçak yapmaya çalışmaktır. helikopter ya da uçak yapmaya teşebbüs eden kendi "milli" otomobilini üretmeyi hayal eden hiç kimse kalkıp da başka birini "batı özentiliği" ile suçlamaya kalkışmasın. bizim milli vasıtamız at, eşek ve katırdır. bunları terk edip de uçağa ya da otomobile binmek atalarımıza ihanet etmektir. eğer batı özentiliği yapmak bir günah ise bu hepimizin ortak günahıdır.

    hiç batılı olmamak çok ciddi bir eksikliktir. çünkü batılılık demek "evrensel değerler" demektir. her batılı evrensel değerlere göre yaşamaz elbette ancak eğer bugün bir türk çıkıp da "bütün dünya genelinde hakkı ve adaleti, insan haklarını ve hukuksal düzeni sağlamaya yarayacak evrensel değerler hangileridir" diye merak etse, araştırmaya kalkışsa en son ulaşacağı yer strazburg'dur, zürih'tir, viyana'dır. çünkü evrensel değerleri başka kimse değil, bizzat batılı protestan ve katolik toplumlar kendileri bulmuşlardır. bütün dünya tarihi boyunca yazılmış bütün yazılar eğer 1 milyon sayfa yer kaplıyor ise bunun belki 700 binini yani %70'ini bu toplum yazmıştır. bütün dünya tarihi boyunca düşünülen düşüncenin belki %80'inini bu toplum düşünmüştür. bütün dünya tarihi boyunca icat olan şeylerin %95'ini bu toplum icat etmiştir. benim namusum hakikatimdir. tamam batı dünyası idari anlamda ve ideolojik bazda emperyalisttir, puşttur, kan emicidir, gariban afrikalıları alıp köle yapmıştır, bütün dünyanın kaynaklarını sömürmüştür hala sömürmeye devam etmektedir, halkları birbirine kırdırmıştır, dünyanın en büyük savaşlarını çıkarmıştır, mazlum geri kalmış halkların topraklarını işgal etmiş birçok insanın kanına girmiştir ama yiğidi de öldür hakkını yeme: adamlarda çalışkanlık var, sorgulama kültürü var, disiplin var, düşünme yetisi var ve tüm bunlar batılıların kültürüne içkin . doğruları da söyleyemeyeceksek, konuşamayacaksak, yazamayacaksak afedersiniz s*kelim kendimizi.

    ...
    artık yeter fikri susturduğunuz,
    yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada
    zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın.
    hadi gidin tarih korusun sizi,
    -haydutlara en iyi sığınaktır gece-,
    gidin, yok olun siz de o mezarlıkta.
    işte müjdelerin en güzeli,
    işte en gerçek özgürlük
    düşümüzdeki gelecek çağlarda:
    ne savaş, ne savaşan, ne salgın,
    ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen,
    ne yakınma, ne de zulmün kahrı,
    ne tapılan, ne tapan,
    ben benim, sen de sen!
    ...

