17 ağustos 1999

  • geldik yine allahın kara belası güne geceye

    annemi babamı kardeşimi kaybettiğim cehennem geceye…

  • (bkz: istanbul depremini kaçak göçmenlerle yaşamak)

    normal zamanlarda bile çocukların, kadınların videolarını çeken milyonlarca sapık kaçak göçmenle yaşanacak bir deprem büyük trajedilere neden olacak. tecavüzün, kafa kesmenin, sübyancılığın ve yağmanın normal karşılandığı bataklıklardan gelen kaçak göçmenler acilen ülkemizden gönderilmelidir. sırf bu korkutucu senaryodan dolayı eşimi alıp istanbul dışına taşındım ama aklım hala istanbul’da kalan milyonlarca masum insanda. umarım deprem olmadan akp’den de, suriyelilerden de, sapık kaçak göçmenlerden de kurtuluruz.

  • o zamanlar bir terzide çalışıyorum. az ötemizde de bir sucu dükkanı vardı. sucuda bir kız işe başladı günlerden birinde. sarı saçlı beyaz yüzlü bir kız.. aklımı başımdan aldı gitti. tanışmak istiyorum konuşmak istiyorum ama o zamanlar cep telefonu filan yok. durmadan günde 8-10 kez dükkana damacana su isteme bahanesiyle sucuyu arayıp duruyorum. bizim dükkan suyla doldu. bir rum göçmeni dükkan sahibi terzi bir de ben. adam söyleniyor.. "oğlum su isteyip durma nasıl içelim bu kadar suyu?" eski kartal marka bir arabası vardı. akşamları arabasına atıp gidiyor suları zaman zaman. ama her gün paylıyor beni su isteme diye. ne yapsın adamcağız "haftalıklarından keseceğim demeye" başladı. bir başka yol bulmalıydım. ne zaman sucu dükkanına gitsem illa gelen giden oluyor bir türlü konuşamıyorum.

    avcılarda evin karşı sokağında çay bahçeleri vardı. depremde hepsi göçtü gitti. şimdi yerinde villalar var. çay bahçesinde zaman zaman müthiş matineler suareler olurdu. bir akşam müslüm baba gelecekti. nasıl izdiham var anlatamam. arkadaşlarla sıra satıyoruz bileti olmayanlara. saatlerdir kuyruktayız. aa bir baktım emel.. sucuda çalışan kız yanında annesiyle girdi içeri rahatça. meğer annesi gazinoda tuvaletçiymiş. o akşam dedim ki illa benim içeri girmem şart. sıra satmaktan kazandığım parayla gittim bilet aldım hem de karaborsa. akşam girdim içeri nasıl izdiham. baba coştukça coşuyor sahil yolunu inletiyor. böyle bir atmosfer olamaz.

    hemen koştum tuvalet tarafına bir boşlukta. annesi kapıda bekliyor tabi emel nerede diye soramıyorum kadın eski jilet tayfadan iki dakikada çizerler beni. aaa kafamı bir çevirdim emel divan gibi bir şeyin üzerinde o sesin içinde kıvrılmış uyumuş. üçüncü sınıf türk filmlerindeki ajitasyon sahneleri gibi ama bu kez gerçek, tam orada karşımda.

    yaşım 18-19 ama nasıl sarhoşum. bir şeyler yapmam gerek o gün oldu oldu yoksa daha ilan edemem aşkımı. gittim tuvalete girdim yalandan, çıkınca da emel'in annesi kolonya tuttu bana dedim "ben kendim dökeyim". şişeyi düşürdüm yere bilmeden elimden kaymış gibi. hoop şişe yerde ama şansa bak tam kırılmadı. kenarından akıtıyor ama. tüh onu da beceremedik derken kadın bir sinir aldı şişeyi yerden içeriye gitti. tamam dedim oğlum dal içeri ilan et aşkını zaten dayak yesem de acımaz o an.

    gittim içeri uyandırdım. şaşırdı. dedim gün bugün ya allah. bir döküldüm sorma. emel tek bir şey bile demedi. baba nasıl coşuyor dışarda anlatamam inliyor her taraf. sahil yolu öyle atmosfer görmedi. orada olan varsa hatırlar. evlerin balkonları, çatılar, ağaç tepeleri sanki üzüm asması gibi her yerden insan taşıyor.

