atlantean8
profili

  • halka inmeyip kendini bilim insanı zanneden tip

    bilim insanı halktan tavsiye alacakmış...

    ulan bizim halkın büyük çoğunluğu yıllardır kıçındaki dona bile göz dikmiş hırsıza uğursuza aşkından ölüyor. böyle bir halk, bilim adamına dese dese "inşallah" der, zayıf bir ihtimal de "maaşallah" der. bilimde bunlara yer yok diye duyduk ama bilimin de en iyisini siz bilirsiniz tabii...

  • ekşi itiraf

    kısa bir süre önce, resmi bir ayrılık yaşadım.

    sonrasında hayat değişiyor tabii. evindeki kablosuz ağın adından, mail şifrene, kapı zilinde yazan isim etiketine kadar ne kadar ıvır zıvır varsa değişiyor usul usul.

    bunlarda sorun yok, alıştım, koymuyor, acıtmıyor. fakat bazen öyle şeyler oluyor ki, hayat insana zor geliyor yahu. misal bu sabah yaşadığım durum...

    çalıştığım şirketin kurum içi otomasyon programında kişisel bilgilerin görüntülendiği alanda acil durumda aranacak yakınlarımızın bilgilerini girmemiz gereken bir bölüm var. ben bu alana daha evvel eski eşim ve annemin bilgilerini girmişim. o alanı güncellemem ve o listede haliyle sadece annemin kalması gerekiyor, ki ben de bunu yaptım. fakat kaydet butonuna basmamla acil durum listesinde en az iki kişi olması gerektiğine dair ruhumu sıkan bir uyarı aldım. annemin dahi benden çok uzaklarda yaşadığını, yakınlarımda da bir derdime koşacak kimsenin olmadığını düşününce, sabah sabah vurgun yemişe döndüm. daha doğrusu derdime koşacak kimsenin olmamasından ziyade, hayatında birinci önceliğe sahip olduğum kimsenin olmaması değişik. eşimiz dostumuz yok değil tabii ki ama acil durumda aranacak listesine insan ancak acil durumda araması gereken insanları yazmak ister sonuçta.

    bir ara bildiğin 112 acil yardım / ambulans yazayım dedim de, trollük cildime zarar veriyor.

    karmakarışık dönemler, tuhaf tuhaf işler.

    zor yollar genelde çok güzel yerlere çıkarmış. hadi bakalım...

  • kevin durant

    dördüncü maça kadar stephen curry mvp adayımdı.

    fakat dördüncü maçla birlikte adam yine hayalet moduna girdi. nasıl iş anlamadım, adam bi' acayip oluyor iş kritik maçlara gelince.

    durant ise büyüdükçe büyüdü. ne atsa soktu, potaya gitti, faul aldı, ribaunt çekti. her yerdeydi. sonuna kadar haketti.

    ödül töreninde annesine 8 yaşından beri bu anı beklediğini hatırlattı.

    bu adamın şampiyonluğunu kendince değersizleştirmeye çalışan insanlar, bunu anlayabilecek kapasitede mi acaba? müthiş yeteneklerle donatılmış adamlar, kaybetmeye esir düşmüş ortamlardan ayrılıp hayallerini, hedeflerini gerçekleştirebilecekleri daha aydınlık ortamlarda olmalılar.

    yahu öyle özel bir yeteneğe de gerek yok, hepimiz için geçerli. işler istediğin gibi gitmiyorsa, harekete geç, değişiklik yap. bu kadar basit.

    kararını bu şampiyonlukla taçlandırmış oldu. büyük oyunuyla da takımını şampiyon yaparak hakettiğini aldı.

    helal olsun adama.

