15 haziran 2001 evden kaçma rezaleti

  • 15 haziran 2001. karne günü. arkadaşım sametle birlikte sınıfta kalmışız. antalya'dan istanbul'a gidiyoruz. her şeyi geride bırakıp kendimize yeni bir hayat kurucaz. ne olursa olsun asla geri dönmek yok. plan bu. ömrümde ilk defa şehir dışına çıkıyorum. hem de dünyanın en büyük salağıyla birlikte.

    saat sabaha karşı 04:00, esenler otogarında iniyoruz. samet daha ilk saniyeden moral bozmaya başladı bile. bozuk plak gibi susmuyor. "şimdi yaraklara yan bastık, şimdi yaraklara yan bastık." sürekli aynı cümleyi tekrar ediyor. o "yan bastık" diyor. ben çilekli rondo yiyorum. iki salak karanlıkta ilerliyoruz.

    şimdi bayrampaşa cezaevi'nin yanındayız. manzaradan ürküp sağdan devam ediyoruz. perihan abla dizisindeki mahalleyi andıran bir yer. tanyeri ağarmaya yüz tutmuş. otoyola gir, bayırdan çık, gölgelerden kaç derken haliç'e kadar varıyoruz. iki gerizekalı meçhule doğru yol alıyoruz.

    şimdi iki beyinsiz köprüden yürüyerek geçmeye çalışıyor. köprü mimari yapısı gereği araçlar geçtikçe sallanıyor. deprem oldu zannederek çığlık çığlığa koşturuyoruz. koca istanbul taşaklarını yaymış halimize gülüyor. aynı dakikalarda biricik oğlu o gece eve gelmeyen annem hüngür hüngür ağlıyor. tüm akrabalar alarmda. antalya bizi arıyor!

    dolmuşa bindik. içeri tıklım tıklım. insanlar işe gidiyor. herkes hayattan bezmiş. kimsenin yüzü gülmüyor. etrafı tebessümle inceleyen iki salak hariç. mecidiyeköy'de iniyoruz.

    şimdi ali sami yen'deyiz. sezon bitmiş. şampiyon fener. stadın kapıları açık. içerde insanlar spor yapıyor. biz iki dangalak "hagi burdan vurdu, hakan şurdan uçtu" diye kritik yapıyoruz. aynı saatlerde halam ve eniştem konyaaltı plajında cesedimi arıyor.

    sami yen'den çıktık, kaptırdık gidiyoruz. bayağı bi yürüdük. şimdi inönü'deyiz. beleş tepeden bakınıyoruz. sohbete daldık. "şifo şöyle vurdu, taffarel böyle tuttu" derken iki japon çıka geldi. elinde bir harita taksim'i soruyor. koca 1 yıl ingilizce hazırlık okuyan ben, adama üsküdarı göstererek "gooo gooo" diyorum. allahın japonu bıyık altından gülerek teşekkür ediyor. kendimi yaktığım yetmemiş gibi turizmin de fişini çekiyorum. ve tam o esnada babam ve kardeşim selekler çarşısına "kayıptır" ilanı asıyor.

    vapurdayız. karşıya geçiyoruz. ben böyle güzel şehir görmedim. etrafı inceleyen yine sadece biz.

    şimdi harem'deyiz. ilk günden istanbul'dan korktuk ve ankara'ya gitme kararı aldık. para suyunu çekmek üzere. başkente doğru yola çıkıyoruz. aynı saatlerde brüksel'de, nato merkezinin ana salonunda başbakan ecevit, başkan bush'la poz veriyor. akp'nin kurulmasına henüz 2 ay var.

    ankara'dayız. hava kararmış. kuyruğu kopmuş kertenkele gibi dolaşıyoruz. son parayla tuzlu fıstık aldık. hiçbir planımız yok. uzaktan anıtkabiri izliyorum. ışıkları falan yakmışlar. "vay bee" diyorum. "ankara gördüğüm en güzel şehir." aynı dakikalarda mustafa kemal'in "dünya güzeli" dediği başka bir şehirde küs akrabalar kayıp bir çocuk için barışıyor.

    gece 03:00. aşti'deyiz. yolcu bekleme salonunda evsizlerle birlikte yatıyoruz. birazdan polis tarafından uyandırılacağız. çember daralmakta.

    03:30 aşti terminal karakolunda başkomiserin karşısında beton zeminde oturuyoruz. kelepçelerimiz çıkarıldı. komiser bir iki sorunun ardından sinirlenip tokatı basıyor. dayağı yiyince rahatladık. evler arandı. annemle konuşuyorum. annem rahatladı.

    04:00 polisler çantalarımızı arıyor. içinden çıkanlara gel; birkaç kıyafet, fifa 99 cd'si, 34. hafta spor toto sonuçlarının yer aldığı bir adet karne. rezillik amına koyim. polis benim karneye baktııı baktııı baktıııı. sonra döndü arkadaşlarına; "oğlum çocuklar haklı. bu karne benim olsa türkiye'yi terk ederim."

    13:00 babam, halam ve samet'in babası gelip bizi aldılar. ertesi yıl sınıf tekrarı yaptık. samet yine sınıfta kalıp okulu bıraktı. nalbur çırağı oldu. parayı vurdu. ben ortalama bir öğrenci olarak yola devam ettim. şu an bir gıda fabrikasında vardiyalı işçiyim. gelecek ay maaşım 1300 tl olacak.