anneler günü

  • anneler günü olunca gözümde tek bir görüntü canlanır. annemin anneanneme hediye almak için girdiği dükkanda kavgaya karışması. saatler süren, yaşarken komik olmayan ama şu anda çok komik gelen bir anı. neyse bu başka bir entrynin hikayesi.

    değişik bir kadındı, bu dünyadan değil gibi. 30 yaşıma girince evlat edinmem için teşvik etmişti. başvuruyu birlikte yaptık.

    şimdi kendisi hayatta değil ama sayesinde ben anneyim. gidişinin üçüncü anneler gününde ikinci anneler günüme uyandım.

    teşekkür ederim anne, beni yalnız bırakmadın.

  • hayatımı çok net bir şekilde ikiye ayırabilirim. annemi kaybetmeden önce, kaybettikten sonra..

    en büyük korkularımdan biriydi annemi kaybetmek. benim için, artık hayat eskisi gibi değil. en ağırı da, ne zaman derstlensem, üzülsem veya kafama birşeyler takılsa (ki bu devamlı oluyor) annemi arardım.

    bazen elim telefona gidiyor, işte o an içimde birşeyler kopuyor. umarım birgün bir yerlerde tekrar karşılaşabiliriz.

    annesi hayatta olanlar, öpün koklayın annelerinizi. hayat çok kısa, her an her şey olabiliyor.

    "annenin gülüşünü görüyorsan, hayat hala güzeldir."

    tüm annelerin anneler günün kutlu olsun..

  • anneler gününü en buruk geçiren üç tür insan olur: evladını kaybedenler, annesini kaybedenler, çocuk sahibi olamayanlar. umarım sosyal medyalar bu durum gözetilerek şekillenir.

  • dün, 'yarın anneler günü' diye düşünürken hep annemi düşündüm. programı da ona göre kurguladım kafamda. eşime kafamdaki şeyleri anlatırken gülümseyerek dedi ki 'unuttun galiba, senin de anneler günün yarın'

    sonra şunu fark ettim, insan annesi hayattayken içinde bir yerde kendini çocuk olarak tanımlıyor, annenizin varlığı sizi birinin çocuğu kılarken çocukluğunuzun hâlâ var olduğunun da kanıtı oluyor.

    annemiz kişisel tarihimizin çok önemli bir parçası olduğu gibi, bizim bilmediğimiz kısımlarının da taşıyıcısı aynı zamanda. bizim anımsayamadığımız binlerce anıyı zihninde taşırken, belki kendiliğimiz için bir arşiv de oluyor annemiz. game of thrones'da brandon stark, diyar için neyse annemiz de bizim için o aslında. diyarımızın kayıp tarihinin tarihçisi annemiz.

    varlığımızı birçok anlamda borçlu olduğumuz kişi, iyi bir anneyse varlığının bir kısmını varlığımıza armağan etmiş kişi, bizim bilmediğimiz anlarımızın tarihçisi, sevgiyle büyüttüyse dünyanın en büyük hediyesini bize vermiş kişi. böyle bir hediyeye bir objeyle ya da onu anacağımız bir günle karşılık vermek imkansız ama onların bize sunduğu hayatı doyasıya, güzellikle, mutlulukla yaşamak bu ilk hediyeye bir karşılık olabilir belki. çünkü şunu çok iyi biliyorum, bir anne için çocuğunun mutluluğu kadar büyük bir güzellik olamaz.

    doğurduğu ya da büyüttüğü çocuğunu, sevgiyle yetiştiren tüm annelerin gününü kutluyorum.

  • bir çocuğun en büyük şansı veya şanssızlığı içine doğduğu ailedir. bu konuda doğuştan büyük ikramiyeyi kazanmış bir insanım ama ülkemizde ve gözlemleyebildiğim çevremde amorti bile çıkmayan bir dolu çocuk olduğunu biliyorum.

    bugün, yani anneler gününde gündemim her konuda en büyük destekçim olan annem değil. sevilmemiş, zor durumdaki çocuklar da değil.
    benim gündemim, yalnız bırakılmış, kaldırabileceğinden fazlası omuzlarına yüklenmiş, toplum baskısıyla uydurulan annelik içgüdüsü safsatası altında ezilmiş ve ölümü seçmiş veya seçmeyi aklından geçirmiş anneler.

    yakın zamanda duyduğum bir haber o günden beri kafamın içinde dönüp duruyor. özel gereksinimli çocuğu olan bir anne her zamanki gibi sıradan başladığı gününün öğleden sonrasında kendini evinin tavanına asarak öldürdü.
    buna benzer şeyleri çok duydum, çok dinledim. örneğin arzu hanım... çocuğumla ilgili konuşmak için beni evine davet etmiş, kullanmak istediğimde banyoyu gösterirken oldukça sevecen bir gülümsemeyle "bak iki sene önce şu küvette bileklerimi kesmiştim, ne kadar aptalca değil mi" diyerek kapıyı kapatmıştı. o zaman anlayamamış ve çok korkmuştum ama şimdi anlıyorum. ha korkun geçti mi derseniz, hayır. o hep orada bir yerde.

