15 temmuz 2016 darbe girişimi

  • türkiye'nin tek gündemi, akp'nin halka armagan ettigi en büyük mit. he, düsmanlari alt ettiniz he. cok süper türklersiniz. herkes de sizlere karsi zaten, tüm dünya! fetö'yü yenince ameriga'yi da, dünyayi da yenmis sayildiniz! bravo!

    bi de su sürekli tekrarlanan 'kendi halkina silah dogrultan asker' nakarati.

    bunu soyleyen insanlarin cogunlugu askerin yuzyillardir silah dogrulttugu kürdü insan saymiyor, hatta o tur silah dogrultmalari epey dogru, güzel buluyor.

    bunu soyleyenin gezi'de ve sonrasinda polisin halka dogrulttugu silah da pek umrunda degil. asker nasil halka silah dogrulturmus, mal.

    sanki ülkede hicbir olay yok, suriye'ye yapilan isgal, ordaki radikal islamcilari beslemek gibi bir sorunumuz yok, diktatör yok, onun basimiza peydahladigi fetöcüler yok, bi bu darbe var sanki.

    tabii orda magdur dogu'da yasayan kürt, gezi'de sokaga cikan genc degil. darbenin hedef aldigi hükümet ya, yapilan kötülük ona kötülük, bin yil konusursunuz.

    o gece sokaga cikanlarin isidci, akpli islamci fasistler oldugundan da tek süphe duymuyoruz. tayyip'in cagrisiyla sokaga cikmamis, akp'yi desteklemeyecek tek bir insan o gece demokrasi savunuculugu icin filan cikmaz sokaga. neden mi? cunku bir demokrasi filan olmadigini biliyor. ancak antidemokratik bir duzeni ölesiye savunan insan cikar sokaga. kimlerdi? tekbiri agzindan düsürmeyenler.

    islamcilarin kahramanlik destanina figüran olmaktan cok daha önemli isler var bence. biraz da onlardan bahsedin, darbe gündemi fena baydi.

  • fon: https://www.youtube.com/watch?v=o0hwdzkoxrg

    1* 11 eylül 1919... sivas'ta toplanan kongre kararını yayınladı. karara göre "her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir." ve hemen altında başka bir karar bulunuyordu "manda ve himaye kabul edilemez." nasıl?

    2* güneyde ingiltere ve fransa, akdenizde italya ve egede yunan işgaline uğrayan anadoluyu kurtarmak için bir araya gelen kongre hem memleketi kurtarmak için top yekün direniş kararı alıyor, ardından mandayı mı tartışıyor? belki reddediyor ama ciddi bir biçimde manda ve himaye kongrenin tartışma konusu olabiliyor. nedeni basit. memleketi kurtarmak için atatürk'ün etrafında bir araya gelenler arasında mandacılar var. sadece mandacılar olsa iyi. saltanatçılar, hilafetçiler, islamcılar, türkçüler, ve cumhuriyetçiler...

    3* her birinin memleket hakkında birbirine temelden karşı olan farklı fikirleri var. ve fakat düşman işgalinden kurtulmak için bir araya gelebiliyorlar. en önemlisi bu iş yapılırken "sen saltanatçısın, senin padişahın yüzünden başımıza bunlar geldi" diyerek saltanatçıları dışlamıyorlar. yahut "sen islamcısın, islamcılık yüzünden memleket geriledi ve çöktü, sizin yüzünüzden" diyerek islamcıları suçlamıyorlar. mandacılara "memleketi ingiliz idaresine bırakmak istiyorsunuz, sizinle bir araya gelemeyiz" demiyorlar.

    4* islamcılık, saltanatçılık, mandacılık... tümü için bir memlekete ihtiyaç var ama memleket işgal altında. bu yüzden bir araya gelip top yekün direnişe geçmek farkındalığına varıyorlar. tüm karşıt fikirleri ve düşmanlıkları bir kenara atarak bir oluyorlar. işte 15 temmuz 2016 akşamı ve devamında yapılması icap eden şey de budur. ne sokaktaki sarıklılar ne okunan selalar bahane edilemez. memleketi müdafaa için sokağa inilmeli ve hep birlikte bu darbe girişimine karşı durulmalı. neden mi?

    5* cemaat, diğer yazılarımda da belirttiğim üzere 2013 yılından itibaren etkin olmak üzere 2011 yılından bu yana akp karşıtı bir oluşumdur. her şeyin 7 şubat 2012'de yaşanan mit krizi ile başladığı düşünülse de mesele daha eski. daha 2011 yılından itibaren iran'la yapılan altın ticareti kayıt altına alınıyordu. 2013'te yaşanan 17-25 aralık operasyonları ise herkesin malumu.

    6* bunların darbeyle ilgisi ne diye soranlar olabilir. var. hastalığa teşhis koyabilmek için öncül etkilerini izlemek zorundayız. cemaat ne oldu da akp ile ters düştü. bunu daha önce uzun uzun yazdım. tek cümleye indirgersek: akp'nin abd ile olan ilişkilerinin bozulması.

    7* bakalım, 2002'de akp batı'nın da umutlu desteğiyle iktidara geliyor. destek 2007'ye dek aralıksız sürüyor. cemaat kadroları devlete yerleşiyor. türkiye'ye yabancı sermaye yağıyor. karşılığında türlü tavizler veriliyor. 2007'nin nisan ayında tsk hükümete muhtıra veriyor. abd şüphe etmeden akp'nin arkasında durduğunu açıklıyor. tehlike geçtikten sonra ise ergenekon operasyonları başlıyor. cemaat akp'nin yanında olmanın ötesinde bizzat operasyonları yönetiyor. yüzlerce asker ordudan atılıp hapsi boyluyor. bu arada, boşalan mevkilere kimler getirildi dersiniz?

