çocuk sahibi olunca hayatın kaydığı gerçeği

  • yüzde yüz katıldığım tespittir.
    hayatım s*kildi resmen.
    ama onlar iyi olsunlar da hayatımın canı cehenneme beeee

  • maalesef doğru olabilen tespit..

    şimdi bakalım düşünelim..

    - körükörüne çocuk isteyen çocuk yapan çiftler..

    - ayyy çocook istiyoom diyen bekar tipler..

    - çocuk sahibi olmak için yıllarca tedavi gören maddi manevi yıpranan insanlar..

    soruyorsun neden diye.. 'ayy nebiliyiimm istiyorum yumuş yumuşşş..', 'aaa çocuk dünyanın en güzel şeyiiii.. ', 'aman nebiliyim kazayla oldu yoksa düşünmüyoduk..' vb. geniş skalada cevap alınıyor..

    daha hiç 'dünyanın ihtiyacı olan beyin gücünü kocamın taşşaklarından alıp, kültürel zenginliğimizi katarak büyütecem.. tüm bilim kariyerini planladım.. dünyaya şu alanda ışık olacak benim yavrum.. tüm eğitimini ayarladım şansa bırakmadım..' diyen birini görmedim..

    genelde insanlar ,

    -markette bağırarak koşsun kafa siksin diye

    -bu yaştan sonra geç kalmayalım diye

    -hayatta tutunacak dal olsun diye

    -torun sevgisine malzeme olsun diye

    -adettendir diye..

    çocuk doğuruyor..

    neden kısmına mantıklı bir cümle kuramayanların hayatı kayıyor özetle..

  • gece uyutmaz, sabah erken uyanır, ağlar sürekli bi şey ister, haftasonunu ona göre belirlersiniz.

    ama kızıma gel atta hadi dediğimde yeni yeni öğrendiği şekilde ayakları üzerine kalkıp elimi tutması, gülücükler saçması, paha biçilemez.

    kulak nerde diye sorduğumda gösterip alkış istemesi falan bunlar için yaşıyorum lan ben şu an.

    biz de bundan 10 yıl önce sabaha kadar içen, uçanı kaçanı eve atan ot çeken zirzop ünili bir adamdık. sanıyosunuz ki hayat hep böyle geçecek, geçebilir de ama harcanır gidersiniz. her şey zamanında güzel. gençlikte gezmek eğlenmek ufku genişletmek ne kadar hayattayım duygusu yaratıyorsa, yaş 30 olduğunda sabah evladınızla uyanıp onu mutlu etmek, onla bir şeyler paylaşmak aynı duyguyu yaşatıyor.

    allah herkese sağlıklı bir şekilde nasip etsin inşallah.

  • ailecilik adına çocuk sahibi olmanın bu denli kutsandığı ortamda doğru bir tespittir. kendilerini çocuk yapmak zorunda hissediyor çiftler, aşilması gereken bir aşama gibi. hayatı ezbere yaşayanların bir sağ kalma hilesidir çocuk yapmak. çocuğun hayati da kendi hayatlariyla birlikte kayar.

