10 ekim 2016 kendimi öldürecek olmam

  • ben intihar hakkında çok düşündüm. intihar etmeyi denemedim ama bir insanı ne ölüme iter diye düşündüm. intihar eden arkadaşım da oldu, deneyip ölemeyen de, çok boktan bir hayat yaşadığı halde asla kafasından ölüm fikrini geçirmeyen de.
    sonuç aynı noktaya çıkıyor. tutunacak bir şey lazım. çünkü çizginin diğer tarafı acayip yakın ve ulaşılması çok kolay.
    her insanın hayatında acılar vardır. kendi tarafından baktığın zaman bazen gülersin o acılara bazen çok üzülürsün. hep kendinle kıyaslarsın çünkü. oysa herkesin yarası kendine derin.

    bizim ailenin de bir yarası vardır. annemin kuzeni. biz ona dayı deriz, öyle öğretildi çünkü. dayım üniversite yıllarındayken sizin anlayacağınız tabirle anarşist olduğu için 80 döneminde hapse giriyor. ama böyle bulunamayacak cinsten bir girme bu. insanın aklının alamayacağı işkenceler görüyor. yıllarca içerde kalıyor. isim verse kurtulacak, vermiyor. o dönemler öyleymiş, bir dava adamı olma durumu varmış. şimdi tabi böyle bir şey kimseye bişey ifade etmez.

    sanırım ben lisedeyken falan, dayımın işkececilerinden biri, aşırı vicdan azabı sebebiyle yaptığı işkenceleri nokta dergisine verdiği bir röportajda anlatmıştı. ben ikinci paragrafta bıraktım okumayı. öyle böyle değil. bir insan ne ruhen ne bedenen bunlara nasıl dayanır aklım almıyor. ama dayandı. dayım hapisten çıktıktan sonra bir süre tedavi gördü. 40 yaşında evlendi ve baba oldu. şimdi küçük bir çiftlikte yaşıyor. tavukları var. kızıyla domates ekiyor.
    o, bu acıları çekerken neye tutundu hep merak etmişimdir. 23 yaşındayım o zamanlar, dayımla içmeye gittik. çok ağır adamdır. girdiği ortamların hepsinde acayip bir saygı görür. ben de tabi deli doluyum. dayı dedim, sen nasıl ölmedin? gülümseyerek baktı, yüzümü iki avucunun içine aldı. "kuzum, senin gözlerin ne kadar güzel, ölseydim bunları göremeyecektim"

    herkese tutunacak bir çift kuzu gözü dilerim.

  • "yaşamak için her şeyi denedim" demek için her zaman erken. başlığı da bu yüzden; dikkat çekmek, gerçekten yardımınıza ihtiyacım olduğunu belirtmek için bu haliyle açtım.
    niyetimin ciddi olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum ancak "millet yemeye ekmek bulamıyor, ailen çok üzülür, intihar büyük kaçış ya" vb. zeka seviyeniz ve empati kabiliyetinizi ortaya çıkaran cümlelerinizi kendinize saklayın ve lütfen gerçekten bir "ses" olmak isteyenlere başlığı bırakın.

    alkolik bir babam var. hatırladığım ilk andan 5 dakika öncesine kadar her zaman psikolojik, gücünün yetebildiği yıllara kadar (bazen) fiziksel şiddete maruz kaldım.
    9 yaşımdayken annem kolon kanserine yakalandı, 14 yıldır 4 kez metastaz etti ve neredeyse ölmek üzere.
    biri üniversite diğeri lise öğrencisi olan 2 erkek kardeşim var ve beşimizin de psikolojisinin ileri derece bozuk olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
    herkesin birbirine küfür ettiği, yüksek sesle konuştuğu, öfke kontrolünün olmadığı, birbirine milyonlarca kez hakaretler etmiş ve sayısı belki binlere varan saçma sapan bir sürü kötü anı biriktirmiş berbat bir aileyiz.

    çocukluğumda babamın ettiği küfürleri duymamak için evden çıkıp kar yağarken sokakta yattığım, yatakta avcumun içini kanatacak kadar çok yumruğumu, eski sevgilimin sempatik bulduğu mine zedelenmesine yol açacak kadar dişimi sıktığım, anneme vurmasın diye kafasına rakı şişesiyle vurduğum babam yüzünden elimdeki sinirleri kestiğim doğrudur.
    annesi kemoterapi aldığı için kusarken babası rakı içip her şeye küfreden 11-12 yaşında bir çocuk düşünebiliyor musunuz? fazla düşünmeyin, yüzlerce kez tekrarlandı, ben buradayım.
    13 yaşındayken, 11 yaşında babamı öldürsem ceza almayacağımı öğrendiğim (duyduğum) için bin pişman olmuş çocukluğumdan selamlar getirdim.

    mesela o çocukluk yıllarında, çok eskiden fil gibi hafızam vardı. insanların giydiği tshirtden tutun taktıkları bilekliklere kadar hiçbir şeyi unutmazdım.
    bir güne, bir söze kadar.

