aktarma

  • "allah bana kaş vermiş, gerisini kapıp koyvermiş!" diye söyleniyordum evden çıkarken son rötuş için aynaya baktığımda. hakikaten muzdaribim bu durumdan. kafayı kazımamın üstünden 6-7 ay geçti, saçlar aşağı değil, yer çekimine meydan okurcasına doğru kıvrıla kıvrıla yukarı doğru uzuyor ama hala çok kısa. peki ya kaşlar öyle mi? atatürk kaşları gibi, bağımsızlığını ilan etmek üzere. 15'te bir alınması, haftada bir kırpılması bile zapturapt altına almıyor onları...

    geç kalmışım zaten, maraton başlasın. evden metroya yürü, sıkış sıkış sıkış, ünalan'da in, hop başla yürümeye... o kadar yalnız kalmışım ki şehirde, öylesine gidecek bir yerim yok ki bayramın tümünü çalışarak geçirmişim. bana her gün mesai. işin kötüsü şikayet etmiyor, keyif alıyorum bundan. kafam meşgul. geçmiş hataları -failin ve maktulun kim olduğunu mühimsemeden- düşünmeye zamanım yok. koştur koştur, metrobüse bağlanan yolda son düzlüğe girildi.

    kendi geleneklerimi yaratıyorum. metrobüsün girişinde sandviç satan adamın yanındaki yerimi alıyorum. birinci etap tamamlandı, küçük bir sigara molasını hak ettim. evet geç kalıyor olabilirim ama küçük ritüeller de olmazsa tamamen robota dönüşeceğim.

    ben her sabah durduğum noktada sigaramı içerken metrobüs tarafından bir kadın geliyor bana doğru gülümseyerek, elini kolunu sallayarak ve heyecanlı. allah allah tanıyor muyum acaba? çünkü beni son derece tanıyor görünüyor. altında lacivert bir pantolon, kafasında krem rengi bir paşmina var başını örtmek değil de boyası atmış karamel saçlarını saklamak için sanki. üç adımda yanıma varıyor:

    "sigara içen kadınlar birbirlerini buluyorlar" diyor neşeyle... çantasında sigarasını arıyor, anlıyorum ki çakmağı yok. "çakmak vereyim", diyerek ben de kendi çantamı kurcalamaya başlıyorum. onun çantası karışıksa benimki çarşamba pazarı... notlar, faturalar, makyaj malzemeleri, parfüm, çer çöp, tamponlar, yedek don ve acil durum kitinin olduğu minik çantacık, teki kaybolmuş bir küpe, tütün, tütün kağıdı, biri mentollü, diğeri slim iki farklı paket sigara, kitap, makale, arkadaşımın yazdığı müstehcen bir not, bir gofret paketi, kulaklık, işyeri hattı ve kendi cep telefonumun arasından çekip çıkartıyorum leylak rengi cricket çakmağı.

    yine gülüyor kadın, "kadınlar ve çantaları işte, hepimiz aynıyız" diyor. sigarasını yakıyorum, yüzüme dikkat ve ciddiyetle bakıp, muhtemelen bağımsızlığını ilan etmiş bir kıvırcık kaşı düzeltiyor. kişisel alanım konusunda çok hassasım normalde ama hiç rahatsız etmiyor bana dokunmuş olması... birbirimizi yıllardan beri tanıyor gibiyiz. kartal adliyesi'ne gitmek için bir buçuk saat yeter mi diye soruyor, yeter diyorum. üç yaşında ikizleri varmış, bugün boşanma davasının ilk celsesi görülecekmiş. "benim de iki çocuğum var, ben de boşandım", diyorum.

    "çalışmak ne güzel bir şey değil mi?" diyor, "haftada üç gün mecidiyeköy'de merdivenleri siliyorum çocuklar uyurken. kendi paramı kazanıyorum. çocukların babası da biraz para yolluyor. böyle kazanmaya devam edersem ailemin yanından ayrılıp bir eve de çıkarım." bakıyorum, heyecanlı. ne olacağını bilmiyor, benden onay mı istiyor?

    "öyle", diyorum, "annem de babamı boşamıştı ve bana her zaman kendi ayaklarımın üstünde durmam gerektiğini söyledi durdu. yani o zamanlar 'he hee' deyip geçiyordum ama beynimi yıkamış herhalde ki kendimi bildim bileli çalışıyorum."

    yine gülüyor, "zaten mutsuz bir evliliği devam ettirmeye çalışmaktansa bitirmek çok daha iyi..."

    yine benden onay bekliyor, "bak!", diyorum, "zor olacak. bazen parasız, bazen yalnız kalacaksın. bazen insanlar sana yüz çevirecek. boşanır boşanmaz mavi bulutlara yelken açmayacaksın. alıştığın bir düzen vardı iyi kötü, o olmayacak. boşlukta hissedeceksin. daha çok çalışacak, daha çok yorulacak, daha az kazanacaksın. ama sadece tek bir şey bile bütün bunlara katlanmaya değer... o kalbinin üstüne oturan öküz kalkacak ve 'hiç-bir-şey-de-ğiş-me-ye-cek-hep-böy-le-ka-la-cak!' hissi bitecek."

    kocaman sırıtıyor, ağzı suratını kaplıyor kadının, "teşekkür ederim!" metroya binmeden önce çantasında ayna arıyor. makyaj çantamdan çıkarıp uzatıyorum, gözü parfüme takılıyor, onu da uzatıyorum. "markasına baktım, dp'den alırım ben bundan, çok güzel kokuyor" diyor.

    yabancı bir kadına sarılıyorum. ağızlarımızda fırlatılacağı günü bekleyen kahkahalar, kirpiklerimizin ucuna gelişine direndiğimiz tuzlu vücut sıvıları... ben metrobüse koşuyorum, o metroya... avrupa'ya gidiyorum ben, o asya'ya...