melyched6
profili

  • sigara içme özgürlüğü diye bir özgürlük olamaz

    galiba konu yine bu adamın kim olduğu, hangi söylemsel aygıtlarla, stratejilerle ne inşa etmeye çalıştığı değil, sıradan bir felsefe münazara başlığı gibi ortadaki beyanın doğruluğu üzerinden kavranmaya çalışılmış.

    hatırlarsanız gayetle insan hakları ve özgürlükçülük çerçevesinde bir tartışma konusu olan kürtaj meselesini hiçbir illiyet ve alaka kuramama pahasına aynı günlerde gerçekleşen roboski katliamına benzeterek kamu hastanelerinde fiili durum yaratmıştı. daha önemlisi, muhalifler kürtaj ve bireysel özgürlükler üzerine akademik makaleler yazmakla meşgulken, sonrasında askeri mahkemede aklanacak olan katliam gündemden düşmüş, ve yine daha sonra alkol tartışmalarına kendini taşıyacak ve gezi direnişinde doruğa çıkacak olan milliyetçi muhafazakar populizmin kültürel kodları "kadın rahmi-ordu-devlet-muhafaza etmek" gibi imgelerle yoğunlaştırılmıştı. yine bir liberal haklar konusu olan kızlı-erkekli öğrenci evlerine müsaade etmeyiz derken millet'in namusunu halk'tan kurtaran bir süper kahramandı. ana muhalefet parti liderinin o tartışmada ne yanıt verdiğini hatırlıyor musunuz: "hayır efendim, zaten aynı evde oturmuyorlar". sorunun çözümünün, bu sorunu yaratıp gündeme getiren zihniyetin karşısında sivil özgürlükler alanının daha fazla genişletilmesinde değil, daha fazla öğrenci yurdu inşa etmekte yattığını bu vizyoner liderden öğrenmiştik.

    bunların kürtajla, alkolle, sigarayla alakası yok, hayatta sigara içmişliğim yok, ne yalan söyleyeyim, iyiden iyiye içim kararıyor artık. oğlum hiç mi akıllanmıyorsunuz? başlığa bakmakla yetinmeyip içeriği okuduysanız şu cümlelerde normal, tartışmaya değer ne buldunuz merak ediyorum. adamın aralara "vatan, millet" serpiştirilmiş "ingilizce am günü yağ"dan hallice önermelerini sayfalarca tartışmışınız. birisi de "adam haklı, tabii öyle olacak" deyip debe'ye girmiş, öyle öğrendim. sigarayı intihar etme özgürlüğüne benzetip yalnızca sigara içmeyenin özgürlüğü vardır diyor; intihar eden, etmeyenin özgürlüğünü mü kısıtlıyor? analoji bu, zeka bu, neyini tartıştın?

    sözlükte muhtelif başlıklarda senelerdir efendi gibi tartışılan oldukça basit bir "sigara-bireysel hak ve özgürlükler-kamusal alan.." lafzında dahi "terörist, milletim, bunlar, milletimi teröristlerden kurtarmak" gibi savaşgir, ekstremist söylemlerin devreye sokulması artık gri tartışma alanlarının, ölçünün, makuliyetin bütünüyle kaybedildiğini gösteriyor. artık ortada basit bir fikir uzlaşmazlığı, çeşitliği, çoğulluğu yok. dost-düşman pozisyonlarının asla sabitlenemediği, ölümle yaşam, cennetle cehennem arasında salınan bir savaş hali var. hareket eden, etmeyen her şeyle savaş. artık bu adamın partisinin seçmeni, siyasi takipçisi yok, milleti var. lideri yok, şefi var. seçimler yoluyla millet onu seçmiyor, o milletini seçiyor. bu yüzden diğerleri gibi bir siyasi parti olmasına rağmen siyasi rakipleri de yok. düşmanları var, teröristleri, ajanları var.