    8* 2009 yılında kürt açılımı başlıyor, abd hükümeti alkışlıyor. cemaat o kadar akp'li ki, artık muhalefetin bile hedefinde. hakkında yazılan kitaplar basılmadan toplatılıyor. hükümet cemaati koruyor. 2011 yılında arap baharı patlak veriyor. işte o yıl tüm senaryo değişiyor.

    9* akp'nin abd ilişkileri bozulunca cemaatle de arası açılıyor dedik. bunu nereden anlıyoruz? akp ırak'ın işgali olsun, neo-liberal ekonomik reformlar olsun, özelleştirmeler ve en nihayetinde kürt açılımı olsun, daima abd ile ortak hareket etmiştir. 2011 başlarında da öyleydi. çünkü arap baharı ile devrilen arap diktatörlerin yerine akp'nin de desteklediği müslüman kardeşler örgütü yerleşiyordu. batı buna zamanla müsaade etmedi. önce ırak'ta, sonra libya'da, mısır'da ve en nihayetinde suriye'de...

    10* erdoğan'ın bakışı, tüm o mutlu ittifak yıllarına rağmen dostu abd'nin müslüman kardeşleri mimlemesiyle değişiyor. öyle ki, en son 2013'te mısır'da yaşanan darbe ile devrilen dostu mursi'ye hiç bir erdoğan dostu batı ülkesi yardım etmiyor. işte erdoğan zamanla batı'nın gerçek yüzünü gördüğünde, kendisine biçilen kostümün dışına çıkmaya başlıyor. ilk olarak iran'a uygulanan ambargo deliniyor. tabi bu sırada akp'nin en büyük yol arkadaşı cemaat de dinliyor, takip ediyor, kaydediyor.

    11* akp aynı zamanda kürt sorununda uyguladığı batı'nın phillips raporu'nu da çöpe atıp yeni politika oluşturuyor. yeni politikayı kim icra ediyor? hakan fidan. onu da 7 şubat mit krizi ile ortadan kaldırmayı deniyor cemaat. sormak istiyorum, müslüman kardeşlerin mimlenmesine rağmen akp batı'nın gösterdiği çizgide gitseydi, cemaat ile akp'nin arası açılır mıydı?

    12* bunları neden anlatıyorum. şunu aydınlatmak için. cemaat dediğimiz, abd'nin kontrolünde ve onun refleksleriyle hareket eden bir kuruluştur. bir an için bunun gerçek olmadığını düşünelim. cemaat'in geçmişi neredeyse 40 yıl. 40 yıldır devlet içinde teşkilatlanıyorlar ve her hükümet neredeyse cemaatle sorunsuz çalışıyor. biri hariç: erbakan. ne tesadüf ki onun da arası abd ile hiç hoş değil. neyse, asıl mevzuya dönelim, abd türkiye'de 40 yıldır asker, polis, istihbarat kurumlarında teşkilatlanan bir yapıdan habersiz olabilir mi? bu mümkün mü? haberi bulunuyorsa, kendi kontrolünde olmayan böyle bir yapıya tahammül eder mi?

    13* beyler, bayanlar... ergenekon, balyoz operasyonları neden yapıldı? çok basit. anlattık. 2006 yılından itibaren abd beyin takımı türkiye'de amerikan karşıtı hava olduğunu beyan etti. morton abramowitz bunu bizzat yazdı. bu amerikan karşıtı hava dediğimiz şey kemalizmdir. zira kemalizm abd'nin devletin içinden söküp atamadığı yegane zihniyettir. en azından 2007'ye dek öyleydi. bu zihniyet, gerek tsk içinde gerek sivil toplum örgütlerinde ve bürokraside mevcuttu.

    14* 40 yıldır yapılanan cemaat dedik, abd'den habersiz peydah olmayacağı açık dedik. zaten öyle olmasa abd'nin biricik dostu özal döneminde böyle etkin olabilirler miydi? ee, o zaman abd'nin cemaat ile ilgili tutumu ne? biliyor muyuz? merak etmeyin biliyoruz. biliyorduk. ta ki 1990'lardan itibaren.

    15* abd kendisinden habersiz hiç bir yapının devlete sızmasını istemez. zira 1970'lerde, 80'lerde sovyet tehlikesi mevcut. türkiye ise abd'nin ortadoğudaki kalesi. yani, bir yapılanma devlete sızıp ele geçirirse, ileride türkiye'yi sovyet blokuna kaydırabilir. böyle bir tehlike var. abd buna imkan verir mi? vermez. demek ki abd cemaati biliyor ve cemaatten rahatsız değil, tahammül gösteriyor. bunun tek bir açıklaması var. cemaat bizzat abd'nin kontrolünde.

    16* peki abd neden türkiye'de devlete sızması için din tabanlı bir örgütü kullanır. herkesin aklına gelen ilk neden, memleketin büyük ölçüde müslüman olması. evet. ama asıl neden o değil. asıl neden başka: siyasal islam.

    17* haberlerde çarşaf çarşaf yazıyor, 1986-1990 arasında cemaat kadroları büyük ölçüde orduya sızmaya başlamış. kimin dönemi? özal. abd'nin biricik müttefiki.

    18* tam da o tarihlerde, graham fuller türkiye'de mülakat veriyor. kemalizm 1920'lerde gerekliydi ama artık değil diyor. islami metod yeniden düşünülmeli diyor. türkiye bu şekilde ortadoğu için önemli bir model olur diyor. kemalizm, islami metod, model...