    bütün dünya tarihi boyunca tıpkı matematiği en fazla bu adamların çalışmış olması gibi, ahlakın ne olduğunu, insanın haklarının neler olması gerektiğini, eşitliği, adaletin nasıl en hakkaniyetli olabileceğini, siyasetin nasıl haysiyetli olabileceğini, demokrasinin ne olduğunu, devlet idaresinin nasıl olması gerektiğini, bürokrasiyi ve hukuku, psikolojiyi ve sosyolojiyi, tarihi ve felsefeyi de en fazla bu adamlar çalışmıştır. bu yüzden felsefe kitaplarını açınca hep alman, fransız ve ingiliz filozoflarının isimlerini görürüz. bunu özellikle islamcılar kabullenemezler. hegel'in, descartes'in, kant'ın ya da marx'ın isimleri "onlar gerçekten o kitaba girmeyi hak ettikleri" için değil de wall street'te oturan sam amca, postmodern haçlı tapınak şovalyeleri ya da üçgen gözlü illüminati müslümanların ahlaklarını bozsun diye bilhassa bu kitaplara yazılmışlardır diye söylenirler. e sen bi filozoflar, sosyologlar, bilim adamları, kuramcılar kronolojisi yap bakalım kimi koyacaksın diye sorunca da kem küm ederler, boş kağıt verirler, sıfır alırlar. cemil meriç " bu ülkede sağcı solcu yoktur iyiler ve kötüler vardır siz iyilerin tarafında olun derken" de safsata yapıyordu. çünkü bu ülkede sağcı solcu yoksa, iyiler ve kötüler varsa bile bir de bu iyilerin içinde "iyi" kavramının ne olduğunu bilenler ve bilmeyenler olması lazım gelir: kızını 14 yaşında görücü usulü evlendirme eylemini "iyi" bir amel gören babalar da mı iyidir? iyi nedir? iyilik nedir? erdem nedir? ahlak nedir? bu hayati bir sorun, bu sorun bizim bütün ideolojimizin en temel noktasını şekillendiriyor hatta. cemil meriç bunu halı altına saklamaya kalkışıyor, sümenaltı yapmaya çabalıyor; ya da bunu fark edemiyor. bu ülkede sadece iyiler ve kötüler varsa "iyi grubuna girenler" de "iyi" kavramına atfettikleri anlama göre kendi içinde tekrar gruplanır. iyilerin gerçekten iyi olduğuna kim nasıl karar verecek? herkes kendini zaten iyi görüyor. siz hiç dünyada "ben kötüyüm" diyen bir adama rastladınız mı? hangi ahmak kendine kötü der? bu zaten bütün felsefe tarihinin en temel meselelerindendir: etik derler. ahlak felsefesi anlamına gelir. bunu da dünya tarihinde en fazla batılılar çalışmıştır, müslümanlar etik konusunda da sınıfta kalmışlardır. cemil meriç gibiler için gazalinin iyi dediği her şey iyi kötü dediği her şey kötüdür. bu adamlar iyi insanları bu şekilde ifade ediyorsa ben sizin beklediğiniz türde iyi falan değilim oğlum.

    efendiler bakınız bugün eğer müslümanların evlerinde nijeryalı köleleri yok ise bunun gerekçesi yine kafir batıdır. islamda skandal derecede, sansasyonel reformist bir dönüşümü 1833 yılında naiblik dönemi britanyasında avam kamarasının baskıladığı ingiliz parlementosu yapmıştır (bkz: slavery abolition act). nasıl mı?

    19. yüzyılda libya, kahire ve levant bölgesini geçtim istanbul'da dahi her yıl binlerce akça pakça çerkes kızı köle diye satılırdı. kız dediğim çocuk: 13-14 yaşlarında ortalama. osmanlı paşalarının satın aldığı çerkes ve gürcü köle kızlarının satış makbuzları var günümüze gelen. siz 12 temmuz 1854 tarihli 13 numaralı kahire polis raporunda geçen şemsigül'ün hikayesini bilir misiniz? ah talihsiz, kara bahtlı, kaderi berbat şemsigül...

    ...
    şimdi korkunç bir haykırma -
    bütün bu karman çorman gürültü patırtıyla
    inleyen boş kubbe, sen söyle!
    sen ki her sesi yankılayansın,
    söyle, bu bir sürü boş çabalama içinde,
    daha yukarlardaki şu tanrı katına
    hangi sesin yankısı varabilmiş ki?
    hangi dua kabul olmuş bugüne dek?
    binlerim seni, göklerin tanrısı,
    din ulularından dinlerim seni:
    "ne benzer var, ne noksanı,
    canlı ve ölümsüz ve her şeye gücü yeten ve yüce.
    odur veren yiyeceği içeceği,
    düşleri gerçek yapan o,
    bilen, haberi olan, kahreden ve öç alan,
    açık, kapalı her şeyi duyan ve anlayan,
    el uzatan yoksullara ve çaresizlere,
    her zaman her yerde bulunan ve her yeri gören..."
    seni böyle övüp duruyorlar işte.
    oysa senin en üstün özelliğin ne,
    "ortaksız" oluşun değil mi?
    kaç ortağın var şu bataklıkta, bir bak.
    ...

