7 ekim 2019 metro grossmarket işe alım rezaleti

  • her gün duymadığımız binlerce işe alım rezaletlerinden duyduğumuz olanıdır. arkadaşa geçmiş olsun diyorum, seni çok iyi anlıyorum. benzer şeyleri yaşadım, tam aynısı değil ama çok şey. bu ülkede o kadar egzantirik şeyler oluyor ki şaşırılacak durum değil. o kadar içselleştirdik artık böyle saçmalıkları. niye? torpile karşı herkesin susmasından kaynaklı. o ik'cıyı oraya oturtan mekanizma nedir mesela? aynı tıynette ve zihniyette birisi atıyorum duisburg'ta(şehir farazi herhangi bir alman şehri) falan bir metro markette hr'a girebilir mi? yarrrrrrrrrrrrrramı girer. türkiyeye gelen şirket, türkleşiyor. bu, bu kadar basit.

    saçma sapan insanları insan kaynakları içinde istihdam ediyorlar. faturayı da işsiz ödüyor, işsiz o gün yaşadığı travmayla da kalmıyor. umudu köreliyor, yitiyor, bitiyor. mesela geçen beni bir call center şirketi aradı. başvurmamıştım üstelik. artık iş ilanlarına başvurmuyorum çünkü dönmüyorlar zaten. açtım telefonu "biz x şirketten arıyoruz" dediler. "yunanistan'dan mı aldınız numaramı" dedim. "yoo x sitesindeki profilinizden" dedi sonra da "aaa yunanistan'da mı çalıştınız çok iyi, ne zaman müsaitsiniz görüşelim" dedi. "her zaman" dedim. "yarın olur mu?" dedi "olur" dedim hangi pozisyon diye sordum "bilmem ne yöneticisi" dedi "yönetici...." deyince ben direkt "peki" oldum ama 1 saniye sonra aynı kadın "haftaya mı görüşsek" dedi. yani insan o an içinden "seni oraya kim aldı aq aklı evveli" demek istiyor ama iş ya, boş durmaktan yeğdir diye susuyorsun.

    ertesi gün başka biri aradı, bekliyoruz falan diye. kadın tüm bilgilerimi yazdı oraya bu eleman da tekrardan okuduğum okul, doğum yılım, çalıştığım yerler ıvır zıvır hepsini tekrardan bir işkence gibi tekrar sordu. olabildiğince sakin kalıp cevapladım. yunanistan'da çalıştığımı duyunca "aaaaaaaaaaaaa" dedi. sessiz kaldım "çok iyi" dedi. "sağolun" dedim. gittim yerlerine. beni 1 saat beklettiler, taşak geçer gibi iki gün üst üste sordukları tüm bilgilerimi tekrardan yazacağım bir formu doldurttular. öyle beklerken bir eleman geldi "sizi sınava alalım" dedi. ne sınavı? diye sordum "yabancı dil sınavı" dedi. "şaka mı yapıyorsunuz?" dedim. "yoo" dedi. "bana böyle bir bilgi verilmedi" dedim. o an gerçekten bağıra bağıra herkese sövmek istedim, sakin ol diye kendi kendime telkinler verip sınava sokacakları odaya geçtim. ilk internet cafeler vardır. 5-6 tane siktiriboktan bilgisayar. 90'ların sonları. web browser yarım saatte açılırdı. tam o atmosfer tam o bilgisayarlar. eleman tuttu açtı bana sınav şeysini. gitti. o an orda 4 kişiydik. onun kulaklığının sesi, berikinin klavye mouse sesi, dışardan konuşma sesleri, sürekli devir daim biri çıkıyor, biri giriyor, getirdiği kişiye sınav talimatlarını söylüyor, konuşması da bir garip çocuğun. içimden "bu bir kamera şakası falan herhalde" diye düşünüyorum.

