boş bir bankta saatlerce oturmak

  • başlığı görünce hala hem gülüp hem de utandığım bir anım geldi aklıma.

    üniversite zamanımda bir gün bankta oturuyordum tek başıma. eskişehir'i bilenler bilir hamamyolundaki banklardan birindeyim.

    yanıma iki tane oğlan gelip oturdular izin isteyip. bir süre sonra da tekrar kalktılar.

    biraz vakit geçince dedim ben de kalkayım artık. lan bi baktım benim telefon yok. cepleri aradım bankın altına bakıyorum belki düşmüştür diye yok telefon kayıp ben de telaşlandım

    ben telaşla telefon ararken o sırada karşı bankta oturan bir amca bana doğru geldi:
    -hayırdır yeğenim ne arıyorsun
    +sorma dayı telefonumu kaybettim onu arıyorum
    -allah allah düşürmüş olmayasın baktın mı altına?
    +baktım da yok. az önce yanıma iki eleman oturdu onlar mı aldı acaba?

    bir süre biz konuşurken amca sırıtmaya başladı.
    -ne okuyorsun yeğenim sen
    +bilgisayar mühendisliği
    -daha elindeki telefonu bulamıyorsun nasıl mühendis olacan sen?

    bir baktım telefon harbiden elimde. elimdeki telefonu arıyormuşum mal gibi
    fakat amca da pis pis sırıtıp öyle deyince bi aşağılandım örselendim :) öyle denmesini yediremedim ego yaptım heralde bilmiyorum. ben de dedim ki:
    “yok amca bu başka telefon diğer telefonumu arıyorum”

    ya demez olaydım. ondan sonra amca bir aramaya başladı telefonu anlatamam. birden karşıdaki seyyar simitçilere gitti “bu gencin yanında iki kişi oturmuş telefonu kapmışlar nereye gitti gördünüz mü?” diye sordu.

    simitçiler de “yok abi biz görmedik de karşıdaki ayakkabıcılara sor onlarda kamera var” dedi

    ben zaten bulduğum için “tamam dayı önemli değil” falan diyorum ama durmuyor adam. işler iyice saçma sapan bir yere gidiyor ben artık şaka yaptım desem hiç olmayacak. neyse dayı ben hallederim belki çocuklar değildir falan diyorum.

    gitti ayakkabıcılara sorduk allahtan kameralar çalışmıyormuş. ama dükkan sahiplerinden biri şey dedi ondan sonra ben iyice kendimden geçtim.

    “abi kameraları boşver ama ben gördüm bu arkadaşın yanındakileri bi tanesi sarı tişörtlüydü şu tarafa gitti ben onları bulurum şimdi” dedi ve çıkardı telefonu oğlanların gittiği yöndeki bi dükkan sahibi arkadaşını aradı.

    yani biri sarı tişörtlü iki kişi o dükkanın önünden geçerse durduracaklar yani. iyice boka sardı her şey. ben de o sırada bi dükkanda çay içiyorum yanımda 5-6 kişi var haber bekliyoruz diğer esnaftan.

    o saatten sonra ben doğruyu söylesem bunlar beni dövecek. allahım diyorum beni kurtar bu işten.

    şansıma oğlanları kimse bulamadı ben de “eve gideyim belki oradadır geçtiğim yerlere bakayım giderken” gibi şeyler diyerek herkese ve özellikle o dayıya teşekkür edip çıkmıştım.

    dükkandan çıkınca yaşadığım rahatlamayı asla anlatamam.

    yani ne yaparsanız yapın şakasına bile olsa asla yalan söylemeyin arkadaşlar.

  • bugün boş bir bankta saatlerce oturdum ben.
    53 yaşıma girdim de.
    yapayalnız...
    hep dua ederdim; "allahım, bana sevdiklerimin acısını gösterme".
    gösterdi.
    53 senede kimsem kalmadı hayatta.
    bir ben kaldım, bir de yalnızlığım.
    o zaman, 54 e ne ne gerek var?!!

  • bu bankta sanırım günlerce oturabilirim...

    görsel

    video: https://instagram.com/…8400?igshid=zwqyn2exytkwzq==

  • bir gün oturuyordum boş bir bankta bir şeye de canım sıkkındı ağlıyorum,

    adamın biri geldi hiç izin isteme falan yok pat diye oturdu yanıma ben zaten ağlıyorum gözüm de almadı kalkmaya umursamadım da pek. biraz sonra arkadaşı geldi dayının oturdu ikisi de yanıma başladılar dedikoduya siyasete.

    ne ben onlara bir şey dedim ne onlar bana aynı bankta bir saate yakın ben ağladım, dayılar siyaset yapıp insanları çekiştirdiler..sonra ben kalktım, otobüse yetişmem lazımdı çünkü.
    bu da işte böyle garip bir anımdır.

  • “az ötendeki bir bankta, bir deri bir kemik kalmış bir ihtiyar, çenesini iki eliyle sıkı sıkı kavradığı bastonunun topuzuna dayamış, ayaklarını bitiştirmiş, kımıldamadan saatlerce karşısındaki boşluğa bakıyor. hayranlıkla onu seyrediyorsun. sırrını, zaafını bulmaya çalışıyorsun. ama dokunulmazlığı varmış gibi görünüyor. duvar gibi, yarı kör, hatta felçli olmalı. ama salyası bile akmıyor, dudaklarını oynatmıyor, neredeyse gözünü bile kırpmıyor. güneş onun çevresinde dönüyor: belki de dikkat ve özen gösterdiği tek şey kendi gölgesini izlemektir; işaret noktalarını çok uzun zaman önceden belirlemiş olmalı; onun deliliği, deliyse eğer, belki de kendini bir güneş saati sanmasıdır. bir heykeli andırıyor, ama heykellere nazaran bir üstünlüğü var: eğer canı isterse, kalkıp yürüyebilir. bir insana da benziyor, daha çok bir kuşunkini andıran kafasına, göğüs kafesine kadar çıkan pantolonuna, tam ilkokulluk papyon kravatına rağmen; ama öteki insanlardan şu ayrıcalığı var ki bir heykel gibi kımıldamadan saatlerce ve saatlerce durabilir, hem de görünür hiçbir çaba harcamadan. sen de bunu başarabilmeyi isterdin, ne varki yaşlılık mesleğinde henüz pek toy olmandan kaynaklansa gerek, çok çabuk sinirleniyorsun: kendine rağmen, ayağın kumda kımıldıyor, gözlerin çevrede geziniyor, parmaklann durmadan kenetlenip çözülüyor.”*

    görsel

    görsel

  • doluysa oturmak sorun yaratır zaten.

  • cuma günü öğle arasında yaptığım etkinlik. insanları izledim ve nasıl bir hayat yaşadıklarını tahmin ederek.

  • başka yerleri çok bilemem de, istanbul da lükstür biraz.

    neden mi?

    erkekseniz;

    sigara isterler, para isterler, saat sorarlar (evet, bu zamanda bile saat soran var), polis gelir, kimlik sorar, teyzeler uzaktan şüpheyle bakar, etrafta esnaf varsa uzaktan bakar, çok oturursanız birini gönderip, "yoklama" yapar...

    kadınsanız;

    çiçek satmaya çalışırlar, falınıza bakmak isterler, para isterler, önce uzaktan, sonra yakından "sinyal" atarlar, eninde sonunda biri yandaki banka oturur, hatta sırıtarak "yanınıza oturabilir miyim" diyen de çıkar. sapık ihtimallerinden bahsetmiyorum bile...

    bu şehirde tek başına bankta oturup, uzun süre rahatsız edilmeden düşünmek, manzara seyretmek lükstür.