5 ağustos 2015 suriyeli hırsız yakalamam

  • uyrukla hırsızlık eğilimi arasında bağ olmadığını, bunların yokluk, cehalet ve eğitimsizlikten olduğunu yakalayamadıktan sonra hırsızı yakalamanın da bir esprisi kalmıyor. çünkü bunları idrak etmedikçe hırsızlık bitmiyor.

    (bkz: correlation does not imply causation)

  • bugün mahallede büyük prim yapmamı sağlayan maceradır. lâkin çok pis havalara girdim, öyle böyle değil, burnum tavana vurdu. (evet burnum, çünkü ben kibar bir insanım.)

    anlatayım.

    gece uyumamışım (bkz: sabahın erken saatleri/#53781251), sabah olmuş 7. önce uyuyayım dedim, ama bugün nüfus müdürlüğü'nde işim var, "öğleden önce gidip orada işimi halleder, eve dönünce uyurum" diye uyumaktan vazgeçtim. e ama uykum var. dışarı çıkıp biraz yürüyüş yapayım, uykumu dağıtayım diye düşündüm.

    dışarı çıktım. emek mahallesi'ndeyim bu arada. 4. cadde'ye çıkacağım, oradan 6'ya, oradan 7'ye geçeceğim, 7'nin sonuna kadar yürüyüp adnan ötüken parkı'nda biraz kuş-böcek dinleyeceğim ve aynı yoldan geri döneceğim. devamlı müşterisi olduğum marketin önünden geçerken ayşe abla'ya selam verdim. ayşe abla'nın bugün yüzü kireç gibi, gergin olduğu her halinden belli. selamımı aldı, ben de yukarı, yoluma devam ettim ama selamdan bir tat alamamıştım. oysa o selamın içimi ferahlatması gerekiyordu. geri döndüm, "ablacım bir sıkıntı mı var?" diye sordum.

    varmış. sabahları gazete dağıtıcılarının bıraktığı gazete balyalarını biri çalmış. kamera kayıtlarına bakmışlar, kağıt toplayıcının biri. ama tanıdık kağıt toplayıcılardan değil. (ayşe abla babacan bir ablamızdır, artan kağıtları, plastikleri falan ayırır, tanıdığı toplayıcılar da gelir teslim alır.) "abla," dedim, "hani ufak bir ihtimalle adama rastlarım, kayıtları gösterir misin?" dedim. gösterdi. saat 5.26'da, şapkalı, eşofman altlı bir kağıt toplayıcı gazetelere önce uzaktan bakıyor, ondan sonra etrafına bakıyor, ondan sonra sanki yapması gereken bir şeyi yapıyormuş gibi (görev aşkıyla ve rahat rahat) iki balya gazeteyi, tekerlekli çuvalına atıyor ve yoluna devam ediyor. eşofman altının yanlarında çizgiler var, hani şu tiki kızların giydiği türden. ne alakaysa o aklımda kalıyor. bir de şapkası tabii.

    ayşe abla'ya tekrar "geçmiş olsun" deyip yoluma devam edeceğim. madem işim gücüm yok, madem adam buralarda olabilir, madem saat erken olduğu için 7. cadde'de kız kesme imkânım yok, o zaman adnan ötüken parkı'na gitmek yerine ara sokaklarda dolanayım dedim. önce eve uğradım, sanki saldırı anında kullanabilecekmişim gibi yanıma bir ingiliz anahtarı aldım. (ne bileyim lan, filmlerde öyle gördüydüm.) sokaklarda yürümeye başladım.

    5. dakika olmadan adam karşıma çıktı ya la. ptt şapkası, pazarda satılan tiki kız eşofmanı falan. o yani. heyecandan titreye titreye adamın yanından geçtim, adamdan uzaklaştıktan sonra 155'i aramak için öküz gibi bir de cep telefonumu çıkardım. (adam zaten hırsız, gasp edecek olsa cebimdeki ingiliz anahtarını unuturum, altıma sıçarım.) çaktırmadan çuvalına da baktım, haliyle o yarım saniyelik aralıkta bi' bok göremedim. ama adamın o olduğundan eminim.

