öğretmenlerimizin yetersiz olduğu gerçeği

  • ünlü bir özel okulda bir buçuk yıl çalışmış, sonra devlet okulunda ingilizce öğretmenliği yapmaya devam etmekte olan ben;

    bilişim teknolojileri ile uzun süredir ilgileniyorum. eğitimde bunların kullanımı ile ilgili sunumlar hazırladım, hobi olarak sürekli takip ediyorum.
    • bu süreçte kendi imkanlarımla önce html ve css, daha sonra iyi derecede php ve python öğrendim. halen ilgilendiğim ve geliştirilmesini üstlendiğim birkaç internet sitesi var.
    • uzun süre freelance çevirmenlik yaptım. şu an ücretli olarak yapmasam da gönüllü olarak bazı projelerde çevirmenlik yapıyorum, bir de kitap çevirisine başlayacağım.
    • uzun süredir amatör olarak, bir süredir biraz daha ciddi olarak bisiklet sporu ile ilgileniyorum.

    bu yukarıda saydığım hobilerimi öğrenciye aktarabileceğim bir imkan yok. hani bakın teşvik edilmeyi, bir "eline sağlık" denmeyi bile geçiyorum. bisikleti, bakımını öğrenmek isteyen çocuğa "gel sana bisiklet öğreteyim" deme şansım yok. "şu okulda bir maker atölyesi açalım" demek için zaten bildiğim şeyin haftalarca kursuna gidip sertifikasını alacağım, sonra yeter sayıda öğrenci bulacağım, sonra ilçe milli eğitim müdürlüğü izin verirse ders verebileceğim.

    türkiye'de bu işler sürekli sertifikaya, diplomaya bağlı. devlete göre microsoft word'ü açıp yazı yazabiliyor olmam için haftalarca sikko bir kursa gidip sertifika almış olmam lazım. isterseniz gary kasparov olun, satranç eğitmeni sertifikası olmadan derse adımınızı attırmazlar.

    okulda satranç kulübü var, ayrılan toplam süre 20 dakika. çocuk geliyor, bilgisayara oturuyor. 2 dakikada bilgisayarlar açılıyor, hemen oyuna başlatıp hepsine birer dakika ayırsam süre bitiyor. çocuk oynadığı oyunu bitiremiyor 20 dakikada.

    gerçi sadece devlete de bok atmayalım. bu memleketin ilk özel okullarından birinin bir şubesinde çalıştım. okula ücretsiz internet sitesi hazırladım, benim yaptığım siteyi kaldırıp müdürün tanıdığı 16 yaşındaki bir çocuğa parayla tekrar yaptırmaya kalktılar. aylarca beceremeyince "sen yardım et" diye yine bana yüklediler.

    okulda sadece 8-9 bilgisayarı çalışır durumda olan bilgisayar laboratuvarı vardı. yazın herkesin yattığı, çay keyfi yaptığı seminer döneminde tekrar elden geçirdim, hepsini ana bilgisayardan kontrol edilecek şekilde, 18 adet bilgisayar şeklinde kurdum. bir sonraki sene başında "zaten artık bilgisayar sınıfları kullanılmıyor" diye sınıflara dağıttılar.

    peki ben ne yapıyorum? amacım bir bilgiyi yaymaksa öncelikle bunu internetten yapıyorum. benim de bir şey öğrenirken temel kaynağım burası. ben nereye bakıyorsam, bendeki bilgiyi de öncelikle oraya bırakıyorum. mesela bisikletle ilgili, özellikle tur bilgileri odaklı bir internet sitesi yapıyorum.

    bir çocuğa istediğim gibi eğitim mi vermek istiyorum? yaşadığım şehirde öğretmene ihtiyaç duyan bir vakıfla konuştuk, eşimle gidip gönüllü eğitim verdik. vay efendim sizin bilmemne sertifikanız var mı diye sormadılar.

    mesela geçenlerde gidip mal gibi, saf gibi hizmet içi eğitim yazdım. onda da dersiniz bittikten sonra gidip eğitim alıyorsunuz, yol parasını bile vermiyorlar, cebinizden veriyorsunuz, öyle bir eğitim. proje yazımı ile ilgili olduğunu yazmışlar. gittim, meğer zaten bakanlık projelerinin başvuru kılavuzundaki bilgileri anlatıyorlarmış. 5 gün boşuna gidip geldik, bir kere yazdığın zaman mazeretsiz bırakamıyorsun da.

    en son yazıyı bitirirken, öğrencilik tarihimde bir efsane olan lise tarih hocam ali özuyar'dan bahsedeyim. kendisi, bildiğim kadarıyla 2 kısa filmi, 1 uzun metraj filmi, 8 kitabı olan bir sinema tarihçisidir. adamcağız, bize sinema tarihiyle ilgili bir şey söyleyecek olsa "dersin dışında bilgi veriyorum" diye utana sıkıla anlatıyordu, zira milli eğitim bakanlığı nezdinde suç işlemiş oluyordu.

    işte böyle kendiniz film çeker, kitap yazar, araştırır, öğrenirseniz milli eğitim bakanlığında yetersiz olursunuz. onun yerine gidin, satranç oynamak yerine satranç eğitmeni sertifikası alın, yeterli bir öğretmen olun.

  • yeterli olanı bile yetersiz hale getirdiklerindendir