ölen kişiden geriye kalan en hüzün verici nesne

  • annenin telefon numarası.

    doğum gününde, anneler gününde mesaj atıyorum.

  • bazen kisi ölmeden de esyalari geride kalir, huzun verir.
    alzheimer yuzunden artik yataga bagimli olan anneme, iki yil once aldigim kirmizi ev terlikleri mesela.
    2 ay onceye kadar giyiyordu. simdi yataginin yaninda duruyor, genelde anlamsiz konusuyor, cok anlamiyorum ne dedigini ama gecen gun cok net sekilde ;
    -terliklerimi getir de giyeyim, gezeyim biraz, dedi.
    tamam anne gezeriz dedim.
    sonra yine anlamsiz konusmalar, kenarda durmaya devam eden terlikler.

  • nuri bilge'nin şu sözleri aklıma geldi bu başlığı okuyunca
    "biri ölür üzülmezsiniz, sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz, o hırkanın duruşu kalbinize oturur"

  • beş yıl boyu mücadele ettiği illet hastalığa dair evrak dolu çantası ile yıllardır parmağında olan ve boynuma taktığım alyansıdır.
    iki haftayı geçti sen gideli canım annem. arabanın bagajında durup duran evrak çantasını eve çıkaramıyorum. her an seni yine kontrole götüreceğim gibi bekletiyorum istemsiz. sanki son tomografiyle karşılaştırmalı bir değerlendirme isteyecek doktorun, üç kür daha kemoterapi verelim diyecek sanki. eve geleceğiz sonra belki tekrar. senle beş yıl boyu gidip geldiğim en az iki yüz bin kilometre yol hep zihnimde. sohbetlerimiz, tatlı sert takılmalarımız, zeki müren dinleyerek yolu daha huzurlu hale getirmemiz. her sabah ve her akşam yanına uğruyorum ama olmuyor be annem. o melek yüzünü ancak zihnimdeki hayalinden ve cebimdeki resiminden görebiliyorum.
    herkesi sevdiklerine bağışlasın allahım.

  • edit: tutulup saklanan, hatırası olan şeyler değil hiçbiri ama bence o kişinin çok kısa bir süre önce var olup sonrasında bir anda yok olduğunu, artık olmayacağını hatırlatan şeylerdir:

    babam öldüğünde dolapta kalan traş losyonu.
    koklayıp koklayıp ağlamıştım.

    bir de lavabo içindeki, kahvaltıda son kez yumurta pişirdiği tava. düşünsenize tava orda kirli duruyor. var yani. fakat onla bir şeyler pişiren o insan artık yok. bu çok ağır geliyor insana işte.

    bir de çok sevdiğim yengem trafik "kazası"nda öldürüldüğünde akşamına evlerindeki mutfakta, masada duran kek. kuzenim boş gözlerle tabağı uzatıp:"yesene kuzen, annem pişirmişti. bir daha asla bulamazsın." demişti. o an, bir yandan keki yiyip bir yandan hüngür hüngür ağlamaya başlamıştık birlikte. yengem çok güzel kadındı ve çok güzel kek yapardı.

  • çok sevdiğim arkadaşımı 3 sene evvel lösemiden kaybettim. aylarca hastanede yattı. o dağ gibi çocuğun gözümüzün önünde iyice zayıflayıp çökmesi beni çok yaralıyordu ve hiçbir şey yapamıyordum. bir gün yanına hastaneye gitmiştim. ilik nakli planlanmıştı mutluyduk,çok umutluyduk ama korkusu hiç geçmiyordu. ona moral vermek için şakalar komiklikler yapıyordum kendimce. üstündeki kapüşonlu ceketini lisede çok giymişti. şimdi hastanede yine giyiyordu.
    kerem dedim üstünden ameliyatla alıcaz yeter giydiğin. o anda çıkarıp bana verdi. al bakalım sende kalsın iyileşirsem geri alırım ama dedi. canım arkadaşım keşke benden gelip alsaydın. kokun hala üstünde duruyor sanki. seni çok özlüyorum. huzur içinde uyu.

  • mendilidir.

    anneannem yıllarca kağıt peçete kullanmadı, bez mendilleri vardı. son yıllarında kışları bizde geçirdi, bastonuyla yavaş yavaş lavaboya gider zeytin yağli sabunla mendilini yıkar kalorifer peteğinin üzerinde kuruturdu. günde 3 ya da 4 mendil yıkardı, neden bunu yaptığını sorduğumda hareket etmek için bahane demişti. sonra bir gece evimize gelen ambulans onu götürdü, ertesi gün tabutu kapıya geldi, annem son kez evin önünden geçsin istemişti. tabutuna sarılıp ağlarken fark ettim, elimde mendili, avuçlarımda zeytin yağlı sabunun o kendine has temiz kokusu vardı.

    o günden sonra kağıt mendil kullansam da bez mendillerin yeri bende ayrı oldu. çantamda her zaman bulunur.

    anneannem burnumda tüttü çok özledim be.

  • günlük.

