10 kasım 2016 anıtkabir'de yaşanan esrarengiz olay

  • 10 kasım 2016
    cumhurbaşkanlığı sarayı, beştepe.
    saat 07:15

    reis hazretleri usulca göz kapaklarını araladı. alarmı üç defa ertelemesine rağmen yataktan çıkmak istemiyordu. zira yüreğini darlayan bir sıkıntısı vardı. huysuz ve huzursuzdu. rüyasında tam başkan olacağı sırada, esrarengiz bir kişinin ensesine şaplak vurduğunu görmüştü. "hayırlara tebdil et ya rabbi" diyerek derin bir iç çekti ve yatağından doğruldu.

    aslında hastalanmayı umuyordu lakin beklediği gibi olmadı. bir gece önceden yuttuğu tebeşir tozları hiçbir işe yaramamıştı. "mantı yüzünden heralde" diyerek hayıflandı, ki bu öngörüsünde haksız sayılmazdı. akşam yemeğinde yoğurdu fazla kaçırdığı için tebeşir tozu nötralize olmuş ve metabolizmasını daha da güçlendirmişti. trump turp gibiydi maşallah! yazık ki bugün de ata'yı yüceltmek zorunda kalacaktı.

    * * *

    anıtkabir, çankaya.
    08:50

    devlet ricali, ağır ve isteksiz adımlarla anıttepe sırtlarından giriş yaptı. birazdan 24 oğuz boyunu temsil eden aslanlı yoldan geçerek ata'nın huzuruna çıkacaklardı. en önde 3 asker, arkada reis hazretleri ve onu takiben devlet erkanı, protokol sırası ile yerlerini aldı.

    aralarında mustafa kemal'i gerçekten seven, onun fikirlerine ve aziz hatırasına sahip çıkan isimler de vardı elbet. lakin oturduğu koltuğun hakkını veremeyen, temsil ettiği değerlerin farkında olmayan kavaslar da az değildi!

    sol ayak serçe parmağını yere basışından tanıyacağınız bu zatların ayakları da, tıpkı düşünceleri gibi geri gidiyordu. yıllar yılı anıttepe'ye gele gide michael jackson'ı aratmayacak derecede "moonwalk" üstadı olmuşlardı.

    saat 09:05

    iki asker türk bayrağı çelengini mozoleye bıraktı. reis hazretleri, saygı ve sükunetle diz çökerek üzerindeki çiçekleri düzeltti. aynı anda duyulan siren sesine müteakip kuvvet komutanları ile birlikte tüm askerler selam durdu.

    işte tam o an, tek bir millet olma bilincinin, büyük bir medeniyet kurma hayalinin ve devlet geleneklerinin zirve yaptığı, o'nu sevmeyenlerin dahi tüylerini diken diken eden inanılmaz bir andı.

    minik zeynep oyuncağını bırakıp yaramazlığa ara verdi, semih bey arabasını yeşil yanmasına rağmen durdurdu, sibel hanım telefonunu meşgule aldı, boyacı çocuk ekmek teknesini yere bıraktı, yaşlı amca bastonunu kullanmadan ayağa kalktı, berkecan 2 saat uğraştığı saçlarıyla yağmur altında çakılı kaldı.

    zaman durdu!

    ebediyete intikalin ifadesi ancak bu kadar anlamlı olabilirdi. bugün sadece bir insanın öldüğü gün değil, aynı zamanda büyük bir idealin de hatırlandığı gündü.

    * * *

    15 saat sonra..
    cumhurbaşkanlığı sarayı, beştepe.
    saat 22:30

    cumhurbaşkanı başdanışmanlarından mustafa yarank kaz tüyü yatağından sıçrayarak uyandı. altın varaklı şifonyerin üzerinde duran samsung note 7'si patlamaya hazır bir bomba gibi inliyordu. kâtip meleklerin not etmekten imtina edecekleri bir küfür sallayarak yatağından doğruldu. uykuya dalmadan önce bıyıklarına sürdüğü badem yağı esansı yastığının üzerinde komik bir iz bırakmıştı. baygın gözlerle acı acı çalan telefonuna uzandı. arayan yakın dönüş uzmanı ismet berkan'dı.

    - efendim ismet.

    + mustafa hiçbirinize ulaşamıyoruz.

    - valla uyumuş kalmışım be ismet.

    + yeni bir kalkışma falan mı var?

    - bilmiyorum ki gece gece.

    + patlama sesleri duyulmuş. deprem falan deniyor.

    (mustafa telefonun ışığını odanın tavanına tuttu)

    - aaa evet lamba sallanıyor yaa. hemen baktıyorum ismet. sağolasın dönerim ben sana.

    + tamam görüşürüz.