    bir kadının hamile kaldığı ilk andan itibaren, ona annelik güdüsünün yüklendiği sanılan acayip irrasyonel bir dünyada yaşıyoruz. arkadaşlar bu işler öyle olmuyor maalesef. bu toplumsal bir aldatmaca, anne olan kadının bile kendi iç baskısıyla kendini inandırmaya çalıştığı bir yalan.
    anneler anne olmayı deneye yanıla öğreniyor. bu yolda bazen çok büyük aksiliklerle karşılaşılıyor. kafamızda kurduğumuz annelik kavramına öyle misyonlar yüklüyoruz ki paralel bir evrende ona ancak süper kahraman denir. oysa anne dediğin kadın da fani bir insan. hataları, başarısızlıkları, korkuları olan, paniğe kapılan, her insanda olan zayıflıklardan bazılarına sahip bir insan. kucağına bir bebek aldığında bunlar buhar olup uçmuyor. hatta çoğu zaman misliyle çarpılıyor.

    işte bazı anneler (özellikle bakımı daha zor olan çocukların anneleri) çaresizlik, başarısızlık hissine kapılıp, bir umutsuzluk anında kendini öldürüveriyor. bu noktada çok ironik ve acımasız bir şey söyleyeceğim. aynı durumdaki diğer anneler haberi duyduklarında ilk neyi soruyor biliyor musunuz? geriye kalan çocuğun ne olacağını...
    böyle bir günde can sıkıcı şeyler yazmak istemezdim ama bu bir vicdan azabı yazısıdır. çünkü ben de ilk bu soruyu geçirdim aklımdan. o kadını bir insandan önce bir anne olarak gördüm. onu birey olmaktan, kadın olmaktan çıkardım be varlığını tek bir şeye, anneliğine indirgedim. aynı şekilde yokluğunu da...

    o yüzden bugün, etrafındaki insanlarca yalnız bırakılan, kafamızdaki yüce annelik makamına erişemediğini düşünüp kendini suçlayan, ruhsal ve maddi durumunun ne olduğu hiç sorulmadan her durumda güçlü olması beklenen, yapısı savaşçı değilken hep savaşmak zorunda kalan, hiçbir desteği-yoldaşı olmadığı için bu dünyadan kendi elleriyle ayrılmak zorunda kalan, çaresizliğin çaresini ölüm fikrinde bulan annelerin gününü kutluyorum. her nerdeyseniz umarım huzuru bulmuşsunuzdur.

  • benim annem hiç olmadı.. küçükken bırakıp gitti.. sonrada ne aradı ne sordu.. anlamsız geliyor bana... benim ufak bir terrier köpeğim vardı son paramı dahi hastalandığında ona harcadığımı bilirim. insan köpeğini dahi bırakamazken çocuğunu nasıl bırakır gider..

    hatırlayanlar vardır eskiden sokakta oynanırken anneler gazete kağıdında külah yaparlardı içine patates koyarlardı. en çok ona özenirdim ben. herkesin elinde onlar varken benim elim boştu...

    aradan yıllar geçti bende bir evlat sahibi oldum. bir gün ayrı kalsam dahi kokusunu özlüyorum. ne güzel uyuyordur şimdi diyorum. sabah yine aksi aksi kalkıp olay çıkartır diyorum...

    bugün anneler günü.. benim annem yok ancak bir tanecik eşim var.. bugün onun günü..

    bence çok iyi bir anne... oğlum çok ama çok şanslı..

    bir tanecik eşime...

    https://youtu.be/moigbirmfnk

  • mutsuz bir evlilik bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden biri.
    işin mi kötü, değiştirirsin. arkadaşların mı nankör, hayatından defedersin. ailende mi pislikler var, görüşme; neticede sen seçmedin onları, doğumunla gelen bir eklenti paketiydi hepsi.

    oysa evlilik öyle değil.. sırtına zibilyon tane umudu, hayali, planı yüklenip evleniyorsun biriyle. sen seviyorsun. sen seçiyorsun. sen yürüsün istiyorsun. aşkınız kabından taşıyor, çocuğun oluyor. ama olmadı mı olmuyor, yürümüyor.. isteyerek seçtiğin ve bir nikah memurunun önünde "evet" diyerek başladığın hayatı, bir başka salonda, bir hakimin karşısında "evet, boşanmak istiyorum" diyerek bitiriyorsun.

    bugün anneler günü.
    kızım babasında.
    sabahın beş buçuğunda, gözleri çakmak çakmak geldi yanıma.
    "gitmek istemiyorum, anneler günü bugün, seninle olmak istiyorum" dedi.
    baba günü bugün dedim.. gitmezsen üzülür dedim.. yarın acısını çıkartırız biz dedim..

    "kahretsin ki beceremedik geçinmeyi..
    yanlış insanlar seçmişiz evlenmek için..
    mutsuz olduk, mutsuz ettik..
    affet kızım, üzüntümüzü senin üstüne de bulaştırdık.." diyemedim.

    baba günü bugün dedim.