benim burada ne işim var lan denilen ortamlar

  • yarın amcamın oğlunun düğününe gideceğim ve bu soruyu çok soruyorum. son bir senedir zaten tüm amca çocuklarım üst üste evleniyor bu daha da ilginç.

    baba tarafım kürt ve düğünler öğlen başlıyor, sadece halay çekiliyor. herkesle selamlaşma merasimi başlı başına kanser zaten. osmanlı bile aşiret yapısından imparatorluğa geçti ama bizde maalesef aşiret yapısı kuvvetli şekilde devam ediyor.

    hayır işim gücüm var, bir dersten büte kaldım, 1 haftadır ona çalışıyorum. bir de bu düğün olayı olduğunda hayatı sorguluyorum resmen.

  • pavyona gittik bi kere kuzenlerle. hayatımda adım atmamışım. lan bahaneyle bi kez gör, anı kalsın dediler; gürültü bin beş yüz, sigara dumanı ortamı sisli vadiye çevirmiş pist görünmüyor. uçak inemez o derece. masaya 'hoş geldin'e gelip medenice tokalaşan ablalardan biri az sonra kulağıma eğilip auramı delen şekerli parfümüyle “sen bu ortamlardan değilsin çok belli, belgesel izler gibi davranma, lütfen eğlenmene bak" diyerek gülümsedi. ben de güldüm neyse. rahatladım, absürt bir durum yok buraya kadar.

    az sonra yanımızdaki kuzenin arkadaş tayfasından değişin biri tuvalette patlayıp anorak sarı montuyla o kapalı deli gibi sıcak ortamda piste çıktı, sazcıya çal oynayacağım deyip dans etmeye başladı. sazcıya da “karşıma çağır işareti” yapıyor ha bire.

    ulan kışın ortası bozkırın çorağı ama şarıl şarıl terliyor pezevenk, haptan, sıcaktan, gocuktan da bana mısın demiyor.*

    vallahi amuda kalkıyor, başının üstünde gta'daki çete dolu sokaklarda dans edenler gibi tuvalette hüplettiği kimyasalın verdiği yetkiyle free style sokak dansları yapıyor, fırıldak gibi dönüyor yerde. kah kendi omzuna yatıyor kah tepesi üstü ayakları tepede hızlı hızlı dönüyor.

    bunu gören yan masadaki göbekli anatolian dayılar az sonra iyiden iyiye coşup bizim masamıza alevli meyve, kafa sayısı kadar bira, 20'lik(o zamanlar veriyorlardı) rakı falan ikram hediye göndermeye başlıyorlar. ben, istemedik biz diyorum, abim masanın diğer yanından bana eliyle "sakin ol" diyor.

    ekosistemdeki ilgili ablalardan birkaçı yerde topaç gibi kafa üstünde fır fır dönen taksi renkli anorak gocuklu çocuğun etrafında dansa ayak uydurmak için yılan dansı gibi bir şeyler yapmaya başlıyorlar.

    biz hayretler, kahkahalar, masaya yağan içkiler içinde alevli meyve tabağının üzerinden pistteki temassız o kalabalık dansa bakıyoruz. garsonlar da izlemeye başlıyorlar*

    göbekli dayılar alkış tutuyor. tezahüratlar, yeni oyun havaları için toprak markalı peçeteler görsel
    havada uçuşuyor. vallahi garsonlar montlu topaç'ın kafasından peçete yağdırıyorlar, kadınlardan birisi yere düşen peçetelerden birkaçını avuçlayıp anorak gocuğu açık havada uzaydan görünebilecek çocuğun alnından akan, yüzünü sahne ışıklarında cam gibi ışıldatan terini siliyor, sarhoş alkışlar temsili poligamik dansın ortasında nihayet makul senkronu yakalıyor.

    eleman terden ve gocuktan kıpkırmızı oluyor. sarı gocuk, kırmızı yüz, yanıp sönen sahne ışıkları altında bir film sahnesi gözümün önünde akıyor. gelen ikramlardan tırtıklayıp, karpuzun kenarından çatalımı yana çalarak bir parça alıyorum, bir yudum da ılımış biramdan çekiyorum ve oyun bitiyor.

    keyifliydi ama yine de reytingin top yaptığı o anlarda benim burada ne işim var lan dedim birkaç kez art arda*
    edit:edit

  • şirketim.

    her sabah ofise girdiğimde benim şu an yatağımda uyumam lazım diyorum.

