ölüm fikrinin insanları çıldırtmıyor oluşu

  • doğru değildir.

    zaten o yüzden, yani ölüm fikri, insanları çıldırtacak kadar korkuttuğu için, dinler ve onların öbür dünya vaatleri ortaya çıkmıştır.

  • beynimde anı fotoğraflarım, yaşanmışlık videolarım, hayatıma giren tüm kişilerim, okuduğum kitaplar, bir yığın his ve duygu karmaşası mevcut. birinin bunları kül etmesi cidden çok korkutucu. silinip gidecek harddiskim. kefenin cloud'u da yok. korkutucu. her şey boşuna.

  • çıldırtmaktan ziyade heyecanlandırıyor.

    düşünsene her şey bitmiş, tüm hayat gayesinden uzaklaşmışsın. hayatın boyunca arzuladığın sessizliğe ve sakinliğe kavuşmuşsun. kavga yok, gürültü yok. mis..

    dipnot: keskin nişancılar yeşillendirebilir.

  • bir gun oleceginizi bilmek depresyon veya anksiyete yaratabilir. uzulmeyin.

    olunce gecer.

  • katılmadığımdır. kesinlikle çıldırtmaktadır. ya çabucak, ya da yavaş yavaş. fakat kesin çıldırtmaktadır.

    bir zamanlar shakespeare'in hamlet'i ile necip fazıl'ın bir adam yaratmak piyeslerini çalışırken, zaten kafayı fena halde bu meseleyle yemiş birisi olarak necip fazıl'ın karakterlerinden birisi olan hüsrev'in tiradıyla beni öldürmekten beter etmiş, içimde, aklımda ne varsa hepsini dile getirmiş, var olan manyaklığımı arşa çıkarmıştır:

    hüsrev- bu adamı tanıdın mı osman?
    osman – tanımaz mıyım efendim? beni yalıya o aldı, bana ekmeğimi o verdi.
    hüsrev- hiç babamın elini tuttun mu osman?
    osman- elbette beyim kaç kere tuttum ve öptüm.
    hüsrev- (deli edasıyla) sıcak mıydı elleri?
    (osman cevap vermez. başı kesik bir baş gibi göğsüne düşer.)
    hüsrev- ne sorarsam cevap ver!
    osman- tabi sıcaktı efendim.
    hüsrev- şimdi o eller nerede? şimdi onlar belki bileğinden kopmuş, buzdan soğuk beş tane kemikten kalem!
    (müzik hüsrevi sesiyle mutabakat halinde. cümle duraklarında müzik yalnız kalır ve daha iyi duyulur.cümle başlangıçlarında hüsrev’le birleşir. hüsrev marazi tavırlarla resme doğru işaretler yaparak konuşuyor)
    hüsrev- bu gözler, baktığı zaman gören, gördüğü şeyin hayalini ayna gibi içine aksettiren bu gözler nerede? onlar birer fincan renkli suydu, toprağa döküldü. bahar olup bulutlara karıştı. (sesi birden coşar. gitgide kendisini kaybediyor) nerede bu adam osman? gözünü, yüzünü, ellerini, ayaklarını bırak bütün terkibiyle terkibinin tek ve yegane manasıyle nerede bu adam? eridi, dağıldı, kurudu, ufalandı, silindi değil mi? ya erimek, dağılmak, kurumak, ufalanmak, silinmek de ne demek? her şey erir, dağılır, kurur, ufalanır, silinir. fakat bu adamın terkibinden çıkan, terkibinin mihrak noktasından fışkıran hayat alevleri, varlık şevk ve kudreti, var olmak haz ve emniyetin nasıl silinir? bu haz ve emniyet iradesi nasıl olur da miskin eczamızı birbirine lehimlemez? leşimizi ensesinden kavrayıp ayağa kaldırmaz. yoksa asıl giden silinen o mu? (sukut, müzik.) hayır! o silinmiyor. belki değil yüzde yüz silinmiyor. çatlarım yine inanmam. silinemez. fakat nereye gittiğine, nerede gezdiğine nasıl olduğuna aklımız ermiyor. osman! aklımız yetmiyor. onun için çıldırıyoruz. şu resme bak! bir takım nebatlardan çıkarılmış boyasıyla, muşambası ve çerçevesi karşımızda. o bir şeyin kendisi değil taklidi. o şeyin kendisi yok taklidi var. bu nasıl güneş ki kendisi yok, dalgalarda aksi var? (sukut, müzik.) yaşamıyoruz. resimlerimiz, fotoğraflarımız kadar yaşamıyoruz. mendilimiz, gömleğimiz, potinlerimiz kadar yaşamıyoruz. (hızla dönüp masasını gösterir.) bir sigara kağıdını şu masaya koy üstüne bir taş bırak, kapıları kapa ve git! üç yüz sene sonra gel yerinde bulursun. belki sararmış, belki buruşmuş, fakat yine o! bir sigara kâğıdı kadar yaşayamıyoruz, kefenimizden evvel çürüyoruz. duyuyorum! kulak ver, sen de duyarsın! toprak altında milyarlarca kurdun çıtır çıtır dut yapraklarını yiyen milyarlarca ipek böceği gibi milyarlarca ölüyü yediğini duyuyorum.( çılgın) ölüler! gözsüz kulaksız kurtların içtiği köpüklü şampanya damlaları! tozun toprağın mezeleri! korkunç bir saklambacın korkunç oyuncuları. kurtarın beni ebedilikten! öldüm sizi araya araya… kurtarın beni düşünmekten!
    (hüsrev susar. müzik fevkalade sürükleyici ve düşündürücü. hüsrev tam bir deli. dizleri üstünde yere çömelir gibi yaylanmış, eliyle meçhul bir şeyi gösteriyor. osman, efendisinin arkasında, başı göğsünde sessiz ağlıyor. hüsrev hep o. müzik devam ediyor.)
    hüsrev- allah’ım ben yok olamam! her şey olurum yok olamam. parça parça doğranabilirim. nokta nokta lekelere dönebilirim. tütün gibi kurutulabilir, ince ince kıyılır, bir çubuğa doldurulur, içilir, havaya savrulabilirim. fakat yok olamam. madem ki bu kadar korkuyorum yok olamam. eczahane camekanlarında ispirto dolu bir kavanoz içinde düşürülmüş bir çocuk ölüsü gibi, yumruk kadar bir et parçasına inebilir, bir şişeye hapsedilebilirim. fakat şişenin camından yine dışarıyı seyreder, önümden geçenleri görür, kendimi bilir ve duyar, kendimi ve allah’ımı düşünebilirim.razı değilim allah’ım yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim. (sukut, müzik.) bu dünyada bırakamıyacağım hiçbir şey yok. ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben.( eliyle göğsüne çarpar) bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben, onların hepsini bırakabilirim. fakat şuurumu bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. razıyım bir toz parçası olayım. insanlar üzerime basarak geçsin. canım acısın duyayım. canımın acıdığını duyayım. razıyım bir kertenkele olayım. kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. razıyım bir nokta olayım. fakat o noktaya bütün kainat bütün mevcuduyle dolsun. ben yok olamam. ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. (sukut, müzik.) her şey benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. fakat aklım bana kalsın.(acı acı ulur) aklım bana kalsın! aklım!...”