    19* mesele gayet açık değil mi? iran islam devrimi'nden sonra ortadoğunun radikal islama kaptırılmaması için ılımlı islam dedikleri bir kavram oluşturuyorlar. batı ile dost, bağımsızlık hayalleri olmayan daha soft bir islam bu. ve bu modelin aksamadan uygulanması için de cemaati devlet kademelerine yerleştiriyorlar. akabinde bu yapıyla uyumlu çalışabilecek muhafazakar partileri destekliyorlar. ilk deneme erbakan'la oldu. ama erbakan gülen'i sevmezdi. devirdiler. üstelik bunu yaparken de önlerine kemalistleri kattılar. ne hazin. pekala ileride kemalistleri devirmek için de muhafazakarlar kullanılacaktı.

    20* erdoğan o zamanlar gülenci miydi? hayır. erbakan geleneği gülenci değildi. dolayısıyla erdoğan da değildi. hapisten çıktığı zaman bile gülenci değildi muhtemelen. zira o zaman avustralya'ya nakşibendi şeyhi mehmet esat coşan efendiyi ziyarete gitti. ama ne oldu? coşan ziyaretin ardından kaza geçirip vefat etti. erdoğan ise farklı bir yola girdi.

    21* muhafazkar iktidarlada cemaatin devlete sızması kolaylaşıyordu. ve fakat, devlette hakim mevcut zihniyet kemalizm buna müsaade edecek miydi? ankara dgm başsavcısı nuh mete yüksel önce gülen sonra da erdoğan hakkında dava açtı. gülen abd'ye gitti. daha sonra yüksel'in seks kasedi ortaya çıktı, istifa etmek zorunda kaldı. davalar sonuçlanamadı.

    22* yukarıda 2006 yılından itibaren abd beyin takımı türkiye'de amerikan karşıtı hava olduğunu beyan etti dedik. devlette hakim mevcut zihniyet buna müsaade etmemişti. ortalık karışacaktı. nitekim karıştı. pekala abd-cemaat ittifakı "devleti ele geçirmeye çalışıyoruz ama mevcut zihniyet müsaade etmiyor" diyecek değildi. asker darbe yapıyor dendi. bir de uyduruktan muhtıra verildi. muhtırayı veren sağolsun, bu hikayeye herkesi inandıran odur. o yüzden ona dokunmadılar. ortalık toz duman oldu. herkesi aldılar. "bunlar da darbeye destek çıktı" denilerek anti-amerikancı sivil toplum kuruluşu, muhalif medya, akademisyenler... kim varsa bertaraf edildi.

    23* peki o zaman abd basını nasıl tepkiler verdi? çok basit. türkiye'de demokrasinin kazandığını, darbecilerin perişan edildiğini ve memleketin demokratikleştiğini yazdılar. çünkü boşalan kadrolara olduğu gibi cemaat yerleşiyordu. ergenekon operasyonlarıyle kemalizm devletten koparılarak yerine cemaat yerleştiriliyordu. yukarıda anlattığım üzere cemaat devletin içine sızınca, bu kez hükümetleri kontrol edebilecek güce ulaşıyordu. zamanla akp'yi kontrol etmeye, hizaya gelmediği vakit kıskaca almaya başladı. 2011-2015 döneminde yaşananlar abd'nin cemaat eliyle akp'yi kontrol altına almaya çalışmasıdır.

    24* cemaat öyle güçlenmişti ki, hizaya gelmeyen bir hükümeti darbe ile devirebilecek gücü bile vardı: 15 temmuz 2016. işte, darbe girişiminin nedeni budur. akp 2011'den bu yana artarak süren abd karşıtı politikalarını sürdürmekten vazgeçmedi. bu dönemde cemaat etkin biçimde akp ile uğraştı. akp de bir yandan cemaat yapılanmasını devletten kazımaya başladı. polis ve istihbarat teşkilatında ciddi ilerleme katedildi. ama asıl yuvalanma ordu teşkilatındaydı.

    25* peki neden darbe? bir çok nedeni var. öncelikle, rus uçağı düşürdüler. o gün aklı başında hareket edip olaya farklı şekilde yaklaşılsaydı sonuçlar başka olabilirdi. fakat hükümet yanlış bir şekilde olayı sahiplendi. üstüne rus karşıtı propaganda başlattılar. türkiye abd'den uzaklaştıkça rusya'ya yakınlaşıyordu. rus uçağı düşünce rus ilişkileri paramparça oldu. böylece türkiye'yi ne batı ne de doğu blokuna yakın olan bir konum yerleştirmiş oldular. fakat erdoğan yanlışı görüp rusya'yla sorunları çözmeye başlayınca işler değişti.

    26* en önemlisi, hükümet cemaati tamamen tasfiye edebilmek için tsk içinde yuvalanan subayları tespit ederek yaş toplantısında görevden almayı düşündü. ayrıca ergeneko operasyonları döneminde görüşen izmir casusluk davası'nı kovuşturan hakim ve savcılara kovuşturma izni verilmişti.. bu dava ile yargıda da tasfiye başlayacaktı. onca yıllık girişimin yok olma tehlikesi belirince derhal harekete geçildi. 16 temmuz 2016 günü sabaha karşı darbe planlandı. başka çare kalmamıştı.

    27* fakat hiç olmayacak bir şey oldu. darbe planı için başlatılan hareketlilik 15 temmuz günü saat 16:00 civarında mit'in kulağına gitti. bir iki saat içinde genelkurmay ile temasa geçildi. sorulması gereken soru. mit sahiden hareketliliği görüp mü anlamıştı, yoksa birileri durumu mit'e fısıldadı mı? sorulması gereken ikinci soru, mit darbe istihbaratını aldıktan sonra konuyu neden doğrudan hükümetle paylaşmak yerine darbeyi yapacak kurum olan tsk ile paylaştı? son olarak, hükümet neden saat 20:00 civarında haberdar edildi.

