ateistlerin garajımdaki ejder safsatası

  • bir düşünce deneyinden de nem kapmaya gerek yok; carl sagan'ın argümanına "safsata" yakıştırmasındaki problem, tarihsellikten uzak olmakta yatıyor. ejderha elbette bir metafor. "garajda ejder olduğuna inanmamız için bir gerekçeye ihtiyacımız vardır" demek, örneğin kalahari'deki san halkı üzerine çalışan bir antropoloğu gülümsetecektir. insan toplulukları ile oturup iki lafın belini kırın bakalım, inanmadan önce delilleri mi sıralamışlar?. inandıktan sonra delil aramak dahi çok ender görülür.

    sagan'ın metafor olarak kullandığı ejderha için bir şey mi dediniz?. modern 21. yüzyıl insanı için ejderhanın varlığı öyküsellikte yatar ancak, ejderhaya inanıyor değiliz. ancak doğrudan ejderhalar üzerinden gidelim, ejderha miti dahi bin yıl önce inanılan bir mitti ve inanmak için bir delil aranmıyordu. doğrudan tanıklıkları içerdikleri iddiasındaki modernlik öncesi seyahatnameleri bile mitsel canlılarla doludur; devler, hayvan başlı insanlar, bebek yiyen yaratıklar. insan dili de bir metafizik fabrikası. olağanüstülüklerin kültürel dolaşımda olduğu dünyada inanmak için çok fazla delil arayacağınızı mı düşünüyorsunuz?. ortaçağın meşhur tarihçisi mesudî'nin altın bozkırlar (muruc ez-zeheb) eserinden bir alıntı yapıyorum bakın:

    "tinnîn hakkında başka şeyler de anlatılır. siyer kitaplarında anlatıldığına göre bunlar siyah yılanlardır. çöllerde ve dağlarda yaşarlar. seller ve yağmur suları onları sürükler ve denize atarlar. orada deniz hayvanlarını yiyerek beslenir; irileşir ve uzun yıllar yaşarlar. beş yüz yaşına geldiklerinde deniz hayvanlarını mahvederler. siyer kitaplarında anlatılanlar, bizim ibn abbas'ın rivayetine istinaden anlattıklarımıza yakındır. yine onlara göre bu yılanların siyah ve beyaz renkli olanları vardır. farslar da tinnînin varlığını inkar etmezler. onlara göre bu tinnîn yedi başlıdır. farslar ona ejdeha (ejderha) diyorlar ve onunla ilgili atasözleri ve rivayetler anlatıyorlar." (mesudî, 2004, murûc ez-zeheb, selenge yayınları, istanbul, s.38)

    ejderhalar yer yer siyer kitaplarına dahi geçebilmiş canlılar. ibn abbas gibi hadis ravileri dahi ejderhalardan bahsediyor ve daha sonra mesudî "ben görmedim ama kitapta var, inanıyoruz" diyor. kültürel olarak bu anlatılara yatkın olduğunuzda ve size "garajımda x var" dendiğinde delil aramazsınız (ejderha gibi absürd bir örnek dışında başka bir şey koyun, farketmez.) "garajımda ejderha var" diyene önce delil soracağımızı iddia eden, spinifex halkıyla, andaman adasındaki sentinellerle, veya dünya üzerindeki binlerce farklı inanırla oturup bir çay içip laflasın, inanmak için standartlar hiç de yüksek değil. bu inanışlar septik bilim insanları heyeti karşısında sınandıktan sonra basın bildirisiyle kabul edilmedi, kendimizi kandırmaya gerek yok; inanç, delili önceledi, delil inancı değil (inançtan sonra gelen delil ise bir confirmation bias olur en fazla.) inanç öğeleri de birbirleri üzerine bina edilirler, her bir delilsiz inanç öğesi, aslında delil olarak bir önceki inancı alır; kazak örer gibi tane tane kurulan bu anlatıda ne zaman neye inanmaya başlamışsınız unutursunuz bile. birinin "gel göstereyim" dediğinde gitmeniz, bu yatkınlıktan ileri gelir.

    ha septiklerin bu türden argümanları -ister russell'ın demliği olsun, isterse de sagan'ın ejderhası- indirgeyici yönü de olan analojiler elbette, ancak çok önemli bir noktaya temas ederler. din sosyolojisinde kullanacak ya da -pek çok ergenin yaptığı gibi- inanan insanları aptalmış gibi gösterecek bir şey değil doğal olarak (inanmak aşağılanacak bir şey değil.) ancak inanma olgusuna dair başarılı düşünce deneyleri bunlar, "inanmanın" çok da mistik bir olgu olmadığını anlatan...