  • lebron james

    yine çıldırtıyor birilerini. kudurun ulan.

    senin süper takımın nba finallerinde ikisi evinde olan 3 maçı üst üste kaybedecek seride 3-1 öndeyken, sen hala gelip hakem, sakatlık vb. diye zırla.

    bir de kawhi ile bilmemkimle oynamayacak demiş. ulan insan biraz utanır.

    golden state warriors hangi süper yıldıza karşı oynadı? bir kawhi leonard vardı ki oldukça zorluyordu adam, onu da sakatlayıp bertaraf ettiniz.

    daha serinin ilk maçında kolu kanadı kırılan spurs hariç 3 sezondan beri warriors'un playofflarda eşleştiği tek kaliteli takım geçen yılki oklahoma city thunder idi ve o seride ve seri sonunda neler olduğunu da hepimiz biliyoruz.

    bazı warriors taraftarının sürekli olarak ağlayıp sızlanması nasıl bir eziklik yahu. ulan takımın nba'in açık ara favorisi. rahat ol. kudurmana gerek yok ki

    boston taraftarı dik duruyor, warriors taraftarı zırıl zırıl ağlıyor. ne günlere kaldık...

  • lebron james

    işinize gelince batı konferansı çok güçlü, şöyle iyi böyle iyi oyuncular batıda,. doğu konferansı çöp, rakip yok falan filan....

    ama yine de lebron'un takım arkadaşı 987 defa all-star olabilmiş diyebiliyorsun. utanmaz seni. bir dik durun yahu, bir çelişmeyin...

    biz de sana diyoruz ki, git lebron'un kenarda oturduğu dakikaları izle,niye bu all-starlar o yokken o kadar da müthiş değiller? niye wade ve bosh lebron'suz miami'ye playoff dahi yaptıramıyor? niye james takım 8 sayı öndeyken benche gelince kyrie irving maçı aynı düzeyde tutamıyor da, takım 8 sayı geriye düşüyor? taa ki james benchten gelene kadar?

    bu adamın en büyük yeteneği, yanındaki oyuncuları bir seviye üste taşıması zaten.

    iman shumpert'ı izliyor musun? tristan thompson'ı? matthew dellavedova kaç para kazanıyor, neden o kadar çok kazanıyor bucks'ta haberin var mı? knicks'in "ne olur alın, karşılıksız alın" diye shumpert'ın takas paketine dahil ettiği, baş belası olarak görülen j.r. smith'i izliyor musun oynarken? richard jefferson'a ne demeli? miami heat'in yerine d-league'den oyuncu almak için yollamak istediği derrick williams?

    asıl sen anlayamamışsın olayı.

    lebron mo williams'ı all-star yaparken kobe bryant lamar odom'u all-star yapamadıysa problemi lebron'da değil kobe'de arayacaksın.

  • lebron james

    sihirli bir kelime var bu nba tartışmalarında. "efsane". bazı insanlar kendi fikirlerini sanki büyük bir otoriteymiş ya da iddia ettikleri / sundukları argümanların karar mekanizması sadece kendileriymiş gibi anlatıyor ya, işte o "efsane" kelimesi o yazılarda, o söylemlerde mutlaka yerini alır. "asla efsane olamayacak, asla efsanelerle adı anılmayacak." nereden biliyorsun? nasıl buna tek başına karar verebiliyorsun?

    lebron james başarılarını sonuna kadar hakederek, o başarılar için mücadele ederek kazanmış bir sporcudur. hayatını, hayat hikayesini iyi bilen bir hayranı olarak terlemeden kazandığı tek bir şey dahi olduğunu sanmıyorum. aksine, kazandığı her şey için en büyük mücadeleyi ortaya koyan kendisidir. ait olduğu takımların tümünden, istisnasız, lise takımından 2017 cavaliers'ına kadar, lebron james'i çıkarırsanız neyin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlar, onun bir takıma ne kadar büyük ve yeri doldurulamayan bir katkısı olduğunu görürsünüz. takımlarında yıldızlar vardır evet fakat o yıldızlar biraz da james'in yaydığı ışık yüzünden öyle parlıyordur.

    abi ben mesela anthony davis'i bir noktadan sonra new orleans pelicans'da izlemek istemiyorum. çünkü adam inanılmaz yeteneklerle donatılmış, çalışmış çabalamış kendini geliştirmiş ama hiç bir şey kazanamıyor ve bu gidişle kazanamayacak. playoff yapabileceği dahi şüpheli hatta bu sezon artık neredeyse imkansız.

    bir insan bundan nasıl zevk alabilir yahu? nasıl hoşuna gidebilir böyle bir şey?

