beşiktaş taraftarının mazbata tezahüratı

  • evden biraz uzaklaşalım, başbaşa bir istanbul günü geçirelim dedik, çıktık bugün. öğrencilik günlerimin en güzel yerine, beyoğlu'na gitmeye karar verdik. üniversitenin hazırlık sınıfında, çok değil yirmi yıl önce, haftanın üç günü taksim'e gider, beyoğlu'nda gezer, gözlerimizi süzerdik. o dönem çıkan bütün filmleri sinemada izlemiştik. yeni film bulamayıp aynı filmi ikinci kez izlediğimiz bile olmuştu. fitaş'ta sinema, bambi'de ıslak hamburger, hayri usta'da dürüm, aznavur'da incik boncuk, burger king'de tuvalet... herkes bizim gibiydi sanki. beyoğlu bizim gibiydi. kışın ılık, yazın serin beyoğlu... milenyumu birlikte karşıladığımız beyoğlu...

    aradan geçen yıllarda arada bir yine gittim taksim'e. en güzel hali 2013 mayıs sonu haziran başındaki haliydi. çantamızda su, süt, limon, maske; içimizde bir umut... gençlerin çöplerini toplamak bile güzeldi. meslekten alışığız zaten.

    bugün taksim, beyoğlu başka bir ülke olarak çıktı karşıma. korunaklı yaşamımdan dışarı çıktığımda gördüğüm manzara içimi burktu. bir saat park yeri aramak içimi sıktı. gözlerini bile kara çarşafla kapatan onlarca kadın, bir ortadoğu ülkesinde olduğumu düşündürdü bir anda. sonra altında tayt, nike ya da skechers ayakkabı, başında örtü, gözünde pahalı gözlükler, suratında aşırı makyaj olan onlarca kadını görünce kafası karışık gençliğe üzüldüm. neydi yaşayamadıkları, yaşamak istedikleri ya da belki benim anlayamadığım? nike demişken, bir ayakkabı bakayım dedim, maaşımın yüzde yirmisine bir ayakkabı alamayacak durumda olduğumu ama bakıp hallerine üzüldüğüm kişilerin ikişer üçer ayakkabı alıp mağazalardan çıktığını görünce kendime, yıllarca verdiğim emeğe üzüldüm. iki ayakkabı parasına bir ay ev geçindirenlerin isyan etmemesine şaşırdım. her yerde asılı "gönül belediyeciliği kazandı. teşekkürler istanbul" yazısını görünce yüzsüzlüğe sınır çizmenin ne kadar zor olduğunu anladım. hafız mustafa'nın bu kadar çok şubesi olmasına, bir zamanlar otantik gelen maraş dondurmacılarının feslerine sinir oldum. yaşlanmak mı bu? hayır. benim yaşlanmamla değil, şehrin yozlaşmasıyla ilgili bir durum.

    inönü'nün önünden geçerken "akşam maç var galiba." diye düşündüm. korunaklı yaşamıma dönüp kızcığımı uyutunca facebook'ta "imamoğlu'na mazbatayı ver!" diye bağıranların bugün gezindiğim yere ne kadar yakın olduğunu düşünüp gündüz içine düştüğüm umutsuzluktan bir nebze de olsa sıyrıldım. sonra kalktım buraya geldim. bu başlıkta yazılanlara göz attım, içim güldü. bir umut var sanki. kokuşmuş karanlıktan kurtulmak için bir umut... dağlardan, ormanlardan, stadyumlardan, geçmişimizden sıyrılıp gelen bir umut... kızcığımın öğrencilik yıllarımdaki gibi bir şehirde yaşama olasılığına dair bir umut... neden olmasın?

  • milli iradenin tezahurüdür.

    mazbatayı ver,
    mazbatayı ver,
    imamoğlu'na,
    mazbatayı ver...

    mazbatayı verin olm...kaybettiniz işte, versenize adamın mazbatasını...