    o kadar bunaldım ki, sallaya sallaya çıktım sınavdan. komik bir şekilde grammar'den 50 speaking'ten 80 aldım. normalde her çıkan kişinin monitörüne baktım, grammar 60-70 speaking 30-40 arası. ki bu türkiye'nin de yabancı dilde özetidir. teorik bilgi fazladır, konuşma ve pratik yoktur. aksi düşünülemezdi. düzgün bir yerde olsam grammar'den 100, speaking'ten de 90-95 alırdım da dandik bir call center işi için fazla kasmadım. çok bunaldım ve çıktım. resepsiyondaki hanımefendi bana "kaç aldınız" diye sordu. "sizin sisteme gelmiyor mu sonuç? isteyen istediğini söyler, ne saçma şey." dedim. kadın da anlam veremedi ki beyni çuval olmuş bin kişi gelip gidiyor, kadının da haline acıyıp notumu söyledim. "bana sınav olacağı söylenmemişti ama ben zaten yunanistan'da çalışmıştım" dedim. "aaa sahi mi? yazayım buraya" dedi. olm cidden içimden yumruğumu sıktım ya o an. hay dedim sıçayım yunanistana da buraya da. sustum, aldım elime telefonu salak salak takılıyorum. 1 saat daha bekledim, suratı sirke satan bir abla geldi. beni çağırdı. oturduk. benim surat da beş karış. hafiften düzeltmeye çalışıyorum yanlış bir intiba olmasın diye ama ne kadar başarılı oldum bilmiyorum. "grammar notunuz kötüymüş" dedi. "speaking iyi" dedim. ukalalık da etmek istemiyorum ama kadın zorla kaşınıyor. "bana daha önceki iş tecrübelerinizden bahseder misiniz" dedi. bahsettim, son işim yunanistan'daydı. sona onu söyleyince "aaa yunanistan'da mı çalıştınız" dedi. derin bir nefes alıp "evet" dedim. notunuz fena değil ama bu sizi düşündüğümüz iş olmasa başka bir pozisyon için değerlendiririz dedi. "bir şey sormak istiyorum, ingilizcesi kötü adam yurt dışında nasıl yaşayabilir?" diye sordum. hiçbir şey diyemedi. o gün oraya 59384928329 kişiyi çağırmaları tamamen bunların kendi iş bilmezliği ama yine de metanetimi korumaya çalıştım. yani o kadının beyninin kazan gibi olması yine kendi iş bilmezlikleriydi. sustum. baktım kadın da cevap veremiyor, uzatmadım. kalktım.

    hani tuzum kuru olsa hepsinin ağzına sıçacağım ama hep yutuyorum söylemek istediklerimi. aradan 1 hafta geçti, yine ukala bir kadın aradı. "hayrullah beyle mi görüşüyorum? sizi x şirketinden arıyoruz mülakata neden gelmediniz?" demez mi. patladım artık. "siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" dedim artık. "nası yeaaa" falan oldu. iş yerlerinin nerde olduğundan, içeriye nasıl girildiğinden, kapının nasıl açıldığından, boktan ingilizce sınavından, canından bezmiş resepsiyonistten, konuşmayı bilmeyen ingilizce sınavına götüren çocuktan ve herkesten bahsedince gerçekten gittiğime kani olup "biz size birkaç gün içinde döneceğiz o zaman" dedi ve şak diye kapadı. 1 hafta sonra yine biri aradı "hayrullah bey merhaba, sizi x şirketinden arıyorum y pozisyonu için..." dedi. "y pozisyonu mu?"siz geçen beni "bilmem ne yöneticiliği" için aramıştınız? ne oldu o iş? deyince kadın "ingilizceniz yeterli gelmemiş sanırım düşük yapmışsınız" dedi. sinirlenip artık dayanamadım, birincisi bana sınav olacağını söylemediniz. ikincisi sınav diye oldukça gürültülü bir yere koydunuz, üçüncüsü o sınava 1000 kişi girdiyse speaking'ten 90 almış olan varsa oraya gelirim, tüm kulaklıkların mikrofonlarını teker teker ağzıma sokar, dilimle temizlerim(gönül götüme sokarım demek istiyor ama yine de bir açık kapı bırakıyorum) dedim. "özür dileriz büyük bir yanlış anlaşılma olmuş, y pozisyonunu düşünmez misiniz?" deyince "benim ingilizcem bilmem ne yöneticiliği için yeterli değilmiş. o işte de muvaffak olamam, sizin yüzünüzü kara çıkarırım. o iş için yeterli lügat bilgisi olmayan adamım en nihayetinde. bu işi de beceremem, boşverin siz benden çok daha iyi ingilizce konuşan adaylar muhakkak bulursunuz." dedim ve konuşma bitti. açık tuttuğum kapı da kapandı ve elde kibarlığımdan başka bir sik kalmadı.