    28* mit'in darbe hazırlığını fark etmesi, hükümet yerine önce tsk'yla temas kurması ilginç. öyle ya, tsk'nın komuta kademesi de planın içinde olsaydı, istihbaratın hiç bir kıymeti kalmazdı. komuta kademesini geçtik, komuta kademesiyle paylaşılan bu istihbaratın ardından derhal birliklere yollanan uyarı faksları var. bu fakslar da darbecilerin eline geçmedi mi? bu hırsızı arsıza şikayet etmek gibi bir şey oldu. ve en önemlisi neden en son hükümetin haberi oldu. peki bu süreci kim kontrol etti?

    29* hükümetin bu süreçte bir etkisi olsaydı erdoğan "istihbarat zafiyeti var" demezdi. en önemlisi haberi eniştesinden aldığını açıklamazdı. demek ki, hükümetin bu trafikte rolü yok. cemaati darbeye teşvik edenler aynı zamanda mit'e haber uçurmuş olabilir miydi? sanmıyorum. hem darbeyi tezgahlamak hem de başarısız olmasını sağlayıp erdoğan'ı tek adam yapmak... pek manasız olurdu.

    30* en başında söylediğim gibi. mustafa kemal mandacısıyla, saltanatcısıyla, islamcısıyla beraber direnmek zorundaydı ve öyle de yaptı. peki bugün neden beraber direnmeliyiz? çok basit. mustafa kemal atatürk'ün kurduğu bu devlet, onun ilkeleri ışığında hareket edecek biçimde tasarlandı. bu ilkeler anayasa ve kanunlara işlendi. devlet kurumları bu şekilde dizayn edildi ve ordu hepsinin bekçisi oldu. abd, cemaat eliyle bu zihniyeti devletin sinirlerinden koparıp atabilmek için uzun süre çalıştı. büyük ölçüde başarılı oldu. fakat trajiktir ki, cemaat yapılanmasının devlete sızmasına karşı çıkanlar da eski dostları oldu. darbe gerçekleşseydi sadece erdoğan devrilmeyecekti, abd güdümlü cemaat yapılanması kemalist devlet anlayışına tamamen çökecekti. 60 ve 80 darbelerinin, 71 muhtırasının, 28 şubat sürecinin kemalist devlet yapılanmasıyla sorunu yoktu. onlar hükümeti değiştirmeyi amaçlıyorlardı. ama 2016 darbesi hükümetin yanında kemalist devlet düzenini yok edip cemaati devlet aygıtına yerleştirmek niyeti taşıyordu.

    31* akp, chp, mhp... partiler seçimler gidebilir. demokrasinin gereği budur. fakat devlete çöreklenmiş cemaat gibi yapıları atmak için seçimler ve darbeler yetmez. düşünün, 40 yıldır çabalamalarına rağmen başaramadılar. darbe başarılı olsaydı ve cemaat devlet aygıtına çökseydi, onu oradan söküp atmak kaç yıl sürerdi?

    32* bunu tsk içindekiler de biliyor. zaten bunu bildikleri için paralel olmayan paşa/subaylar darbeye onurlu bir şekilde direndiler. cumhuriyetimizi kökü dışarıdaki bu örgütten önce ordumuz kurtardı. istihbarat ve sokaklar ikinci sıradadır.

    33* son olarak, bunların dışında darbeden haberdar olup da tsk bünyesiyle temasa geçip hükümeti habersiz bırakacak başka hangi güç olabilir? aslında... neyse... ya da şöyle bir ipucu bırakalım. ne demişti fuat avni? "mit ve askerin içindeki derinler asıl büyük oyunu kendisini en büyük oyuncu olarak gören narsist'e oynadı." kim bu derinler?

    devam edecek...

  • ergenlik dönemlerimi arıyorum kafamın içinde. fetullahçıların askeri lise sınavları için anafen dersanelerinde güvender kitapları ile ve tübitak olimpiyat soruları ile özel hazırladığı süper çocukları hatırlamaya çalışıyorum. o dönem az çok nurcu/fetullahçı çevremiz vardı bugün hepsi ya kayboldu ya uzuncu oldular. bulup sorasım var:

    - toplamda 358 generali/amirali olan 80 milyonluk türkiye cumhuriyetinde sırf fetullah'ın 100 tane generali gerçekten olabilir mi? darbeyi gerçekten onlar mı yaptılar?

    2010 yılında gözümün önünde polislik dağıtıyordu fetocular, ben bile şahit olmuştum şahit olmayan türk vatandaşı da az bulunur.. içişleri bakanlığındaki 9000 kişilik tasfiyeyi anlayabilirim bu yüzden de...

    fetullah hukuk sistemine gerçekten de 3000 tane savcı/hakim sokmuş olabilir mi?

    akın öztürk'te ya da adem huduti'de fetullah'ın saçmalıklarını s*kine takacak bir tip yok. onlar da mı fetullahçı?

    üniversiteye ilk başladığımda üniversite sınavında ek puansız ilk bine girip de matematik öğretmenliği seçen fetocu bi çocukla karşılaşmıştım. hizmet için bu bölümü seçtim demişti. fetonun yurtdışındaki okullarına gidip hizmetle ömrünü geçireceğini söylemişti. kafanı s*keyim demiştim içimden. 90'lı yıllar ve 2000'li yıllarda fem dersaneleri bu ülkenin en büyük eğitim kurumlarındandı. türkiye birincileri hep femden çıkardı. ilk yüzde 75 derece diye reklam yaparlardı. nereye gitti bunca kalifiye adam? içimizde yaşıyorlar.