    niye bu adam mesela houston rockets'a gidip james harden ile beraber oynamasın? niye o adamı o kadar yetenekli olduğu için cezalandırmak isteyeyim? niye bu adam çile çeksin arkadaşım?

    siz niye varsınız yahu, niye böyle içiniz çürümüş?

    hele ki bir tanesi resmen hayal dünyası yaratmış, diyalog falan üretiyor.

    yavrum sen ne içiyorsun bu sözlükte takılırken? hakkında ileri geri konuştuğun adam 7 nba finali oynamış, 3 defa şampiyon olmuş, 4 defa mvp seçilmiş, bireysel anlamda bin tane rekor kırmış, bilmem kaç defa all-star seçilmiş. sosyal anlamda dünyanın yardımını yapan, eğitim kurumlarına milyon dolarlar bağışlayan, yılda binden fazla yoksul öğrencinin eğitim masraflarını karşılayan bir adam. sen kimsin de adamın sporculuğunu sorguluyorsun? sen kimsin de adamın karakterini sorguluyorsun?

    yavrum all-star takımının koçu gidip "abi kaç dakika oynamak istersin bugün?" diye soruyor adama. rakip koçlar "tarihin en iyilerinden biri" diyor. yahu sen kimin nesisin, ne başarmışsın da kendi fikrini sanki genel kanıymış ya da kanunmuş gibi yansıtıyorsun?

    oğlum niye bu kadar nefret dolusunuz yahu? niye bu kadar tutarsız kriterlerle değerlendiriyorsunuz bu sporcuları, niye bu kadar üstün görüyorsunuz kendinizi?

    senin için her şey basit ya, gel seni bir hikayenin kahramanı yapalım mesela...

    mesela sen süper yetenekli bir genç oyuncu ol, ohio adlı amerika'nın yozgat'ı kıvamında bir yerde dünyaya gelmişsin. yokluktan gelmiş, babasını bilmeyen, anasıyla arabada, orada burada yatıp kalkan, bin türlü zorlukla okula gönderilen bir gençsin. ama okulda basketbol yeteneğin farkediliyor, allah vergisi de bir fiziğin var. maaşallah izbandut gibisin, diğer liseliler yanında şey... liseli gibi kalıyor. zamanla herkes hatta bütün dünya yeteneğini duyuyor, herkesin gözü senin üzerinde. maçların lise takımının salonu seyirci talebini karşılamadığı için şehrin nba takımı cleveland cavaliers'ın salonu quicken loans arena'ya alınıyor ve televizyonda, şifreli kanalda espn'de canlı ve ücretli olarak yayınlanıyor, başka hiç bir liseli genç için böyle bir şey yapılmamış tarihte. üstelik sosyal medya diye bir şey çıkmış. offf, tüm videoların, fotoğrafların ortalıkta dolaşıyor, hayatının her detayını kurcalıyorlar. çoğu kişinin gözünde yeni michael jordan'sın sen ama bazıları abartıldığını iddia ediyor, "her zamanki gençlerden biri işte, bir kaç seneye adı bile hatırlanmaz" diyorlar. ama kendine güvenin tam. bir gün en tepeye çıkacaksın. cabbarsın, cevvalsin. önünde kimse duramaz. ki duramıyor da. çünkü hepsinden iri, hepsinden yetenekli, hepsinden özelsin.