    emel konuşmadı öyle bekledi. baktım kısa süre bende ona öylece. çıktım gittim sonra annesi gelmeden. koridorda ilerleyip gazino bahçesine yaklaştıkça ses nasıl artıyor anlatamam. nasıl sabaha vardık ne ara uyandım bilmiyorum. sahilde çimenler üzerinde uyandım. aylardan mayıstı. üşümedim çok. arkadaşlarımın her biri ayrı yerde sızmış ama arkadaşlar iyidir.

    hafta başı dükkana gittim. siparişleri paketliyorum ama bir yandan da kafam karmakarışık su istesem ayrı dert istemesem ayrı dert. aaa bir baktım emel geldi dükkana elinde sarı bir etek. bana baktı ama ne bakmak.. yok yok bakmadı beni tornavidayla oydu sanki. eteği gazinodan bir kadın vermiş "bana göre yapılır mı" dedi. "usta yok ölçü almak lazım" dedim. "sen alsan olmaz mı" dedi.

    cumartesi gecesinden bahsetmiyor hiç. acaba rüya mı gördüm? içkiliyim diye kafamda mı kurdum? bel ölçüsü alıyorum mezurayla ama yalan yanlış. ilk kez böyle yakınımda. kokusunu içine çektim. mezurayı tuttu. durdurdu beni ve aniden sımsıkı sarıldı. boynunun kokusu hala aklımda. hiç unutmadım o günü o anı.

    ilk aşkımdı o benim. beraber yürüyorduk, beraber öğlen yemeği yiyorduk, beraber pastanede tatlı yiyorduk. izin günümüzde beraber kadıköy'e, beyoğlu'na gidiyorduk. mutluyduk lan. koca dünyada iki genç aşık vardı bir kenarda ama mutluyduk.

    günler günleri kovaladı koca bir yaz ne güzel geçiyordu anlamıyordum bile. sana muhabbet kuşu almıştım ilk buluşmamızda onu verecektim. sabah işe gideceğim diye saat gece 12'yi geçerken yattım o akşam. birkaç saat sonra müthiş bir gürültüyle uyandık. duvarlar çökmüş kapıyı bulamaz haldeydik. zor bela evden çıktık. yüzüm gözüm şiş, kollarım da ezilmeler var. üzerime annemin duvara dikine dizdiği halılar devrildi zor kalkıp çıktım altından. nihayet dışardaydım. sanki 5-10 dakika sonra her şeş geçecek gibi hissediyordum. sokakta yürüdükçe yıkılan binaları gördükçe aklım başımdan gitti.

    ailem panik halinde bir yere gitmeme müsaade etmiyor ama dinlemedim.. alt sokağa vardım bir fırsat.. belki emel'i görürüm diye. sucunun olduğu bina yıkılmış sanki biri almış başka yere taşımış gibi bina temeline doğru çökmüş. evlerine doğru ilerledim. az daha yürüdüm. binanın ucu gözüktü ama gözükmemeliydi oysa. bu bina daha geride bakımsız küçük bir binaydı. öne doğru yatmıştı bina.. devrilmişti sokağın ortasına doğru. emel oradaydı ya da gazinoda uyumuştu belki de. ölmemiştir dimi? gazinoda geç saatlere kalınca orada uyuyordu bazen. sabaha annesine temizliğe yardım edip sucuya geçiyordu çalışmaya. emekçi kızdı emel.. şimdi pek yok öylesi. gazinonun olduğu yere indim. denizin suyu kaplamış sahili. masalar sandalyeler yüzüyor kıyılarda. taşmış her yer, çamur, yosun balçık... sanki batmış gazino gölün içinde kalmış gibi.

    o gün göremedim emel'i. kimseye bir diyemedim, soramadım. bakındım bulamadım. bir daha hiç göremedim. enkaz çalışmaları yapıldı ama emel yoktu. annesi de yoktu. herkese ulaştılar ama birkaç kişinin akıbetini hiç öğrenemedik. bunlardan biri de emel'di.

