benekli3
profili

  • boston dynamics vs akın robotics

    aralarında 20 yıllık değil, belki de hiç kapanamayacak bir fark vardır. nedenini anlatayım.

    robot teknolojisinde, üzerinde çalışılan çeşitli alanlar var. bunlardan çok kabaca aklıma gelenleri sayarsak, birincisi görüntü işleme vasıtasıyla karar verme. burada ciddi bir şekilde ilerlenmiş durumda. zaten bundan dolayı kendi kendine giden araçlar yapılıp duruyor. ikincisi, robot teknolojisinin yıllardır becerdiği uzaydaki bir noktadan diğer noktaya gitmeyi sağlayacak hesaplamaları yapma. bunu robotun hareketi değil de, uzvunun hareketi olarak düşünün. yani boston dynamics robotunun kapıyı açmak için kolu uzatması gibi, akınsoft robotunun erik dalında kolunu kaldırması benzer. ama zaten bu iş 10 yıllardır sanayide, üretim robot kollarında yapılıyor. (araba kaportalarına kaynak yapan robotların fiti fiti hareket eden kolları gelsin aklınıza.) hatta çok daha ince seviyede cerrahi robotlar çalışıyor.

    diğer konuları şimdilik es geçiyorum (duygusal tepki vermek, insan mimiklerini taklit etmek, duyarlı uzuvlara sahip olmak, koordineli uzuvlara sahip olmak (piyano çalabilen parmaklar gibi) başka robotlarla koordineli çalışmak, humanoid olmayan robotlar için kendi kendine uzayabilmek, esnek biçime sahip olmak vs.) fakat senelerdir diğer alanlara göre yavaş giden alan denge idi. bizim için çok sıradan olan dengesini sağlamak, dengesini bozmandan iki ayak üzerinde yürümek, bir yük kaldırırken yeni denge kurmak vs. bu alanda çok zorlanılan konulardı. örneğin honda'nın asimo robotunun bu kadar sükse yapmasının sebebi, iki ayağı üzerinde yürümesi ver merdiven çıkabilip inebilmesiydi. (ki ilk kuşaklarda dangırt diye düştüğü de vakidir.)

    boston dynamics'in beni kendine hayran bıraktıran ilerlemesi, denge konusunda inanılmaz başarılı olmaları. bu adamlar senelerdir robot iti köpeği boşuna tekmelemiyorlar, atlas'a sopayla boşuna vurmuyorlar, elindeki taşıdığı yükü piçliğine vurup düşürmüyorlar. bütün bunlara izlerken robotun ağırlık merkezini ani olarak değiştiğinde ya da dışarıdan bir kuvet geldiğinde ne kadar hızlı bir biçimde tekrar denge kuruyor diye inceleyerek bakın.

    atlas isimli iki ayak üzerinde yürüyen robotun karda yürüme macerasını youtube üzerinde izleyin. ben öyle yürüyemem. bu derece ilerleme ciddi biçimde sinir bozucu. çünkü hep şimdiye kadar zeka dışında robotlardan üstün olduğumuz alanın bu denge alanı olduğunu düşünüyorduk. yani bir bahçıvanın rutin hareketleri olan eğil, budama makasını al, gül dalına uzan, gülü kes, geriye dön, çömelip yerden yeni saksı al, sonra dolu saksıyla kalk. vb gibi işleri bir 10-15 yıl daha robotların yapamayacağını düşünüyorduk. robotların dünyayı ele geçirip skynet'i kurmasından daha önce bizi bekleyen ciddi risk, iş gücü piyasasının robotlar yüzünden daralmasıdır, ki tartışması başka bir entry'dir. bu iş gücü piyasasında, sanılanın aksine, fiziksel iş yapanlar (bahçıvan gibi) rutin iş yapanlardan (örneğin muhasebeci gibi) daha avantajlı görünüyordu.