    (bkz: necip fazıl kısakürek)
    (bkz: bir adam yaratmak)

  • çıldırtmaz olur mu?

    gecenin bu saatinde 29 sayfa (28x25+20 adet) entry okuttu, "acaba insanlar ne düşünüyor, ne kadar çıldırıyor?" diye.

    sorgulamadan inançlı olduğumda hiç korkum olmamıştı; "ölsem şu an hediye olur, iyi olur." derdim. islam, hıristiyanlık, makro felsefe hiç fark etmez. inanıyorsan çıldırmazsın.

    son günlerde tarihle (göçüp giden insanlarla ve eserleriyle) çok iç içe geçtim, yetmedi çok ölüm içeren görüntüler vs. izledim, uyumadan önce "ne için yaşıyoruz?" sorusuyla şu an canlı kanlı kırmızı olan elimin bir gün the walking dead'deki renklere bürüneceğini hatırladım.

    1- öbür dünya varsa sorun yok (tabii cehenneme gitmiyorsan)
    2- ancak olmadığına inanıyorsan ego insanı çok yaralıyor. "ben nasıl kayda değer bir şey yapmadan ölürüm!" hissiyatı geliyor.

    bu kayda değerlik çok keyifli bir hayat yaşamış olman veya zengin olman ile olmaz. elon musk ya da ali ağaoğlu olman çözüm değil.

    bir marcus aurelius olabilir misin, jiddu krishnamurti gibi insanları doğruya yönlendirip öldükten sonra bile dünyaya katkı sağlayabilecek hale gelebilir misin? veya bir tek başına dünyaya unicef kadar katkı verip "yeterince iyilik yaptım" deyip huzurla ölebilir misin? (maalesef 3-5 ya da 13-15 kişiye yardım etmek tatmin etmiyor insanı.)

    bunlardan tatmin olsan bile sonra "daha sonra ne var?" sorusu akla geliyor, gene deliriyorsun. belki bundan 150 sene sonra çoktan mort olmuş olan benim bu entry'mi okuyup (öeeh) aynı hissiyatına çözüm bulmaya çalışan insanlar olacak. aslında bu bile beni rahatsız ediyor, "yok olmam" ne demek? peki beni kim ne hakla dünyaya getirdi?

