1 eylül 2016 28163 öğretmenin ihraç edilmesi

  • bir devlet dairesindeyim. eskimiş bir devlet dairesinde, eskimiş bi çocuk. yetişkinler eskimiş çocuklardır bunu herkes bilir. dokuz sene önce. upuzun bir koridor boyunca sıranın bize gelmesini bekliyoruz. bir hayat rutini işte, "sıranın bize gelmesini bekliyoruz." kavaklar köyü neresi yaa, diye soruyorum çevremdekilere. sıranın arkalarından bir sarı kafa uzanıyor. "aa, ben de oraya atandım." gülerek geliyor, sonra öğlen tatilinden dönen memur kapıyı açıyor. birlikte giriyoruz içeri, işlem tamam, sıra bizde işte, öğretmen oluyoruz.

    ıssızda bir köy okulundayım. pencereden bakıyorum bomboş tarlalar. -şimdilerde adı kayaşehir- birden geliyor el sallayarak. sarı bir etek giymiş. okulumuzu geziyoruz. müdür bizi pek beğenmiyor, suratından belli. ilk kurul toplantısında okulun en dağınık sınıfını vermesinden belli. sıralara varana kadar biz taşıyoruz, biz kuruyoruz sınıflarımızı. kıyafetimize takılıyor, makyajımıza takılıyor. sınıfların başarısı zerre umurunda değil. üçüncü sınıfa gelmiş, okuma yazma bilmeyen çocuklara verdiğim emekler gözünde değil çünkü. kpss'de doksan puanın üstünde almış "abla öğretmenlerine" her sene teşekkür veriyor, maklube kaşıklıyor. ücretsiz kurs açıyoruz orta okul öğrencilerine, sınava hazırlansınlar diye, branş öğretmeni bile değiliz. her sene teşekkür alan öğretmenlerin hiçbiri yanaşmıyor. otobüs üç saatte bir. dörtte eve gideceğimize dokuzda gidiyoruz. arabamız yok, otobüs de kaçınca otostop çekiyoruz, bu şekilde cenaze arabasına binmişliğimiz bile var. hele kışları çok zor, okul ısınmıyor, atkılarla berelerle derse giriyoruz. okulun yokuşunda karda birbirimize sarılarak ısınmaya çalışıyoruz. o binayı orada yazın bile görsem, hala içim ürperir. mezun olan başarılı çocukları ailelerinden güç bela izin alarak, kendi imkanlarımızla sınavlara sokuyoruz, şu an çok iyi yerlerde olan çocuklar var. ama müdür bizi bir türlü sevmiyor.

    bir mahkeme salonundayım. babasını hatırlatan bir şey istemiyor hayatında, ismini değiştiriyoruz. kırmızı bi pantolon giymişim, hakim, çok kıkırdayınca azarlıyor bizi, "sus hanım sus." sonra, şahitlik ediyoruz. ısmi değişiyor. lisede imdat diye bir arkadaşım, bıçaklanıp, ölmüştü, yardım beklerken. imdat! isim kadermiş, belki değiştirmeye çalıştığı şey, kaderi. baba aile tablosunda çokça kara kullanmış çünkü, eve geldiği ender zamanlarda. hiç bahsetmezdi. ismini değiştirirken de, kendince, o günlere bir perde daha çekti sanki.

    bir caminin avlusundayım. cenaze. eskimiş bir camide, eskimiş bir hayat. ölüm hayatın eskimesidir, bunu bazıları bilemeyebilir. babasını kaybetti. bir iş kazası, vincin altında kalıyor ve on gün komadan sonra vefat ediyor babası. ısmini ve fotoğrafını ilk kez cenazede görüyorum. sağlığında tanımadığım bir adamın cenazesinde ağlıyorum. sessizce, başucunda babasının, içine içine ağlıyor. deli gibi yağmur yağıyor. bazı hüzünlü hikayelerde neden inadına yağmur vardır hiç anlayamam. yıllardır görmediği akrabaları. buz gibi ortalık, kimse kimseyle konuşmuyor. o okulda üşüdüğünden daha çok üşüyor eminim. sonra dava açılıyor. sanırım, sigorta, babasının iş kazasına karşılık aileye bir miktar ödeme yapıyor. ve bu para parça parça, kardeşlerin düğünlerinde kullanılmak üzere, -hiçbir siyasi amaç ya da çıkar gözetmeksizin- malum bankaya yatırılıyor.

    bir düğün salonundayım. ismi gibi artık soyismi de değişiyor. düğünler eskimiş gençlik midir, pek ben de emin değilim. gelinliğine, yağmur yağıyor yine.

    tanışmamızın tam dokuzuncu yılı bugün. biz atanalı, dokuz yıl olmuş. evinin yanında, küçük bir okulda, daha rahat koşullarda çalışmaya başlamışken, sırf bir bankayı kullandığı için, ihraç ediliyor. işine başladığı isim ve soyisinden bambaşka bir kimlikle, mesleğine veda etmek zorunda kalıyor. ilkokul sırasında siyah önlükle hiç okul şarkısı söylememişçesine mutsuz müdürümüzü, 23 nisanlarda vals öğretip, her gün bir molotofun atıldığı okula, korkmadan, şenliklere götürdüğü öğrencilerini, penceresinden yalnız yol görünen kahve içtiğimiz dertleştiğimiz küçücük ana sınıfı mutfağını, içine ilk aşk acılarımız sinmiş okulun kalabalık, hiç bitmeyecek gibi duran koridorlarını, sırf bazı hüzünlerimizden bir türlü bitmeyen mevsimleri, hepsini unutuyor hiç yaşamamış gibi öyle mi? insan ne kadarını unutabilir geçmişinin? adalet, o bahçedeki ağaç mı baltası olan kesiyor önünü yeşermesinin? hayat, kaç yaşınıza gelirseniz gelin, bu kadaf tuhaf mı?

    su döngüsü var ya hani, bence, hayatı boyunca, boyuna, aynı yağmur yağıyor kimilerinin..

  • eksi sozluk gibi bir yerde bile boyle sacma sapan gorevden almalari elestiren insan %20 de falan kaliyorsa dusunun ulkenin halini.

    sizce o kadar insanin suclu oldugunu arastirip mi aldilar o insanlari listeye?

    tabi ki hayir.

    daha ortada mahkeme yok, deliller sunulmamis, kimin ne yaptigi belli degil, oh olsunlar, yasasin kadro acildilar etrafi sarmis. ulke topluca belaya dogru gidiyor, tabi tv de hersey gulluk gulistanlik kimsenin taktigi yok. onceden uzuluyordum bu akpliler %50, ulkeyi mahvediyorlar olan geri kalan %50 ye oluyor diye. anladim ki ulkenin toptan civisi cikmis. basa ne gelecekse artik herkes hakediyor herhalde. toptan curumus toplum. aynen boyle devam edin.