ben nasıl cesaret etmişim buna denilen şeyler

  • arkadaşla interrail yaparken paris'te eyfel kulesinin altında yatmıştık. oteller ve hosteller çok pahalı gelmişti, baktık eyfel'in altındaki parkın sağında solunda evsizler yatıyor, gittik yanlarına yattık. şu an siksen yapmam lol.

  • 99 depreminin ertesi sabahı. ilk deniz otobüsü ile yalova'ya inmişiz bir kaç dağcı. kriz merkezinde bizi yönlendirmelerini bekliyoruz. ama kriz merkezi krizde olduğu için böyle bir şey mümkün değil. kaybettiğimiz zamanı düşünüyoruz sinirleniyoruz. dakikaların önemi var çünkü

    bir amca geliyor yanımıza utana sıkıla soruyor bize

    - evladım siz kurtarmacı mısınız?

    evet amca diyoruz, hemen yanda bir apartman var sesler geliyor bir bakar mısınız diyor bize. yanımdaki arkadaşıma bakıyorum hadi diyorum amcanın arkasından seyirtiyoruz.

    apartmana geldiğimizde karşılaştığımız manzara şu, apartman beş katlı fakat 4 kat görünüyor giriş kapısı ortada yok toprağa gömülmüş üst katların tavan ve tabanları da kolonlar kırıldığı için tost haline gelmiş. teorik olarak canlı olma ihtimali yok. apartmana güvenli giriş noktası da görünmüyor. biz bunları düşünürken amca arkadan giriş var gelin deyip bizi apartmanın arkasına götürüyor. duvarda bir delik var evet ama nereye gittiği meçhul.

    kafa lambalarını yakıp delikten baktığımızda buranın apartmanın otoparkı olduğunu, apsrtmanın arabaların tavanı üstünde durduğunu görüyoruz. yani yükseklik taş çatlasın 1.10 - 1.20 falan. benim boyum 1.92 arkadaşım da hemen hemen benim kadar. otopark ın ilerisinde apartman boşluğunu görüyoruz oraya kadar sürünüp boşluğa ulaşabilirsek, sağ birileri varsa sesimizi duyurabilir belki de onları duyabiliriz diye düşünüyoruz ve sürekli artçı depremlerin olduğu o gün o otoparka girip yaklaşık 20 metre arabaların arasında sürünüp o boşluğa ulaşıyoruz.

    ne bir ses duyduk, ne de sesimizi duyurabildik. geldiğimiz yoldan geri çıktık. yaptığımız tam bir deli cesareti idi, bir an bile olabilecek artçı depremde o bina başımıza çökebilir diye düşünmedik. bugün olsa bunu düşünürüm, ama o otoparka yine de girerim.

  • ikinci oğlumun doğumunun yaklaştığı sıralarda, o vakit 4 yaşında olan büyük oğlumla birlikte ilk sinema filmimizi izlenmeye gittik. film çıkışında, o günü oğlumla eğlence günü ilan ettiğimiz için lunaparka geçtik. oğlum çok istediği için, tek başına binemediği için ve ortalıkta bizden başka da kimsecikler görünmediği için çarpışan otolara oğlumla binmeye razı oldum. bizden sonra binen ve ikaz etmeme rağmen birkaç kez bize çarpan iki sıpa yüzünden ertesi gün sabah suyum geldi. öğlen saatlerinde de ikinci oğlumu kucağıma aldım. hala düşündükçe nasıl böyle bir şeye razı oldum diye, şaşarım kendime.

  • tem basın ekspres sapağında arkadan emniyet şeridine girip önüme kıran kamyonetin yolunu kesip açık camından içeri şöförün yüzüne tükürüp kaçmak. 155 boy ve 47 kiloluk cüssemle iyi cesaretmiş doğrusu.

  • genç ve malken, avrupa'da kayak kaymaya gitmiştik ailecek. pist çok uzun, teleferik gibi bir şeyle zaten 15-20 dakikada tepeye çıkıyorsunuz, iniş yolu da 3 adet; ya en sağdan mavi renk bir yol var; daha basit herkesin kayabileceği seviyede. kırmızı yollar var, zorlar, hiç kolay değiller. ama hallediyorum düşe kalka. bir de siyah yollar var hiç denememiştim.