    * * *

    5 dakika önce..
    anıtkabir, çankaya.
    saat 22:25

    eskişehirli sedat ve istanbullu başak. iki asker saygı nöbeti için mozole binasının girişindeki yerlerini alalı henüz yarım saat bile olmamıştı. pek tabii türkiye cumhuriyeti'nin her metrekaresinde askerlik yapmak büyük bir onurdu. fakat ata'nın huzurunda, o'nu bekleme görevinin size verilmiş olması, duygu yoğunluğu ve motivasyon açısından diğer tüm vazifelerden ayrılıyordu. yaklaşık 4 aydır birbirine can yoldaşı olan bu iki arkadaş, birazdan hayat çizgilerinin değişeceğinden habersizdi.

    birkaç saniye sonra.

    kulakları sağır edercesine yankılanan büyük bir gürültü ile sarsıldı ankara semaları. mevsimin sonbahar olduğu düşünüldüğünde bu gayet olağan karşılanabilirdi. lakin gökyüzünde bu olasılığı doğrulayacak bir bulut yoğunluğu yoktu. neden sonra ilkinden daha kuvvetli olan ikinci bir patlama sesiyle irkildi başkent sakinleri. bu ikinci kıyamet, ertesi sabah okula gitmek üzere yataklarında olan çocukları dahi uyandırmıştı.

    elektrikler kesildi.

    tüm şehir göz açıp kapayıncaya kadar karanlığa gömüldü. haftalardır güney batı istikametinden esen rüzgar saniyeler içinde hızını kesti ve tamamen durdu. koca şehirde yaprak dahi kımıldamıyordu artık. öyle ki çankaya'dan, yüksek katlı bir binanın tepesinden ankara'ya bakan bir çift göz, orada bir şehir olmadığına yemin edebilirdi!

    yeryüzü sallanmaya başladı.

    başta kandilli rasathanesi olmak üzere, dünya üzerinde bulunan 200‘den fazla jeomanyetik gözlemevi, bu tarihi sarsıntıyı kayıt altına alıyordu. köpek uğultuları ve insan çığlıkları eşliğinde yaklaşık 45 saniye sürecek hengame başlamıştı. ankara bir kamyona çarpmışçasına savruluyordu.

    o gece anıtkabir'de 6 noktada birden saygı nöbeti tutuluyordu. askerlerden ikisi aslanlı yol'un başında, ikisi bayrak direğinin bulunduğu alanda, kalan son ikisi ise mozole binasının girişinde bulunuyordu.

    sedat ve başak, yaşanmakta olan olağanüstü halin vehametiyle nöbet sathının dışına, merdivenlerin şeref holüne kavuştuğu noktaya doğru koşturdurdular. aynı anda duyulan o korkunç uğultu ve beraberinde her biri ceviz tanesi büyüklüğünde olan dolu sağanağı başlamıştı bile. 27 kirişten oluşan 17 metrelik şeref holünün kurşun çatısı adeta taş yağmuruna tutuluyordu.

    başak gözlerini sımsıkı yumarak elleriyle kulaklarını kapattı ve ana sütunun önünde istemsizce yere çöktü. herhalde hiç kimse bu davranışı için onu ayıplayamazdı. sedat ise metanetini koruyarak, ne olup bittiğini yakından görmek için zemini yokladı. ancak yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. yağmakta olan bu cisimler dolu tanesi falan değildi. hatta soğuk bile sayılmazlardı. sedat hiçbir şey söylemeden bir müddet öylece durdu. gözleri dolu dolu olmuştu. türkiye cumhuriyeti tarihinin en uzun gecesi henüz yeni başlıyordu.

    * * *

    cumhurbaşkanlığı sarayı, beştepe.
    saat 22:35

    devasa büyüklükteki caterpillar c18 jeneratör seti büyük bir gürültüyle çalışarak 1200 odalı cumhurbaşkanlığı külliyesine yeniden hayat verdi. mustafa yarank tüm cesaretini toplayarak yerinden doğruldu. bir an için ismet'in saçmaladığını düşünsede pencereden dışarı baktığında gördüğü manzara karşısında şoke olmuştu.

    ikinci katta bulunan 1071 numaralı odasının kurşun geçirmez fiberglass yüzeyi bir takım yaratıklar ile doluydu. şaşkınlıktan dili tutulmuştu. korku ve dehşet içinde geriye doğru adım atarken sendeleyip yere düştü. kalbi çok hızlı ve düzensiz bir şekilde atıyordu. nefes darlığı ile birlikte soğuk bir terleme tüm vücudunu ele geçirdi. son bir gayret ile külliye içindeki rutin konuşmalar için kullanılan mavi hatta uzandı.

    - güvenlik ben mustafa yarank güvenlik.

    + yarrank bey siz misiniz?

    - duymuyorum seni bağır.

    + mustafa bey kurbağa yağıyor.

