düşün ki dayın bunu okuyor

  • dayicim, birincisi çok gıcık bir adamsın. ikincisi de aileme yalan soyleyip sevgilimle tatile kaçarken bindigimiz otobüse harem'den bindigin için sana yakalanmamak için kılık değiştirip topcular'da inmemiz ve sonrasında başımıza gelenler yirmi yıl sonra hala yaşadığım en komik şeylerden biri, sağolasın.

  • seni fotoğraflarından tanıdım. sonra bana gönderdiğin aslanlı kartpostal ve yazdığın kısa ama bendeki sınırlı hatıralardan birisi olan küçük notlarından.

    annemle yanına geldiğimizde, seni sadece fotoğraflarından tanıyan ben, koridorun başında seni görünce bağırarak yanına koştum. beni nasıl tanıdı diye şaşırmış olmalısın. annem öyle şaşırdı ki 35 senedir anlatır.

    cezaevinin beton avlusunda sana kendimi gösterebilmek için çekilen her şuta nasıl uçtum ama? o sırada duvarın dibine oturmuş, biricik ağabeyinin kelepçelenerek evden alınışı gözünün önünden hiç gitmeyen annemle hasret gideriyordunuz.

    dizim dirseklerim mosmor. umarım iyi bir kaleci olmasam da senin için çabaladığımı fark etmişsindir.

    döndükten sonra gönderdiğin küçük el işi hediyelerini o kadar çok sahiplenirdim, senden gelecek kartpostalı öyle hevesle beklerdim ki.

    bir zaman geldi, senden hiçbir şey gelmedi. bir telefon. annem bayıldı. üzüldüğünde bayılır. babasının haberini aldığında da bayılmıştı.

    dayanamadın. bir gün canına tak etti. her gece daha da uzadı. uzayan o her gecede aklına mıhlanmış o ihaneti kaldıramadın.

    dayıcım. canım dayıcım. orada daha fazla kalamayacağına karar verdiğin o anda seni durdurabilecek herhangi bir şey için dizimi, dirseğimi tüm gövdemi verirdim.

    sanırım 33 sene geçti.

    gençler o lanet günün her yıl dönümünde yanına gelip seni anıyorlar ve biz seni hala çok özlüyoruz.

    canım dayıcım.

  • dayı,

    tarlaları aldın, annemin hakkı olan evi de aldın. bundan sonra dilerim ki hayatta hep eşeğin sikini alırsın.

    ellerinden öperim, sana bu ipnelikleri yaptıran yengeme de selam söyleme.

  • benim dayım çok hayta biriydi, işsizdi. orda burda çalışır dururdu. bir gün temizlikçi olurdu bir gün park bekçisi. askerliğini mardin kızıltepe'de yaptı. çatışma olurmuş hep bize söylemezdi. vurulmuş bi gün yine de kimse üzülmesin diye söylememiş. askerden döndü hes deterjanda iş buldu ancak sigortasız çalıştı. yıllar geçti ordan da ayrıldı. sabahları erkenden kalkıp evimizin yakınında bulunan dağlara çıkardı. akşam olunca geri gelirdi. ne düşünüyor ne yapıyor kimse bilmezdi. sadece çok çok mutlu görünürdü. her cuma okuldan beni ve ablamı alırdı. özel bir ıslığı vardı, o ıslığı kaç km öteden olsa duyardınız. ıbrahim tatlısesin hülya şarkısını benim ismimle coverlayıp söylerdi. babam annemi döverdi o da babamı döverdi.

    sırtında, omuzunda gezerdik. sonra güzel bi iş buldu. sevdiği kadınla evlendi ve çocukları oldu. kuzenim doğduğunda kurbağa yavrusuna benziyordu. bebek zor bi bebekti, her gece uyanır o bebeğe bakardı. bazen gecelere kadar çalışırdı. annanemlerde kuzenimle birlikte o gelene kadar beklerdik. bize çikolata getirirdi. doğum günümde bana kocaman bi oyuncak köpek almıştı. hala sandıkta saklanır.

    sonra dayım aralık 2003'te grip oldu. bu grip geçmedi. 1 ay doktorlara gitti ancak bi sonuç çıkmadı. daha sonra fakülteye gitti ve orda beyninde tümör olduğunu tespit edildi. dedem bize bunun iyi huylu olduğunu söyledi. hastanede kaldı bi süre. ziyarete gittik bizi görünce ağladı. bazen ziyarete biz küçüğüz diye alınmadık. hastanenin 7. katındaki pencereden birbirimize uzun uzun bakardık. ameliyat oldu ve daha sonra 2 kere daha ameliyat oldu. tümör kendini yeniliyordu. gittikce dayım eriyordu. sonra felç geçirdi. hiçbir yerini kıpırdatamıyorken bana dönüp bakmıştı. kolu felçli kaldı. ancak iyiye gittiğini düşünüyorduk. yürüyordu. yemek yiyordu. espiri yapıyordu. ancak daha sonra tekrardan kötüye gitmeye başladı. eridi, mum gibi oldu. başında sürekli dua okunuyordu. uyuyordu. onu son gördüğümde annemden kebab istedi. aldık ama yiyemedi. o gün ona bakamadim. çünkü onu böyle hatırlamak istemiyordum. uyudu biz de evden ayrıldık. annem sürekli ananemlerdeydi. ablamla bana komşular bakıyordu. ertesi gün ben dışarda arkadaşlarımla oynarken ablam koşarak geldi. ananemlere gitmemiz gerektiğini söyledi. koşarak 5km yolu 2 dkda gittik. cenaze araci vardı. ıçeri giremedim. dayımı çarsafa sarıp yıkama aracına götürürlerken sadece dayı diye bağarabildim. dayım 15 temmuz 2004'te hayatını kaybetti. dayım sikimsonik bir deterjan fabrikasında, sigortasız ağır şartlarla çalışarak çeşitli kimyasallara maruz kaldı ve kanser oldu. o 35 yaşında hayata gözlerini yumdu ve onu hiç hatırlamayacak olan oğlunu arkada bıraktı.

    dayı seni çok seviyorum. her şey çok değişti ve sensiz her şey daha kötüleşti. dedem bize yalan söyleyip tümörün iyi huylu olduğunu söylediğinden dolayı biz o kadar rahattık lütfen bizi affet, özellikle teyzemi. ailemizi bir arada tutan senmişsin gibi sanki. annem hala düğünlerde oynayamıyor. ananemler hala senin yasını tutuyor. dedem hala her bayram ağlıyor. emre büyüdü, kocaman oldu sana benziyor. sen bize dayıdan çok baba oldun ve sana sahip olduğumuz için çok şanslıyız. senin ıslığını bir daha duyamacak olmak o kadar acı verici ki ve ibrahim tatlıses'in hülya şarkısını her duyduğumda ağlamak, babam ve oğlum filmini asla izleyememek, otuz beş yaş şiirini okuyamamak. rahat uyu dayı, dedem oğluna bir oda verdi ve onu krallar gibi yaşatıyor. lütfen rüyalarıma gel.

    edit: ha bu arada dayı, ilkokul ögretmenim hayattanızında en önemli kişi kim diye sorduğunda dayım cevabını vermiştim. ancak o bana kızıp olur mu baban olmalı demişti. hayır dayı sendin, bunu bilmeni isterim.