    şimdi gelelim akınsoft'a. kimsenin yaptığını küçümsemek yakışmaz, adama o zaman gel daha iyisini sen yap derler. belli ki bir şeylere çabalıyorlar, ve ssm fonlarına niyetlenmişler. bunun için de pr yapıyorlar, türkiye'de şu anda her seviyede çok gideri olan 'mış gibi' yapıyorlar. dediğim gibi, gerçekten daha iyisini ortaya koyamıyorsanız, küçümsememeniz gerekir bence, ha, boston dynamics istediği kadar taşak geçebilir yaptıklarına dayanarak bu durumda. fakat, burada can sıkıcı durum, bu yaptıkları konusunda yanlış alanı hedefledikleri. hepimizin gördüğü, çin malı oyuncak robotlardan hallice, robot kolların tekerlekli bir platform üzerinde hareket ettiği robotlar yapmışlar. maalesef, bu alanlar, yukarıda da bahsettiğim gibi çok uzun seneler önce problemleri çözülmüş alanlar.

    akınsoft, boston dynamics ya da genel olarak robot teknolojisi gelişimi ile aramızdaki farkı kapatmak istiyorsa, tekerlekler üzerinde dönerek denge bozulması olmayacak sabit bir zemin, sabit ve alçak bir ağırlık merkezi üzerinde erik dalı oynamak yerine, şöyle ine kalka, kolları aça aça, dizleri kıra kıra, yerlere vura vura zeybek oynayacak iki ayaklı bir robot hedeflemelidir şu aşamada.

  • bütün entry'lerini silen yazarlar listesi

    1654 entry ile benekli

    2002 ocağının 16. günü başlamış çaylaklığım. kuvvetle muhtemel iki gün sonra yazar olmuşum. 4. nesil. 14 yıl. hayatımın üçte birinden uzun. şaka gibi.

    tema benim açımdan çok büyük bir problem değil, en büyük problemim, benim için çok şey ifade eden, eski ek$isozluk logosunun o sol üst köşede olmaması. çünkü o logo bir grafikten çok daha fazlasıydı. reklamları adblocker kullandığım için görmüyorum, tema ile ilgili sıkıntım, devamını okuyayım rezilliği. o konuda bile beni sözlüğü bıraktıracak kadar büyük problem yaşamıyorum.

    problemlerimi ise, özellikle sözleşme konusunda peder zickler’in #59049037 ve #59025652 no’lu entry’leri, yönetimin yaklaşımı konusunda otisabi’nin http://aralaragiriyorum.tumblr.com/…nzuk-açıklaması blog’u, belki de en önemlisi sözlüğün geldiği nokta konusunda aran suildur’un #59088302 no’lu entry’si belki de benim anlatabileceğimden bile çok daha iyi özetliyor.

    (bu arada entry’lerin referans numaraları da kalkmış… negzel)

    fakat, bunca senelik ilişkiden sonra, konuşmamak doğru değil. iyi bir closure’ı hakediyor. söylemek istediğim çok şey var, ama tekrara düşmemek ve düzgün söyleyebilmek önemli. 2004 yılında ortalamalaşan sözlük başlığına yazdığım (şimdi de sildiğim) aşağıdaki entry, aslına bakılırsa olacakların habercisi gibiymiş:

    ------------------
    "ortalamalasmanin nesi kotu?" diyen arkadaslara her ne kadar "bundan bundan bundan" diyemesem de, ortalamalastigi grubun (ki bu grubun da ne kadar turkiye ortalamasini yansittig tartisilir, hadi internet kullanma sansi olanlarin ortalamasi diyelim.) sozluge yaklasimi korkutucudur.

    donup baktigimda, korkunc bir gercekle karsilasiyorum. sozluge yeni katilan insanlar, sayi bakimindan cok olduklarindan midir, yoksa, basindan beri "sozlugu ozgurce yarrak yazilabilen yer" olarak gorduklerinden midir, (ki sozlugun ozgurce yarrak yazilabilen bir yer olmasi onemlidir ama yarragi nasil ve neden yazdiginiz daha onemlidir) basindan beri soylenen "yazarken özenin!" sozu onlara hicbir sey ifade etmemektedir. bu sozlukte, insanlar gercekten ozenirdi vaktinde. insanlar gercekten "yazar" olmaktan gurur duyardi, gercekten yazarlardi. cunku. simdi donup baktigimda, en azindan kisisel deneyimim, ben artik yazmak istemiyorum. daha da kotusu istesem de yazamiyorum.

