almanların beceremediği şey

  • araba. çünkü arabalar artık araba değil (son model alman arabalarından bahsediyorum) bilgisayar. otonom yaklaşımlar, sürücü davranışlarını analizler, internet bazlı etkileşimler...

    almanlar makine konusunda ne kadar iyilerse, yazılım konusunda da bir o kadar kötüler. isviçre saati gibi yazılım yapıyorlar ama kullanıcı saat ustası olmalı. mekanik kalite ve mühendisliğe sözüm yok tabii ki.

    not: fifa gözlemcisiyim.

  • dünya savaşı kazanmak
    iki de sıfır

    onun dışında aklıma bir şey gelmiyor.

  • 1 bulaşık- elde bulaşık yıkamaları iğrenç. bir komşumuz var, bulaşık makinaları yok. bir kere nasıl yıkadıklarını gördüm evlerindeki bardak-tabaktan yiyip içemez oldum.
    lavaboya ne var ne yok yağıyla pisiyle doldurup, iki çevirip kenara alıp kurulama şeklinde bulaşık yıkayışları beni benden aldı.

    2 temizlik- bizim gibi temizlikte şartları şurtları yok. mutfak beziyle yere dökülen bir şeyi rahatlıkla silebiliyorlar ki ben titizlik hastası filan olmasam da nefret ederim. bizim evde mutfak bezi sadece mutfakta ve mutfak için kullanılır asla yer silinmez. sonra o bez toz bezi olur, en son tuvalete gider sonra da çöpe.

    3- tuvalet - tuvaletlerin deliği çoğu yerde tuvaletin ön kısmında. şöyle
    büyük tuvalette deliği tutturmak imkansız. ille de içinizden ne çıkmış gözüne sokulacak. hiç hoş değil. taharet musluğu zaten yok.

    4- çorba, yemek vs . artıkları tuvalete döküp sifonu çekebiliyor olmaları.

    5- derinlemesine samimi muhabbet- yok anam yapamıyorsun. hele yeni tanıştığın biriyse genelde çok dikkatli ve muhabbete açık olmuyorlar. bizim gibi sıcakkanlı değiller. (genel olarak) sorulara kısa kısa cevap verip muhabbeti devam ettirmiyorlar mal gibi kalıyorsun. (kafa sikeni de var o ayrı)

    6- o kadar teknoloji üretip teknolojiye açık olmamaları - hala online bankacılık kullanmayanı bırak online bankacılığı atm bile kullanmayanı var ya da cep telefonu.

    7- sağlık sistemi- bunu da beceremiyorlar. sağlık sistemi sıçmış durumda. burada doktorlar kendi muayenehanelerinde hizmet veriyor. hastaneler ise ameliyatlar veya acil durumlar için. hastanede acile gittiğinizde zaten 2-3 saat bekliyorsunuz. eğer grip gibi hafif bir hastalığınız varsa ve doktora gitmeniz gerekiyorsa acil zaten size götüyle gülüyor niye geldin gibilerinden, ya hemen doktorunuzdan randevu alıp gitmeniz gerekiyor (ki randevulu durumlarda bile 1 saate yakın bekleme süresini gözden çıkarmanız gerekiyor), ya da öylece gidip saatlerce bekleme odasında bir boşluk olup sizi almalarını beklemeniz gerekiyor. hele ki çalışıyorsanız ve işten dolayı rapor almanız gerekiyorsa, bu processlerden dolayı ben şahsen işe gidiyorum daha kolay oluyor.
    spesifik bir bölüme muayene olacaksanız "endokrinoloji" gibi, üniversite hastanelerinden randevu alabiliyorsunuz. ben dün aradım temmuza randevu verelim dediler. yok dedim kalsın.
    ayrıca doktorların çoğu da çöp, benim bugüne kadar inanılmaz memnun kaldığım bir doktor henüz olmadı.