    ölümün çıldırtmasından daha çok çıldırtan bir şey de şu:

    hepimizin yaptığı; hormonları tavan yapmış iki tane geri zekalının ya istemeden, ya da isteyerek "hadi çocuk yapalım." diye karar verip dünyaya kendilerinin kopyalarından getirmeleri... bu kadar basit mi ya? belki çocuk namaz kılmadı oruç tutmadı diye sonsuza dek cehennemde yanacak (dini inanca göre) ama sen bu ihtimali görmezden gelip "çocuk yapıyorsun". ne hakla ölecek, öncesinde ve sonrasında ızdırap çekebilecek bir canlıyı dünyaya getirmeye kendinde hak görüyorsun ki? bu çok sığ bir hareket, içgüdü gibi ilkel temelli olduğundan tabiatıyla sığ geliyor insana, çok iptidai.

    eğer her sorgulamanın çözümü "din"i es geçersek; antik dönem, roma dönemi filozoflarını okuyunca insan rahatlıyor aslında. o barışıklık, "doğru insan" olabilme çabası ölümü önemsizleştiriyor ama bunları her zaman hatırlayamıyor insan. (bir de onların genelde anlattığı "insanlığa katkı"nın iyi olmak ile yetebileceği fikri yetersiz gelebiliyor.) keşke dinlerin bazı yönleri saçma gelmeseydi de sorgusuz sualsiz inanabilseydim diyorum, ama kitapları okuduktan sonra artık geri dönüşü yok.

    çevremde biri öldüğünde çok etkilenmiyorum, ama aniden, sebepsiz bastıran bu irdeleme hissiyatı beni çok rahatsız ediyor. burada yazdığım gibi var edilişimden itibaren en sonuna kadar bu saçma döngüyü kabul etmekte zorlanıyor, zihnimizin bu farkındalığı yaşamasına da lanet ediyorum. "neden kedi gibi ne olup bittiğini anlamadan göçüp gitmiyoruz ki" diyorum, sonra keşfetmenin, öğrenmenin, yardım edebilmenin verdiği hazzı da kaçırmak istemezdim diyorum; bu da paradoks oluyor çünkü o merak ve öğrenebilme kabiliyeti nedeniyle çıldırıyoruz.

    kendimizi çok özel görüp önemsediğimiz için yediremiyoruz. özet bu aslında. (bu nedenle dünyada bir iz bırakma vs. ile anlamlandırmaya çalışıyoruz, ya da bu çaba dahil her şeyi komple anlamsız bulup çıldırıyoruz.) aslında doğa döngüsünde bir element/bileşik deposundan başka bir şey değilsin. içgüdülerinle yaşa ve öl devam et işte. ama bu kadar derin düşünebilen bir varlığın da kendini özel görmemesini beklemek doğru olur muydu? sanmıyorum. zihin çok ileri gitmiş, vücut alt basamaklarda kalmış (kısa sürede -kime göre neye göre- ölüyor falan), problem buradan başlıyor. insan beyni bu kadar gelişmemeliydi.

  • zaten şu anda bir hiç olduğunu kabul ettiğinde geriye çıldırmak için sebep kalmaz.

    korkularını yenmek için masallara gerek kalmaz.

  • "ölümden korkmuyorum. doğmadan önce milyarlarca, milyarlarca yıl ölüydüm ve bundan en ufak bir rahatsızlık duymamıştım." mark twain

  • çıldırtmamasının tek sebebi, hepimizin yatağımızda huzurlu bir şekilde öleceğimizi düşünmemizdir. hepimiz ani bir ölüm yerine, yaşlılık sebebiyle öleceğini hayal eder. ve bu sebeple asla sürekli ölümü düşünmemiş olur. genetik muhtaçlığımız yani taa ilk atalarımızdan kalan ve nesil devam ettirme isteğinin de temelini oluşturup çiftleşip, üremeye ve bu sayede kendine dair bir eser, bir hatırlanma aracısı bırakmak isteme ve bu sayede "ölümsüz olma" fikrine kalıp olarak uydurduğumuz yüz binlerce dinin ve dinin getirdiği "sonsuz yaşamın", "reenkarne olup tekrar tekrar gelmenin", "ilerde tekrar döneceğine inanmanın" ya da "öbür dünya"da sonsuza kadar yaşayacak olma gibi şeyler sayesinde yatağımızda huzurlu bir şekilde yakalanacağımızı zannetiğimiz ölüme de böyle bir çare bularak bu hayatı devam ettiriyoruz. "öbür dünya"nın olmadığı ve huzurlu bir şekilde yaşlılık sebebiyle ölmeyeceğimize yüzde yüz kanaat getirdiğimiz taktirde içinde yaşanılan dünya, insanı çıldırma seviyesine getirecektir.

    o yüzden ölüm bir sondur. bitiş çizgisidir. sonrası yoktur. her gün uyanmak, rutini kovalamak, belirli şeyleri yaparak hayatta kalmaya çalışmak zaten azar azar bir çıldırıştır.