15 aralık 2015 diyarbakır'da mayınlı saldırı

  • buraya "unutmayacağız" filan yazıyorsunuz ya!

    unutursunuz. vallahi de billahi de unutursunuz.

    unutmasanız, her bir öleni anımsasanız, yaşayamazsınız, dayanamazsınız o kadar acıya. delirir "barış" diye salarsınız kendinizi dal taşak ortalığa. nasıl dayanacaksınız ki! o sebepten unutursunuz.

    bir anası/babası/kardeşi/eşi/çocuğu unutmaz. geri kalan herkes unutur. yalan söylediğinizi siz de biliyorsunuz. bile bile de söylüyorsunuz.

    hamaset yapa yapa binlerce insanın kanına ortak oldunuz. günahın çoğu boynunuza.

    onurlu, insan gibi bir barış için uğraşacaklara prim vermeyip deli sikine tutunur gibi silaha, düşmanlığa, hukuksuzluğa... tutunan -ayırmıyorum bakın, herkes diyorum; abdullah öcalan sevicilerden türk milliyetçisi geçinenlere... türk dincisinden kürt dincisine...- herkes. günahın çoğu boynunuza.

    "hesabı sorulacak" diyen arkadaşıma da sormak isterim:

    bundan 10 sene evvel yazmışım bak, bir iki ay sonra şemdinli'ye gittim ben, sonra dersim'e, sonra ardahan'a...

    ..................

    "iki genç geldi işyerine. nişanlılar, gözlerinin içi gülüyor genç kızın. oğlan biraz daha "dik durma" kaygısında. ama on dakika önce elime verdiği, çizgili kağıda yazılmış "beni anladınız allah ne muradınız varsa versin" notu var zihnimde. gülümsüyorum onun yaşına ve hissiyatına uymayan duruşuna bakarken. anlatıyorlar uzun uzun. daha konuya gelememişler de etrafı kolaçan ediyorlar gibi. birden genç kız - o gözlerinin içi gülen kız- buza çeviriyor bakışını: askere gidecek, düşünebiliyor musunuz diyor. ya başına bir şey gelirse? cevap yok! "ne düşnüyorsun bu konuda?" diye soruyorum. "ölür, kavuşamam! yılardır beklemişim, ölürse ölürüm..." diyor. gözleri japon çizgi filmlerindeki küçük kızlarınki gibi doluyor... ölmüş işte gene bir tanesi. rakama vurulup söylendiğinde o kadar sığ ki; hayal ölüyor be, yapılmak istenenler, uğruna hayat verilesi bir sarılış, bir gün bile sevgiliyle birlikte uyanılmadan kapanan bir defter... diğer yandan da ölüyor. dün vardı ekranda; bir pkk lı gencin ağlayan annesi. annenin düşüncesi, savunusu, hayatı, derdi...; sadece anneliği. en koşulsuz sevgi! yazık çocuklara.

    dedem söylermiş ölüm yatağında:
    çamdan sakız akıyor
    kız nişanlın bakıyor oy zalım nenni nenni
    o yana da dönder sar beni, bu yana da dönder sar beni
    sağ yanımda yarem var sol yana dönder beni!

    nişanlı bakıyor, nişan almış bir başkası bakıyor, hayatla ölüm arasında bir çocuk akıyor.

    şemdinlide bir asker tezkere aldığı gün vurulmuş helikopterde, aşağıda da! dönemeden yarin kolunda. yara sağı öldürmüş ya, ne yana dönsen ölüm o vakit, annaye kavuşamamanın korkusu içinde.

    ..........................................

    ne oldu şimdi buna?
    diyelim onyüzbin terörist öldürdün. o gencecik delikanlının annesi -yaşıyorsa- evlat acısı çekmiyor mu artık? nişanlısı -evlense bile bir başkasıyla- doğuya dair bir haber duyduğunda içinde sızı hissetmiyor mu?... bunun gibi onlarca soru sorabilirim sana da anlarsın zaten sen, gerek yok. sadece işi istatistiğe vurma, duyduğumuzda "daha neler" dediğimiz ama aslında aynısını güttüğümüz kan davasına dökme yeter. o ol iki dakika; hayata kıymet ver, ideal saydıklarını sorgula; anlarsın zaten.

    10 sene olmuş, bak. ne değişmiş? koca bir hiç. yazık değil mi? bu kadar rahat konuşurken biz, o insanlara, ölen gencecik adamlara, kadınlara, çocuklara... yazık değil mi?

    o ölen insanların ruhunu da incitmeyecek başka bir çözümü denemenin vakti gelmedi mi? (aklına sadece salt iki taraflı dayatmadan müteşekkil "çözüm süreci" gelenlere de ayrıca "pes" derim.)