    misal mahalle baskısı, neyi açıklayıp açıklamadığı bir tarafa, sosyolojik esprisini weberci kültürel değerler ve mikro iktidar ilişkileri arasındaki ilişkiye vurgusundan alan bir kavram. merkezi iktidar ilişkilerinden doğrudan bağımsız olmamakla birlikte, mahalli ölçeğin ulusal yasa ve siyasaların işleyişinden göreli özerk kültürel dinamikleriyle maruf olan, yani "dışarıdan" yaratılan değil, tarihsel olarak oluşan ve fakat mahalli çoğunluğu oluşturan bireylerce tatbik edilerek yeniden üretilen bir iktidar pratiği. bizim zatı şahane yasal düzenlemeyle yetinmeyip bu yerel şiddeti dahi merkez'den inşa etmeye çalışıyor: "mahalle baskısı yaratılmalı". sigara konusunda bunu diyebilen, konu asker-polis-yargı sacayağının yetmeyeceği bir kolektif direnişe geldiğinde neler yapmaz, neye müsaade etmez?

    bak kıçıkırık bir sigara. nerede içilsin, kamusal alanda ne ölçüde kısıtlansın. konu buydu. nereye geldik: terörist, savaş, vatan, seferber edilmeye çağrılan yerel birlikler.

    ciddiye alıp tartışıyorsunuz, karşınızda sistem içinde rekabet eden siyasi bir parti yok. her şeyi kapsayan, açıklayan bir şey, hiçbir şey değildir. millet ve terörist kavramları demokratik tartışmanın tüm unsurlarını içerecek, vakumlayacak biçimde kullanılıyorsa politik içeriğini kaybeder. bu yüzden rekabet ettiğinizi sandığınız, esasında siyaset üretme vasfını yitirmiş, apolitizmin bataklığında çürümeye yüz tutmuş, biteviye yeni düşman ve olağanüstü haller yaratmadan kendi varlığını tanımlayamayacak bir oluşum. daha uyanmayan varsa söyleyelim; bu siyaset değil, savaştır.

    korkalım diye değil, vehametin ne olduğunu, nerede yaşadığımızı, ne yapacağımızı, ne yapamayacağımızı bilelim diye altını kalınca çizmeli bu savaş stratejilerin. geçen kaymakamlara mevzuatı boşverin, milletimin iradesi önemlidir dedi. ırkçı duyarlıkları söz konusu olduğunda sabit hiçbir durağı olmayan "millet/terörist" vagonlarına atlamaya teşne beyinsiz topluluğu hazır buldukça bu anti-siyaseti daha da sınırlara taşıyacak. yarın karnıbaharın faydaları, ıspanağın zararlarından rant bulacak olsa referans vereceği tek siyaset devletin bekası ve milletin devletiyle bölünmez bütünlüğü olacak. seçimlerle, referandumlarla iktidarın el değiştirebileceğini düşünüyorsak diye söylüyorum. şu garabet millet'in toplumla, halklarla, yurttaşla, bireyle savaşının sonu hiçbir taraf için hayırlı gözükmüyor. savaşın değirmenlerine su taşımaktan vazgeçin.

  • terör saldırılarını depolitize eden söylemler

    **
    --- spoiler ---
    "benim teröristim iyi senin teröristin kötü mantığı terk edilmelidir. benim teröristim iyidir anlayışı bizi felakete götürür".
    --- spoiler ---

    benim teröristim iyi diyen de kim? mesele zaten kimin terörist, kimin kahraman, kimin çapulcu, kimin devrimci, kimin bölücü, kimin özgürlük direnişçisi olduğu üzerindeki tartışmada ve tartışma konumlarını belirleyen ideolojiler, politik çıkar ve güç ilişkilerinde düğümleniyor. dünyanın terör listesinin başında yer alan örgütleri terörist kabul etmezsen, hem abd hem rusya'nın aktif işbirliği yürüttüğü tek müştereğe "en tehlikeli terör örgütü" dersen, dün yoldaş dediğine bugün terörist dersen, iyi veya kötü terör tanımının da ehemmiyeti kalmıyor.