    1800'lü yılların başlarından itibaren muhtelif tarihlerde ruslara karşı savaşları kaybeden ve rus katliamlarından kaçan çerkesler, çeçenler, diğer müslüman kafkas halklarından osmanlıya sığınanlar olur. yaşar kemal'in "fırat suyu kan akıyor baksana" isimli romanındaki han soyundan gelen üzeyirhan karakteri gibileri bu yeni topraklarda tutunur, garibanları bilhassa kimsesiz kalanları köle olur. 1852 yılında deli mehmet isminde bir köle tüccarı şemsigül isimli çerkes bir kız çocuğunu istanbul'daki köle pazarından satın alıp gemi ile kahire'ye götürür. gemi yolculuğu sırasında ırzına da geçer çocukcağızın. deli mehmet'in yaptığı bu hareket islam şeriatına gayet uygundur, zira şeriat cariyeye tenasülü/seksi yasaklamaz ancak bakire bir cariye ile halvet olan/seks yapan er sahibin onu satarken satış fiyatından ceza ödemesi lazım gelir. bu dört mezhep fıkhının mezhep imamlarından beri yani 1200-1300 yıldır falan en bilinen kaidelerinden biridir.* şemsigül hamile kalır. bunu öğrenen deli mehmet şemsigül'ü bakire diye satma ve şeriatın ona yüklediği bu zarardan sakınma derdindedir. bu sebeple şemsigül'e ilaçlar içirir, karnını tekmeler, döver, bebeği düşürmeye çalışır. ne yaptıysa olmaz ve şemsigül'ü hamile olduğu halde zengin bir konağa (meşhur kavalalı mehmet ali paşa'nın oğlunun konağı) satar. konaktakiler beş ay içinde gebeliğin farkına varırlar ve şemsigül'ü deli mehmet'e iade edip paralarını geri alırlar. böyle olunca durumdan mehmet'in karısı da haberdar olur. hemen telaşlanır zira kız köle de olsa eğer bir çocuk doğarsa islam şeriatına göre özgür doğacaktır ve deli mehmet'in mirasından hak sahibi olacaktır. kadın ebe tutar ve bir kez de o çocuğu aldırmaya uğraşır. hamilelik 6. ayına geldiği için ebe çocuğu almaz. bu sefer kadın başlar şemsigül'ü dövmeye. beline, sırtına demirle vurur çocuk düşsün diye. ne yaptıysa düşmez. bir komşuları sesleri duyar ve şemsigüle sahip çıkar. şemsigül çocuğunu doğurur ama ona göstermezler, deli mehmet'in evine geri döner. bir yıl içinde de ölür bebek. daha sonra deli mehmet şemsigül'ü bir kaç kez daha satmaya kalkar. şemsigül'den çocuk yaptığı duyulduğu için satışlar tekrar iptal olur. çocuk yapılmış köleyi satmaya kalkıştığı için mahkemelik olur. polis raporlarına girer. bu raporları 150 yıl sonra inceleyen israilli bir tarihçi garibim şemsigül'ün hikayesini de ortaya çıkarır. tarihi mahkeme kararında yazana göre mahkeme mehmete ceza şemsigül'e de hürriyet vermeyi uygun görür ancak hikayenin sonunda şemsigül'e ne olduğu da bilinmez.