  • ben çocuk doğurmadan önce o parti senin bu konser benim, gece yarısı sinema seansları filan laylay gezen bi insandım. şimdi kızım 3 yaşında bunları hala yapıyorum.
    etrafıma bakıyorum da cidden ortadoğu'da çocuk yetiştirmeye çok farklı bakılıyor. hamileler kendilerini camdan yapılmış sanıyor, ay ben yürüyemem, aşırı organik ve bilmemne olmayan narları yiyemem hayatım, hirasu'ya taşlı takımlar yaptırdım, doğmamış oğlum hikmetcan'a 2000 dollara oyuncak mercedes araba aldıklar havada uçuşuyor. çocukların yüzlerine cupcake örtülüyor ama fotoları illaki paylaşılıyor, evlerden çıkılmıyor, kimseye fotoğraf çektirilmiyor. ya gerizekalı arkadaşım, koskoca cambridge düşesi doğum yapıp bebesini kucağına alıp basına fotoğraf verirken kim senin kastamonu nüfusuna kayıtlı piremsesini takar? kendini bu kadar önemsemek, bu bi tek ben doğurdum ve dünyayı kurtaracak kişiyi doğurdum tribi nedir? bu haleti ruhiye içinde o çocuk da, bu tiplerin hayatı da, evlilikleri de ziyan oluyor haliyle. zinhar çocuk çocukluğunu yaşayamıyor, taşlı takımları içinde evlerde bazen de avm'lerde bebek arabalarının içinde kızarmış yanaklarıyla ziyan oluyor çocuklar.
    ben hiç bi zaman ah ben acilen üremek istiyorum diyen biri olmadım açıkçası. yaşım 30'u geçmişti,yavaştan hormonlar da ee hadi demeye başlamıştı gayet isteyerek doğurdum kızımı. hatta bana saçmalama sen çocuk bakamazsın senden anne olmaz diyen kaç yıllık arkadaşıma rest çektim. lan suriyeliler 9 tane yapıyor bari bizim gibiler doğurup büyütelim de neslimiz iyice kurumasın. hamilelik boyunca çalıştım, evde iş de yaptım,spor da yaptım, gezdim tozdum da. doğumhaneye bile yürüyerek indim, doğumdan sonra da eve geldiğimizde kotumu giyip salonda oturdum annemlerle, fırfırlı yataklarda yatmak yerine. ya benim anneannem güğüm taşırken karnım ağrırdı ebe gelene kadar doğururdum zaten diyen kadın. hiç uyku eğitimi vermemiş. ben çocuklarımı yataklarına yatırır işimi yapmaya giderdim onlar da uyurdu napsınlar derdi. sizin bu havanız kime?
    aynı kafayla doğurdum ben,aynı kafayla da büyütüyorum. 4 günlükten itibaren ocak doğumlu olmasına rağmen hep sokakta, hayatın içinde büyüdü. spora gittim, o da geldi beni seyretti pusetinden, arkadaşlarımla buluştum, o da geldi ekmeğini kemirdi. ben kitabımı okurken ona da kendi kitabını verdim. 1 yaşındayken annemle babama bıraktım eşimle tatile gittim pulları da dökülmedi açıkçası, ben anneannemle çok kaldım zira. 1,5 yaşında eşime bırakıp arkadaşımla berlin'e gittim. eşimle haftada en az 1 kere arkadaşlarımızla çıkarız birbirimize bırakıp ve asla diğerini arayıp da darlamayız. kafasını dağıtsın,takılsın, ne zaman geliyosun diye bile sormayız. ben çalışıyorum da. kızımı 2 yaşında okula başlattım zaten. ben kendim de 2 yaşında başladım çok da faydasını gördüm. o okula gidiyor, ben işime,akşam buluşuyoruz ve evimizin piremsesi filan değil, 3. üyesi sadece. o da bizim gibi yemeğini yiyor, vakit geçiriyor normal bi hayat yaşıyor. onun için değil onunla yaşıyoruz.
    siz de yapın bak. valla zor değil. hayatınızı kaydıran sizsiniz aslında.
    bırakın bazen arkadaşınızla, bazen annenizle babanızla kalsın. esir etmeyin kendinizi.
    haftasonu da lütfen avm'ye tıkmayın ormana götürün şu çocukları. çamura otursunlar, ceplerine taş doldursunlar. bişi olmaz yıkarsınız geçer.

  • bazı entry ler vardır. dün düşündüm ama keşke yazsaydım dediğimiz. yazmasak da debe de görünce mutlu olduğumuz. işte bugünün debesi entry beni gülümsetti. çünkü yazmasak da, gitmesek de orda bir entry var uzakta ve o entry bizim entry mizdir.

    bu konuda söylemek istediklerim var ama yinede. yazmak istediklerim...
    badilerim bilir. sevgilim ve minik kızıyla yaşadım uzun bir süre. evlenmedik.
    bir süredir düşünüyorum. çocuk bakmak anaçlık mı, bencillik mi, sevgi mi?
    ben çocuk bakmak olarak algılamıyorum olayı nedense. çocuk sevmek olarak algılıyorum. bencillik olarak algılıyorum. daha açık ifade edeceğim, bir saniye. önce keyifli bir kaç şey anlatayım:)