    annesini gazinocular borçlandırmış fırsat bu fırsat kaçtılar diyenler oldu. aslen göçmenlerdi arayan soran yoktu sahipsiz kaldılar kimse ilgilenmedi üstlerine yeni bina yapılmıştır diyenler oldu. nasıl da kolay dediler bunları.. bir daha emel'i hiç göremedim. o kadar göremedim ki bazı geceler acaba hiç böyle biri yoktu da ben mi kafamda kurdum diye düşündüğüm zamanlar bile oldu. onla gittiğimiz her yere onsuz da gittim. insanların yüzlerine bakmaya başladım belki denk geliriz diye. hafızasını kaybetti bir gün gelir diye düşündüm bazen de.. gelmedi, dönmedi. sonraları ölmüşler dediler ama kesin bilgi bulamadım. can pazarı vardı etrafta. bizim sokakta herkes komşuydu, hatta bazıları akrabaydı ama kimse kimseyi tanımıyor gibiydi. herkes kendi canının derdine düşmüştü.

    emel'i bir daha hiç görmedim, akıbetini öğrenemedim. ama biliyorum emel öldü. ölmese gelirdi. kesinlikle gelirdi, yine sarılır birbirimizin yaralarını sarardık sahil kenarında..

    kaç sene geçti be emel baksana. acaba nasıl olurdu senle geleceğimiz? sık sık anıyorum seni. eski mahalledekiler önce öldü dediler, birkaç sene sonra "enkazdan da çıkmadılar kesin kaçtı bunlar" dediler, ben hep öldü bildim seni çünkü bilirim, yaşıyor olsan gelirdin. ama yaşıyorsun, iyisin ve gelmedin diyelim.. yine de bir şey değişmez ki, seviyordum seni. gelsen de gelmesen de seviyordum.

    her neredeysen ne haldeysen bil ki seni hiç unutmadım.

  • “ 1990’larda 2 yıl arayla ve birbirine yüzlerce kilometre uzaklıkta dünyaya gelen, doğal olarak birbirlerinin varlığından dahi haberdar olmayan bu genç kız ve yorgun köpeğin hayatları, 1999 yılında yaşanan bir can pazarındaki mucizeyle kesişti.

    görsel
    görsel

    macaristan’ın miskolc kentinde 12 kardeşin sonuncusu olarak dünyaya gelen, bu nedenle içlerinde en ufak ve narin yapılı olan mahsun köpek yavrusu doğduğunda yıl 1994’tü. alman shepherd cinsi olan yavrulardan her biri kendilerine birer yuva bulurken, duruş bozukluğu gözlenen ve kardeşleri kadar rahat hareket edemeyen mahsun yavru kendini malesef sokakta buldu, ardından da yolu laszlo lehoczki isimli macar’la kesişti. çocukluğundan beri köpeklerle iç içe büyüyen ve gerçek bir hayvan dostu olan lehoczki’nin onu bir çöplükten aldığına dair söylentiler olsa da teyid edilmiş bir bilgi değil bu.

    ne var ki metruk alanlarda kaderine terk edilen yüzlerce engelli ya da istenmeyen kedi ve köpeğin varlığına her gün tanıklık ettiğimiz için bu ihtimal pek yabancı da değil. yürümeyi köpeklere tutunarak öğrendiğini söyleyen hayvan dostu lehoczki tarafından mancs ismi verilen yavru köpeğin sahiplenildiği gün değişti talihi. macar dilinde ‘manç’ olarak telafuz edilen ve ‘pençe’ anlamına gelen isminin hikayesi ise buna rağmen buruktu.