    ("dünya", yahut nevi eli kanlı diktatör ile iş tutabileceğini defaatle gösteren "batı" dediğimiz egemen güçler de terör'ün tanımı ve tanınmasına içkin hegemonik iktidar ilişkilerinden münezzeh değil, tersine merkezinde, kalbinde iş görüyor. emperyalist siyasetin saflıktan uzak, çelişkili, çatışmalı dinamizmi eli kanlı terörist'ten mr. president'a geçişleri de, terör listesinin başat örgütlerini destekleyen kimi devletleri bölgesel çıkar gereğince "terörü destekleyen devletler" listesine almaktan kaçınmaları da olağanlaştırıyor)

    **
    --- spoiler ---
    "bu eylem hepimize, milli birlikte beraberliğimize, ulusal bütünlüğümüze karşı yapılmıştır.
    opsiyonel plus: neden tüm liderler bir araya gelmiyor, bu kutuplaşma niye, şu olayda dahi ayrışıyoruz."
    --- spoiler ---

    bu eylem, kısmi bir pozisyona karşı, kısmi bir niyet ve çıkarla yapılmış politik bir eylemdir. bu eylem, x soykırımı dediği için a kişiye, y terör örgütü değildir dediği için b kişiye karşı yapılmış, yapılabilir, yapılacak bir eylemdir. bu kısmiyeti "milli birlik beraberlik" söyleminde totalize ederek eritmek konu üzerine siyasi tartışmaları imkansız kılar, zihnini bu tip apolitik kategorilere teslim edenin de şiddet politikalarına karşı geliştirebileceği akılcı bir tavır olamaz. terör dediğin şey, en başta birilerinin ölenlere ağlayıp birilerinin ağlayanları yuhladığı bir bölünmüşlüğün, kutuplaşmanın, ayrışmanın nihai ifadesidir; daha hangi kutuplaşmadan bahsediyorsun? öldürdüğünde "ben bilmem", gömüldüğünde "borsa etkilenmez" dediğin insanlarla hangi ortak kader birliğinden bahsediyorsun?
    şiddet, yek ve tek'ten değil, fark'tan hareketle anlaşılabilir.

    **
    --- spoiler ---
    "terörün dini, dili, ırkı olmaz"
    --- spoiler ---

    daha önce ateizmle, komünizmle, anarşizmle, zerdüştlükle, domuz yemekle, ateşe tapmakla organik ilişkisini tespit ettiğimiz terör bir anda hokus pokusla böyle tavşan boku gibi kokmaz, bulaşmaz bir boş gösteren'e dönüşmüş oldu. dini yok, dili yok, ideolojisi yok, niyeti yok, talebi yok, hasmı muarızı yok, husumeti yok, neyi var lan it? belli ki sünniler bir bok yemiş, kimin saldırısı, neye karşı saldırı birden soyut bir "[i]nsanlık vs. [t]erör" ikiliğiyle silikleşip önemsiz bir konu haline gelmiş.

    **
    --- spoiler ---
    "bu millet türküyle, kürdüyle, sünnisiyle alevisiyle, sağcısıyla, solcusuyla bu oyunu bozar"
    --- spoiler ---

    yüzde 99'u müslüman olan ülkede belli ki kürt / alevi / solcu öldürülmüş, ses etme.

    **
    --- spoiler ---
    "bizde terör varsa dünyanin geri kalanında da var, her yerde var."
    --- spoiler ---

    göktaşı düşmesinden mi bahsediyoruz? dünyanın geri kalanı kim, dünyanın geri kalanında hükümet politikaları ile terör saldırıları arasında ne gibi bir ilişki var; benzerlikler ne, farklar ne? "her yerde var" diyeceksen siyasi sorumluluğun mahiyetinden geriye ne kalıyor? dünyanın geri kalanı için bir kader olsa dahi, senin için olmama ihtimali yok mu? 5 yaşında maruz kaldığımız "ahmet camdan atlasa sen de mi atlayacaksın"dan beri istenç ve sorumluluk arasındaki doğal ilişki hakkında akıl yürütmüyor muyuz? "dünyanın geri kalanında" doğal afetler sonunda dahi hükümetler hesap verip istifa edebilecekleri sorumluluklarla yüzleşebiliyorken kent merkezli katliamları evrensel bir kader olarak düşünmemizi nasıl bekleyebilirsin?

    **
    --- spoiler ---
    "kimin işine yarıyor ona bakmak lazım"
    --- spoiler ---

    hah bu da bir şarlatan tarafından dolaşıma sokulmuş, dünyanın en gerizekalı, en embesil mantığı. kimin işine yaradığı nesnel kıstaslarla tayin edilebilse dahi manipüle edilemez mi? failin kusursuz derecede rasyonel bir özne olduğunun, eylemini kusursuz bir araç-amaç ilişkisi ile tasarlamış ve hayata geçirmiş olduğunun bir garantisi mi var? bunu önkabul alsak dahi bu eylem "a'nın işine yarıyor" üzerine bir kesin, ortak hükme açıksa, b tarafından a'nın işine yarıyor gibi planlanıp, hayata geçirilip üzerinden çıkar devşirilemez mi? "onun işine yarıyor" diyebildiğin için senin işine yaradı şimdi, napıcaz?