    nuruosmaniye köle pazarı 1846 yılında resmi olarak kapatılmıştır, kapatılmasında 1839 yılında ilan edilen tanzimat fermanı epeyce etkilidir. nuruosmaniye bildiğiniz üzere istanbul'daki tarihi kapalı çarşı'nın çemberlitaş tarafındaki çıkış kapısıdır. elbette bu köle pazarının kapatılması köle satışını bitirmez. fatih ve tophane civarında köle satışları ikinci meşrutiyete ve hatta cumhuriyete kadar devam etmiştir. islam coğrafyasındaki diğer büyük köle pazarları kahire, zanzibar ve muscat'tır. zanzibar bütün dünyadaki en son kapanan köle pazarı olduğu iddia edilir. köle ticaretinin tarihinde "atlantic slave trade" diye bir bölüm var ve arap köle pazarları atlantik köle ticaretinin en önemli parçalarından biridir. batıda özellikle ingiltere ve abd'de köleliğin kaldırılması islam dünyasındaki köle pazarlarını da etkilemiştir, talebin düşmesi sonucu köle ticareti ekonomik bir krize girmiştir, ayrıca ingiltere 1850'lerden itibaren dünya genelinde kendine köle pazarlarını kapattırmak gibi enteresan bir misyon yüklemiştir ve islam dünyasında kölelik bu şekilde son bulmuştur. islam şeriatındaki kölelik ingilizlerin ve amerikalıların hareketleri ile reforme olmuştur. yani açıkça islamda bu konuda reformu kafirler yapmışlardır. keza islamın cihat şartının da son yüzyılda artık iptal olmuş olması gibi. cihat bir çok ayette geçer. müslümanlar cihatı bir yüzyıl öncesine kadar "toprakları işgal edip kafirleri zorla müslüman yapmak ve olmayanları esir alıp öldürmek en iyi ihtimalle haraç ve cizye adı altında fahiş vergilerle ve mesela mahkemede şahitliklerini saymayarak, hukuk sisteminde müslüman karşısında onları eşit görmeyerek ikinci sınıf vatandaşlar olarak yaşamalarına müsaade etmek" olarak uygulardı. bugün artık ulus devletlerin kurulduğu ve tüm ulusların ekonomik bağlarla birbirine bağlandığı bu dünyada arap sultanları atlarına atlayıp da ta 7. yüzyıldan beri tüm yüzyıllarda tüm atalarının yaptığı gibi kafir batıyı fethetmeye, onlarla cihat etmeye, kadınlarını köle olarak almaya teşebbüs edememektedirler. onun yerine "yav cihat dediğin tatlı sözle olur" vs. bahaneleri uydurmaktadırlar. oysa bütün ataları 13 yüzyıl boyunca cihadı kanla ve gözyaşı ile, kılıçla ve mızrakla, topla ve tüfekle yaptı. haçlılardan hiçbir farkları yoktu 13 yüzyıl boyunca. iki taraf da din ve öte dünya inancı uğruna birbirini katletti, geride milyonlarca gözü yaşlı öksüzler ve yetimler bıraktı, bazen onları da bırakmadılar.

    ...
    sen buna kahramanlık mı dedin?
    onun kökü kan ve hayvanlık be!
    şehirler çiğne, ordular dağıt,
    kes, kopar, kır, sürükle,
    ez, vur, yak ve yık.
    yalvarmalara yakarmalara boş ver,
    gözyaşlarına iniltilere aldırma.
    ölümle, acıyla doldur geçtiğin yeri,
    ne ekin ko, ne ot ko, ne yosun.
    ...