    sokakta taso oynadığımız yıllarda mahalleden bir çocuğun tasosunu köktüm. o kuşakta, ya da bizim buralarda değerli tasoları kaybeceğine bacağını kaybetsen yeğdi.
    yaşça büyüktü ve hile yaptığımı iddia etti. dövmekle tehdit etti, kavga ettik ve tasomu alıp eve döndüm. hemen arkasından onlara varan sayıda insanın ağzından şu iğrenç iftirayı duydum; ben ona götümü vermişim.
    evet evet, yanlış duymadınız! tasosunu almışım o da beni sikmiş.
    yıllarca sokağa çıkarken yüzüme bakıp gülmelerinden mi, bazen salakça esprisini yapmalarından mı, belli bir zaman sonra benim bile "acaba harbiden böyle bir şey oldu mu" diye kuşkulanmamdan mı bahsedeyim bilmiyorum.
    bunu o kadar çok unutmaya çalıştım, çocuk aklımla kendi kendime "bunu hiç bilmemeyi" o kadar çok istedim ki unutkan oldum. hala da öyleyim.
    ((tam bunu yazarken yemek masasının üzerinde (altına gazete sermiş) ayakkabılarını silen kardeşime babam "bu kadar eğitilmiş, bu kadar öğretilmişsiniz işte geçmişinizi sikeyim" dedi. bunu dediği çocuk 14 yaşında, söyleyen de o çocuğu yetiştiren ebeveyni))

    günler aylar yıllar geçti, tek bir şey dahi iyiye gitmedi. günde 2 paket sigara içen, borç batağında, her sabah intihar düşüncesiyle kalkan, sabah ders çalışmak istediğinde ev halkının kahvaltı beklediği, bütün evi toplayıp üç makine çamaşırı yıkayıp asmasına rağmen yatak çarşaflarını sermedi diye annesinin "hiçbir şeyle ilgilenmiyor" dediği umutsuz, öfkeli, iğrenç birine dönüştüm.

    siktir edin olay örgüsünü, kronolojiyi falan; içimden geleni aklıma düşünce yazayım?

    çocukluğumdan beri pazarlara gidiyorum. babam orman mühendisliği gibi o dönemde çok parlak bir mesleği olmasına rağmen alkol ve muhtemelen siyasi nedenle işportacılığa, hemen arkasından pazarlara başlamış.
    kendi deyimiyle o dönemde sikmediği am, karı kaldırmadığı pavyon kalmamış ancak kredi borçları yüzünden satmak zorunda kaldığı yerlerinin sorumlusu olarak 13-14 yaşındaki beni ve ailenin geri kalanını gözüne kestirmişti. çok yiyormuşuz :)

    arkadaşlarım piyano kursuna giderken 0 derece havada demirleri iç içe geçiriyor, üstüne üstlük sabah yolda giderken arabada uyuduğum için küfür yiyordum.
    bugün ilkokul arkadaşlarım hong kong, madrid, los angeles gibi dünya başkentlerinde kültür turlarına çıkarken benim kültürün köpüğünü tadabilmek için sakin bir yerde sakin bir kafayla oturup ilgimi çeken konularda okuma yapmam bile pek mümkün olmuyor.

    hayattan, yaşamaktan zerre bir şey anlamıyorum. sadece satın aldığımda (su, kahve vb. şeylerden bahsediyorum) var olduğumu hatırladığım o kadar aptal bir döngünün içerisindeyim ki bu eziyetin son bulmasını istiyorum.

    bu evden çıkmak, üniversitemi iyi bir ortalamayla bitirmek, borçlarımı ödemek ve bu insanların yüzünü görmek istemiyorum. ya da hepsinden daha kolayı artık yaşamak istemiyorum.

    sayfalarca yazabilirim. günlerce sürebilir bu böyle ama şu durumda sizden bir şeyler söylemenizi beklerken dahi fazla zamanınızı almak istemiyorum.

    ölmek istemiyorum ama her gün alternatifimin olmadığına daha çok inanıyorum. bana yardım edin lan, ben size ederdim.

    edit: mesajlarınıza yetişebilmem mümkün değil ancak çoğunlukta ölmek üzere olan birini durdurma refleksi görünüyor. yaşamak için her şeyi yapmaya varım çünkü ben yaşamın kendisine hayranım. yani ölmüyorum. bu entryi gerçekten söyleyeceklerinize "muhtaç" olduğum için girdim, başlığı da dikkat çekmek için kullandığımı belirttim. ayrıca; harika insanlarsınız.
    belki yarın sabah eş dost arkadaş okuyup "amk özentisi, bak bak intihar edecekmiş" gibi saçma sapan yorumlarda bulunabilir ancak bunu gerçekten düşünen biri olarak sizinle paylaşmaktan başka bir seçeneğim yoktu. belki buraya hiç yazmasam bu gece bunu yapacaktım, belki yazmama rağmen bu gece değil de yarın yapacağım, belki (ve umarım) hiç bir zaman yapmayacağım ama yaşamı sevmek dışında güzel günlerin geleceğine dair (veya onları yaratmak için yeterli gücü kendimde bulacağıma) inancın kalmadı. güç veriyorsunuz, sağ olun.