    üniversite yıllarında fetocu evlerinde bir kaç kez maklube yemişliğim vardır. birinin ardından meyve risalesi diye bir saçmalık okumuşlardı dinlemek zorunda kalmıştım. ee bedava peynir anca fare tuzağında olur demiş kim demişse. kalacak yer bulamayıp da en ucuz alternatif olan abilerin evinde kalan ve zamanla abiliğe evrilen arkadaşlarım da oldu. biriyle o kutsal evde vcd'den porno izlemişliğimiz bile var. fetullahçıları az çok bilirim. güçlerini, etkilerini, kitlelerini, ideolojilerini ama bu cemaat böyle bir darbe teşebbüsünde bulunabilir miydi? devlete nereden baksan 10 bin kişilik bir beyin kadroyu gerçekten yerleştirebilmiş midir? halen daha anlamakta güçlük çekiyorum.

    başlangıçta darbeyi normal asker yaptı diye düşündüm. 60 darbesi ve onun şekillendirdiği sonraki 50 yılın içinde tsk'nın en büyük hatası bir dönem kenan evren gibi birinin idaresine girmiş olmasıydı. özalı parlatan, tarikat ve cemaatlerin önünü açarak "şehre henüz yeni göçmüş politikanın ne olduğunu bilmeyen köylüleri" politize etmeye başlayan ve türkiyede islamcılığı tıkıldığı zindandan serbest bırakan, türkiye'de islamcıların kemalizm aracılığı ile 100 yıl geçiktirilmiş ama eninde sonunda bir gün mutlaka gelecek olan iktidarını bir kaç on yıl yakınsatan kişi evren denen belaydı. o bir kaç on yıl o kadar önemliydi ki... o bir kaç on yıl içinde televizyon ve medya denen mutlak bir değiştirme ve dönüştürme makinesi ortaya çıktı türkiye'de ve dünyanın diğer gelişmekte olan yerlerinde. ve o bir kaç on yıl bizde özgür medyanın var olduğu 2007 yılına kadar sürdü. bugün eğer biz bir suriye olmuyorsak 90'lı yıllardaki görsel medya ve popüler kültürün sözgelimi sabah şekerlerinde çıkan yonca evcimik kliplerinin bunda epey etkisi var. araplar turizm, sanat, spor ve bilhassa "sosyal kadın" imajından mahrum kaldıkları için islamı o şekilde yaşıyorlar. içinde tiyatrosu ve sineması olan arap şehri sayısını bulup çıkarmak lazım bu tezi desteklemek için de uğraşamayacağım şimdi. isteyen araştırsın benim gittiklerimin hiçbirinde yoktu olsa da sadece erkeklerden oluşan tiyatroyu eşekler s*ksin. başlangıçta darbeyi 60/80 darbelerini de yapan normal askerin yaptığını ama bunun akepe ile ordu arasındaki kısa bir konuşma ve anlaşma sonucu insanlardan saklandığını çünkü öbür türlüsünün seküler/dinci, gezici/uzuncu ya da sünni/alevi tarzı bir çatışmaya neden olacağını, tayyip bile olsa iç savaşa giden ve binlerce insanın öldüğü, ekonominin tar-u mar olduğu bir ülkeye başkan olmak istemeyeceğini, gençlik dönemindeki "sıska iett işçisi" hayatının bütün sefaletinin sorumluluğunu yüklediği sekülerlerin tıpkı "azınlık rumlar ya da büyükada ermenileri" gibi güvercin telaşında ses çıkarmadan ikinci sınıf vatandaşlar olarak yaşadığı bir ülkeye nice badireler atlatıp da darbe bile savuşturduktan sonra gazalici islamı kurtaran mehdi sıfatı ile başkanlık etmeyi arzulayacağını ve hatta sekülerlerin "biz yapmadık kiii valla fethullah yaptı ışid tipli kafa kesen molla amca" durumuna düşmesinden zevk aldığını düşündüm. yani aslında darbe bildiğin düpedüz darbeydi ama tayyip elindeki pazarı/ sahneyi/ memleketi kaybetmemek için bunun fethullah'ın oyunu olduğu yalanını söylüyordu diğerleri de ortalığın epeyce karışabileceğini ve makul bir insanın yapması gerektiği gibi tüm suçu fetoculara atıp da kurtulmanın kolaylığındaydı. hala da bu düşüncem bütünüyle kafamdan kaybolmuş değil eninde sonunda kenan evren'e %90 üzerinde resmi destek vermiş darbe şakşakçısı bir neslin darbe şakşakçısı çocuklarıyız, darbe hikayeleri ile büyüdük, darbeler sayesinde araplıktan kısmen de olsa kurtulduk, darbe sayesinde bir çok şeyimizi kaybettik. ancak darbeye dahil olan fetullahçı yapılanmalar, albaylar, mesela akepe genel başkan yardımcısı şaban dişli'nin kardeşi tümgeneral mehmet dişli gibiler, tankın içinde kamuflajla yakalanan fetullahçı eski emniyet müdürü gibiler, fetocuların içinde gördüklerim duyduklarım bilhassa darbeci güruhun meclisi bombalamak ve insanlara helikopterden ateş etmek gibi cinnet geçirmiş islamcı terör örgütü tarzı davranışları bu darbenin fetocular tarafından yapıldığına %80 ikna ediyor beni. 60 darbesini yapanlar fetocularla asla birlik olmazdı. tsk'nın eski türde darbe yapma kabiliyeti ergenekon sonrası büyük oranda bitmiş, önceden emin değildik ama bunu da bugün anlamış olduk. tsk'nın darbe yapma kabiliyetini yitirmiş olmasının bana göre olumsuz tarafı da var: olası bi iç savaşta bu ülkeyi kim çekip çevirecek bundan sonra? tsk'nın düzene garantörlük edişi de mi son buldu artık? bu darbe girişiminde fetocularla birlik olan ancak fetocu olmayanlar da muhtemelen çıkar davası içindeydi. belki içlerinde uzun nefreti gözünü kör etmiş ideoloji savaşçıları da vardı... kesin yoktu diyemeyiz. ama darbenin fetullahçı olduğuna büyük oranda ikna oldum ben. ve bunu " valla bij yapmadık kafa kesen ışid görünümlü molla emmi" ürkekliği ile de söylemiyorum. darbenin her noktası ile tiyatro olduğu fikrine katılmıyorum belki bir noktadan sonrası tiyatrodur. belki tayyip marmaris'te bile değildi. belki tayyip o uçakta bile değildi. bilme imkanımız yok bunları.