    kreşten alıyorum akşam üzeri ve bir minik kreşi hiç mi sevmez? sevmiyor işte. akşam arabamı park edip, yorgunsam kafede bir sigara ve çay içtikten sonra onu alıyorum ve ilk zamanlar hep maruz kaldığım ''siz babası mısınız'' bakışlarıyla kapıda bekliyorum. koşa koşa geliyor merdivenlerden ve sabah giydiği tertemiz beyaz külotlu çorap lekelenmiş. başparmak çıkmış. beni görünce bir gülümseme. gülüyorum ben. hiçbir yorgunluğum kalmıyor. sonra parmağımdan tutup eve yürürken sanki kolum kaç derece sağa sola hareket edebiliyor anlamak ister gibi bir sağa bir sola bir önüme geçer gibi zıplaya zıplaya yürürken dur lütfen falan diyorum. baktım olmuyor sırtımda ilkokul çantası bende onun gibi zıplayarak yürümeye başlıyorum. bir kahkahası var anlatamam. sonra her akşam zıplayarak eve yürüyoruz ve eğleniyorum oldukça. yoldan geçenler gülüyor. hoşuma gidiyor.

    gece uyumayınca bazen biz uyuyoruz ama diyerek uyumak üzere odamıza giderdik. hatırlamıyorum ama bazen hasta olup 21:00 de uyumak isterdik işte. annesinin sevgisi farklıydı. anneyi eleştiriyorum sanılmasın. bir gece yatağa geldi ve üfff. keşke birisi bana erimiş kaşar yapsa!! dedi. birisi! öyle eğlendim ki. o kişinin ben olduğumu biliyor. kalkıyorum tek gözümü açıp. erimiş kaşar ve bir kaç şey. ovunçk, ovunçk gibi sesler çıkararak yiyor. o çıkan seslere bakıp gülüyorum.

    açmısın diye soruyorum. öyle açımki kafamdan çorba dökmek istiyorum diyor. yemekle hiç arası yok ve açım demesi çok mutlu ediyor. açım dedi. açım dedi...

    biz konuşurken hep bizi dinliyor. çok zeki. annesi anlatıyor bir arkadaşına, siyah olanı iyi ki almışım. siyah her şeye yakışır diyor. bir kaç saat sonra biraz uzakta bir markete gidip çıkınca kahve içeceğiz. ben hazırım ve camda sigara içerken bir bakıyorum bizim minik ağlıyor anne offf ya offf derken. pembe mavi çok güzel kıyafetlerini giymiş ve ne oldu diyorum. illa şu siyah koca ayakkabıları giyicem diyor annesi. bakıyorum kocamanlar ve dönüp soruyorum. neden bu botları giymek istiyorsun diye. ağlarken ''çünkü siyah herşeye yakışır'' diyor. kopuyorum. açıklıyorum sonra. iyi ama bu bot diye. giymek istiyor. bırak giysin diyorum annesine. gülüyorum. o da gülüyor. çocuklara soru sorun. herşeyi sorun. hepsinin cevabı var.

    bir gün hangi çizgi filmde görmüşse, şemsiye ile çıkmak istiyor yağmurda. yağmur çok ama ve hava ılık değil pek. anneyi de ikna edip tatlı yemeye çıkıyoruz. çıkınca bakıyor ki yağmur durmuş. hıh diyor. bana şemsiyemi ver. öyle bir tonlayıp öyle bir damla yaş çıkıyor ki gözünden. al şemsiyeni agador. hadi uzaklara gidelim diyorum.(agador bir film karakteri ve biliyor) gülüyor. koşuyoruz. anne arkamızdan bakıyor.

    bir gece ateşi var. ölüyorum yorgunluktan. çıkıp eczaneye gidiyorum. dönünce şurubunu içiyor. görende kaçkar dağlarından şifalı ot getirdim sanacak beni. öyle mutlu oluyorum.