    (bu arada harita bu : http://www.swisswintersports.co.uk/…el_pistebig.jpg )

    neyse mavilerden kaydım ilk gün, bir kaç kırmızı pisti denedim, ardından kırmızı pistlerde kaymaya başladım, müthiş eğlenceli bir yandan da adrenalin falan. aile şiddetle karşı çıkıyor aman kayma kırmızılardan evladım diyerek. neyse ya son gündü, ya son günden bir önce; bir dünya gözüyle şu siyah pist neymiş göreyim dedim.

    mavi pist uzun diyelim 3km, kırmızı pist 1,5 km gibi, siyah pist de 500 metre ama dimdik aşağı iniyor, sağa sola dönme vs. yok.

    neyse siyah pist yoluna girdim, bildiğin kurukafa uyarısı falan var ölürsünüz yazıyor girmeyin diyerek. ben de mal olduğum için, girerim ya dedim.

    kaydım kaydım hooop durdum bir baktım aşağı uçurum. yol yok yani, siyah çizgi, pistin olmamasını temsil ediyormuş. üstümden teleferik geçiyor, orası teleferik yolu olarak da kullanılmıyormuş teleferiğin en hızlı çıktığı en kısa yol orası.

    geri dönmeye çalıştım kayakları sırtlayıp, gidemiyorum çok mesafe var. dedim malım, en fazla düşe kalka giderim.

    hızlandım hızlandım, uçurumdan bir atladım; havada kayaklar döndü, sonra ben gökyüzüne doğru döndüm, gökyüzünde güneşi gördüm, gözlerim kapandı. gözlerimi açtığımda üstümde 2-3 tane kırmızı kıyafetli paramedic vardı, beni bir kızağa yatırdılar, kayakları da yanıma koydular yanlaya yanlaya indik aşağı.

    herhalde 5-10 kişi toplanıp bir güzel dövse aynen o kadar acı hissederdim, vücudumun her yeri acıyor. hani vurulmadık yerim kalmamış. ayak çatladı, ağzım burnum dağılmış, aşağıya vardığımda herkes toplanmış, alkışladılar falan hayattayım diye, babam geldi bastı tokadı o halimle. hakettim.

  • üniversiteye yeni başlamışım hiç bilmediğim bir şehre gelmişim ve işin aksi gibi kyk çıkmamış yurt arıyorum. nasıl bir gevşeklikse kayıt zamanı bu işi halletmeyince pazartesi açılacak okul için ben cumartesi sabah şehre kalacak yer bakmaya gidiyorum. daha öncesinde internette bulduğum ve arayıp konuştuğum birkaç yurt var biraz da onlara güveniyorum tabii, birine gidip hemen kaydolurum sonra takılırım kafasındayım. her neyse otogardan servise biniyorum ve gözüme kestirdiğim ilk yurda doğru yola koyuluyorum böylece. karnım da çok aç bu arada, o yüzden önce merkezde bir yerde ineyim kahvaltı yapayım sonra yurda geçerim diyip kahvaltılk yer arayışına girişiyorum.