    günlerdir saat başı okunan ölen cumhuriyetimizin selası değil. 23 nisan ve 29 ekim'i benimseyememiş; yüzlerce ermeni ve rumun osmanlı safında savaştığı çanakkale savaşından "islamcı/cihatçı" bir kimlik kotarmaya çalışan, herkesin unuttuğu kutul amare'ye bile bu uğurda göz diken islamcıların kazandıklarını düşündükleri bir tarihin sevinç nidası: "15 temmuz demokrasi bayramı". ilk kez sadece kendilerine ait ve ilk kez kendilerine önder gördükleri tarafından kazanıldığını düşündükleri bir tarihleri oldu. seneye resmi tatil ederler bu günü.

    darbe teşebbüsü gecesinde ve sonrasında olup biteni izleyerek türkiye'nin milis gücü, acil durum müdahale kitlesi, organize din adamları, yandaş ve tırsak medyası ve devlet organlarındaki derin yapılanması ile nasıl devasa bir parti devletine dönüşmüş olduğunu, türkiyenin adının aslında "ak parti devleti" olarak değiştirilmesinin dışarıdan bakan ve olup biteni anlamaya çalışan insanları epeyce bir yanlış anlaşılmadan kurtaracağını ilk defa bütün netliğiyle, piksel piksel, 4k 4k izledik. orada olduğunu biliyorduk, bağırıp duruyorduk ancak hiç bu kadar net de görmemiştik. görmüş olduk. günlerce aç kalmış bir adamın eline verilmiş bir parça ekmeği geri almaya kalktığın andaki gibi bir vahşetle olup bitti her şey, tümü sadece onların olmuş artık: memleket, ay, bayrak, yıldız. darbecilerin karıları kızları bize mübahtır diyenini mi ararsın, kemerle teslim olmuş erleri döveni mi, kafa kesip köprüden asker atanı mı... bu kitle sadece bizim değil bütün memleketin başına bilhassa da st. joseph fransız lisesinde okuyup ingiltere'de mba yapan akepeli vekil, kodaman, iş adamı, ihaleci, yandaş müdür çocuklarının başına da bela... bu kitleyi nasıl ehlileştirecekler bilmiyorum. yerlerinde olmak da istemezdim.

    15 temmuz memlekette herkeste bir şeyleri değiştirdi elbette. bende de öyle. ama hayat devam ediyor. kimseye kendi kafama göre mutluluk planı yapmıyorum, kimseyi doğrudan bir şeylerden kurtarmaya da çalışmıyorum, kimse bana beni kurtar da demedi zaten. bildiğimi yapıyorum. yaşadığım ülkeyi şekillendiren ve yaşadığım, doğduğum topraklarda düşen her yaprağa etki eden, bizi bu kadar geri kalmış ve ilkel bırakan dinsel doktrinlerin açıklarını yazıyorum, üzerinde yaşadığımız bu toprakta kopan bütün bu gürültünün membağı orası çünkü. kimsenin kafasına da oku diye silah dayamıyorum. hala "biz" diyorum; bundan başka çarem yok, çok düşündüm. yok. korkup sinip de köşeye çekilse herkes çok sessiz, çok kötü olurdu her şey, birileri hep ses çıkarmalı hep bir ses olmalı havada. 15 temmuz sonrasında birileri tanrısal bir güce de ulaşsa bize cebren ve hile ile kendi çapında kendi dar dünyası ile "mutluluk planları" hazırlamaya çalışanlarla kendimize ait öz mutluluk planlarımız uğruna mücadeleye devam; dönen dönsün ben dönmezem yolumdan. bunca olaydan sonra bile uzun gene topçu kışlası bahsini açmış. isterse 100 sezar gücüne ulaşsın, gezi parkı direnişim bitmedi ölene dek bitmeyecek. o kışla yapılmasın diye fikrimle zikrimle bedenimle mücadele vereceğim.

    bu coğrafyanın bataklığı andıran politik ortamı yüzünden hayatını kaybeden tüm masumların toprağı bol olsun.

  • "benim adım bahman nirumand. iranlı bir gazeteci-yazarım. şah’ın devrilmesinde aktif rol oynayanlardanım. ve aynı zamanda mollaların, demokrasi ve özgürlük getireceğine inanan milyonlarca solcu, demokrat, liberal ve milliyetçi insandan biriyim.

    evet, humeyni yeryüzünde cenneti vaat etti bize. demokrasi gelecek, kimse fikirleri ve siyasal görüşleri yüzünden
    tutuklanmayacak, işkence yapılmayacak, kadınlara eşit haklar verilecek, giyim serbest olacaktı.

    her şey 14 ocak 1979 tarihinde değişti. şah, iran’ı terk etti. ardından iran tarihinin en büyük yürüyüşü tahran’da yapıldı. sansür, yasak yoktu, istediğimiz gibi bağırıyorduk.

    ertesi gün gazetede, bir hırsızın genç mollalar tarafından yakalanıp, adına “islam mahkemesi” denilen bir mahalli heyet tarafından 35 kamçı cezasına çarptırıldığı haberini okuduk.

    haberi ciddiye almadık; “üç beş sapsızın işi” dedik.

    bu arada bira-şarap fabrikalarının yakılması, sinemaların tahrip edilip filmlerin sokaklara atılması gibi olayların üzerinde hiç durmadık. “ufak tefek şeylerin” toplumun demokrasi ve ulusal bağımsızlık yolundaki çabaları etkilemesini istemiyorduk.

    biz bunları söylerken, mollalar tarafından, kadın ve erkeklerin yan yana yüzemeyecekleri; okullarda aynı sınıflarda olamayacakları; birlikte spor yapamayacakları gibi gerici kararlar ardı ardına alınmaya başlandı.

