5 ağustos 2015 ak-saray maceram

  • bürokraside bir işimi halletmek için ankara’ya gittim. muhatabım, işi takip eden kişinin ofisinin yeni yapılan bir binada olduğunu söyledi ve kıkırdadı. “gülecek bir şey varsa bize de söyle, hep beraber gülelim” dedim, çünkü muhatabım milli eğitim bakanlığı kökenliydi. sonra ağzındaki baklayı çıkardı; iğrenç herif çiğnemiş çiğnemiş paramparça etmiş baklayı.

    “toparlan, ak-saray’a gidiyoruz” dedi. heyecanlandım. döpiyesim yanımda değildi, hemen ramsey’e uğradık ve bana takım elbise aldık. ramsey’de ısrarcı olmamı anlamayan muhatabıma “belki koridorda şakalaşırken tayyip bey’e rastlarız, takımı ramsey’den aldığımı görürse hoşuna gider” dedim, “gerizekalı mısın?” dedi.

    toparlanıp giyinip ak-saray’a geldik. girişi, beklediğim kadar ihtişamlı değildi. iki tane yeniçeri kıyafetli adam, kimliklerimizi istedi, arabanın camından verdik. bir tanesi bagajı açtırıp arama yaparken, diğeri elindeki kılıçlı aynayla arabanın altında bomba araması yaptı.

    otoparka girdik ve arabadan çıktık. binaya girerken tekrar bir arama yapıldı. dedektörden ben geçerken öttü. polis memuru “abi, kuş ötüyor sende eheh” diye salakça bir espri yaptı. “terbiyeni takın, sen bu devletin bir memurusun, ağır ol” diye içimden geçirdim.

    işimizin düştüğü kişinin odası, uzun bir koridorun sonundaydı. sağa sola, selçuklu askerlerine falan baka baka yürüyüp, odaya girdik.

    adam bizi ayakta karşıladı, oturduk çay kahve lokum faslından sonra derdimizi anlattık, bize yol gösterdi sağolsun.

    lokum midemi bozmuştu. izin isteyip wc’ye geçtim. aslında midem bahaneydi, tuvalet kapakları gerçekten altından mı yapılmıştı, merak ediyordum.

    tuvalet boş gibiydi. en sondaki kabine girdim, wc’lerin altın falan değil, bildiğin koçtaş klozeti olduğunu tespit ettim, küçük abdestimi yapıp çıktım. ellerimi yıkarken, yanımdaki kabinin kapısı açıldı.

    yüzümü çevirdim, şok.

    bu, o’ydu….

    -hoş geldin, dedi.

    hala şoktaydım. kamera şakası mı diye sağa sola bakarken, elini uzattı. ellerim ıslaktı. o da wc’den yeni çıkmış, kimbilir taharet almıştı. yine de nazik olmaya çalıştım:

    -hoşbulduk… şimdi o taharetli elinizi mi sıkayım yani, diye gülümsedim.

    gülümsememe mahçupça karşılık verdi. yanımdaki lavaboda ellerini sabunlarken, sohbete devam ettik:

    -nasıl buldun sarayı?
    +gayet güzel, beklediğimden daha mütevazi

    bunu dediğimde, kafasını kaldırdı:

    -nee? nasıl ya? olm milyar dolar harcadık buraya, nereye mütevazi? aklını alırım senin!! nöbetçiler, yakalayın!!

    panik olmuştum. elimdeki kağıt havluyu ağzına tıkadım, tuvalet fırçasıyla sertçe başına vurdum.

    bayılmıştı!

    aklımı toparlamaya çalışıyordum. müthiş bir plan yaptım 12 saniyede.

    cebimde traş bıçağı taşırım hep, rahmetli ninem “bir erkeğin yanında her zaman 3 şey olmalı, traş bıçağı, çakmak, üçüncüyü unuttum” derdi. (alzheimer)

    traş bıçağım yanımdaydı. hala baygınken, yüzünü sabunladım ve bıyıklarını traş ettim. saçlarının yanlarını da sıfıra vurdum. hayko cepkin’e benzemişti.

    kravatını ve ceketini çıkartıp, gömleğinin kollarını kıvırdım ve ayağa kaldırdım. hipster gibi oldu.

    sarhoş birini taşır gibi, yanımda yürütmeye başladım. allah’tan tam baygın gibi değildi, ayaklarını oynatabiliyordu.

    koridora çıktım; yürümeye başladım. karşıdan gelenler garip garip bakıyor, kolumdakinin kim olduğunu anlamıyorlardı. “eh eh biraz fazla kaçırdı ayranı” diyerek yanlarından geçiyordum, gülüyorlardı.

    otoparka indim, arabanın bagajına attım.

    hızla çıktım ak-saray’dan. arkadaşımı yoldan arayıp acilen çıkmam gerektiğini, akşama görüşeceğimizi söyledim.

    şu anda oteldeyiz. ellerini ayaklarını ve ağzını bağladım. bana bakıyor, arada su falan istiyor, veriyorum.

    napıcam bilmiyorum: ((((