    mancs’ı sahiplendiğinde vücut ağırlığının büyük bölümünü ön ayaklarına verdiğini ve köpeklerin arka ayaklarıyla yaptığı çoğu şeyi ön ayağıyla yaptığını fark etmişti lehoczki. ilk zamanlar sebebini bilmediği bu durum ona sevimli gelmiş, bu nedenle de ismini mancs, yani pençe/pati koymuştu. ancak 6 aylık olduğunda bunun göründüğü kadar sempatik bir durum olmadığı mancs’ın yürümekte zorlanmasıyla ortaya çıktı. yapılan muayenesinde arka ayaklarından özellikle birinde, doğuştan gelen ciddi bir sakatlık olduğu teşhis edildi mancs’ın. sebebi bilinmiyor ancak bu kadar değerli bir köpeğin sahipsiz kalma sebebinin belki de bu olduğu düşünülüyor. o dönem bir fabrikada çalışan, ekonomik olarak da pek parlak bir durumda olmayan lehoczki buna rağmen mancs’ın tedavisinde hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaya gayret gösterdi.
    mancs’ın ameliyatı ve devamında kullanılan pahalı ilaçlar sebebiyle kızı nikolett için ayırdığı bütçeden dahi fedakarlıkta bulundu. neyse ki mancs’ın tedavisi olumlu cevap verdi ve uğruna katlanılan tüm fedakarlıklar sonradan tebessümle anıldı.

    görsel

    lehoczki, aylar süren ve mancs’ın yanından ayrılmadığı rehabilitasyon süresince o güne kadar fark edemediği özelliklerini keşfetti. arka ayaklarından doğuştan özürlü olan ve tedaviye rağmen hayatının sonuna kadar hiçbir zaman diğer çoban köpekleri kadar hızlı koşamayan mancs’ın, buna karşılık ortalama bir köpekten çok daha kuvvetli sezilere ve koku ayırt etme yeteneğine sahip olduğu ortaya çıktı. 1996 yılında miskolc’de bir kısım gönüllü ile birlikte doğal afet ve felaketlerde görev almak üzere bir kurtarma ekibi kurdu lehoczki, ekibin ismine ise ‘örümcek takımı” denildi. tamamen amatör olarak ve insani yardım amacıyla kurulan takımdaki tüm üyelerle birlikte 3 köpek eğitim aldı, bunlardan biri de mancs’tı.

    görsel

    mancs’ın yeteneği ve sezileri diğer köpeklerden çok daha güçlü olduğu için eğitilmesi de kolay oldu, hatta radar ve viking isimli diğer köpeklerin eğitilmesi de onun sayesinde gerçekleşti. mancs, takımla birlikte aldığı eğitimi diğer türdeşlerine aktarma yeteneğiyle örümcek takımı’nın gücünde çok önemli bir çarpan oldu. örümcek takımı 90’ların ikinci yarısında asya, latin amerika, afrika ve avrupa’ya yayılan çok geniş bir alanda arama kurtarma faaliyetlerine katıldı. ancak üstlendikleri müthiş sorumluluk ve kurtardıkları onca insan arasında 1999 yılında yaşanan gölcük depreminin yeri apayrıydı. izmit’in bekirpaşa beldesinde yıkılan bir apartman enkazı altında olduğu tahmin edilen ancak hiçbir izine ulaşılamayan 3 yaşında bir kız çocuğuydu gölcük’ü mancs için ayrı kılan. dünyanın dört yanında gelen kurtarma ekiplerinin arama köpekleri küçük çocuğa ulaşmak için çabalamalarına rağmen hiçbir sonuç elde edilememişti. lehoczki’nin natgeo’ya verdiği röportaja göre yaşlı bir kadın(muhtemelen büyükannesi) bedeni altında kalan, bu sayede hayatta kalmayı başaran ancak ses ve kokusu büyükannesinin cansız bedenini aşamayan 3 yaşındaki kız çocuğunun ismi hatıra’ydı. umutların tükenmeye yüz tuttuğu anda; depremden tam 82 saat sonra, molozları kaldırmak için iş makinelerinin geldiği sırada hatıra’nın yorganı koklatılan mancs, küçük kızın kokusunu almayı ve yerini tespit etmeyi başardı. hatıra’nın yerini tarif eden mancs, bu sırada moloz yoğınları arasında arka bacaklarından birine paslı bir inşaat demiri saplanmasına engel olamadı. bu halde arama çalışmalarına devam eden mancs’ın detaylı tedavisi ancak macaristan’a döndükten sonra gerçekleştirilebildi.