    “müslüman kadınların yanında fahişelerin yeri yoktur” denilerek kadınlara örtünme zorunluluğu getirildi. özellikle üniversitelerde bu yüzden çatışmalar çıktı.

    bu çatışmalardan rahatsız olduk; kadın sorununun güncelleşip ön plana geçmesini istemiyorduk!

    peçesiz, başörtüsüz sokağa çıkan kadınlar artık açıkça, gözümüzün önünde dövülüyordu. bazı kadınların yüzüne kezzap atılıyordu.

    biz ise hâlâ büyük laflar ediyorduk; bu tür olayları devrimin kaçınılmaz sancıları olarak görüp umursamıyorduk! “ittifak”, “eylem birliği” gibi terimlerin peşinden koşup duruyorduk.

    humeyni, “bütün sorunlarımızın sebebi, cemiyetimizdeki ahlaksızlıklardır. bunların kökünü kazımalıyız” diyor; genç mollalar terör estiriyordu.

    kitabevleri yağmalanıyor; gazete bayileri ateşe veriliyordu. şiraz’da “islam mahkemesi” eşcinsel ve fahişe olduğu gerekçesiyle dört kişiyi idam ediyordu. benzer olay tahran’da da gerçekleşiyor, üç fahişe ve üç eşcinsel kurşuna diziliyordu.

    şimdi düşünüyorum da, insan zamanla her türlü aşağılanmaya alışıyor galiba. hiçbirini görmüyorduk; basmakalıp analizlerimizin doğru olduğuna o kadar inanıyorduk ki!..

    oysa toplum hızla dincileştiriliyordu. alınan her kararda “tamam bu sonuncusu” diyorduk. ama arkası hep geliyordu.

    kızların evlenme yaşı 18’den 13’e düşürüldü. parfüm, ruj, saç boyası, mücevher gibi kadın malzemelerinin yurda girişi yasaklandı. kadın çamaşırı satan mağazaların vitrinlerine sutyen, kombinezon vs. koymasına bile izin yoktu. kamu dairelerinde kadın memurlara tesettüre girme emri çıkarıldı.

    biz aydınlar hep aynı düşüncedeydik: demokrasi ve özgürlüğe geçiş sancılarıydı bu tür vakalar! abartmaya gerek yoktu.

    üç ay önce humeyni, paris’te komünistler de dahil olmak üzere her görüşün rahatça örgütleneceği bir demokrasiden, özgürlükten bahsederken, şimdi tüm solcu, milliyetçi ve liberalleri islam düşmanı ilan etmişti.

    mollaların en iyi siyasi stratejileriydi; işlerine gelmediği zaman hemen gündemi değiştiriyorlardı.

    referandum meselesini gündeme getirdiler. halka soracaklardı: “islam cumhuriyeti’ni istiyor musunuz, istemiyor musunuz?” kuşkusuz bu bir oyundu... yapılan propaganda belliydi; dediler ki: “islam’a evet mi, hayır mı diyorsunuz?” biz bu oyunu biliyorduk ama şöyle düşünüyorduk: “önemli olan cumhuriyet’tir; serbest seçimlerdir; demokratik haklardır; özgürlüklerdir. islam cumhuriyeti bunu sağlayacaksa neden karşı çıkalım?” sonuçta, “evet” diyen 20 milyon, “hayır” diyen ise sadece 140 bindi. mollalar bu referandum sonucunu çok iyi kullandılar. güya tüm ülke yaptıklarını onaylıyordu. artık televizyondan sonra basın da ellerine geçmişti. sanki tüm muhaliflerin sayısı 140 bin kişi gibi gösterdiler. halbuki 20 milyon içinde bizim oyumuz da vardı. ama artık bizim sesimizin çıkmasına izin verilmiyordu.

    mollalar güçlendikçe saldırganlaştılar. örneğin, tirajı bir milyon olan liberal ayendegan gazetesi’ni kapattırdılar. sıra keyhan gazetesi’ne geldi; muhalif yazarların işten çıkarılmasını sağladılar.

    özgürlük, demokrasi ve bağımsızlık için ayaklanan halkın, bu kadar kısa sürede değişeceğini düşünememiştik. sanmıştık ki, mollaların gerici yasalarına/kurallarına halk karşı çıkacak. halbuki tersi oldu; mollalar yasak, sansür getirdikçe arkalarından gidenlerin sayısı arttı. örtünmek moda oldu!

    tüm bunlara “gelip geçici bir fırtına” diye bakmak ne büyük yanılgıydı.

    komünistlerden, solculardan, demokratlardan, milliyetçilerden sonra liberal islamcılar da zamanla mollaların hedefi oldu. şah döneminden daha çok insan cezaevlerine konuldu; idam edildi. milyonlarca insan canını kurtarmak için yurtdışına kaçtı. kaçanlardan biri de bendim.

    umarım bizim hatalarımızdan birileri ders çıkarır."

    bahman nirumand / iran kitabından derleme

    edit: derleme kaynaginda yapilan hata duzeltildi.
    iran – soluyor çiçekler parmaklıklar ardında, mit belge yayınlar, istanbul 1988

  • koca ekşisözlükte bir kişinin bile doğru analiz edemediği olay. hükümetin tiyatrosuymuş diyen var, tsk'nın tamamı bu işin içinde bu daha fragman diyen var. hey allam.

    olay çok basit.