    hala dün gibi aklımdadır gözleme+çay 3 lira diyen bir yer görüyorum ve hemen dalıyorum. gözlemecide kahvaltı ederken sokakta bir gurup genç sözlü olarak birbirlerine sataşıyorlar ben de içimden nereye geldim ben mk falan modundayım. zaten moralim yok bir de böyle saçma şeyleri görünce iyice delleniyorum. ben bunları izlerkene mekanın sahibi dışarı çıkıp bu gençlere gidin buradan falan filan diye bağırmaya başlamaz mı . eh be dayı sanane mk gençlerden ne yapıyorlarsa yapsınlar. gençler de dayıya küfretmeye başladı ve içeri girmesini söylediler. işte o an ben neyime güvendim bilmiyorum ama herhalde çok bunaldım stresliydim diye olan oldu. sinirli bir şekilde ayağa kalktım dışarı çıktım ve utanmıyor musunuz yaşça büyük bir insanla böyle konuşmaya siktirin gidin diye bağırdım. aynen öyle yaklaşık 7 8 kişilik bir guruba hiç bilmediğim bir şehirde baş kaldırmıştım. dayı elime sarıldı evlat sakin ol geç içeri demeye başladı ben halen olayın ciddiyetine varamamışımki dayıya geç içeri ben halledicem deyip artist artist konuşuyorum. ben dükkanın önünde dikelmiş bunlara dik dik bakarken bunlardan biri ana avrat sövmeye başladı. diğerleri de üzerime doğru yürüyorlar bu esnada. ben halen istifimi bozmuyorum. olay artık gurur meselesine döndü bir defa bir bok yemiştim yapım gereği artık geri adım atamazdım ne olacaksa olsun diyorum içimden hem etrafta kalabalık da birikti en kötü bizi ayırırlar düşüncesindeyim.
    içlerinden gruplardan birinin lideri olduğu anlaşılan uzun boylu keskin bakışlı eleman önümde durdu gözlerimin içine bakıp 'lan bebe senin aklını alırım sen gel hele şöyle bakayım' diye beni kolumdan tuttu. ben daha birşey diyemeden sokağa üç tane motor daldı ve dükkanın önünde durdu. o an kim olduklarını bilmediğim bu cengaverler ellerinde demir çubuklarla kasklarını çıkarmadan motorlarından indiler ve tek kelime dahi etmeden bunlara vurmaya başladılar. dayıda beni kolumdan tutup içeri çekti. bir dakika bile sürmeden yere beş tanesini serdi bunlar diğerleri de kaçtı zaten. ben halen ne olduğunu anlamış değilim içimden amk böyle memleketin diyip geçiriyorum. tercih yaptığım güne, tercih yaptıran kafama sövüyorum. sonra bu motorlu elemanların dayının yeğenleri olduğunu öğreniyorum.

    sonra o dükkandan çıkıyorum ve ne yapıyorum biliyor musunuz ? burada okuyanı siksinler diyip otogara dönüyorum. evime gidiyorum. anne ve babanın gazabına uğrayıp evde bir daha hazırlanıyorum. ertesi sene yine bir bok olmuyor benden. yılmıyorum yine hazırlanıyorum. bu sefer istediğim oluyor okuyorum. hayatımın aşkıyla tanışıp evleniyorum. güzel bir işte çalışıyorum. gayet memnunum.

    o gün orada kavga eden puştlar necisiniz ne yaparsınız bilmiyorum ama sizi seviyorum iyiki varsınız :)

  • tam bu başlıkla ilintili dost sohbetlerimizde sıkca bahsi geçen, tekrar tekrar anlattırılan bir anımı sizlerle paylaşıyorum, koltuklarınıza yaslanın.

    öncelikle hayatım boyunca hiçbir zaman otostop çekmediğimi söylemeliyim, yani aklıma gelip de tırsıp vazgeçmiş değilim. hiç bir zaman aklıma böyle opsiyon gelmedi, sanki öyle bir aktivite hiç yokmuş gibi.

    okula gitmek için otobüse biniyorum, üni 1 ya da 2. sınıftayım. babam dedi ki "ben bugün şehir merkezinde pazara gitcem, seni de oralarda bırakayım hem daha sık dolmuş geçiyor ordan" dedi, tamam dedim canıma minnet.

    peder beni indirdi, karşıya geçip dolmuş beklicem, o da az ilerdeki kavşaktan dönüp önümden geçecek zaman kaybetmiyim diye beni erken indirdi. karşıya geçer geçmez önümde bir tane siyah mercedes durdu, camlar filmli.

    camı açtı eleman:
    - birader ne tarafa?
    - şu tarafa gidiyorum
    - tamam atla

    ulan adamın tipi bir görsen en az 7 yıl yatarı var. at hırsızı ne kelime, bildiğin çiftliği soymuş sanki. araba desen ayrı falso. bi basiretim bağlandı bir şey oldu o an, sanki güdümlü füze gibi dümdüz gidiyorum böyle arabaya doğru. o sırada peder ilerdeki kavşaktan dönmüş arabayla geçerken beni gördü, sonra arabayı gördü. bana tam olarak el ve yüz ifadesiyle şunu sordu "napıyorsun amına koyim oğlum?" ben de cevap olarak mimiklerimle "baba bilmiyorum yedik bi bok" dercesine bi bakış attım. ve arabaya bindim.