    **
    --- spoiler ---
    "şimdi siyaset değil, yas zamanı"
    --- spoiler ---

    o zaman dans. eylemin ta kendisi siyasi, senin bu eyleme doğrudan/dolaylı neden olan karar ve uygulamaların siyasi, neden olmak şöyle dursun eylemin planlanışı ve uygulamaya konuluşundaki istihbari ve güvenlik zaafiyetlerin seçilmişler olarak siyasi ve anayasal bir hesap verme konusu, yas dediğimiz toplu üzüntü bile birilerinin yuhlayabileceği kadar siyasi pozisyonlara batmış, ama biz siyaset yapmayalım, şimdi zamanı değil, burası mekanı değil, siyasetin kapısını kapattık kardeşim, ikileyin, ama gel sarılayım geçsin. bugün ihtiyacımız olan siyaset değil uysal bir sessizlik, mütevekkil bir tefekkür.

    siyaset dediğin neyin nasıl ve nerede yapılması gerektiğini buyur eden tüm dayatmaları reddeder, zamanın, mekanın o düzenli, rasyonel dağılımlarını kafana boca eder, afallarsın. siyasetin makul öznesi siyasi elitler değil, halktır, nerede hangi konu üzerinden siyaset yapılacağına da halkın sokağa dökülme iradesi karar verir. senin ortadoğu politikalarınla, cihadist işbirliklerinle, sıfır sorun söylemiyle başlayıp yedi düveli ülkeye düşman ettiğin savaşgirliğinin sonunda reyhanlı olacak, suruç olacak, ankara olacak, yüzlerce intihar bombacısı metropollerde cirit atacak, biz ağzımızı kapatıp yas tutacağız öyle mi? karşında en naif, en saftirik, en mütevekkil halkı bulsan dahi bir saygı duruşuna bile izin vermiyor, yuhalıyorsunuz allahsızlar, daha hangi yas?

  • 6 ocak 2016 cizre'de bir çocuğun vurularak ölmesi

    bu tıklaaah! tıkhlaaah! diye histeri krizine giren dingil ve arkadaşları ne anlatmış oldu şimdi? hpg, ydgh çocuk militanlar yetiştiriyor, orada çocuk yaşta kim varsa, anne karnındaki bebek dahil ölümü haber değeri taşımaz potansiyel/a priori teröristtir mi, ya da zaten sizin sokakta oynuyor dediğiniz çocuklar (bkz: çatışmaların sürdüğü mahallede oyun oynayan çocuk), mesela şurada normal hayatına devam eden çocukların bilaistisna herbiri aktif silahlı militandır mı? ilkiyse çok yabancı değil, israilli parlamenterlerin filistinli kadın ve çocuklar için kurduğu argümantasyonlara benziyor, buna itirazımız yok da o zaman ne diye güvenlik güçlerimiz zaten maksimum özeni gösteriyor diye siksik ediyon, güvenlik güçlerimis minimum özen gösterse gönül mü koyacan, lafın mı bitecek, kamptan şok ispat'lı çocuk foto stokun mu darlanacak? ha ikincisiyse her ölüm için bir ampirik veriniz, deliliniz vardır herhalde, çünkü ibraz ettiğiniz fotolarda şu çocuğun suretini tespit edemedik.