    uzun süredir tsk bünyesindeki genç subayların ülkedeki gelişmelerden, terörün kasti olarak bitirilmemesinden, laikliğin kaldırılmasından, hukukun yok edilmesinden son derece rahatsız olduğu zaten biliniyordu.

    bu genç subaylar artık birbirleriyle sürekli her gece bu konuları konuşarak ve askeri lisede yetişmiş olmanın verdiği yoğun milli duygularının da coşkusuyla ülkeyi kurtarma sohbetlerini sürreal bir boyuta eriştirirler. diğer bir tabirle arkadaşlarının şehit olmalarının, vatandaşlarının terör olaylarında ölümlerine seyirci kalmalarının verdiği derin üzüntü ve içsel sinirle, sürekli olarak bu konuya ortak bir şekilde kafa yorarlar ve gaza gelirler.

    kaçınılmaz olarak darbe fikri ortaya atılır ve uzun bir süre bu darbe planı üzerinde çalışılır. çok az kişilerdir, ama inançları ve kararlılıkları bu kötü gidişi durdurmaya yetecektir. az kişiyle yapabilecekleri optimum planı oluştururlar. önce tıpkı diğer darbelerde olduğu gibi siyasileri tutuklamayı düşünürler. ama bu o küçük grup için direk bir silahlı çatışma ve daha başlamadan kaybetme ihtimali demektir. seçilmiş kişilere karşı doğrudan bir müdahale yaptıkları zaman terörist olarak anılacaklarını da bildiklerinden bu seçeneği eleyip siyasileri halkın desteğini aldıkları ikinci rounda bırakırlar. bu noktada boğaziçi köprüsü, havaalanları, televizyon kanalları gibi stratejik olarak önemli gördükleri yerlere çıkarma yapmaya karar verirler. arkalarına da bir kaç jet ve helikopteri de almayı başardıkları için sıkıştıkları yerde sonic boom (ses hızını geçen jetlerin ani bir patlama sesi çıkarması) yaparak insanlara güçlerini göstereceklerdir. türk halkının içindeki o milli duyguya dokunacaklar, tıpkı gezi parkındaki gibi, kurtuluş savaşının bir benzerini halkın desteğiyle başlatacaklardır. tarih kitaplarına ikinci kurtuluş savaşını başlatan bir grup genç asker olarak gireceklerini hayal ederler. hatta planlama yapılırken aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir.

    binbaşı: yüzbaşım, cnntürk kanalını kaç askerle kontrolün altına alabilirsin?
    yüzbaşı: 20 askerle bunu yapabiliriz komutanım.
    binbaşı: kaynaklarımız kısıtlı, sana 5 asker veriyorum. yüreğindeki inanç ve damalarındaki asil kanla bunu başaracağına eminim.
    yüzbaşı: emredersiniz komutanım.

    bunun gibi coşmalar ve gaza gelmelerin neticesinde, darbe girişimi cuma akşamı insanların evlerine çekilmeye yüz tuttuğu bir saatte başlatılır. gerekli yerlere tanklar konuşlanır, trt ele geçirilir, jetler gövde gösterisine başlar. köprüdeki askerler dik ve mağrur bir vücut diliyle duruşlarını sergilemeye başlarlar. belki de 30 gün boyunca orada kımıldamadan duracaklardır. ama başından beri atladıkları bir nokta vardır. türk halkı hayallerindeki türk halkı değildir ve her kesimiyle bu girişimin net bir şekilde karşısında olacaktır. nitekim halkla kucaklaşacaklarını ve birlikte hareket edeceklerini düşünürken, insanlar hiç de beklemedikleri bir şekilde üzerlerine yürümeye başlar. askerler kendi aralarında aldıkları kesin karar neticesinde asla ama asla tek bir kurşun bile sıkmayacaklardır. kurşun sıkmama planın en büyük yeminidir. ne yapacaklarını bilememeye ve telaşlanmaya başlarlar. halk top yekün bir şekilde üzerlerine polisle birlikte yürüdükçe telaş artar. çünkü onların planına göre tayyipin polisi üzerlerine yürüdüğünde halk polise karşı mehmetçikle omuz omuza olacaktır. ama plan işlemez. telaş her geçen saniye artar. minik birlikler bu baskı karşısında teslim olmaya başlar. televizyon kanalı baskını esnasında gördüğümüz gibi halk askerin elindeki silahı çekiştirip almaya çalıştığı anda şokun en büyüğünü yaşarlar. halka şiddet uygulayamayacakları ortadadır ve kendileri için sonun başlangıcı ateşlenmiş olur.

    telaş gerginliğe, gerginlik korkuya, korku karar mekanizmasının yok olmasına neden olur. göz altına alınan üstlerine ulaşamamaya başlayan askerler , bulundukları bölgede ne yapacaklarını bilememeye başlarlar ve tankların içinde mahsur kalan askerleri görmeye başlarız. tam da köşeye sıkışmaya ve hayatlarının mahvolduğunu hissetmeye başladıkları, çaresizliğin zirve yaptığı o anda, ankaradaki jetlerin ve helikopterlerin hükümeti ve karşılarında yer alan halkı korkutabileceğini düşünürler. artık bu yola çıkmışlardır ve geri dönüş yoktur. ankarada o anda faal olarak hükümetin bulunduğu ve müdahalelerinin hızlı sonuç verebileceği tek yer olan meclis binasını bombalamaya başlarlar ve aynı anda halkı da evlerine dönmeleri için korkutmak adına arka arkaya çok şiddetli sonic boomlara başlarlar. ama tabi ki de bu en kötü karar olur. koca bir ülkeye karşı bir avuç insandırlar ve planları her şeyiyle yerle bir olmuştur. canlarından çok sevdikleri ülkeleri için kahraman olacakken bir gecede ülkenin en büyük vatan hainlerine dönüşürler. sırayla hepsi göz altına alınır, macera sona erer.