    ben gelip burda x şirketi rezaleti diye başlık açmadım. arkadaşı eleştirmiyorum, açmakta haklı da o kadar oluyor ki bunlar. bu rezillikler. bu iğrençlikler. bu birbirinden haberi olmayan, lakayıt, iş bilmez, konuşmasını bilmez, cahil, medeniyetten ve nezaketten nasibini almamış insanların torpille ik'cı yapılıp umutsuz gençlerin hayatlarını sikmesi o kadar sık gözlediğim bir şey ki anlatmak mümkün değil. üşenmeyip şirketin yorumlarına baktım internette sonrasında. aşağı yukarı 100 yorum varsa 90'ı torpille alakalıydı ama en çok "kankacılık sayesinde bölüm müdürü yapılmış lise terk bir arkadaş vardı, yurtdışı temsilcileri gelince saklanıyordu konuşmamak için çünkü ingilizce bilmiyordu" şeklinde. kahkaha attım. ben de eski çalıştığım yerlerden birinde benzer birini tanıyordum çünkü. isimler değişiyor, kişiler ve karakterleri aynı hep. bizi bu boktanlığa alıştırdılar.

    ya iki adım ötemizde, götümüzün dibinde aynı şirket. yunanistan'da. çalışan türkleri bir görseniz, all star gibi. kültürlü, nezih, hoş sohbet, iş bilir, open mind, entelektüel. lan dedim ne güzel yer. ayaküstü bile çok güzel sohbet ediyorduk insanlarla. bu kadar fark nasıl olabiliyor kardeşim? nasıl ya nasıl? işte yabancı şirketlerin türkleşme prensibi. özel sektörde berbat insanlara mevki ve makam vermek. bunu hollywood da avrupa sineması da hatta edebiyat dünyası da çok işledi. en bilindik örneği das experiment. ülke sanki komple das experiment filminin spin-off'u içinde yaşayan bir simülasyon gibi. bir kabus ya. bıktım lan vasıfsız ve boktan insanlardan. bıktım iki kelimeyi bir araya getiremeyen göt yalayıcıların mevki sahibi olup adil bir dünyada yaşasa bokunu dahi temizleyemeyeceği insanların hayatlarıyla oynamasından. onlarla isteyerek yahut istemeyerek dalga geçmesinden. insanları karamsarlığa itmesinden, intihara sürüklemesinden, canından bezdirmesinden. sonra türkiye'den siktir olup gitme başlığına yazan insanlara çıkıp da "niye gitmek istiyorsunuz" diye hesap soruyorsunuz. niye acaba? acından ölmemek için olabilir mi mesela? torpil canına tak ettiği için olabilir mi? işsizlik yüzünden kendini öldürme noktasına geldikleri için olabilir mi? yazmaktan da bıktım bunları. gideyim 2-3 futbol entry'i girip kafamı dağıtayım.

    umarım göte bala green card bana çıkar da asla bir daha geri dönmem buraya. orda da hayat tozpembe olmayacak ama hiç değilse 54. sınıf insan yerine artık 2. sınıf insan olacağım. "hey turco, did you ride a camel in turkey" falan dediklerinde "yes, of course. i ride even i fucked camel" falan der geçerim. ne olabilir ki lan? ne olabilir? siktiriboktan bir işe girmek istediğimde, buna başvuru yaptığımda "washington'ın neresinden?" diye soru soracak ik'cı mı çıkacak karşıma hemşerilik usülüyle mi alacak beni? yoksa senatörün yeğeni olduğum için mi iş verecekler american airlines'ta? hiçbiri olmayacak. yahudinin yahudiyi kollaması klişelerine, ermeni lobisine ıvıra zıvıra girmeyeceğim orası da pirüpak değil elbet, bilirim ama burası gibi cehennem değil. onu da bilirim. üzülme kardeşim, yalnız değilsin. her işsizin başına gelen ik'cı terörüne maruz kaldın sadece.