    anası engelliydi, iki kez ameliyat ettirdim diyor, hadi bu seferki anaya inanmadık, hadi bu seferki çocuk silahlı, peki sonsuza kadar buna kani olmaya mı sebat ettik, ulan acaba olmayabilir mi, acaba bunca ölüm kanun ve anayasa ile görevlendirilip kontrol edilen bu güvenlik güçlerine siyasiler, medya, milliyetçi-ulusalcı kanaat önderleri ve kanun dışı infazlara benim gibi aktif/pasif rıza harçlayan kesimler tarafından kazandırılan devletlu davranmanın salahiyet, cüret ve ahlaki serbestliğinin sonucu olabilir mi, acaba bölgede yaşananlar benim de meşruiyet kazandırdığım bu "genel" tavrın, yıllar yılı devlet ve sermaye kaynaklı sistematik dezenformasyonların, zaman aşımlarının, geçmişle yüzleşmemenin, kapatılan, laçkalaşmış soruşturmaların ürünü olan rahatlık ve kontrolsüzlükle malul hareket alanında cereyan ediyor olabilir mi, "çocuğa üzüldük, sorumlusu kalleş pkk" dedik ama acaba bu sivil kayıpları hakkında etkin soruşturmalar yapılacak mı demekten, ve yahut kısa yoldan utangaçlığı bırakıp konpile soykırım önermekten daha yorucu değil mi?

    çok zikretmişiniz, şu geçen ay arabada vurulan çocuk, mevlüde iğdi, hakikaten ydgh militanları tarafından durmadıkları için vurulduysa, bu kontrol dışılığa neden olanın, karar verenin, ifa edenin alayı ruh hastası katildir. kimsenin kendi canından daha çok önemsemek "zorunda olduğu" bir dava kutsiyeti olamaz, rıza inşasının yerini böyle bir zorundalık koşulu almışsa onun adı bir toplumsal mücadele olmaz. zaten o yüzden soruyoruz, bir anayasası, bağımsız anayasa mahkemesi, bağımsız idare mahkemesi, en mazlumun, en güçsüzün, en biçarenin adalet hakkını doğal hukuktan korusun diye birbirini denetleyen koskoca teşkilatlar, imzaladığı uluslararası sözleşmeler, içtihatlar, legal-politik angajmanların öznesi olan bu yapay siyasi organizasyonu yasadışı örgütten tefrik eden ölçütler ne?

    muğlaklığı defedelim, bu devletin, bu rejimin bir ismini koyalım. bir ilkeden, bir ölçütten bahsedin, öldürüldüğünde cinayet addedilmeyecek yurttaşların sıralı tam listesi ve fotoğrafları elinizdeyse rica ediyorum hasıl olmadan önce bizimle paylaşın, hangisi kural hangisi istisna, hangisi sistemik hangisi münferit, hangisi kasten hangisi sehven bilelim, istisnayla yüzleştiğimizde bir afallayalım, hesap soralım, istisnanın kurallaştırılmadığına inanalım, umudumuz kabarsın.

    bu şekilde dibi görülmeyen bir istisna mıntıkasında, suçluyla suçsuz, hırlıyla hırsız, kurban edilebilirle kurban edilemez canlar arasındaki ayrımların anlamsızlaştığı bu belirsizlikler, bu ihtimaller cehenneminde bir istibdat rejiminin ağırlığını zihinsel ve duygusal olarak kaldırabilmek kesinlik belirten en kötü çözümden daha zor oluyor.
    -kendi yazdıklarım dahil şu tartışmaların tümü mide bulandırıcı gelmeye başladı, mümkünse girmeyin, okumayın-

  • silopi'de hdp'li üç kadın siyasetçinin öldürülmesi

    "polis öldürdüyse kesin teröristtir" "teröriste siyasetçi demek" "zaten bak kıyafetlerinin rengine" "ağlıyor musun hewal".
    kesin terörist'tir ne demek arkadaşım, belli bir genetik varyasyondan, hayvan türünden mi bahsediyoruz, sen mi karar veriyorsun buna? öldürülmeleri dışında hangi kesinlik var elimizde? ışid'e şehir operasyonu yapıyoruz diye buldukları devrimcileri evlerinde infaz ettiler, günay özaslan örgüt üyesi suçlamasıyla mahkemeye çıkmış, suçsuz bulunup beraat etmişti. arkadaşının evi tarandıktan sonra çatışma süsü verildi, terörist oldu. sözcü'nün dilek doğan haberini biliyoruz, ailenin tamamı terör örgütü üyesiymiş, ailecek, ana baba filan çatışmaya girmişler polisle.