    (#61614934) burada bahsettiğim eniştem, ceketinin iç cebine sığacak büyüklükte defter taşırdı hep üzerinde. gençlik yıllarından beri onlarca defteri birikmişti. her günü uzun uzun anlatmazdı ama, o güne ait önemli bir olay olduysa, hem kendi özel yaşamı hem ülke genelini ilgilendiren, mutlaka not alırdı. gittiği tarihi yapılar, turistik yerler hakkında da notlar alırdı defterine ve oradan bahsedeceği zaman açar bilgi verirdi tarihçesiyle ilgili.

    hayattayken kimse açıp okumadı onları. gizli saklı değildi, kitaplığında açıkta dururdu ama ben bile açıp bakmamıştım hiç. ölümünün ardından, kitaplığındaki defterleri karıştırmaya başladı çocukları. hepimiz bir masanın etrafında, küçük küçük defterlere bakıyorduk. hem hüzün hem heyecan hem de biraz utanç hissediyordum onun şahsi notlarını okuduğumuz için.

    teyzemle nişanlandığı tarihi not etmiş; sevgili filanca hanımla nişanlandık, saadetim sonsuz. evleneceği gün yazmış; rahmetli kız kardeşim de görebilseydi beni takım elbise içinde. istanbul erkek lisesi’nde okurken yazmış; istanbul’a aşık oldum, okula gitmek yerine sokakları arşınlamak istiyorum. büyük kuzenim yürümeye başladığında, teyzem çocuk aldırdığında(hiçbirimiz bilmiyorduk bunu), emekli olduğunda, işçi bayramlarında taksim’de, ben üniversiteyi kazandığımda, bana kitaplarını verdiğinde... her şeyi, bizim bile unuttuğumuz her şeyi not etmiş.

    o zaman ölüm düşüncesi beni girdabına almıştı. en sevdiğin defterin, dolma kalemin arkanda kalıyor ve yazdığın her gerçeklik bir masal gibi, hayal gibi duruyor öylece, boynu bükük. anıların sahibi olmadıkça, onların yaşanmış olduğu gerçeği bile anlamsız oluyor.

    insan ölüyor ve onun bu hayattan geçtiğine dair tek kanıt arkasında kalanların ömrü kadar oluyor. adı anıldığı, fotoğraflarda güldüğü, yazdığı çizdiği kadar yok oluyor. yok olabilmek için bile insan insana muhtaç oluyor.

    ne bileyim, hala içim ürperir el yazısının arkada kalması; deftersiz, hazırlıksız bir yolculuğa çıkmasını hatırladıkça.

    ölümün değil ama öldükten sonra “ben de vardım” “ben de o havayı soludum, ben de yürüdüm yollar boyunca” diyebilmenin, bu hayata imza bırakabilmenin tek yolunun kişinin kendisi değil diğer insanlara bağlı olduğunu anladım.

    okunabilecek bir yazı, yüzleri güldürecek bir anı, arkasına tarih atılmış bir fotoğraf, gölgesinde dinlenilecek bir ağaç, yürünecek bir yol, dolaptaki yün kaşkol ve niceleri, bunları emanet edecek, kıymet bilecek insanlarla bir anlam kazanıyor.
    insan ne kadar çok yoldaş edinir, ne kadar özne eklerse cümlelerine, ne kadar kahkaha biriktirirse gözlerinin etrafında o kadar şahit bırakıyor arkasında. kimse kimseye dokunmuyor, kimse kimseyi hissetmiyorsa, orada hep ölüm oluyor, giden gittiğiyle kalıyor.

    biteceği kesin bir yolculukta bırakılacak en güzel ayak izinin el yazısı olduğunu öğrendim eniştemden. varışı ötelemenin tek yolunun izini takip edenler, cümlelerine virgül koyanlarla gerçekleştiğini gördüm.

    dün doğum günüydü ve ona ulaşabilmemin tek yolu cümlelerden merdiven uzatmaktı gökyüzüne. buraları okuyorsan, gittin gideli çok şey değişti enişte ama bir tek sana olan sevgim değişmedi. inanır mısın neler soğudu içimde, neler buz tuttu, keşke burada kalsaydın ömrümce.

    senin bıraktığın yerden ben devam ediyorum günlüklere; dün doğum günündü ve hasretle kutladık hep birlikte.

  • hiç görmediğim babamın çerçeve içindeki eski flu, siyah beyaz resmi.

  • (bkz: şişme kadın) evet yanlış okumadınız, şişme kadın.

    hikayede bahsi geçen zat hayatı boyunca çapkınlığı ve cinselliğe düşkünlüğü ile tanınırmış. yattığı kadınların ve eşini aldatmalarının sayısını kendisi bile artık hatırlamazmış. eşi de bu zatın karakterini ve yaşantısını belli bir saatten sonra kabullenip, kafaya takmamaya başlamış ve hayatı da bir nevi akışına bırakmış. bu zatın vefat ettiği gün, defin işlemi sonrasında eşi ve yakınları evlerinde taziyeleri kabul ederken, apartmanın ve akrabaların çocukları artık nasıl becerdilerse rahmetlinin zulasını patlatıp özenle gizlediği yerden şişme kadınını bulmuşlar. sonra onunla oynamaya kendilerince eğlenmeye başlayıp, herkesin içeride oturduğu bir anda da evin salonuna şamata içerisinde sürüyerek götürmüşler. tabi o esnada herkes küçük bir şok içerisinde ama rahmetlinin eşi hiç bozuntuya vermeden şişme kadını alıp, yanına oturtup ''gel bacım, benimle birlikte sen de dul kaldın, sen de tut yasını'' şeklinde tepki vermiş.