    batı dünyası oturdu çalıştı ve medeniyeti bir noktaya taşıdı, taşırken islam dünyasını da peşinden belli bir noktaya getirdi. eğer batı dünyası kölelik ile mücadeleye girişmeseydi kahire'deki, muscat'taki köle pazarları bugün kapatılabilir miydi sanıyorsunuz? eğer batı dünyası demokrasiyi ve evrensel hukuku bulmasaydı osmanlı meşrutiyete, türkiye cumhuriyete geçer miydi sanıyorsunuz? başımızdan mollalar, padişahlar, şeyhler, sultanlar eksik olmazdı. birey olamazdık. adalet bulamazdık. asarlardı keserlerdi, orman kanunları işlerdi. köle pazarlarında satılırdık belki. biz filozoflar ve düşünürler tarihinin bütün dünya toplumlarına bahşettikleri ile bugün haysiyet kazandık toplumun bireyleri olarak. bütün dünya genelinde, her coğrafyada tüm bireylere şahsiyet verenler kutsal filozoflardır, münevverlerdir. biz bu yüzden yüzünü batıya dönmüş bir ülke yaratmak istedik. bu yüzden dünyanın en gelişmiş ülkelerinin ve halklarının karşısına, onları gelişmiş yapan onların dünyayı görüş tarzı ile kendi gözlerimizden bakarak çıkmak ve onlardan ne eksik ne fazla onlarla tam eşit düzlemde bir millet olarak yaşamımızı sürdürmek için batıcı olduk. hukukun üstünlüğü dedik, sekülerizm dedik, bireycilik dedik, özgürlük dedik, modern hukuk dedik, içinde kadı yerine avukat hakim ve savcı olan mahkeme salonu dedik, mecelle yerine medeni hukuk, kadınlara özgürlük, çocuk hakları, işçi hakları, evrensel insan hakları bildirgesi dedik, basın özgürlüğü dedik, aydınlara herkesten daha da fazla ilave özgürlük dedik, bilimsel yöntem her kurumda yöntemdir, siyasete de, hukuka da, inanca da bir noktadan sonra, çelişkilerin oluştuğu aşamalarda, çıkmazlarda bilimsel yöntem hükmeder dedik... bunlar hep batının icat ettiği bizim de pırıltısına kapılıp gittiğimiz, doğru bulduğumuz, "en hakiki yol bu yol ulan" diye sahiplendiğimiz evrensel değerlerdi, hala öyleler. peki bizim mürteciler ne dediler? neden doğucu/islamcı oldular? neden bu erdemlerin, evrensel değerlerin sanki alternatiflerini bulabilmişler gibi karşısında oldular? kuru bir inat uğruna. aklı kapatıp "helikopterlerini taklit ederim ama sosyal bilimlerini, kuramlarını, çıkarımlarını taklit etmem o kafirlerin" gibi çelişkinin allahı pozisyonlara düştüler. benim dedemin babası gavur yaptı diye ömründe traktöre binmemiş de kullanmamış da. o, bugünün islamcılarından daha makul en azından, çelişkisi yok bir kere.

    ...
    kusurum ne? kuşkuda olmak mı?
    kuşku koşmaktır aydınlıklara doğru.
    insan aklıdır eninde sonunda gerçeği bulacak olan.
    belki de yok olacağız bir gün topumuz birden.
    kimbilir, öbür dünya belki de var.
    madem bu beden o ölümsüzün işi,
    ne diye kıvranır durur bin türlü dert içinde?
    hadi diyelim aslımız toprak bizim,
    sen gel onu kederden bir çamur yap.
    - her yeri kanla, göz yaşıyla dolu -
    insaf be, bu kadarı da olur mu?
    sen gel hem yoktan var et,
    sonra da ettiğini boz, kötüle.
    hiç bir yaradandan ummam bunu:
    yaradan yok eder, ama perişan etmez!
    ...

    türkiye'de yakın tarihte keşke gerçekten jakoben bir idare olsaydı. 1946 yılında yapılan seçimlerde halkın yüzde 70'i oy pusulasını okuyacak kadar bile okuma/yazma bilmiyordu, 1950 seçimlerinde olan şey şu: ekseriyetle şehir merkezinde yaşayanlar oyunu chp'ye verir geri kalan köylüler oyunu demokrat partiye verir. çünkü köylerdeki softa takımının maaşları kesilmiştir. ezanları ana dillerinde okutulmaktadır. onlar ille de arap olmak isterler, kendi öz dillerine söverler. türklüklerine küfrederler, türkçe dilinin anasını avradını ... yeter ki ezan arapça olsun derler. osmanlıdan böyle bir miras kalmıştı bize. herkes kendi köyüne baksın bir. bizim köydeki ilkokul 1940'larda açılmış. dedem, ebem, dedemin kardeşi 1930'larda çocuktu, yaşlılarken dahi okuma yazma bilmezlerdi; okula falan gitmemişler yani. o devirde idarede kim olsa kararlarını tepeden inme, halka sormadan verecek. o devirde ve sonrasında en azından okuma yazma oranının %80'lere geldiği ve seçimde oy kullananların %80'inin en azından pusulayı okuyabildiği 1990'lı yıllara kadar yapılan tüm seçimler ucubedir zaten. ve bu süreçte bakın idare hala ve hala tek bir kişinin, tek bir grubun, tek bir zümrenin ya da tek bir ideolojinin elinde olmamıştır. okuma yazma bilmeyenlerin pusuladaki at sembolünü ya da arı kovanını bulması ve mührü oraya basması sonucu başbakanlık, bakanlıklar, hükümetler köylü süloya verilmiştir, avam turguta verilmiştir, çapkın menderese verilmiştir; o ümmi kitle kimi seçtiyse başbakan koltuğuna o oturmuştur; hocaların, cemaatlerin, tarikatların ne ihtiyaçları varsa gidermişlerdir, tümünü palazlandırmışlardır. bu da süloya, turguta, menderese oy olarak geri dönmüştür her seçimde.