    işte tanışma faslı bilmem ne, sohbet gayet normal. otobana çıktık, eleman 200'le gidiyor. dedim bu beni öldürmezse de kesin kazada ölcem. bi 10 dk geçti elemanın telefon çaldı. bu böyle raconlu maconlu konuşuyor, ben mülayim mülayim yolu seyrediyorum. sonra telefondaki elemanla kavgaya tutuştu, küfür kıyamet.

    - ulan az bekle amın evladı sana bak neler yapıcam, seni bugün gömmeyen adam değil. (benim gözler gollum'un gözü gibi oldu bu sırada)

    bu sırada babam 2500 defa arıyor, meşgule atıyorum. adam meraktan geberiyor haliyle. ne diyim? baba birazdan silahlı çatışmaya giricem beni merak etme mi diyim?

    eleman hala tehdit ve küfüre devam ediyor, benim ses de aynı oranda içeri kaçıyor.

    - tamam lan bekle geliyoruz! dedi ve telefonu kapattı.
    (geliyoruz??? kim? kimle? benle mi geliyoruz? ben? lan?)

    o an içeri doğru nasıl sıçılıyor onu tecrübe ettim sevgili arkadaşlar.

    - abi dedim, ben otoban çıkışında ineyim. (ses oktav oktav azalıyor)
    - yok yok, bi işimiz var, ben seni sonra bırakırım okulun kapısına kadar
    dedi.
    - abi gerek yok valla benim acelem vardı zaten, sağol eyvallah.
    - sus lan bi de seninle uğraşmıyım!
    (hay ebenin taşşağı ya)
    - tamam abi.

    otobandan çıktık, ben artık kesimhaneye giden bir kuzu olmayı benimsedim kaderime razı geldim. anamı babamı arkadaşlarımı falan düşünüyorum, olası 3. sayfa manşetlerini düşünüyorum.

    "üniversite öğrencisi silahlı çatışmada hayatını kaybetti, ailesi hiç böyle bi çocuk değildi dedi, soruşturma sürüyor"

    benim surat bembeyaz, tansiyonum düştü. ulan tertemiz dersime girecektim ne gerek vardı böyle bir maceraya? bekle işte dolmuşunu, ne yani? lord musun olum her mercedes'a atlıyorsun? sanıyorum ömrümde hiç mercedes'e binmemiştim o yüzden mi cazip geldi noldu anlamadım.

    bi mahalleye geldik. eleman aradı birisini, aradığı kişi geldi arabaya bindi. ben önde oturuyorum hala, gelen eleman arkaya geçti. benimle tanıştı, memnun oldu. ben de çok memnun oldum (acayip memnunum, öyle böyle değil). bu arada eleman beni ne diye tanıştırsa beğenirsiniz? kardeşim dedi tabii ki ne diyecek? "oğlum yapma böyle şeyler, deme ulan kardeşim" diye içimden adeta feryat ediyorum. tabii ki içimden.

    bu arada bunların ikisinin de belinde kabartı görüyorum, ya kesin silah ulan o diye diye paçalardan bırakıyorum.

    sonra araba tekrar harekete geçti gidiyoruz. birazdan rıza baba çıkacak köşeden, ellerinizi kaldırın diyecek falan diye bekliyorum. sanki yüksek bütçeli bir kamera şakasının içindeyim diye düşünüyorum, sonra da diyorum ki bu kadar zahmete değecek kadar ünlü de değilim.

    velhasıl bunlar çatışmayı planladıkları elemanla muhteşem saygı çerçevesinde bir sohbet daha gerçekleştirip, birbirlerini bir yere davet ettiler (amk sanki internet cafede dust2 atacaklar).

    ben dedim ki bu iş böyle olmaz. başladım mızıldanmaya, evet mızıldanmaya! götü yiyen atar yapsın beyler, itina ile kan alıyorlar.