  • doğaçlama ve acil durumda inisiyatif almak.

    alman insanın yaşamı kısa ve uzun vadeli planlar silsilesi üzerine kurulmuştur. ola ki, bir plan umulmadık bir anda umulmadık bir sebepten aksasın, alman resmen gözüne far tutulmuş tavşan gibi donar kalır. yeniden harekete geçebilmesi için tekrar oturup düşünmeli, etraflıca bir plan yapmalı, bu planı kafasında birkaç kez senaryolaştırıp oynatmalı ve kendini planın doğruluğuna ikna etmelidir. planlanmadan atılan her adım felaketle eşdeğerdir.

    takım sporlarında almanları sadece oyun içinde taktiğini birkaç kez değiştirebilen ve almanları gafil avlayan rakiplerin geçebildiğine sanırım dikkat etmişsinizdir. lakin alman voleybol takımının koçundan da zamanında böyle bir itiraf gelmişti.

    alman, temposu kendi içinde değişiklik gösteren müzikte bile dans edemez. halk müziklerinin baştan sona marş gibi tek bir tempoda ilerlemesi, şarkının sonuna kadar bir sürpriz yaşamak istemeyen alman halkının geleneksel hassasiyetlerini yansıtır.

    bir kavşakta sinyalizasyon sistemi bozulursa oturun curcunayı izleyin. tüm benliğiyle kırmızıda dur-yeşilde geç talimatına biat etmiş alman şöför o ilahi yol gösterici ışık yanmazsa önce freni kökler, ardından direksiyona sıkıca sarılıp küfürler yağdırır. zira bu alışılmadık durumda bir otorite olaya el atmadan o kavşaktan nasıl çıkacağını, düzeni nasıl sağlayacağını bilemez.

    otorite demişken, bir olağanüstü durumun ortasında kalan alman, sahada takımın 10 numarasını arayan kazma futbolcu gibi kurtarıcı olarak resmî otoriteyi arar. zira kendisi kolay kolay insiyatif alamaz, o konuda eğitim almadıysa yaratıcı çözüm getiremeyeceğine inan(dırıl)mıştır. üstüne üstlük alman yasalarının da dayattığı prensiplere sahiptir: hiçbirşey yapmamak, yanlış birşey yapmaktan daha iyidir.

    alman kişisi iki işi ayna anda yapamaz. bu özellik kaosu engellediği gibi olası bir kaos durumundan pratik bir şekilde çıkabilmeyi de çoğu zaman engeller. bir alman bir iş yaparken ikinci bir iş hakkında konuşursanız yüzde bir milyon "eins nach dem anderen" yani "teker teker, sırayla" söz kalıbını işitirsiniz. bugüne kadar aynı anda iki işe yönelttiğim istisnasız her almandan aynı tepkiyi aldım. söz konusu iki iş atom parçalarken dna klonlanmak da olabilir, yürürken sakız çiğnemek de. hiç farketmez. iki iş bir arada yapılmaz.

    acil durumlarda doğaçlama bir şekilde organize olabilmek ve inisiyatif alabilmek, iyi bir sosyal iletişim, strese karşı direnç, inisiyatif alanın kendini yasal olarak tehdit altında hissetmeyeceği bir ortam ve pek tabii bu tip kriz durumlarını sık yaşayarak edinilmiş derin bir tecrübe gerektirir. bu hasletler de disiplin, plan-proje aşığı almanlarda yoktur.

  • almanların neyi beceremediklerini bilmiyorum ama savaşmanın onlardan biri olmadığına eminim. savaşlardan malup ayrılmış olmalarının savaşmayı beceremedikleri diye yorumlamak sığlıktan başka bir şey olmasa gerek. adamlar iki dünya savaşında da ben tek siz hepiniz şeklinde savaşmışlardır. iki savaşın arasında 20 yıl gibi bir süre olması da cabası.

    tabi buradan bunları takdir ettiğim anlamı çıkmasın.