    türkiye bir devlet ise, kabile değilse, age of oynamıyorsak, güvenlik güçlerinin belli belirsiz şüphelerle hedef gözeterek insanları sivil yaşam mekanlarında öldürme hakkı yoktur. cihatçı da olsa, devrimci de olsa bu değişmez. terörist'ten kasıt terör örgütü üyesi olmaksa buna ceza yargılaması karar verir, polis ya da ekşinin sığır ergeni değil. bir operasyon yapılıyorsa çatışmayla karşılık verilmediği sürece gerekirse saatlerce nöbet tutulup teslim olmaları beklenir. ingiltere aihm'den en yüklü cezayı güvenlik güçleri bombalı eylem hazırlığındaki ira militanlarına operasyon yapıp öldürdüğü için aldı. gerekçesi, daha erken müdahale edip adalete teslim etme imkanının olduğu halde ikaz ve teslim alma çabası gütmeden vurulmaları. türk televizyonları galoş giy dediği için öldürülen vatandaşı "polisle çatıştı" diye anlatırken ingiliz televizyonları olay üzerine kanun dışı infaz delillerini gösteren belgeseller çekmiş. bizim mal da oturduğu yerden kıyafet rengine bakıp ceza yargılamasını yapıp öldürebilirlik raporu veriyor.

    "güvenlik güçleri hiç bir şekilde silah taşımayan, bomba yerleştirmeyen, evinde normal bir şekilde oturup çatışmalardan korunmaya çalışan 3 tane kadını bilerek ve isteyerek infaz etmez."

    tabi lan eder mi hiç, etkin soruşturma ihlalinden en çok ceza alan ülke hangisi bir bak bakalım.

  • garo paylan'ın akplilere tarihi ayarı

    asıl trollemeyi rte "üniter devlet yapısını muhafaza ederek de eyalet sistemi mümkün" diyerek yapmış görünüyor. üniter devlet tanımı gereği, federal olmayan, yani eyalet hükümetleriyle yönetilmeyen, yasa birliğine sahip devlet türü.

    dtk tarafından sunulan öneri de zaten eyalet sistemi değil, hiçbir zaman da olmuş değildi. özerklik programı üniter devlet yapısı içinde siyasi-idari iktidarın desentralizasyonunu içeriyor, bunun yasama ayağı bölgesel meclislerin ulusal parlamentoda temsili şeklinde, bu da yasama özerkliği değil, siyasi katılımın demokratikleşmesi anlamına geliyor. rte'nin güzelleme yaptığı eyalet sistemiyse bölgelere ait yasama meclislerine ve yerel yargı içtihadine dayanıyor, yani katılımcıları hakkında soruşturma nedeni olan dtk'den çok daha radikal, çok daha özerk. adeta azılı bir bölücülük ve törör propagandası.

    şimdi bu şahsın bininci defa yargıya müdahil olduğu ("dokunulmazlıkları kaldırılsın") açıklama da şu: "ülkeyi parçalayıp bölmeye yönelik mesajları kabul etmemiz mümkün değil. devlet içinde devleti kabul etmemiz asla mümkün değil."

    devlet içinde devlet'in karşılaştırmalı siyaset literatüründe tek bir adı var: federalizm, eyalet sistemi. kendisinin 2013'te nasıl öveceğini bilemeyip aleni çarpıtmalara başvurduğu, turgut özal'ın türkiye için ideal model olarak düşündüğü devlet türü.

    sözcüsü ibrahim kalın: "zaman zaman dile getirilen ve dün en açık ifadesini bulan ayrılma, bölünme, özerklik, öz yönetim, kanton yönetimi gibi fantezilerin, demokratik olgunluk içerisinde hareket eden toplumlarda bir karşılığının olmadığını ifade etmek isteriz."

    dünyanın en yanlış beyanı. bunun "demokratik olgunluk içerisinde hareket eden toplumlarda yüzde 10 barajının kaldırılma iradesinin karşılığının olmadığını ifade etmek isteriz"den bir farkı yok, ne gerekçen varsa aynıyla uyarlayabilirsin. bugün "demokratik olgunluk içerisinde hareket eden toplumlarda" demokrasi namına en mühim sorun, katılım ve temsiliyetin hangi mekanizmalarla daha yerelleştirilebileceği, bir siyasi birlik altında yerel toplulukların idari, mali, siyasi özerklik haklarını kullanmalarına ilişkin seçenekler. reel pratiği de, akademisi de buna kafa yoruyor.