    liseyi büyük başarılarla bitiriyorsun, nba draftına gireceksin. ve cleveland cavaliers seni seçmek için dört gözle bekliyor. nihayet favori takımın, memleketinin takımı cleveland cavaliers oyuncusu oluyorsun. ilk sezonunda yılın çaylağısın, ne kadar özel olduğunu çoğu kişi görüyor. ama kimisi yine de uzak, "çok gördük böylelerini" diyorlar, "iyi oyuncu olur ama abartıldığı kadar değil". ikinci sezonunda takımın liderliğini alıyorsun. uçuyorsun, kaçıyorsun, zehir gibisin, kimse duramıyor önünde. fakat insanların beklentileri var. bu adam şampiyon olmalı diyorlar. maç kaybetmeyi geçtim, top kaybetsen olay oluyor. tam 7 sene o takımdasın, hatta bir ara kontrat imzalıyorsun ama değerinin oldukça altına. takım yatırım yapmalı çünkü, kadro berbat. kimseye şikayet etmeden takımı sırtında taşıyorsun. playoff yaptırıyorsun, konferans finali oynatıyorsun hatta dördüncü sezonunda nba finaline çıkartıyorsun ama o da ne? sağına bakıyorsun sasha pavlovic, soluna dönüyorsun daniel gibson. karşındaysa gregg popovich'in san antonio spurs'ü var. daha 30 yaşındaki tim duncanile en iyi dönemlerindeki manu ginobili ve tony parker üçlüsü var. yeniliyorsun ama ortalık duman altı. sevenlerin fazla takılmıyor ama sevmeyenlerinin sesi yükseliyor, verdiğin mücadeleyi alkışlamaktansa "kazanamadı, yenildi, takımı taşıyamıyor, jordan gibi olamayacak" diyorlar. "yahu" diyorsun, "yıllarca jordan'da yenildi? biraz zaman verin?" kimsenin dinlediği yok.

    gidiyorsun takım yönetimine. "bakın, ben yanımda başka hiç bir yıldız olmadan takımı bin bir zorlukla finale taşıdım ama yetmiyor, bana biraz destek olun, takımı biraz daha geliştirelim ve şampiyonluklar kazanalım." diyorsun. "tamam" diyor başkan. "takıma iyi bir kaç oyuncu alalım."

    ertesi sene takıma alınan kayda değer tek oyuncu delonte westoluyor. *yine mücadeleni veriyorsun, ligde maç başı ortalama 30 sayı üreten müthiş bir performansın var. ama konferans yarı finalinde boston celtics geliyor. allah allah, senin yanında delonte west ve anderson varejao, adamlarda kevin garnett, paul pierce, ray allen ve rajon rondo var. 7 maça taşıyorsun seriyi, 7. maçta, 45 sayı attığın maçta, takımın 92-97 yeniliyor. boston gidip şampiyon oluyor.

    sezon sonu yine yönetimin kapısında alıyorsun soluğu. yönetim memnun, kulübe resmen para yağdırıyorsun çünkü, her şey güllük gülistanlık. şampiyonluk olsa daha da iyi olurdu ama bu ufak şeylere fazla takılmayı düşünmüyorlar. cleveland bugüne kadar ne kazanmış ki? 40 küsür yıldır hiç bir spor dalında tek bir şampiyonluk gelmemiş şehre, varsın bir sene daha gelmesin, çok dert değil onlar için. hem kimsenin umrunda olmayan cleveland her gün televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada en çok adı geçen takımlar arasında. arena full çekiyor. şampiyonluk gelmese de sorun yok. ama senin için yeterli mi? hayır. çünkü kimse cleveland cavaliers'a kızmıyor, kimsenin gözünde cavaliers kaybetmiyor, kaybeden hep sensin.

    ısrarcısın. "yahu ne olur, bakın şampiyon olabiliriz. bana yükümü biraz zaltacak birisini alın. top10 oyuncu olmasına gerek yok. yeter ki düzenli katkı verebilsin, rakiplerden birini olsun meşgul edebilecek bir adam olsun". "tamam" diyorlar, "kadroyu daha da güçlendireceğiz, çok memnun kalacaksın".

    ertesi sezon, 2008-2009, kadroya katılan oyuncu, mo williams. * ama olsun, bu defa olacak. şehrine o şampiyonluğu getireceksin. fırtına gibi esiyorsun. öyle bir fırtına ki hiç bir şey duramıyor önünde. 66 galibiyet kazandırıyorsun takımına, mvp seçiliyorsun, sonuna kadar da hakederek. sadece kendin oynamıyorsun, takımını da oynatıyorsun. mo williamsall-star yapıyorsun mesela. * playofflar geliyor, önce yaşlı ama efsane detroit pistons'ı sonra da atlanta hawks'ı maç bile vermeden geçiyorsun. fakat sonra orlando magic geliyor. en dominant dönemindekidwight howard'lı, rashard lewis'li, hedo'lu orlando'yu maç başı 35 sayın durdurmaya yetmiyor. sırtındaki baskı giderek artıyor. sevmeyenlerinin sesi her geçen daha da yükseliyor, herkes için önemli olan tek şey sonuç ve sonuçta sen halen bir şampiyon değilsin.