    - güvenlik ambulans çağır kurbağının amına koyueşşedihenlaaa ilahe...

    bunlar mustafa yarank'ın fani hayatındaki son sözleri oldu. gözleri ve ağzı açık bir vaziyette odanın ortasında acılar içinde can vermişti. (dostlar sağolsun)

    hattın diğer ucundaki cumhurbaşkanlığı özel güvenlik polisi ali ferhat özdemir sessizce telefonu kapattı. akademik hayatında süryanca ve hristiyan teolojisi üzerine eğitim alan genç adam, eski ahit'de geçen bir pasajı anımsadı o an.

    "eğer halkımı salıvermeyi reddedersen, bütün ülkeni kurbağalarla cezalandıracağım. kurbağalar sarayına, yatak odana, yatağına ve bütün görevlilerinin üstüne sıçrayacaklar." (exodus 8:2)

    tanrı, zalim firavuna musa'nın kavmini özgür bırakmasını, eğer zulümden vazgeçmezse topraklarını kurbağa yağmuruyla cezalandıracağını vaat ediyordu. nitekim dediğini yaptı da! o gece beştepe civarında olup saray istikametine bakan kimseler, tüm yapının yarı beline kadar tuhaf yaratıklar ile kaplandığını görebilirlerdi.

    * * *

    anıtkabir, çankaya.
    saat 22:40

    güç sistemlerinin devreye girmesiyle birlikte ortalık biraz olsun aydınlandı. dolu fırtınası yüzünden tören alanı beyaz bir örtü ile kaplanmıştı. merdiven bloğun üzerinde yatan birkaç kurbağa haricinde olağandışı bir şey gözükmüyordu.

    - bunlar nerden geldi ya?

    + ne bileyim, rüzgar savurdu heralde.

    sedat ve başak, 2 metre yakınlarından geçen gölgenin farkında bile değildi.

    - bir ses duydun mu?

    + evet duydum sedat. vırak vırak vırak!

    - dalga geçmeyi bırak. bir şey hareket ediyor. duymuyor musun?

    + meydanın sonundan geliyor. gidip bakalım mı?

    iki asker, temkinli adımlarla geniş avluda ilerleyedursun, barış kulesinde bulunan 1934 model lincoln cabriolet'in kapısı usulca kapandı. en son 2014 yılında restore edilen aracın şase ve yürüyen aksamı son derece bakımlıydı. 150 hp gücündeki 12 silindirli motoru saniyeler içinde gümbürdeyerek çalıştı.

    - başak kuleye koş, kuleye kuleye!

    + lan lan lan? vallahide gidiyor!

    ihtiyar lincoln, ani bir manevra ile sağa kıvrıldı, geniş tamponunun darbesiyle önce hapsolduğu kuvözü, ardından 4 metrelik cam bölmeyi patlatarak bir kez daha gecenin sessizliğini bozdu. şaşkın tertipler, farlarını yakmış üzerlerine gelen tehlike karşısında öylece kalakaldılar. 82 yaşındaki cabriolet'in bu denli çevik olabileceğini kimse tahmin edemezdi. araç, anıt mezar cephesinden geniş bir u çizerek bayrak direğine doğru yöneldi ve kırk basamaklı merdivenden inerek gözden kayboldu.

    * * *

    saat: 22:45

    anıtkabir yönetim kurulu başkanı profesör seçkin aral, çığlıklar içinde kendini yere bıraktı. mezar odasının tam ortasında, kıble yönünde bulunan kırmızı mermer lahit yerinde yoktu. sandukanın altında olması gereken ahşap tabutun kapağı açıktı ve pirinç vazoların yanında duruyordu. kurşun gavanizli ikinci tabuta gerilen türk bayrağının ütüsü aradan geçen 78 yıla rağmen hiç bozulmamıştı. her şey ilk günkü gibi öylece duruyordu. odanın içinde insana hoşluk veren naif bir misk kokusu vardı. lakin olması gereken yegane şey yerinde yoktu.

    mustafa kemal gitmişti!

    nöbetçi askerlerden biri ciğerleri patlayana dek koşturdu. yüksek adrenalin ve kan basıncı yüzünden gözlerine kan oturmuştu. öyle ki cesaret edip mezar odasından içeri bakamadı bile. ilk birkaç dakika hiçbir şey söyleyemeden oracıkta ölmeyi bekledi sadece. duygu yoğunluğu ve psikoz yüzünden konuşamaz hale gelmişti.

    - o yok.

    + biliyorum mehmetim, biliyorum.

    - eşyaları, kıyafetleri, hepsi gitmiş.

    + onlarda mı? nasıl olur?