    görsel

    depremin 1. yıl dönümünde, 17 ağustos 2000 tarihinde örümcek takımı’yla birlikte izmit’e gelen mancs ilk olarak küçük hatıra’yı ziyaret etti.

    görsel

    olan bitenden ve mancs’ın kendisi için yaptığı fedakarlıktan henüz haberi olmayan hatıra ise depremin 1. yılı anısına, mancs’la birlikte, tüm haber ajanslarında yer alan ve hafızalardan hiç çıkmayan bu pozu verdi.

    görsel

    gölcük depremi mancs için en medyatik anı olarak tarihteki yerini alsa da, izmit’ten sonra dünyanın dört yanında, 30’a yakın ülkede yaşanan doğal afet ve felaketlerde görev almaya devam etti örümcek takımı’yla birlikte kahraman köpek. bu arada çok büyük bir üne de kavuştu.

    görsel
    görsel

    el salvador’dan yunanistan’a, hindistan’dan şili’ye ve meksika’ya kadar 30’a yakın ülkede hatıra gibi yüzlerce çocuğu aileleriyle birlikte kurtardı. mancs, kurtardığı yüzlerce hayatın ardından sağlık sorunları sebebiyle 2004 yılında örümcek takımı’ndan emekli edildi ve kendisini onore etmek amacıyla doğduğu miskolc kentinde bu heykeli yapıldı.

    görsel

    2006’da ise uzun süredir mücadele ettiği zatürreye yenik düşerek 12 yaşında yaşama veda etti. mancs’ın emekliliğinin ardından faaliyetlerine devam eden örümcek takımı, eğitimlerinde mancs’ın katkı sağladığı diğer köpekleriyle dünyanın dört yanında insan hayatı kurtarmaya devam etti ve evrensel bir üne kavuştu. avrupa parlamentosu, örümcek takımı’nın insani yardım faaliyetlerinden ötürü 2015 yılında tüm üyeleri fahri vatandaşlık ödülüyle onurlandırdı. miskolc’de düzenlenen törenin konukları arasında mancs’ın 1999 yılında, henüz 3 yaşındayken hayatını kurtardığı 19 yaşındaki hatıra ve ailesi de vardı. mancs’ın yokluğunda buruk geçeceği düşünülen tören, hatıra’nın katılımıyla anlam kazandı. örümcek takımı’nın lideri olan hayvan dostu laszlo lehoczki, mancs’ın tedavisi için eğitim bütçesinden fedakarlıkta bulunduğu kızı nilolett’in de katılımıyla bugün dünyanın dört yanında “imdat” diyenlere umut olmaya devam ediyor. eşiyle birlikte hem yeni arama kurtarma köpeklerini eğiten, hem de yardıma muhtaç yavru köpeklere kol kanat geren bu merhametli insan için “o bambaşkaydı” dediği mancs’ın yeri ise hâlâ apayrı.”

    https://twitter.com/…er7/status/1294891152357732354

    not: ağlamıyorum, gözüme toz bulutu kaçtı.

  • istanbul bahçelievler'de 6. katta olan evimizde gece 01 civarı annemle tartışıyorduk. tartışma uzuyor ve ben sinirlenip sivas'tan getirdiğim yavru kediyi yanıma alarak odama gidiyor ve kapıyı kilitliyorum. o sinirle 10 dakikalık uyuyorum ki annemin odamın kapısına vurarak ismimi seslenip "deprem oluyor" demesiyle yataktan fırlıyorum. annemi, babamı ve kardeşlerimi kapı eşiklerine yerleştirip kendimde bir eşikte bekliyorum. bütün bunlar saniyeler içinde oluyor. elektrik kesiliyor ve deprem duraksıyor. aileme yerlerinden ayrılmamalarını söyleyerek mutfağa koşuyorum. ortalığı aydınlatacak bir şeyler bulmak için. işte asıl kıyamet o an kopuyor. apatrman beşik gibi sallanıyor. mutfakta duvarda asılı her şey duvara vuruyor. salonda televizyon yere düşüyor.deprem sanki yukarıdan aşağıya şekilde vuruyor. duvarların içinde inşaat tahtaları çatırdıyor.ve bir türlü sonu gelmiyor.