    bir yaz dönemi daha. bir sene sonra kontratın bitiyor. ama şehrine şampiyonluk getirmek istiyorsun. yine yönetimin kapısını çalıyorsun ama artık kızgınsın. çünkü kaybetmeye alışıyorsun. bildiğin bir şey var: arada bir kaybetmek aslında iyidir. öğreticidir. kazanmak bir çok açığı ve ayıbı gizler çünkü, kaybetmek bu yönden faydalıdır. fakat alışkanlık haline gelirse işte o zaman işler kötü demektir. ve sen kaybetmeye alıştığını farkediyorsun. ama daha işin bitmedi. trust the process diyorsun bir nevi, bir kurşunun daha var. yine yönetimin karşısında alıyorsun soluğu. "ben şampiyon olmaktan vazgeçmedim, şampiyon olabilmek için çok daha az bir paraya imza attım bu takıma. ve takımıma güveniyorum. ama bazı bariz eksiklerimiz var. ne olur bu açıkları kapatın ve sene sonu yüzü gülen takım olalım, cleveland'ın lanetini kıralım, bu şehre şampiyonluk getirelim" diyorsun. bir kez daha söz alıyorsun artık kaçıncı bilmediğin.

    yönetimin sana armağanı, 37 yaşında ve çoktan doyup kendini eğlenceye adamış shaquille o'neal oluyor. artık şaşırmıyorsun. ama hala hırslısın. hem, denememek günahtır. shaq artık eski shaq olmasa da en azından seni güldürüyor, moralini düzeltiyor. yine ipini koparıp takımların başına bela oluyorsun, durduramıyorlar. maç başı yine 30 sayı, üstüne yedi küsür ribaunt ve neredeyse dokuz asist. yine mvpseçiliyorsun ama takım hep senin sırtından gidiyor. taşın altına elini sokabilecek kimse yok. ve yine playofflar, yine boston celtics, yine kevin garnett, yine paul pierce, yine ray allen ve bugünkünden çok çok daha iyi bir rajon rondo. olmaz ki. o seride, kevin garnett'ın olduğu yerde sen maç başına dokuz küsür ribaunt çekerken takımın uzunu, en tecrübelisi shaq 5 ribaunt çekerse olmaz, olmuyor nitekim. boston finale yürüyor, sen yerinde sayıyorsun.

    düşünüyorsun, en güzel yılların, belki bir iki ufak hamle ile nice başarılar kazanmış şekilde geçebilirdi. şampiyon olabilirdin. biliyorsun ki elinden geleni yaptın. bireysel açıdan senden iyisi yok. oyunu biliyorsun, doğru oynuyorsun, mücadele ediyorsun. ama yetmiyor. verilen destek yok gibi, yönetimin de umrunda değil çünkü hiç bir şeyden sorumlu tutulmuyorlar. kontrat sezonun olması bile çok umurlarında değil, bu kadar baskı varken üzerinde cleveland'ı bırakıp başka yere gidersen kötü adam olacağını biliyorlar. eli mahkum, o imzayı atacaksın. peki hakettiğin bu mu?

    düşünmeye devam ediyorsun. bu böyle gitmeyecek. kaybetmek alışkanlık oldu. bir şeyler değişmek zorunda. kazanmayı öğrenmek zorundasın.