    - bilmiyorum efendim.

    profesör korku ve dehşet içinde gözyaşlarına boğuldu. iki eliyle suratını ovuşturarak gözlerini açıp kapatıyordu. bu hareketi defalarca, defalarca tekrarladı. gördüğü şeylerin rüya olup olmadığını kontrol ettiği belliydi. bir an önce bu kâbustan uyanmayı diliyordu.

    telefonuna sarıldı. kimi arayacağını, ne söyleyeceğini, hiçbir şeyi bilmiyordu. aklına gelen ilk numarayı çevirdi.

    * * *

    saat 22:55

    15 temmuz cengâveri binbaşı barış bebeyağı ve beraberindeki 150 özel harekat polisi 262 metre uzunluğundaki aslanlı yoldan koşar adım geçerek tören alanına giriş yaptı. genç binbaşı çıldırmış bir vaziyette avazı çıktığı kadar bağırıyordu.

    "olağanüstü bir durum var, olağanüstü kararlar alınacak. başkomutan cumhurbaşkanı'dır. genelkurmay başkanı fuzuli bakar'dır. şu saatten sonra canını düşünen soysuz köpektir. ya devlet başa, ya kuzgun leşeeehhh."

    sedat ve başak üç saniyeliğine birbirlerine bakıp tekrar binbaşı'ya döndüler.

    barış bebeyağı konuşmasına devam etti.

    "atatürk'ün naaşını kaçırmak şüphesiyle, sizi zapturapt altına alıyorum."

    sedat, tatlı-sert bir üslupla binbaşıya yanıt verdi.

    - ne diyorsun komutan? lafını bil de konuş.

    binbaşı bebeyağı askerin tepkisi karşısında şaşırmıştı.

    + bunların rütbelerini sökün.

    - rütbemiz yok bizim. en kıdemli asker benim.

    barış bebeyağı silah tutan elini havaya kaldırdı.

    + bu daaaaaaa, sözdeeeeee, orgeneraaaaaaaaal.

    kabzasıyla sedat'ın kafasına sert bir şekilde vurdu.

    bu gereksiz çıkış, bardağı taşıran son damla olmuştu.

    başak, meydandaki herkesi maymuna çeviren hamlesini yaptı.

    - beyler, aleyna geçiyor!

    teşkilatın en seçkin harekatçıları, gecenin bir yarısı anıtkabir avlusunda aleyna'ya bakadursun, başak hızla yere çöküp postalının burnuyla binbaşı'nın sol ayak tendonuna ölümcül darbesini indirdi ve glock marka silahını elinden kaparak sahibine geri doğrulttu.

    - bant kaydı mısın lan sen?

    + fethullah gülen cennete girecekseee, yarabbim beni cehenneme aaaaal.

    - bak hala devam ediyor yaa.

    * * *

    cumhurbaşkanlığı sarayı, beştepe.
    saat 23:00

    reis hazretleri, çalışma ofisinde bulunan kırmızı hatta gözünü dikmiş, sır küpüm dediği eniştesinden gelecek telefonu bekliyordu. zira milli istihbarat teşkilatı olup biten gelişmeler karşısında yetersiz kalmıştı.

    havuz medyası'nın deprem dediğine, ihlas haber ajansı yeni bir kalkışma, doğan grubu'nun terör dediğine, trt haber gök gürültüsü diyordu. olağan şüpheliler bilgi kirliliği üretmeye devam ededursun, twitter ve facebook üzerinden paylaşılan beştepe manzaraları dünyaya farklı şeyler söylüyordu. reis hazretleri ise bu durumdan fena halde rahatsızdı.

    - tüm sosyal medya sitelerini kapatın.

    + hemen efendim. peki ya ekşi sözlük?

    - o kalsın. troll'lere boşuna mı maaş veriyoruz?

    + haklısınız efendim.

    - bağlantı hızını da düşürsünler.

    + hemen efendim, 156k olsun mu?

    - olsun.

    olası her ihtimal düşünülerek kaçış için tüm hazırlıklar tamamlandı. çalışma ofisinin merkezinde bulunan şömine sadece görüntüden ibaret değildi. reis hazretleri, kimi ıslak imzalı belgeleri bizzat kendisi imha ediyordu. (bazen de patlıcan közlüyordu)

    şöminenin hemen arkasında bulunan ikinci hava boşluğu, inşaat planlarında dahi yer almayan -3 numaralı kata iniyordu. 2014 yılında sezgin tanrıkulu'nun soru önergesiyle meclis gündemine taşıdığı 2.6 kilometrelik bu gizli tünel, dönemin başbakanı tarafından yalanlanmıştı.

    "zııırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr."

    telefon acı acı çaldı.

    reis hazretleri derin bir nefes alıp ahizeyi kaldırdı.

    arayan eniştesi olmalıydı.

    - alo enişte? enişteciğim?
    -
    -
    -
    -
    + ben kemal__________geliyorum!

    ~ s o n ~