    depren duruyor. üzerimizde ne varsa o şekilde karanlık bir binada 6. kattan aşağıya kaçarken kedi aklıma geliyor. ailemi gönderip yukarıya geri çıkıyorum. hayvan odamdaki çekyatın altından miyavlıyor. normalde o çekyatı iki elimle bile kaldıramazken tek elimle kaldırıp diğer elimle yavru kediyi alıp tekrar koşarak apartmanı terk ediyorum.

    bütün sokak aşağıda. ailemle arabaya atlayıp istikameti bilmeden gidiyoruz. gecenin 3' ünde e5 iki yönden de kilit. filmlerdeki mahşer günü sahneleri yaşanıyor. radyo ve cep telefonları çekmiyor. yenikapı sahiline geliyoruz. babam arabayı park ediyor. radyoları arıyoruz. birkaç saat sonra çok cızırtılı da olsa tgrt radyosu çekiyor sadece. fakat merkez üstü belirtmiyor. ben ankara'da ki kız arkadaşıma ulaşmaya çalışıyorum. ama telefonlar hala çekmiyor.

    gün aydınlanmaya başlıyor. babam kendisini dükkana bırakmamızı istiyor. kendisini dükkana bırakıyoruz. bana beylikdüzü'nde oturan amcama bakmamı söylüyor. arabayı alıp anne ve kardeşlerimle basıyoruz beylikdüzü istikametine. avcılar'a geldiğimizde nasıl bir kıyametin koptuğunu görüyoruz. ana caddede, sokak içlerinde bir sürü yıkılmış bina. insanlar başlarında toplanmış. yaklaşık 5 saatten beri enkaz altında kalanlara sesleniliyor. tam 20 yıl önce bugün. kıyameti yaşadım. ölenlere ağladım, kurtulanlara sevindim. tanıdıklarım enkaz altında can verdi. sarsıntılar günlerce sürdü. rahmetli ahmet mete ışıkara'yı dinleyerek teselli bulmaya çalıştık ve yıllarca sürecek deprem korkusuyla devamlı tavandaki lambayı kontrol ederek.

  • hayatımdaki en büyük iki travmadan birini bana yaşatan tarih. o dönem değirmendere'de yaşıyoruz. yıllarımız orada geçmiş, tüm arkadaşlarım, komşularımız, tanıdıklarımız... deprem olduğu gün ben annem ve ablamla anneannemdeyiz, babam değirmendere'de. sabah dayımın telefonuyla uyanıyoruz. "kocaeli'de deprem olmuş, eniştem nasılmış haber aldınız mı?" telaşla tv'yi açıyoruz, hava kamerası görüntülerinden evimizi bulmaya çalışıyoruz, bulur gibi oluyoruz ama bizim evimiz olup olmadığından emin olamıyoruz. babam da aramadığı için daha da telaşlanıyoruz, ablam ve ben ağlıyoruz annem daha sakin kalmaya çalışıyor. diğer evlere bakarak yıkılan evleri tespit edip "acaba sağ kurtulmuşlar mıdır?" diyoruz.
    almanya'da tatilde olan arkadaşım arıyor, ağlıyor, "annemden babamdan haber alamıyorum, nasıl ulaşacağım" ona binanın yıkıldığını söyleyemiyoruz, sonradan öğreniyoruz ki babası ölmüş annesi babasını üç gün kolunda taşıdığı için kolu kesilmiş.
    arkadaşlarım ölmüş, o hiç sevmediğim ayça için bile günlerce ağlıyorum...
    herkes dört bir yana dağılmış, şimdiki gibi cep telefonu da yaygın değil rahatça haberleşemiyoruz.
    17 ağustos bazıları için bir dönüm noktası olmuştur, umarım kimsenin hayatı bir daha böyle bir nedenden değişmez.