    ne yapacaksın? cleveland ile görüşüyorsun, "sen cleveland'lısın, burası senin şehrin, senin takımın. başka nereye gideceksin ki? tabii ki sözleşme imzalayıp kalacaksın. şampiyon olamadın diyenlere kafanı takma, olursun elbet yaa, ne güzel geçinip gidiyoruz işte" diyor. pek hoşuna gitmiyor senin, duymak istediğin şeyler bunlar değil. senin hayallerin sadece para kazanmak ve bireysel ödüller değil. en tepeyi hayal ediyorsun, şampiyon olmalısın, şampiyonluk değil, şampiyonluklar istiyorsun. başka takımların yöneticileri arıyor. "new york'a gel. herkes new york'ta oynamak ister" diyor knicks gm'i. bulls gm'i arıyor. "chicago'ya gel, derrick rose ile müthiş bir ikili olabilirsin" diyor. nets arıyor hatta clippers arıyor, "yeniden yapılanıyoruz ve merkez parçamız olacaksın" diyerek ikna etmek için uğraşıyorlar. yüreğin takımında, cavaliers ile kalmak istiyorsun ama içindeki ses bunun kötü olacağını söylüyor. fakat diğer takımlar, onlar da çok farklı değil. sana kazanmayı nasıl öğretecekler? bulls yıllardan beri kazanamıyor, kazanabileceği de şüpheli. knicks, clippers, nets... kazanmak nedir bilmiyorlar. bu takımlar için kendi takımından vazgeçemezsin. gideceğin yerde kazanmak zorundasın yoksa bu baskı seni yok edecek.

    seni almaya bütçesi müsait bir takım daha var. miami heat. pat riley arıyor. oyuncu olarak ve yardımcı koç olarak nba şampiyonluğu yaşamış. yetmemiş, koç olarak beş şampiyonluk, yönetici olarak da bir şampiyonluk daha yaşamış. neredeyse tüm parmaklarına takabileceği kadar yüzüğü var. nba'in en etkileyici, en sözü geçen kişilerinden biri. ona saygı duymayan yok gibi, hani bazı insanların özel bir havası, aurası vardır. her şeyi biliyor ve her şeyi yapabilir gibi. her şeyi yaşamış gibi. pat riley öyle biri.

    "senin gibi bir oyuncu için bütün bunlar yeterli gelmemeli. kaderinde daha büyük şeyler olmalı, yoksa tanrının verdiği yeteneklere ihanet etmiş olursun. artık kazanmak zorundasın. gerçekten kazanmak. ve orada, bunu tek başına isterken yapamayacağın ortada. kazanmak için saha içerisinde verdiğin kararlar yetmez, saha dışında da doğru kararları vermek zorundasın." diyor. "sana garanti veriyorum, senin takımını kuracağız ve şampiyonluklar kazanacaksın. sana nasıl şampiyon olabileceğini öğreteceğim. gel ve şampiyon ol ya da kal ve denemeye devam et".

    ne yapardın?

  • lebron james

    kaybederse mvp olmayacaktır, gerçi favori her ne kadar warriors olsa da yedinci maçı kaybedeceğini sanmıyorum. iş tek maça kaldıysa ne yapar, ne eder, o maçı alır. ama kaybetse de mvp olmayacaktır, rahat olun. warriors kazanırsa bir şekilde curry'e verilir o ödül.

    geçen sene de aynı hikaye vardı. fakat nba'in kendine göre bir düzeni var ve bu düzen gereği mvp ödülü serinin en iyi oyuncusuna değil, şampiyon takımın o serideki en etkili oyuncusuna veriliyor. yoksa iki senedir finallerin en iyi oyuncusu kimdir sorusunun cevabını bilmeyen yok zaten.

    bu adam öyle bir seviyedeki, örneğin 25 sayı, 8, ribaunt, 6 asist performansı kötü bir performans demek. bi de neymiş, curry atılmasa o da 40 sayı bulurmuş. ulan hadi buldu 40 sayıyı. asisti, ribaundu, top çalmayı, bloğu ne yapacağız? istisnasız hepsinde adam serinin lideri. bak serinin diyorum, sadece cavaliers'ın ya da sadece tek bir maçın değil, serinin. adam curry'den maç başına 7 sayı fazla üretmekle kalmamış, asist ve ribauntta 2'ye, blok ve top çalmada 3'e katlamış. küsüratlarını da hesaplamıyorum.

