çocukken baba eve getirdiğinde mutlu olunan şeyler

  • her şeyde olduğu gibi tadı ekşiçi piçler tarafından kaçırılmış olan şeyler.

    baba dediğin eli boş gelmezmiş, önemli olan gelmesiymiş...

    sorulan o değil amk. sen ne getirdiğinde seviniyordun. soru bu.

    misal benim babam da her akşam bir şey getirirdi ama ben en çok tulumba getirdiğinde sevinirdim. bazen baklava bazen keşkül filan da getirirdi. ben en çok tulumbaya sevinirdim. hep tulumba getirsin isterdim. arada da şekerpare... yazın da karpuz. bu yani.

    senin baban yoktuysa, bir şey getirmediyse üzgünüm. bu başlık sana göre değil ama konuşmak isteyen de bırak konuşsun. sen okuma amk.

  • • pazar sabahları bakkala gidip taze ekmek ve kahvaltılık bir şeyler alırdı. yanında da mutlaka bir dünya eki olan gazeteler.. kahvaltıdan sonra tüm günümüz gazeteleri okumakla geçerdi diyebilirim.

    • birlikte çalıştığı firmalardan getirdiği ürünler. örneğin; kutu kutu yumuşak şeker, sakız, kıyafet, ajanda, kalem vs.

    meyve. annem pazardan alışveriş yapardı babam ise pazara gidemediği için manavdan. bu nedenle babamın aldığı meyveler daha gösterişli olurdu.

    kestane. kışın en sevdiğimiz faaliyetlerden biriydi. kestaneler hemen ocağa atılır, sonrasında yere sofra bezi serer etrafında oturup yerdik.

    nur içinde yatsın.

  • mandilana..her cumartesi balık:)babam kızartırdı balıkları da.salatayı da..canım babam:(

  • baba benim için her zaman korku figürüydü. bunda kötü olan her şeyi "babana söylerim görürsün" tehdidiyle bizi büyüten annemin de payı büyük.

    o gün yemediğim yemeği, kırdığım oyuncağı annem babama söyleyecek diye babam eve gelsin hiç istemezdim. annem diğer anneler gibi kuru tehditte bulunmazdı. gerçekten söylerdi, sonra da hır gür çıkardı.

    huzurlu bir çocukluğum olmadı, boşansınlar diye dua ederdim hep. burada yazılanları okuyunca gözlerim doldu.

    şimdi kocamın çocuğumuza ne kadar iyi babalık yaptığını görünce yaşadığım çocukluğa üzülüyorum.

  • rahmetlinin daha kırkı çıkmadı ama benim hep hayalimdeki hali, akşam eve geldiğinde çorabına sakladığı çikolata ya da oyuncak arabayı bana sürpriz yaparak verişidir. o zamanlar mutlu oluyordum şimdi hüzünleniyorum.

  • (bkz: fıstık)
    bizimki pek eve uğramazdı.
    uğradığında da elinde siyah poşet içinde 4-5 tane bira, 2 paket uzun samsun olurdu.
    bazen o siyah poşetin içinde fıstık olurdu.

    kapıdan sallana sallana, elinde poşet ağır alkol ve sigara kokusu ile girdiğinde, elindeki torbaya kitlenirdik.

    aslında elinde torbayla gelmesi bir bakıma iyiye işaretti. torbasız gelse, annemin elinde günlük kazancı vs varsa döverek alacak ve kumara gidecek demekti.

    siyah torbayla geldiyse, en azından tv'nin karşısında yere oturacak, çakmağıyla efes tombulu açacak, önüne kül tablasını koyacak, yanına uzun samsun paketleri ve en sonda da fıstık torbasını koyacak demekti.

    pek az yemek yerdi. zaten çöp gibi bir adamdı. bünye olarak zayıf ama psikopatlıkta ağır bir abiydi kendisi.

    bazen annem siniyle akşam yemeğinde yediklerimizden önüne koyar, sofra bezinin üstüne dizlerini kırıp, eğilerek höpürdete höpürdete yalap şap yerdi.
    asla bitmezdi o tabaktaki yemeklerin hepsi.
    mutlaka biraya da yer kalması gerekirdi.

    yemesi içmesi bitince yine yerde koltuğun kenarına yaslanır, yüzü tv'ye dönük sigarasını yakar, birasını açardı.

    genelde ilk bira bittikten sonra bizle biraz sohbete başlardı. sohbet dediysem dersler nasıl falan filan değil. genelde kendini anlatırdı.
    bazen de annem laf atardı "ee naptın" bugün falan gibi.
    sanki birkaç gündür evde yokmuş gibi değil de, sürekli bizleymiş sanki bozuk bir aile düzenimiz yokmuş sanki varı yoğu kumarda, meyhanede, birahane yememiş gibi.