    ben türkiye'de 1923-1980 yılları arası süreç için bugün dahi jakobenizmi savunurum. hatta elimde 1923-1980 arası bir süre gibi mutlak kontrolü elde tutabileceğim bir halk kitlesi olsa bugün bir numaralı jakoben ben olurum. ama bu insanlar değillerdi, beceremediler. 1980'e-1990'a kadar olan süreiçin: keşke kuruluş ilkelerini mutlak referans alan atatürk'ün ilkelerine bağlı gerçek anlamda bir jakobenizm olsaydı derim. deden de olsa baban da olsa ümmiler ne anlar devletten, idareden, demokrasiden? camideki hoca kime bas derse gider ona basarlar.

    ama olmadı. bu arkadaşların iddia ettiği gibi ciddi işe yarar bir jakoben tutum becerilemedi bu ülkenin yakın tarihinde. dopermenle geçen yıl henüz gündem eksen kaymasına uğramamışken demokratik konfederalizm tartışıyorduk. (bkz: demokratik konfederalizm) yine bir yerlerden yazılar araklayıp cevap verir gibi görünüyordu. bu yıl da fetullahın yaptığı darbeyi tartışıyoruz. geçen yıl da ana argümanı kemalizm karşıtlığı üzerineydi bu yıl da kemalizm üzerine. yarın alakasız bambaşka bir olay olsa atıyorum bu sefer de menzilciler bir ayaklanmaya girişseler yine kemalizm üzerinden bir şeyler yazacak. adamın bütün ideolojisini kemalizm karşıtlığı oluşturuyor sanırım. hangi konuyu tartışırsan tartış seküler modern türklerin ne kadar berbat insanlar olduğu tezi üzerinden yazıyor kompozisyonunun girişini, gelişmesini ve sonucunu; böyle bir şablonu her daim hazırda kafasında tutuyor sanırım. maarri'yi çağır gelsin yardımcısı olsun sana hacı. ne istiyorsunuz oğlum bu kitleden? jakoben azınlık dediği, başka yerlerde de kemalistler diye nitelediği büyük oranda muhacirler, kafkas göçmenleri, ta osmanlıdan beri şehirli olanlar ve aleviler kısmen benim gibi kendi lokal kültüründen tiksinmiş mürtedler... bu kitlenin ses çıkarıyor oluşundan, medyaya ve sosyal medyaya hakim oluşundan ve hatta ekşisözlüğe hakim oluşundan rahatsız oluyorlar. ne istiyorsunuz bu adamlardan? dünyada humeyni devrimi sonrası şeriatçı baskıya ve zulme maruz kalan iranlı sekülerlerden, sosyalistlerden sonraki en mazlum kitle de türk sekülerleridir. taban tabana zıt oldukları bir dünya görüşünün çoğunluğu oluşturduğu bir coğrafyada yaşamaya mahkumdurlar. defalarca islamcı kıyamcılar tarafından evleri yakılmıştır, tehdit edilmişlerdir aydınları uğur mumcuları, turan dursunları, bahriye üçokları öldürülmüştür. tarikatlar ve cemaatler tarafından istila edilmişlerdir. nedir sizin bu kitleyle derdiniz? bu mazlum kitle mi jakobendir?

