can dündar'ın the guardian makalesi

  • "makalesini okudum, darbeci fetocu olduğu ortada ama ingilizceydi, anlamadım" diyen kardeşlerime amme hizmeti olarak çevirdim, buyursunlar:

    bu türkiye tarihindeki en büyük cadı avı

    darbe girişimi cuma akşamı meydana geldi. pazar akşamında ise hükümet yanlısı sosyal medya hesaplarından başında benim ismimin bulunduğu tututlanacak 73 gazeticinin listesi dolanıyordu

    üç gün içerisinde yirmi tane haber portalı ulaşılmaz hale geldi, 24 radyo ve haber istasyonunun lisansları iptal edildi. meydan gazetesi basıldı ve iki editörü göz altına aldındı. (24saat sonra serbest bırakıldılar). dün adı listede olan gazeteci orhan kemal cengiz hava alanında eşi ile beraber tutuklandı. halihazırda büyük ölçüde hükümet tarafından kontrol edilen medyada muhalif bir ses duymak şuan neredeyse imkansız. avrupa insan hakları evrensel sözleşmesi ikinci bir emre kadar askıya alındı. ülkenin üzerinde bir korku bulutu var.

    cumhurbaşkanı tayyip erdoğan üç aylık olağan üstü hal ilan ettiğinde düşündüğüm şu oldu: “hiç bir şey değişmemiş”. geçmişteki darbelerin hepsi hakkında belgeseller çekmiş, son üçünü de yaşayıp görmüş bir gazeteci olarak; darbenin getireceklerinin ne kadar kötü olduğunu çok iyi şekilde biliyordum, başarısızlığın ise erdoğan'nı nasıl hızlı bir şekilde bir zalime çevirdiğini de gördüm. türkiye siyaseti tekrar tekrar kışla ve cami arasında sallanan bir sarkaç misali işlemiştir. sarkaç ne zaman camiye yaklaşsa asker devreye girip kendine çekmeye uğraşır ve ne zaman ordu sekularizm için yaptığı baskıyı arttırsa caminin gücü büyümeye başlar; iki aşırı ucun arasında kalan eğitimli demokratlar ise bu çatışmanın hep ezileni olur.

    peki bu ikilemden neden kaçamıyoruz? bu açıklanması kolay ama çözmesi zor bir durum. türk ordusu maalesef ki sivil toplumun olgunlaşamadığı, muhalefet partilerinin güçsüz kaldığı, basının sansürlendiği, sendika, üniversite ve yerel otoritelerin etkisizleştirildiği bir ülkede sekülarizmin tek güçlü koruyucusu pozisyonundaydı. silahlı kuvvetler her zaman ülkenin modernliğinin tek koruyucusu olduğu iddiasında idi. bu durumun çelişkisi ise ordunun yaptığı her darbe hem demokrasiyi zedelemesi hem de radikal islamın daha da güçlenmesine sebep olmasıydı. darbe protestolarında ölen bir kişinin cenazesindeki şu sahne durumu mükemmel bir şekilde gösteriyor, cumhurbaşkanının da katıldığı cenaze namazında imamın duası şu şekilde idi; “allah bizi özellikle de okumuşların şerrinden korusun” ve cemaat arkasından hep bir ağızdan bağırdı “amin”.

    geçen hafta yaşanan darbe girişimi yüzyıllar öncesinden gelen dalganın en son ve aynı zamanda en kötü örneği. 15 temmuz darbe girişimi esnasında halk camilerden saatlerce süren çağrılara cevap verdi. askerleri linç ederken “allahu ekber” diye bağırıyorlardı. türk ve yeşil islam bayrağını sallarlarken idam isteriz diye haykırıyorlardı. sadece gazetecilerin değil her türlü muhalifin isimlerinin olduğu listeler birden bire dolaşıma çıktı. aralarında 10 bin polis, 3 bin hakim savcı ve 15 binden falza akademisyenin ve ülkedeki bütün üniversite dekanları bulunduğu yaklaşık 60 bin kişi ya göz altına alındı yada kovuldular. bu sayı giderek büyüyor. 1980 askeriye darbesinden sonra yasaklanan işkence yeniden sahnede, 2002 yılında kaldırılan idam cezasının yürürlüğe konulöası için kampanya yürütülüyor. cumhuriyet tarihinin en büyük cadı avı.

    peki bu ne anlama geliyor? olağan üstü hal ile birlikte yasama yetkisi büyük ölçüde etkisizleştirilerek yetkileri yürütme'ye aktarılacak; adil yargılanma engellenecek, medya üzerinde büyük bir kısıtlama olacak. erdoğan, eğer meclis idam cezasını önüne getirirse onaylayacağını belirtti. şayet blöf yapmıyorsa bu türkiye ile avrupa arasında şuan hala hissedilmekte olan kopuşun tamamen geçekleşeceğine işarettir.

    anlayamadığımız bir sebeten dolayı köprüyü kontrol etmeye çalışan askerler sadece asya'dan avrupa'ya, aynı zamanda rusya'ya da olan yönü kapattılar. suudi arabistan, karar ve iran'a olan yön engellenmemişti. bence sembolik bir anlamı var: türkiye asya'da sıkışıp kalmış ve avrupa'nın kapısı kapalı.

    askeri bir darbeden kurtulduk, güzel, peki polis devletinden bizi kim koruyacak? okumuşların şerrine (her ne demekse) karşı güvendeyiz, peki kendimize cahelete karşı nasıl savunacağız? askeri barakalarına geri gönderdik, peki camileri mesken tutmuş politikacılardan nasıl kurtulacağız? başbaşa kaldığımız, çözmek zorunda kaldığımız sorunlar bunlar.

    son sorum da şuan kendi dertleriyle cebelleşen avrupa'ya:
    olanları görmezden gelip mülteci kartını hala elinde tuttuğundan dolayı eroğan ile iş birliği mi yapacaksınız ya da göstereceğiniz desteğin muhtemel sonuçlarından utanıp modern türkiye'nin yanından mı duracaksınız?

    hatalıysam mesaj at