    155'i aradım, marketin bıraktığı kaydı sordum. kayıt bırakmışlar. "hah," dedim polis abiye, "şimdi o hırsızı takip ediyorum" dedim. bu arada 8. cadde'ye çıktık, adamı takribi 50 metre uzaktan takip ediyorum. (ilkin 10 metre uzaktaydım da adam birkaç defa beni ona bakarken yakalayınca mesafeyi artırdım, pıçaklamasın diye.) polise de yer bilgisi veriyorum, "8. cadde'nin güneyine doğru ilerliyor" dedim. (lan desene saat 6 yönünde ilerliyor diye!) adam da dediğimi tam anlamadı, apartman numarası falan sordu, sonra kapattı telefonu. 10 dakikaya kalmadan bir ekip arabası adamı durdurdu, ben de koşarak polis abilerin yanına gittim "ben ihbarda bulundum ehehe" diye.

    adam suriyeli çıktı. bu da suriyelilerden ilk defa nefret etmeme sebep oldu, çünkü emek'te suriyelilerin devlet tarafından barındırıldığı, yurt gibi bir şey var. çuvalı da belediye falan vermiştir, paralarını kazansınlar diye. herif yediği kaba sıçıyor, suç mahallinden uzaklaşmaya da tenezzül dahi etmiyor. (marketin konumu, benim adamı gördüğüm yer ve adamın yakalandığı yer izdüşümde yaklaşık 100 metre kenarlı bir eşkenar üçgen eder, o kadar yakınız.)

    adamın çuvalının içine baktık, gazete mazete yok. benim başımdan aşağı kaynar sular döküldü, yanlış adamı mı yakalattım diye. sonra hem benim aklıma adamın gazeteleri sabahın 5 buçuğunda yürüttüğü geldi, hem de polis abilerden biri "diplerdedir" dedi, sonra da "dök lan!" diye bağırdı adama. ay adam şok tabii aşsdflhjasdkfj yok lan, anlamadı hıyar. polis aldı devirdi tekerlekli çuvalı da diplere baktık, allah'tan çıktı gazeteler.

    ayşe abla'yı getirmek için yakındaki taksicilerden birinden rica ettim (100-150 metre de olsa hızlıca gidip gelelim diye), ayşe abla'yı getirdik. marketin ismi falan yazıyor zaten balyaların üstünde, ayşe abla da "şikayetçiyim memur bey" deyince karakola gittik.

    karakolda ayşe abla'nın siniri biraz daha geçer gibi oldu. polisler de uğraşmak istemiyor çünkü uğraşsalar bile bir halta yaramayacak, mahkeme bu herifi serbest bırakacak, ama ayşe abla şikayetinden vazgeçerse hem gazeteler yine ona kalacak (öbür türlü delil sayıldığı için savcıdan izin çıkana kadar poliste kalması gerekecek) ve suriyeliye tercüman bulunması, adamın pasaportunun veya geçici kimliğinin temin edilmesi, mahkemeye sevk edilmesi gibi işlemler saatler, belki günler alacak.

    ayşe abla'yı ikna etmek için polis abi güzelce ballandırarak "ablacım," diye anlattı, "bu adamın tercümanı bulunacak, gölbaşı'na gidip gelinecek, mahkeme buna avukat atayacak falan, bunlar hep devletin cebinden, bizim cebimizden karşılanacak." dedi. iyice coşup "bunu yargılamak için vatandaşlık numarası bile verebilirler bak" falan deyince ayşe abla "tamam," dedi, "vazgeçtim şikayetimden."

    markete döndük, ben tabii göklerdeyim. iki bardak çay ikram etti, iki tane topkek yedim, bir de bu haftanın uykusuz'uyla penguen'ini tutuşturdu elime. (almasaydım taksi parasını verecekti zorla. uykusuz biri olarak bir uykusuz'a da hayır diyemezdim zaten.) teşekkür edip evime döndüm.

    bu da böyle bir anımdı yoldaşlar.

    durumu olmayanlar için özet: suriyeli bir mafya babasının oğlunu (arap hasan'ın oğlu abdülyov), babasının kasasını boşaltırken gördüm. 4 buçuk saatlik bir silahlı çatışmanın sonunda adamı etkisiz hale getirdim ve güvenlik güçlerine teslim edip bir tanesini saklamak, bir tanesini hapisten bedava çıkış kartı olarak kullanmak üzere iki tane liyakat nişanı aldım.