    seri 3-1 e gelirken neredeydi? valla buyur ilk dört maç ve ilk altı maç boyunca ne yaptığı ortada, çıktı al, duvarına as. adam kendi standartlarının altında oynarken bile yine de diğer oyuncuların tümünden daha iyi oynamış, halen bik bik. beşinci maçta green yokken ve altıncı maçta green varken ne yaptığı ortada. draymond green 5 numara oynarken boyalı alanda 10/13 isabet bulmuş adam, hala gelip green cezalıydı diye savunma yapan var. draymond green'i hücumda geçersiz kılmakla kalmayıp savunmada da oyundan sildi lan adam. üç gün kafa ütülediniz burada "green hırslandı da, geri dönecek de, altıncı maçta şöyle coşacak böyle coşturacak da"...

    gördük. her yiğidin harcı değil o baskıyla başa çıkmak. lebron james'e artislik yapıp adamı sorguluyorsan, iki maç üstüste 41 sayı attırmayacak kadar da iyi olacaksın. olamıyorsan da susacaksın. üçüncü maçta mozgov'un perdesine takılıp "mozgov'un niyeti kötüydü" diye zırlayan, 3-1 önde olmanın gazıyla lebron'a medya üzerinden "bu erkek oyunu. duyguları mı incindi" diye laf atan klay thompson gibi, adam iki maçta ortalama 41 sayı 13 ribaunt 9 asistle oynayıp seriyi üç üçe getirince suratını asıp maç bitmeden soyunma odasına kaçmayacaksın. bu erkek oyunuysa eğer, yenildiğin zaman da erkek gibi benchine oturup maç bitiminde "abi helal olsun bugün yine orucu bizle bozdun ama iddiamız devam ediyor, son maçı alacağız" diyeceksin. burada da hakem falan diye zırlamayacaksın, gidip önü bomboşken turnikeyi beğenmeyip üçlük atmaya çalışan klay'e, fark yediye sekize inmişken orta çizginin üç adım ilerisinden üçlük sallayan, savunmada gereksiz yere riske gidip adamların eline koluna vura vura top çalmaya kalkan, faul çalınınca da seyircinin suratına ağızlığını fırlatıp şımarıklık yapan curry'e kızacaksın.

    bu adamı izlemeyin siz. belli ki sindirim problemine sebep oluyor, sağlığınıza yazık

  • lebron james

    ah be spark'ım... yani şu çarpık mantığı bir yerde bırakmamız gerek.

    lebron çok iyi oynadı ama kyrie 41 sayı atmasa maçı alamazlardı.

    elbette doğru. 41 sayı ne demek, her babayiğidin harcı değil 41 sayı atmak.

    fakat lebron da 41 sayı atmasa bu defa kyrie maçı alamazdı. bunun da ötesinde ısınmaya çıkmasından itibaren top eline geldiğinde yuhlanan, hakarete uğrayan lebron'du değil mi? o baskıyı kaldırmak öyle her babayiğidin harcı değil.

    şu maçta lebron'un böyle bir hayvanlık yapmadığını düşünsenize. şu an bu başlık bok çukuruna dönmüştü.

    ama oracle arena gibi bir ortamda şöyle bir oyunla cevabı bir başkası verse, şu an koyacak yer bulamıyor olurdu herkes. lebron'a gelince standartlar değişiyor, pusulalar şaşıyor. başkaları olunca ise hemen mazeretler sıralanır, sakattı, şöyleydi, böyleydi, takım oyunuydu falan filan.

    yani demek istediğim, böyle bir mantık olabilir mi?

    basketbol sadece golden state warriors oynarken mi takım oyunu oluyor? lebron'un takımları oynarken lebron'un çıkıp 95 sayı 73 ribaunt mu alması lazım maçı kopardı diyebilmeniz için? adam düşman bir ortamda şov yaptı bu sabah, bunu takdir etmek niye bu kadar zor ki? neyi ispat edeceğiz yani, bunca çaba niye onu anlamıyorum.

