aşk

  • gerçek olanı bir kızın babasıyla olan aşkıdır,
    arada mesafeler olsa da.
    eski eşim ve ailesi 8 yaşında olan kızımı 18 aydır dolduruyorlar ama onun bana olan aşkını öldüremiyorlar ve kızım bana hâlâ aşkla bakıyor;
    dünyadaki hiçbir güç bir babayla kızını ayıramaz ve hiçbir güç bir babayla kızının arasındaki aşkı öldüremez.
    kızım benden 600 kilometre uzakta ve mütemadiyen telefondan görüntülü konuşuyoruz, ona babacım seni seviyorum dediğim zaman o küçücük kalbinin atışını 600 kilometre uzaktan duyabiliyorum.

    babasının bi tanesi;
    seni çok seviyorum..

  • aşka dair aklımın ermediği iki şey var; birincisi muzaffer özpınar'ın nasıl olup da kahır mektubu'nu bestelediği ve ikincisi, ataol behramoğlu'nun başka biri olacaksın şiirini nasıl yazdığı.

    bir insana, o gün neler yaptığımı anlatmayı istiyor ve iple çekiyorsam, o insanı her şeyden çok arzuluyorum demektir. aynı zamanda, çok iyi bir dost olacağını da düşünüyorumdur. aşkı sadece cinsellik değil, entelektüel doyum üzerine de inşa etmediğim sürece, o insandan sıkılıyorum sonunda.

    ortak bir mizah anlayışı varolmadıkça, aşkın sürebileceğini düşünmüyorum; eğlenmeyi bilmeyen insanlar, üzülmeyi de beceremiyor.

  • benim bir arkadaşım var, tanıdığım en kişilikli ve düzgün adamlardan biri. kadıköy'de tekel bayisiyken biri aklına girdi bar açtırdı bu adama. adam tuncelili, öyle bar ortamını gece hayatını bilmiyor, sevmiyor da... neyse, saflığı (salaklık anlamında değil, oldukça cindir kendisi) ve samimiyeti sayesinde açtığı yerin müdavimleri oluştu dört yılda...

    bir şeyler oldu, 3-4 ay uğrayamadım, neyse sonunda gittim yanına. dedim, nasılsın? dedi, sorma çok fenayım. dedim, hayırdır? dedi, çok fena bir şey olmuştur bana... dedim, delletme insanı, ne oldu yahu, anlatsana? başını öne eğdi, "aşık oldum" dedi utanarak...

    memlekete gittiğinde bir kadına vurulmuş. barı kapatıp kapatıp memlekete kaçıyormuş.

    "geçen eve gidiyordum. minibüsten inemedim, bir baktım sabiha gökçendeyim. ilk uçağa atladım elazığ'a gittim, oradan dersim'e geçtim. sevdiğim kadını iki saat görüp geldim..."

    adam her hafta tunceli'ye gidiyor. hiçbir şey beklemiyor, sadece bir ihtimal sevdiği kadın da onu sever diye umuyor.

    biz de dinlerken yutkunuyoruz arkadaşımla... "maltepe-beylikdüzü arası mesafe çok şekerim" diye lokasyon sorunu yüzünden başlamadan biten ilişkiler geçiyor gözümüzün önünden...

    adam gözümüzde adeta "parka gidecekmiş iki gözümün çiçeği" diyen bir yarı tanrı, adeta bir vecihi, o paraya öküz alırız diyen anasını sallamayan bir feyzo, sevda'ya sevdalı bir muhsin bey...

    her kazıktan sonra, "aşk ne ki, hofff!" desek de var böyle bir şey, böyle yaşayanlar...