    hdp'nin seçim beyannamesi hangi ifadelerden ötürü toplatılmıştı peki? "seçimden önce barış, seçimden sonra özerklik" diyen insan, telefon sana: "kendimize de karşı yerel demokrasiyi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini, yerinden yönetilmeyi, yani öz yönetimi savunuyoruz."

    yani bu rejimde yerel yönetimlerin yerel olmaktan çıkıp federal yönetim birimleri haline gelmesini "güçlü devlet" propagandasıyla savunmak gayet mümkün iken, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini savunmak suç, dünyanın en yanlış fikri dahi olsa bir siyasi partinin "bunu savunuyorum" demesi suç (bkz: #55661315). sonra "hangi devlet hendeğe izin verir", kardeş sen bir seçim beyannamesine de izin veriyor gibi görünmüyorsun?

    özerklik, öz-yönetim, federalizm vs. bunların ne manaya geldiğini muhtelif başlıklarda tartışıyoruz, tartışırız. garo paylan'ın gösterdiği başka bir şey var. bu ülkede ne yasak, ne değil; ne suç, ne değil? eyalet sistemini övgülere boğan eleman bugün üniter devlete ilişkin sivil bir reform önerisini anayasa suçu addediyor, bunu da sarih bir anayasa suçu işleyerek yargıya "görüş bildirme" kılıfında talim ediyor.

    2013'teki konuşmaya hak veririz, vermeyiz, federalizmi daha demokratik, uygun bulabiliriz, ya da bu milletvekilleri ne aptal yahu. konu o değil.

    yasasızlık ile değil, hukuk-dışılığın koşulsuz dayatımı ile değil, ilelebet süreğen bir belirsizlik hali ile topluma hükmeden faşist bir ideolojinin boyunduruğunda sol söylemler de dahil tüm siyasetler içerilebilir. vakum kapasitesinin sınırı yoktur. çünkü bildiğiniz gibi, hiçbir şey "hiç kimsenin tekelinde değildir". demokrasi de, yerelcilik de, katılımcılık da kimsenin tekelinde değildir. bunları bizden başka öneren kimsenin önerisinin politik bir niteliği ve niyeti olamaz, çünkü bildiğiniz gibi "onların gerçek amaçları o değildir". bu yüzden sonsuz saçmalama ve çelişkileri uyumlamama, ya da uyumlanmamış çelişkilerden utanmama, çelişkilerin keyfini çıkarma özgürlüğü yalnız rejimin savunucularının tekelindedir.

    çelişkileri, tutarsızlıkları izah etme gereği dahi duymayan, tüm devlet imkanlarının kısa süreli toplumsal bellek inşasına seferber edildiği, bir adamın kişisel çıkarlarının politik gerekleri dışında tamamıyla apolitikleşmeye yüz tutmuş bir rejimde siyaset imkanından, farklı fikirlerimizi ifade etme imkanından nasıl bahsedeceğiz, konu bu gibi biraz. bu sadece demokrasinin değil, bu ülkede yaşamanın, hayatta kalmanın da önünde engel. suç ile masumiyet'in iç içe geçmesi demek, yasa ile doğa'nın, yurttaş ile terörist'in, yaşam ile ölüm'ün sınırlarının belirsizleşmesi demek. belirsizliğin devlet erkinin eylem ve söylemlerini her koşulda ve sonsuza dek haklı çıkarmaya muktedir olan mucizevi kapasitesi, ampirik olarak da tsk açıklamalarından sözlüğe kadar toplumsal vasatın hükmettiği her mecrada doğrulanabiliyor.

  • mit tırlarında silah varsa ne olacak

    on küsür yıl oldu -hissedileni yüz yıl gibi geliyor- akp analizlerinde sıklıkla yapılan bir hata var, bunun yalanlara karşı hakikatin, akıldışılığa karşı sağduyunun mücadelesi olduğu zannediliyor. savaşı alkışlayan, evladını toprağa vermiş anneyi yuhalayan bir kitlenin üç dakika arayla kendi kendini çürüten bir adamın ispatlı çelişkileriyle tavır değiştireceği umut ediliyor.