    öğlen oluyor,

    benim şu an spordan dönüp kahvaltımı yapıyor olmam lazım diyorum.

    her gün bu döngü devam ediyor, resmen acı çekiyorum artık.

  • otuzumdan sonra abd’ye taşınmışım. bir gün, çalıştığım restoranda mesaime başlamadan önce parkta çimlerin üzerinde kitabımı okurken bir tanesi bir içim su iki genç kız yanıma gelip muhabbet açtılar. bir süre muhabbetten sonra işe gitmem gerektiğini söyleyince nerede çalıştığımı sordular, ben de söyledim.

    aradan birkaç hafta geçmişti ki bu ikisi restorana geldiler. muhabbet ettik, telefon numaralarımızı falan değiş tokuş ettik. sonraki iki üç ay boyunca birkaç kez beni aradılar. street fair gibi şeylere gittik. ancak her seferinde ikisi birlikte geldiği için ben türkiye’den yeni gelmiş biri olarak benimle muhabbetlerinden beklentilerini anlamakta zorlanıyordum.

    sonra, içlerinden güzel olanı beni yeni taşındığı evindeki doğum günü partisine davet etti. ufak bir hediye, bir şişe de şarap alıp partiye gittim. kapıyı çalınca bu kız açtı. kendisine şarabı ve hediyesini verdim. kahkaha atıp, “i’m only 18, can’t drink this yet, but i can finally fuck whoever ı want”, ya da ona benzer bir şey dedi.

    o anda kafama dank etti ki benim en az 23-24’lerinde sandığım bu kızların ikisi de tanıştığımızda 17 yaşındaymışlar. şaşkınlığı üzerimden atıp kendisini takip ettim. içerideki kalabalığa beni tanıştırdı. içeride lise çağındaki bir grup genç ve birkaç tane de orta yaşlı insan vardı. orta yaşlı olanlar, ev sahibi olan kadın, part time çalıştığı yerdeki manager’i ve okulundan birkaç hocasından ibaretti.

    o anda onların gözünde nasıl göründüğüm kafama dank etti. otuzunu geçmiş, ortadoğulu, ingilizcesi ağır aksanlı herifin birinin, elinde şarapla, tanıştığında 17 yaşında olan bir kızın doğum günü partisinde ne gibi bir işi olabilirdi? o gece yanıma gelip muhabbet eden istisnasız herkes, yüzlerinde yargılar ifadeyle kızlarla nasıl tanıştığımı sordular. orada bulunduğum süre boyunca kendimi saldıray abi karakterinin sübyancı bir versiyonu gibi hissettim. o güne kadar daha ileri gitmemiş olduğum için de içimden şükrettim.

    en son, ev sahibi kadının beni soğuk bir ifadeyle süzdüğünü görünce kızın doğum gününü kutlayıp kendimi dışarıya attım. o akşam kızların ikisinin de yüzlerini son görüşüm oldu. birkaç kez daha telefonda görüştüğümüz oldu ama her buluşalım dediklerinde bir bahane bulup yan çizdim. sonra da aramayı bıraktılar.

    benim burada ne işim var dediğim ortam işte o doğumgünü partisiydi. hayatımda başka hiç bir yere kendimi daha az ait hissetmedim.

  • gelin damat dahil düğündeki hiç kimseyi tanımıyorken omuz omuza tanımadığım kişilerle halay çektiğim an. halay bir an o kadar hızlandı ki herkes serçe parmak samimiyetinden omuza el koyma samimiyetine geçti birden. herkes sırıtıyor e mecbur ben de sırıtıyorum. o an içimden bir sağıma bir soluma bakıp napıyorum lan ben demiştim.

  • bazen yan odadır. odaya girer ve ne yapacaktım ben burada diye düşünürsün.

    (bkz: unutkanlıkta son nokta)