  • depremin oldugu hafta yasadigim ulkeden tatile turkiyeye gelmistim! bir hafta sonra da arkadasim sayesinde, akuttan haberdar oldum. birlikte zahmetli bir yolculuga ciktik.
    bize kanadali, amerikali ve sonradan katilan belcikali kurtarma ekiplerine dil konusunda yardimci olmamiz istendi.
    baktik kimse bize birsey sormuyor. adamlar getirdiklerini koyup gidiyorlar. biz de onlarin dagitim islerini aldik.
    ozellikle ic anadolu, bati karadeniz ve guneydogudan gelen vatandaslarimiza golcukteki yemek kazanlari basinda yemek servisi yaptik.
    sonra bahriye askeri yerelden olmayan dolandiricilari tespit edip, adamları yakaladikca sayilari azaldi. bunu da şuradan anladık ki, o depremden sonra gölcüklü olanlar ya kurtarma ekiplerine destek için kendi binaları başındaydı ya da şehri terk etmişlerdi.

    ama ilk haftalarda o sehirde yasamayan onlarca kişiye yemek dagittik! büyük kazanlarda pişiyor, akşam olduğunda da hep aynı suratlar çoluklu çocuklu insanlar sıraya giriyorlardı. bu sıradan aklımda kalan ilginç şey de adamların o denli skinde değil ki oradaki insanlara ne olduğu! 2 gün arka arkaya eldeki malzemelerden aşçılar bulgur pilavı yapmışlar. 2-3 tanesi bu ne ya! her gün aynı şeyleri veriyorsunuz. dalga mı geçiyorsunuz diye arkadaşın boğazına yapışmışlıkları vardı. yüzsüzlük abideleri şeref yoksunu herifler!

    dibine sokulup abi marlboro var diyenler. arabasındaki malzemeleri gösterip abi hiç sıraya girme, ben sana bunları vereyim sen de beni gör diyenler! deniz kuvvetlerinin patlamış binası içerisinden çıkan denizaltı maketini bile satmaya çalışan adamla pazarlık edip, polise teslim etmiştik. orada geçirdiğim 40 gün boyunca.

    ayrıca orada kimsenin çok dillendirmediği iğrençlikte sokakta yatmaya başlayan halkın arasına karışan bazı memleketten gelen yabancıların ailelerin çocuklarını para, şeker, çikolata karşılığı kaçırdığı haberleri o dönemde çok ayyuka çıkınca insanlar yemek çadırına evladını emanet edip, gidip kendi eşyalarının peşine düşmüştü. bu sebeple çok sayıda çocuğa ingilizce öğretmeye çalışmışlığımız oldu.

    bir de (bkz: nasuh mahruki) gibi vatan evladinin iki kolon arasinda sikismis bir kadinin ezilen ve kolundan dolayi cikarilamayan kadinin kolunu uyusturup, kestikten sonra cikarmasinda ekibin icindeydim! bugune kadar bir isi bu kadar husu icinde yapan baska bir insana rastlamadim. bu adama vatan haini diyen suriyelidir net!

  • depremi yaşamamış gavatların hala daha "sesimi duyan var mı?" "ınıtmıdık 1999" yazılı şeyler paylaşıp acımızı yaşatacak belli ki. amuna koduğumun dünyasında unutmak istediğim tek bir şey var tam unuttum diyorum tarih 15-16 ağustosu gösteriyor bütün bu depremi yaşamamış orospu çocukları da inatla ölenleri anıyoruz bıdı bıdıları ve yok evliyalar gözüktü yok bilmem ne ile gözümüze gözümüze sokuyorlar.

  • lisedeki milli güvenlik dersine giren albay anlatıyor.
    "siz deprem diyorsunuz ama, orada bitmedi. 17 ağustos günü yıkım yaşandı. hem binalar yıkıldı hem de insanlıklar.
    çocuklar 17 ağustos'tan sonra meydana çıkan kaosu önlemek ve insanı yardım yapmak amaçlı gölcük'e giden birliğin komutanıydım. sizi temin ederim, ben hayatımda başka bir yerde bedeninin yarısı enkaz altındaki yaşlı kadını kurtarmak yerine, şişen parmağındaki altın yüzüğü almak için kadının parmağını taşla ezerek kopartan başka bir millet görmedim. zaten 1 ayda anca sağladık düzeni. sonrası zaten(boğazı düğümlendi, sesi büzüştü.).. neyse çocuklar konumuz neydi. bunlar hatırlanmak istenmeyecek ama asla da unutulmaması gereken şeyler."