    çok huysuz zamanları vardı. bazen beni deli ederdi ama hep barışırdık. bazen azarlardı hatta beni. bir keresinde günün nasıl geçti diyorum. cevap vermiyor. tekrar soruyorum. cevap vermiyor. sonra bana bağırıyor yaaa sormasana beee diye. biraz sinirleniyorum. susuyoruz. çok güzel susarım ben. bir süre sonra anlatıyor. okulda öğretmeni meğerse... kötü bir gün geçirmiş aslında. anlattığı olay onun boyuna göre büyük. aslında sorduğumda o an büyükler gibi, fena değildi diyerek geçiştirmeyi bilmiyor henüz. bağırıyor sorma diye ve ben aslında ne kadar üzgünmüş, anlıyorum ve sinirlenip sustuğumda düşündüklerim için vicdan yapıyorum.
    nerede okudum bilmiyorum;
    onların da kötü zamanları var. kötü geçen günleri. bugün hiç erken kalkası onların da olmuyor. sikicem ödevini gibi şeyler onlar da hissediyor biz sikicem projesini derken.
    farkında olmasak da robot gibi olmalarını bekliyoruz. her sabah kalkabilmelerini. her soruya sakince cevap vermelerini. ne dersek yapmalarını. karşımızda bir canlı olduğunu unutuyoruz. ben çok sallamamaya çalıştım hep sevimsiz zamanları.

    bir gece uyumadan önce hadi bana bir anını anlat diyor. anlatıyorum ama can sıkıntısı geçmiyor. nasıl geldik hatırlamıyorum ama, niye öyle dedin ki diyorum. sen tam bir hayvan dostusun. değilim diyor. öylesin diyorum. yolda gelirken kedi seviyosun, kuş seviyosun,... ama böcekleri sevmiyorum diyor. donakalıyorum. neler sorguladığını fark ediyorum. kavramları sorguluyor. çizgi filmlerde gösterilen ''ideal'' olanı olmaya çalışıyor. yeniliyor bazen. üzülüyor. dünyası kocaman... uyuyakalıyor.

    sürekli kedi seviyor. kedi istiyor. annesi kedi bakıyor. cins kedi. nasıl kedi olsun sorusu soruyor annesi sürekli. beyaz olsun. burnu şöyle olsun... başka bir gün yine....
    bir gün arabada kedi olsun da, nasıl olursa olsun dedi. kedi satın almamaya anneyi ikna ettikten sonra feci sevimli bir kedi yavrusu görmüştüm bizim kıro tekel bayinde. göz damlası almış. damlatıyor ve aha bu varya çok orospu diyor diğerini gösterip. hep bunun üstünden geçiyor. o küçük olanı bana ver diyorum. al abicim diyor ve kediyi anneyle alıp eve gidiyoruz. kedi el kadar ve kediyi eve bırakıp minik kendisi fark etsin istiyorum. fark ettiğinde pıt,pıt,pıt,pıt diye koşan bir minik. gözleri fırlamış. nasıl mutlu. doğum günü hediyesi. kuzenini arıyor. biliyor musun benim doğum günü hediyelerimden biri canlı. evet evet. canlı kedi. gülüyorum.

    bu tip zamanlar çok. bazılarını yazmak istedim. sabahları hep erken kalktım. kahvaltı hazırlardım. bazen halim olmazdı.gerçekten yorulurdum ama beni en çok evin içinde bağırışma olması yorardı. ilk zamanlar nasıl davranacağımı bilemiyordum. psikiyatrise dedim ki, doğal davransam, yani babası gibi, içimden geldiği gibi davransam ne olur dedim?
    dedi ki; buna hazır mısın? nasıl yani, hazırım dedim. eğer ona babası gibi davranırsan, istemediğinde mesela dur dersen, sana babasına verdiği tepkileri verecek. sana kızacak.küsecek. oyuncak atacak. sen babası gibi davranılmaya hazır mısın? yani o sana kızdığında, kendini kötü hissetmemeyi başarabilecek misin?
    düşündüm. ona ne olursa olsun küsmemem, kişiselleştirmemem gerekiyordu. bazen başaramadım ilk günler. özellikle hayır tavana çıkma gibi şeylere izin vermediğim zamanlarda.
    çocuklar için dünya bizim algıladığımız gibi değil. onlar baba kavramını bizim gibi algılamıyor. babası hep olacak ve sen belkide en iyi ikinci arkadaşı olmalısın dedim kendime bir filmden bir repliği düşünerek. çünkü aslında en iyi arkadaş olmak dahi çok sorumluluk ister. biz iyi arkadaştık.