    ilgili yazıda "akp'nin türkiye'ye özgürlük getirdiği" , "bu milletin tüm sosyolojik tabanının akepe taban olduğu" , "yobaza yobaz demenin suç olduğu" , "kendi %50'sinin dışındaki herkesi balyoz gibi ezen akp'nin çoğulcu ve katılımcı demokrasiyi temsil ettiği" , 80 bin camisi ile dünyanın en fazla camili 2. ya da 3. ülkesi olan ve 80 bin imama 90 yıldır maaş ödeyen türkiye cumhuriyetinin aslında dinsiz bir zümrenin elinde olduğu ve geçmişte bu zümrenin ("batıcı jakoben azınlığın") müslümanlara zulmettiği" gibi `!!!!` birinin ancak sağlam bir ot bulup da kafası iyice dumanlandıktan sonra kurabileceği türde hayal mahsulü iddialar var.

    bu ülkede tsk fethullahçılara misal 28 şubatta sizin deyiminizle "zulmetmeye"; doğru ifade ile "ordu içinde yuvalanıp tsk'yı ele geçirmelerini engellemeye" kalkıştığında sizin masum müslüman halk dediğiniz kitle ortalığı feryat figan ayağa kaldırdı. türkiye'de malesef jakobenlik literal anlamda hiçbir zaman var olamadığı gibi "jakoben batıcı azınlık" diye monoblok bir grup da yok. evrensel değerleri ve evrensel hukuku islam şeriatına tercih eden bir toplum kesmi var. fethullahçıların 28 şubatta ordudan atılması evrensel hukuka da evrensel değerlere de uygundu. bunların ordudan atılmasını isteyenler yüzlerce çeşit nesepten, türden, tarzdan insandı: tek tip, tek grup değillerdi.

    ve akla-mantığa uygun bir talepleri var: tsk şeriatçı bir dini cemaatin eline geçmesin amk!

    bu insanlar neden özür dilesinler ulan?

    çerkes, gürcü kızlarının alınıp satıldığı köle pazarlarını biz mi kurduk? bilakis çerkesleri, gürcüleri kimliğine bakmadan eğer haketti ise bu devletin en yüksek mevkilerine getirdi bu cumhuriyet ve onun kurucuları. çünkü bu cumhuriyet "köle pazarlarını meşru sayan, köle çocuklara tecavüz edilmesine ses çıkarmayan ideolojilere" (örn. islamcılık) bağlı olmayan ve bu tür ideolojilerin, gericiliğin, irticanın karşısında olan herkese eşit yurttaşlık verdi. sen çerkessin senden türk devletine general olmaz demedi. sen mürtecisin senden general olmaz dediği doğrudur, hakkıdır da. artık aklı başında kimse sahipsiz köle edilmiş kızlara köle pazarlarında fıkhın verdiği icazetle tecavüz edilsin istemiyor. yukarıda kaynağını da verdim bu içtihat 1000 yıl uygulandı bu topraklarda. bu içtihatı cumhuriyetimiz ilga etti, cumhuriyetin bir dönemki "zalimleri kahredici orduları" aydınlanmacı başkomutanlarının önderliğinde bu içtihatları sonsuza dek anadolunun mazlum milletinin şuurundan def etti, mümessillerini yok etti. eğer "müslümanlara zulüm" dediğiniz terane buysa, bugün en büyük zalim benim, biziz... yapılanların tümünü takdirle karşılıyoruz, alkışlıyoruz, yapanlara minnet ediyoruz.

    araya serpiştirdiğim dizeler modern türk şiirinin babası tevfik fikret'in tarih-i kadim isimli şiirinden. bu cuma 101. ölüm yıl dönümü olacak, kendisini saygıyla ve muhabbetle anıyorum şimdiden.

  • doğru olmayandır.

    şimdi mesala aynısını siz sizden olmayanlara mislisiyle yapıyorsunuz , diyelim ki 200 sene sonra ateistler darbe yapmaya kalkışıtı bunun sorumlusu müslümanlar mı düyecekler! hay mına uzun uzun yazmış bi de