  • 16 ağustos 1999/gölcük

    askerden geleli 19 gün olmuş.

    gölcük sıcak...ama öyle böyle değil, çok sıcak.

    sabah saat 10.00 civarı sağlık ocağına gittim ayağımdaki alçıyı aldırdım. nasıl rahatladı ayağım. alçının içinde pişmiş de ben farkında değilmişim.

    öğleden sonra dükkandayım, liseden arkadaşlarım geldi. erkan, fahri, ilker, serdar.

    hoşbeş muhabbetten sonra planlar yapıldı, akşam kavaklı sahilindeyiz, takılıcaz..eski günleri yadedicez.

    akşam saat sekizbuçuk, beş arkadaş kakara kikiri sahile iniyoruz, ama hala çok sıcak..öyle böyle değil..

    serkan'ın evinde almanya'dan misafirleri varmış. "bir kızları var" diyor "yengeniz olur heee şişşşş"..

    ilker babasıyla kavga etmiş, ondan yakınıyor. "olmuyor hacı" diyor "olmuyor anasını satayım, aynı işde babayla ol-mu-yor".

    serdar gene aynı serdar hiç değişmemiş, zayıflıktan ölecek.

    erkan'da benim gibi askerde teskereye tabi ameliyat olmuş yeni gelmiş, iki sakat girmişiz kolkola sağa sola sarkıyoruz, dünya s*kimizde değil.

    gece saat oniki buçuk civarı "hadi" diyorum "kalkalım artık , bizde kimse yok. gidelim eve bi çay yapalım sabaha kadar devam muhabbete"

    alayı geri vites yapıyor yok efendim geç oldu sabah iş var diyor biri diğeri babamla papazım şimdi dışarda kalmıyım tedirginliğinde serkan efendi misafir kızı görebilmenin telaşında..

    bi erkan geliyor beraber gidiyoruz bize..

    hatuna tefon açıyorum, o zaman cep telefonu yok bizde.. zaten sayılı adamda var..
    pahalı meret.

    saat 03.00 civarı telefonu kapatıyorum oturma odaya giriyorum.. erkan sızmış.

    -şişş alooo kalk olm çekyatı açalım da rahat yat lan.

    +ne yatması olm uyumayamı geldik muhabbet zamanı şimdi eee anlat bakiim naap.......

    binanın tüm menteşeleri tüm demirleri yeryüzündeki en korkunç sesi çıkartmaya başlıyor. aman yarabbi hayatımda yaşadığım ve belkide yaşayacağım en büyük korku...

    ölmek üzereyiz... her şeyin sonu...

    kapının eşiğinin altında sarılıyoruz erkanla birbirimize..

    eşhedüenla ilahe illallah....

    öyle sıkı tutumuşum ki arkadaşımı ameliyat yeri kanamış, çok sonra farkediyoruz.

    ikinci büyük sarsıntının ardından tozdan zindan olmuş sokağa çıplak ayaklarımızla inişimiz. tam önümüzdeki komşu binanın enkazından gelen çocuk ağlaması "anneee annee nerdesiniz?" ömrümünüzün sonuna kadar unutamayacağımız acı tecrübenin ilk detayı olarak hafızamıza yer ediyor. sahi acaba ne oldu o çocuk.

    serkan, misafirleri ve ailesinin tamamıyla beraber rahmetli oldu.

    bizim dükkanızımız bir daha hiç açılmadı.

    ilker'in babası dükkanı ilker'e bıraktı, araları iyi şimdi.

    fahri akyazı'ya göçtü, depremden sonra bir daha görüşemedik.

    serdar aynı amk. hala zayıf.

    aradan yıllar geçti, şimdi kentsel dönüşümle alakalı çalışmalar başladı, hasarlı binalar yıkılacakmış. baktım listeye bizim ev yok. biz mezarımızda oturmaya devam edecez.

    artık gölcük'de hava hep soğuk..ısınmıyor.

    rabbim ölenlere rahmet etsin, bir daha yaşatmasın.