    babası iyi bir adamdı ama daha çok görev adamıydı. ctesi alır, parası neyse öder. acil bir durum varsa halleder... ilk günlerde psikiyatrisin çocuğu hafta içi de alın, öğretmenin çocuğu hafta içi de alın uyarılarına pek cevap vermedi. çok bekledi minik. gelmedi. gelsin ve alsın isterdim. biri ile yarışmadığınızda asla sinirlenmezsiniz. ben en iyi ikinci arkadaştım. o babaydı. kedi alacağımızı öğrenince çok kızdı nedense. hastalık kapabilir. gözü kör olabilir. cırmalayabilir gibi şeyler söylemiş. kedi sevmeyi yasaklamış. bir gün merdivenlerde apartmanın kedisini görünce çok korktu minik. sürekli kedi seven bir çocuk bir kaç günde nasıl bu hale gelebildi şaşırdım. o zamanlar sözlükte köpeklerden korkan insanlar, tasmalar falan tartışılıyordu galiba. hayvanlardan korkanlarla dalga geçen entrylere sinirlendim. hayvanlardan korkmak aslında bazen bir ebeveynden korkmaktır yazdım. sonra yendik o korkuyu.(bu olay eve kedi almadan önce oldu)

    eve babadan geldiğinde bir saat izin verin dedi psikolog. bir saat bana gıcık davranırdı. iki dünya arasında gidip geliyor ve tekrar bulunulan evin kurallarına ve dünyasına alışması bir saat sürüyor bazen. baba olumsuz şeyler söylüyor bazen ve hep arada kalmış hissediyor. mesela onunla muhatap olma diyormuş ilk zamanlar. sonraları öğrendik. muhatap ne ki? çocuktan ne yapıyoruz falan diye öğrendiğinde bazen sinirleniyor ve sinirlenilen kişinin kendisi olduğunu düşünüyor çocuk. sorumluluk hissediyor daha 5 yaşında. ve bir gün, inanmayacaksınız ama, anlatmadan konuşmayı öğreniyor daha 6 sında.

    babaya asla ihanet etmedi. evdeki sevme sıralamasında kediden sonraydım hep sorulduğunda. ama sorulmadığı başka zamanlar da vardı ve hiç önemi yok. bir keresinde anlamıyorum dedi, konu nasıl açıldı hatırlamıyorum. bana dönüp aslında bir kez denese ve oynasa hepimiz arkadaş olabiliriz. ama denemiyor.(babası için dedi)

    bir akşam yemekte tartışmamızı dinleyen minik, annesi sorunca en çok kim saçmalıyor diye, bence ikinizde saçmalıyorsunuz ama daha çok sen saçmalıyorsun dedi annesine. koptuk. (sayı olarak bahsediyor. o andan bahsetmiyor. kim daha çok saçmalıyor sayısı)

    çok sabrımın bittiği zamanlar oldu. onun gülümsemesi, onun iyi olması, eriyen kaşar, zıplanınca gülen suratlar, kediler vs.. hep beni çok mutlu etti ve hep daha mutlu olmak istedim.
    akşamları oynanan oyunlar gidilecek barlardan vs. daha çekici geldi. çok zaman geçirmiştim sokaklarda ve o an minicik bir dünyanın cümleleri içimdeki tüm sevgiyi çoğalttı.
    şuraya yazılmış olabilecek olumsuz şeylerin hepsini okumadım ama yazmak istedim bunları. aslında boşanmış bir kadınla evlenmek başlığına, anne ailesinin duruma nasıl yaklaştığını ve çocukları yazacaktım uzunca. yine yazarım bir sabah içimden gelince. demiştim. general olabilecek kadar erken uyanıyorum.

    çocuklardan şikayet edilen anlar aslında an. anneler neye sahip olduklarının farkında ama bazen unutuyorlar ve insanlar. çok erken anne olanlar biraz haklı bu arada. çok erken anne olmasınlar. insanların yaşamak istedikleri hevesler var. ama yinede farkındalar.

    son diyeceğim şu;
    genetik, ırk, din, savaş, gibi kavramları bilmiyorlar. dünya çizgi filmlerdeki gibi.
    çocuklar hayatı kaydırmıyor,
    el birliğiyle çocukların hayatını kaydırıyoruz.

    okuduğunuz için teşekkür ederim.

  • abartılı bulduğum tespit. ne var yani bir cumartesi sabahı 07.30' da çekiştirile çekiştirile yataktan kaldırılıp lego yapmak çok mu zor ?

    ühühühühühü uyumak istiyorum sözlük uyumak.