    benim gözüm ise fıstıklarda olurdu. bazen şeffaf yumurta poşeti gibi poşetlerin içerisinde, bazen de kese kağıdında gelirdi o fıstıklar.

    bense en çok kese kağıdında gelenleri severdim. çünkü kese kağıdında geldiyse, o fıstıklar sıcaktır demekti.

    kül tablasının yanındaki fıstıklara uzanır, içlerinden alabildiğim kadar alır, kenara çekilirdim. görmezden gelirdi. sonra annem alır kardeşime falan uzatırdı.
    kardeşim genelde istemezdi.
    bense hemen çabucak yiyip fıstıklar bitmeden bir kez daha avuçlama derdinde olurdum.
    ikinci kez seğirtip de, biraz fazla alırsam, "höst len meze bu" derdi.
    kendine kadar alırdı çünkü.
    "az al az", "yavaş ye lan boğulacan" derdi. işte o zaman yediğim bütün fıstıklar boğazımda kalır, gözlerim buğulanır, kendimi zor tutardım.
    keyfi yerindeyse de hiç ses etmezdi.

    şimdi düşünüyorum da, deli gibi çerez sevmemin, hatta yemekleri hızlı hızlı yemenin, içki içerken mezeyi bol bol hatta bazen açmış gibi çalakaşık yememin altında da acaba bunlar mı yatıyor?

    hep böyle kasvetli ortam da olmazdı. bazen neşeli olurdu, eğer o gün kumarda falan kazanmışsa, yada çok nadir kumara gitmeyip direkt eve geldiyse, gün içerisinde hoşuna giden bir şey yaşadıysa.

    ama o siyah torba hep elinde gelirdi. ve biz de beklerdik acaba bize ne getirdi diye. torbanın içine kitlenir kalırdı gözlerimiz.
    ama tarife genelde hep aynıydı 4 bira, 2 paket uzun samsun. bazen fıstık, bazen de tavuk..

    çikolata olsun isterdik, dondurma olsun isterdik her çocuk gibi.
    alamayacağından değil çünkü işin kötüsü ne biliyor musunuz?
    bu adamın işi buydu.
    kantini vardı.
    başkalarına çikolata, gofret, sandviç satıyor ama eve gelirken çocuklarına bir parça çikolata getirmek yerine kendine bira ve sigara almayı ihmal etmiyordu.

    hep derim.
    17 yaşımdan 21 yaşıma kadar küs ve kavgalı, 21 yaşımdan 23 yaşıma kadar ise bir baba oğuldan ziyade, onun için bir suç ortağı bir arkadaştım.
    ben 23 yaşımdayken de öldü zaten.

    yine hep derim ki;
    ......ve ben babamı yaşattığı tüm kötü anılara rağmen öldüğünde affetmiştim.
    sonra ben baba oldum ve baba olunca anladım ki, evlat bambaşkaymış.
    şimdi iş yerimde, çocuklarımsız bir doğum günü pastası bile yesem boğazımda kalır.

    o yüzden baba olduktan sonra, babama olan affediciliğim yerini çok daha büyük bir kızgınlığa bıraktı...

  • babamın eve gelmesi, eve getirdiği şeylerden beni daha çok mutlu eder.

  • sene 97 anaokuluna gidiyorum. o sene herkes show tv’de saat 16:00’da power rangers izliyor, haliyle hastasıyım. babam da iş gezisi için bursa’ya gitmiş “sana ne alayım gelirken” dedi
    “ben de power rangers istiyorum ama siyah olanı” demiştim. o anca sarı olanını bulabilmişti. o kadar sevdiğim bir oyuncak olmuştu ki. yaşım 30 ama hala saklıyorum.

  • çalıştığı fabrikada çöpe atılmak üzereyken kurtarıp getirdiği ansiklopediler. hayatımı değiştiren olaylardandır.
    bir de o kadar ağır kitapları taşımış eve kadar.

    allah senden razı olsun reis.
    küçücük bir çocuğun internetsiz bilgisayarsız bir evde dünyadaki binbir bilgiden haberdar olmasını ve bilginin değerini çok erken yaşlarda anlamasını sağlayan adamsın. adamın dibisin.

  • ben açık ara, anneme çiçek ya da hediye getirdiğinde sevinirdim.

    benim babam geleneksel babaydı; modern babalar gibi aşkım, hayatım, karıcım babası değildi ama bilirsiniz ki çocuklar anne babalarını hep mutlu görmek ve birbirlerini sevdiklerini bilmek, bunu hissetmek isterler.

    özel günleri hiç atlamazdı; çiçek getirirdi, hediye alırdı.
    hediye dediğim de, mağazaya gidip elbise seçmek değil tabii. kuyumcudan alınırdı eskiden hediyeler hep. bileklik olurdu, kolye olurdu.
    en az annem kadar mutlu olurdum.