    - abi gözünü seveyim sen sal beni, bak sınavım var. girmezsem kalırım, kalırsam anam babam eve almaz, eve almazsa sokakta yatarım, sokakta yatamam param yok, kimsem yok, sokakta yapamam abi ben. diye adeta fatality yapıyorum. herifin 100 gram beyni var zaten, idrak edemedi ama önemli ve üzüntülü bir durum olduğunu anladı.

    - tamam lan tamam bırakayım seni şurda siktir git nereye gidiyorsan, kafamı meşgul etme
    - abi eyvallah abi

    az ilerde bırakmadı, okula kadar gitti hakikaten kapıda bıraktı. arabadan indiğimde yere çömelecektim neredeyse çünkü dizlerim tutmuyordu. bunlar gazladı gitti.

    ilk işim, hemen telefonla pederi arayıp bi güzel fırça kaymak oldu.

    - baba neden 2500 defa arıyorsun? ne var yani gittiysek? nolacak böbreğimi mi alacaklar? bir rahat ol ya, napabilirler bana?
    - lan oğlum sen gerizekalı mısın?
    - baba sıkıntı yok, hadi görüşürüz.

    diye cool cool kapattım, olduğum yere çömdüm. olayı sindirdikten sonra tabii sıcağı sıcağına arkadaşlara anlattım. önce gergin gergin dinlediler, sonra hep birlikte altımıza sıçtık.

    ulan sonra objektif olarak döndüm bi baktım, olanlarla ve aldığım kararlarla ilgili mantıklı hiç bir açıklama bulamadım.

  • lisede erciyese okul gezisine gitmiştik. herkes kayıyor, kar topu oynuyor vs. biz de teleferiğe binmeye karar verdik ama bindiğimiz teleferik kabinli olanlardan değildi, bank gibi oturuyosun yukarıdan önüne koruma demiri indiriyorlar bitane o kadar. biz 3 arkadaş bindik ve gitmeye başladık fakat bir terslik vardı, görevliler o demir korumayı önümüze indirmeyi unutmuşlardı öyle önümüz açık koltukta oturur gibi gittik bir süre. daha sonrasında baya bir yükseldik yanımdaki arkadaşlarım korkmaya başladılar, ben de o yükseklikte yerimden kalkıp yanımdaki demire tutunarak o güvenlik demirini önümüze indirmiştim. indirmesem düşmemiz daha olasıydı ve o yükseklikten düşsek yaşama şansımız yoktu. kendimce en mantıklı olanı yaptım ama ayağım ya da elim kaysaydı her şey bi faciaya dönüşebilirdi. cesaretimi liseliliğime veriyorum efem.

  • 16 yaşındayım,tek başıma şehri keşfetmek gibi bir huyum var,arkadaşlarıma ailemleyim,aileme arkadaşlarımlayım diyerek arazi oldum o gün.
    tekin olmadığını bildiğim bir semtte gözlemeci-kahvehane ama kadınlı erkekli bir kutlamanın yapıldığı bir yere denk geldim.süslenmiş dışarısı;aynalar,boncuklar beğendim fotoğrafını çekiyorum.
    işte o an farkettim ki içerdeki herkes bana bakıyo.bir kadın bir adam bana doğru yürümeye başladı içerden,sıçtım,adamın belinde silah var.turist sanmışlar beni,hello welcome falan diyerek içeri buyur ettiler,bakın yedi yaşından itibaren ingilizce öğrenmeye başladım ama ben bile öyle konuşabildiğimi bilmiyordum adeta bülbül misali şakıyorum ama kimse bi bok anlamıyo,yinede işimi sağlama aldım italyanım sandılar.
    türkün misafirperverliğini ben orda gördüm.çiğ köfte,içli köfte,baklava özellikle bir börek yedim tadı hala damağımda,halay çektim "hemende öğrendi" diyolar bide,çüş.dört saat takıldım orda,asker dönüşü kutlanıyordu,fakat biliyorum ki eğer türk olduğumu anlasalardı o denli nazik ve sevecen davranmazlardı.bunuda kimseye anlatmamıştım.