aşk acısı çekenlere tavsiyeler

  • yas süreciyle benzer tepkilerin ortaya çıkmasına neden olan durum. tabii ki aşk acısından kastımız bir ayrılık ise.

    ölüm ve ayrılık birbirine benzer. ölen kişiyi istesek dahi göremeyiz ancak ayrıldığımız kişinin yaşadığını biliriz, görmek istesek dahi göremeyiz. görmekten kastım uzaktan görmek değil, oturum sohbet etmek.

    kurduğumuz bağ bir anda sona ermez, özlemeye devam ederiz. ölen kişiyi nasıl özlüyorsak bizden ayrılan kişiyi de özleriz. özlem azalarak sona erer. un-ufak ederek unuturuz. yavaş yavaş. önce sesi gider, sonra yüzü. kör makasla kesilen bağ (ayrılık) can yakar.

    ölen kişi bilerek ve isteyerek ölmez (intihar etmediyse eğer), ancak ayrılan kişi bilerek ve isteyerek vazgeçer. vazgeçilebilir olduğumuzu fark etmek bu nedenle çok acıtır.

    yas süreci büyütür, ayrılık da büyütür. olgunlaştırır. ama can yakar.

    tavsiyem; yas'ınızı yaşayın. üzülün, gerekirse ağlayın. geçecek mi diye sormayın. elbet geçecek. başkasını sevemem artık demeyin, sike sike seveceksiniz. behzat ç değilsiniz siz. o anca dizilerde olur.

  • bu acının dibini gördüm inanın. bugün geçmişe baktığımda sadece kendime üzülüyorum.
    nasihat verecek değilim sayfalarca zaten pek bir şey değiştirmez sadece şunu bilin.
    ileride çok pişman oluyorsun acı ile geçen günlerine...

  • sadece aşk acısı çekenlere değil, içini yakan ve dermanı olmayan bir derdin olduğunda en mantıklı hareket zihni başka şeylerle meşgul etmektir.
    düşünmek insanı aynı girdaba tekrar tekrar sokuyor, kafanda sürekli “acaba şunu yapsam bir şey değişir miydi, keşke şöyle deseydim, neden böyle oldu” soruları dönüp duruyor.

    ben çareyi bulmak için bir sürü şey denedim.
    müzik dinledim, olmadı çünkü kelimeler seni çoğu zaman derdine geri döndürüyor.
    film izledim, olmadı çünkü her rol için kendi yaşamından bir karşılık buluyorsun.
    spor yaptım, olmadı çünkü beden yorulurken zihin kendini meşgul etmek için yine aynı olaylara sarıyor.
    arkadaşlarımla konuştum, bir yere kadar iyi geliyor ama sonra yine her şey başa dönüyor.
    ve nihayet okumakta buldum çareyi. ama spesifik bir tür önereceğim, polisiye. iyisini, kötüsünü, ucuzunu, basitini her türünü oku. senin dahil olmadığın ve çözülmesi gereken bir olay var bu kitaplarda. sürekli acaba kim diye kafanı buna yoruyorsun. merak cezbediyor ve her boş anında kitabı alıyorsun eline, hatta okumadığın anlarda da olayı çözmek için kitabı düşünüyorsun.

    elbette bu senin acını temelde değiştirmiyor ama zaman daha kolay geçiyor. sen o zamanı kendini hırpalayarak değil meşgul ederek geçirdiğin için daha az yara alıyorsun. ve nasıl oluyor bilmiyorum 8-10 kitap sonra sanki o kadar da ağır değil yaşadıklarım diyorsun. hatta “gencecik kızı öldürdüler de ormana gömdüler amk, ailesi cesedi bile bulamadı, bir fatiha okuyamadılar. ben yine iyiyim, hayattayım” gibi şahane şükretme anları yaratıyorsun.

    neyse, yaparsın yapmazsın ama bak sana söz veriyorum -ki ben tutamadığım sözleri vermem- hepsi geçecek. tam olarak geçmezse eğer mutlaka azalacak acın, nasırlaşacak. sakın aklından saçma sapan şeyler geçirme.
    "insan ya acılarını unutmasını, ya da kendi mezarını kazmasını bilmeli " diyor balzac. ikinciyi tercih edip mezarla falan uğraşıp üstünüzü kirletmeyin. unutmak için polisiye okuyun.

  • sahibi kimdir hatırlayamıyorum ama "insan yazgısı olmayandan vageçebilmeli" diyordu ya da ona benzer bir şey. yapabilene aşk olsun. yeni aşklar olsun.