    unutlmamasi gereken bir nokta var. sozluk, "kutsal bilgi kaynagi" oldugu kadar, kollektif bir bilinci de temsil etmekte. hic kimse, "benim bir baska entry'den etkilenip de yazdigim bir entry yoktur" diyemez sanirim. sozluk, eglenme, bir seyleri merak etme kadar, ayni zamanda dusunme, ogreme hatta tartisma ortamiydi. ama giderek bu ozelligini yitiriyor. amdan gotten baslik acmak, yalarim entry'leri girmek birilerini cok eglendiriyor olabilir. ama ben gunun basliklarina baktigimda, artik altina hakkinda kafamda bir tanim veya verebilecegim bir ornek bulamiyorum. sanirim benim durumumda olan bir cok insan vardir, cunku artik kisilerin kafasindan cikmis, ozenilmis entry'ler bu sozlukte bulamiyorum.

    bu ben uzuyor, cunku burada tanidigim ve sevdigim, tanismasam da birgun tanistigimda sevecegime, ya da konusmaktan zevk alabilecegime inandigim insanlar vardi. ortalamalasmak bir ifade bicimi, dogru tanim ortalamalasmak mi, yozlasmak mi, ozensizlesmek mi hangi tanimi secersen secin. ama yakinda sozlugun ismi #zurna olursa sasirmayin.

    ------------------

    keşke burada kalsaydı, keşke artık hergün sözlüğe girdiğimde beni iğrendiren, kızdıran başlıklarla, entry’lerle karşılaşmak, foruma dönen bir ortamı görmek, formatın mahvolduğunu görmek zorunda kalmasaydım. entry’lerimin bunun bir parçası olmasını istemiyorum. işte bundan siliyorum.

    sözlükle bir gönül bağım olduğu kadar, hukuki bir sözleşme bağım da var. bu sözleşme, benim kabul ettiğim sözleşme, yenilenen, kendine yontan, acemice kanunlara aykırı hazırlanmış, daha da kötüsü, artniyetle hazırlanmış olan sözleşme değil. ben bu sözleşmeyi kabul etmiyorum. işte bundan siliyorum.

    sözleşmeler, kötü günler, anlaşmazlıklar içindir. ssg sözlük yönetimindeyken, sözlüğün yönetim biçimini faşizm olarak kabul etmiştik. fakat sevgili ssg ile sayın kanzuk arasında benim açımdan büyük bir fark var. (ikisiyle de şahsi herhangi bir tanışıklığım yoktur.) herhangi bir problem yaşadığımda, (ki hiç yaşamadım) ssg ile bu sorunu bir şekilde çözebileceğime güveniyordum. bu güven benim yazmam için en büyük sebepti. kanzuk’a güvenmiyorum. işte bundan siliyorum.

    en son olarak, burada yazılanların paraya dönüştürülmesine karşı değilim, aksine bunun olması taraftarıyım. fakat bu o kadar nobranca, o kadar acemice yapılıyor ki inanamıyorum. türkiye’nin son 17 yılının tüm trendlerini, tüm konularını neredeyse içeren, yazar, çaylak, ve okuyucularım eğilimlerini bu kadar detaylı içerisinde barındıran bir ortamda, reklam gelirleri ile, bu reklam gelirleri için de herkesin her şeyi langur lungur yazdığı, her köşenin bu reklam gelirini arttıracak şekilde kullanılmaya çalışıldığı bir yer haline getirmek, acemilik ve iş bilmezliğin yanı sıra aç gözlülüğün de sonucu olsa gerek.

    bana bu, iskenderiye fenerinin taşlarını bir kalede kullanmayı, rodos heykelini para basmak için eritmeyi, kaz dağları’nın, artvin’in eşsiz faunasını maden için kazımayı hatırlatıyor. dünyada eşi olmayan bir ormana, her ağaçtan, her kuştan oluşan bir ormana, yakacak odun yapıp satmak için baltalarla girmeyi hatırlatıryor. entry’lerinin bu tür bir para kazanma ya da ekşi şeyler denilen ortamda kullanılmasında yazarların bana göre sözlük’ün para kazanmasından daha çok derdi; özenle yazdıkları entry’lerinin kendi elleriyle yetiştirdikleri fidanların bu nobranca kullanımı yatıyor. insan, mimar sinan acaba selimiye önünde ve içerisinde, hanutçuların, işportacıların bir kara kalabalıkla burayı ziyarete, ibadete, esinlenmeye gelenlere mal satmaya, kollarından çekiştirmeye çalışırken görseydi ne hissederdi, onu düşünüyor.

    halbuki, sözlüğün istediği artık, altı avm olan, otopark olan, iki üç günde yapılmış, sıvası eksik, minaresi yağ bidonlarından olan camiler. hatta eski güzel camilerdeki hatları, çinileri, el dokuması kilimleri yerlerinden söküp, ışıl ışıl avmlerde sergilemek istiyorlar. bilginin kutsiyeti kayboldu.

    işte bundan siliyorum.