    bir de rica edeceğim. şu adamların kişiliklerini tartışmayı bırakın. bunlar melek değiller, melek olmak zorunda da değiller. bunlar çok büyük paralar kazanan adamlar ve emin olun mikrofon uzatıldığında ettikleri laflar sponsorlarının söylemelerini istedikleri laflar. gerisi bir çoğunun umrunda bile değil. popülaritelerini korumak için ortaya yemi atıp gidip arka tarafta mankenlerle düzüşüyorlar. bu adamlarla neye göre yakınlık kuruyorsunuz anlamıyorum.

    hepsini geçtim, lebron'un oldukça etkileyici bir hayat hikayesi var benim ona olan sevgimin bir temeli de bu zaten. babası annesini terkediyor, devlet borçlarını ödeyemedikleri için evlerine el koyuyor, bir süre eski bir arabada yatıp kalkıyor, sonra yeteneğini farkeden bir basketbol koçu kucak açıp evine alıyor, oğluyla birlikte büyütüp yetiştiriyor ve sonrasında yeteneği duyuldukça ergenliğinden itibaren basının radarına giriyor. fizik ve yeteneğiyle tarihin gördüğü en iyilerden biri olacağı düşünülüyor ve yıllarca sırtında bu baskıyla mücadele ediyor bu adam. buna rağmen yine de nba yıldızlarının çoğundan daha düzgün bir hayatı var. karısı liseden kız arkadaşı, üç çocuğuyla birlikte skandallardan uzak düzgün bir aile hayatı var, toplumsal bütün olaylarda mazlumun yanında tepkisini açıkca koyar, the decision ile bile yardım kuruluşlarına iki buçuk milyon dolarlık bağış toplamış bir adam. daha dün okudum, şu an yaptıklarının haricinde, gelecek sene tam 1200 yoksul öğrencinin eğitim masraflarını karşılayacakmış. kendi şehri içinse ekonomiyi tek başına yürütüyor neredeyse. bir de bu adama loser diyen ergenlerimiz var. yapmayın çocuklar, çok ayıp...

    adam lan işte. mis gibi, yokluktan gelmiş, yerini unutmamış bir adam. hepimiz gibi hatalar yapmış, hatalarının cefasını da kendisi çekmiş bir adam. oyunun da gördüğü özel adamlardan biri olduğu apaçık ortada. daha ne abi? final kaybetmiş, saçma sapan bir açıklama yapmış, kaşının üstünde gözü varmış. bunlar güzel, eğlenceli... bak adamlar oturmuş ne güzel şeyler yapmışlar, izledikçe karnıma ağrı giriyor gülmekten. bu sınırı aşınca iş tuhaflaşıyor ve hiç bir şey bu adamın tutulduğu çifte standartları açıklama yetmiyor.

    valla ben basketboldan keyif alan bir adamım. lebron'u kafanızda nereye koyarsınız ona diyecek lafım yok. ister jordan ile karşılaştırın, ister mo williams ile. sözlük zaten maşşallah warriors lokaline dönmüş durumda. warriors'un nba tarihinin en iyi takımı olduğunu iddia edip curry'i jordan ile kıyaslıyorlar. ama her nasılsa lebron warriors'u, yani iddialarınca nba tarihinin en iyi takımını yenemiyor diye yerin dibine sokuyorlar. nereden baksan tutarsız, tuhaf tipler. şöyle ezikmiş, böyle losermış. ama ilk taşı da lütfen hayattan hiç tokat yememiş olanınız varsa o atsın bir zahmet.

    her geçen gün lebron başlığına baktığınızda bir kısım trollün yemi atıp kaçtığını, kekoların da arkadan gaza gelip lebron james'e bin bir türlü hakaret ve aşağılama dolu entryler yazdıklarını görebilirsiniz.

    ben zaten bu oyunda tek bir "en iyi" kavramının olmadığını düşünüyorum. bana göre hayatın hiç bir alanında en iyi yok, en iyiler var, mücadele var ve şartlar var ve bu şartlara göre değişen sonuçlar var. (bkz: contingency theory).

    yani lebron'u kiminle karşılaştırdığınız tamamen sizin keyfinize kalmış, bana saygı duymak düşer.

    fakat benim gözümde bu adam hayat hikayesiyle, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, her gün mücadele etmek zorunda kaldığı anlamsız nefretle özeldir. ve ben bu adamı izleyebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.