    çok da mühim değil yazdıklarım, belki de sözlüğün eski yazarları arasında en kötülerinden biriyimdir. dolayısyla o benzetimde bulunduğum başucu eserleri’nin benim olduğu düşünülmesin. aksine, iyi bir okuyucu olarak okunacak bir şey bulamamak, bir yazar olarak yazamamaktan daha acı benim için.

    peki neden hesabımı kapatmıyorum? bir umut veya bir düzelme beklemiyorum. ancak, bu yazdıklarımı yazmak, burda burasının yazmaya değer olduğu günlerde ben de vardım demek, ve şu anda yazmaya değer değil; ben bir yazar olarak bu dayatmaları, bu iş modelini, bu özensizliği, bu kalitesizliği, bu nobranlığı kabul etmiyorum demek, bu duruşu göstermek önemli olduğu için kapatmıyorum.

    son olarak, 14 yıl içerisinde, bana yeni şeyler öğreten, bana yeni şeyler hissettiren, bugün olduğum insan olmama neden olan bütün eski ve yeni yazarlara teşekkür ediyorum.

  • yurtdışında yaşamak

    ne güzel özetlemiş bir karikatür, bir resim bin kelimeye bedelmiş ya, benim yazacaklarımı işte bu karikatür özetlemiş.

    öncelikle (bkz: #58044665) sonra da https://pbs.twimg.com/media/caigtuiuuaeajxx.jpg

    işte ben tam da bundan dolayı gitmek istiyorum bu ülkeden. 13 yaşında bir kızım var. hayatında, "soy da ver" diyecek, "soy da ver" demese bile bunu hoş görecek insanlar olsun istemiyorum. günün birinde bu yüzden tartıştığında çevresinde "o da soyup verseymiş elmayı, ne işi varmış başka, eğer elmayı soymuyorsa, aklı başka yerdedir" diyecek insanlar olsun istemiyorum.

    deliler gibi korkuyorum, günün birisinde onun, oğlumun başına sırf bu ülkede yaşadığı için, başka bir medeni ülkede infial yaratacak bir olayın başına gelmesinden korkuyorum. elmayı soymadığı için kendisine fiziki ya da psikolojik şiddet uygulayacak bir hayvanla karşılaşmasından, gece ya da gündüz sokakta yürürken, minibüse bindiğinde, erkek arkadaşının evine gittiğinde başına birşey gelmesinden, sokakta yürürken mülteciler, tinerciler, kendini cennete gitmek için patlatacaklar yüzünden ölmelerinden, sakat kalmalarından korkuyorum. gitme fırsatı yaratabilecek birisiyken bu yaştan sonra yeni bir hayat kurmaya cesaret edemeyip, artık yaşları ilerlemiş anne babamı bırakmaya cesaret edemeyip burada kaldığım için ömrümün geri kalanını vicdan azabı içerisinde geçirmekten korkuyorum.

    her gün elmalarını soyup ellerine verilmeden yiyemeyen erkekler, elmaları hiç sorgulamadan soyan kadınlar, hayatları boyunca kendilerine bir kez olsun elma soyulmamış kadınlar tarafından gün boyu kınanan, yargılanan, nefret edilen bakışlarla bakılmalarından korkuyorum. çalıştıkları, ürettikleri, iyi insan oldukları, sıraya girdikleri, kurallara uydukları için önce enayi yerine kondukları, zarar gördükleri, hakarete uğradıkları, taciz edildikleri bir ülkede yaşamalarını, bu düzenin dişlilerini ödedikleri vergilerle, aldıkları evlerle, ürettikleri değerlerle yağlamalarını istemiyorum. birgün karşıma geçip "sen bizi neden bu ülkede yaşayabilecek şekilde yetiştirmedin" demelerinden korkuyorum.

    bu karikatürün, ne kızıma ne de oğluma verilen örnekteki gibi hiçbir şey ifade etmesini istemiyorum. işte tam da bu yüzden siktir olup gitmek istiyorum.