    gücünü ve hatta bizatihi varlığını hiçbir zaman sahici yatırım yapmadığı bu çelişkilere borçlu olan akp'yi bu çelişki ve tutarsızlıklardan mahcup olma, onları uyumlaştırma, en azından biçimsel mantık açısından tutarlı söylemlerle izah etme çabası beklemek pek akla yatkın gelmiyor bana. muhafazakarlıkla liberalizmi, islamcılıkla -tıpkı şu tayyibin giydiği, capsleri yapılan yöresel kıyafetler gibi- üzerine iliştirilen diyalogcu, reformcu bir demokrasi önderliğini uzlaştırmadaki eğretiliğin hayati çelişkilerden muaf şekilde sürdürülmesi mümkün değil. paradoks o ki bu eğretilik olmadan da akp mümkün değil. zira rte kimliğinde tatbik edilen siyasal islam geçmiş deneyimlerin aksine bir ulusal hegemonya kurma iddiasında, bunun gereği olarak parti de nihayetinde evrensel oyunda kalma, meşruiyetini uluslararası hukuk ve demokrasi normlarına atfen tanımlama gayreti güden bir aktör. bu yüzden yüzlerce insanı ölüme sürükleyip istediğini aldıktan sonra barıştan, demokrasiden, çözüm sürecinden bahsedebiliyor, rejimin bir polis rejimine dönüştüğünün alenen ilan edildiği, rakip siyasi partilerin kolluk ve paramiliter kuvvetlerin faşizan şiddetiyle muhatap edildiği koşulda ülke halen azimle seçime gidiyor, halen ysk diye bir kurum var, açıklama yapıyor, halen meclis toplanıyor, halen bağlılık yemini siyasi krize neden oluyor.

    bir taraftan kitlenin bastırılmış emperyal ümmet fantezilerini besleyen, kendi milletini ve ecdadını utanması olmayan bir soytarı barbarlıkla inşa eden, velev ki prologuyla sembolize olmuş bir kasımpaşalılık, güç gösterisi, tehdit, öngörülemezlik; diğer taraftan uluslararası hukukun dışına çıkma görüntüsünden rengi atan, nato'nun köpekliğine ağzı sulanan bir zavallılık, acziyet, paranoya.

    akp bu çelişkili birlikteliğe kordon bağıyla bağımlıdır, çünkü bu birliktelik kutuplaştırmacılık aleyhine, uzlaşmacılık, evrenselcilik, hukuk normlarına bağlılık lehine bozulursa rte kişi kültünün önemi kalmaz; tavizsiz ve tutarlı bir yerel faşizm lehine bozulursa siyasal islam ülkedeki hegemonik, ulusal-popüler niteliğini kaybeder, radikal kökleriyle baş başa kalır. her iki durumda da bir parti-devlet olarak akp'den söz edemeyiz.

    bu varoluş zorunluluğu gereği, islamcı siyaseti milli görüş geleneğinden kopma iddiasıyla sürdürme çabasındaki özsel, ontolojik çelişki neyse rte'nin farklı kriz konularına yaklaşımında bu büyük, orijinal günah niteliğindeki çelişki bir nevi yumurtluyor, mikro çelişkiler yumağı ile kristalize oluyor. ortadaki siyasi krizin doğru biçimde algılanmasının önüne yeni çelişkiler çıkarılıyor; kriz ancak yeni çelişkilerle ve kendisini aylarla, yıllarla değil, dakikalarla sınırlayan bir kısa süreli bellek inşasıyla derinleştirilerek aşılabiliyor.

    bu açıdan yakalamaktan çok mutlu olduğumuz, videolarına güldüğümüz söz konusu çelişki ve tutarsızlıkları rte ve akp'nin bir taktiksel tercihinin ötesinde varoluş zorunluluğu olarak görmek mümkün. haliyle burada çarpıcı olan da zihinde şok etkisi yaratan eş zamanlı tutarsızlıklar değil, bu tutarsızlıklarla, bu sıçıp sıvamalarla olan müthiş barışık, uyumlu hal ve tavır. zizek'in zayıflatan çikolata örneğinde olduğu gibi, çelişkili sendrom ve semptomları baskılamayan, aksine onları zıtlığıyla birlikte içerleyen, başbakanın diyarbakır ve suruç'un faillerinin ışidli olduğunu bir kez daha ilan ettiği gün bir diğer bakanın "biliyorsuguz bunlar daha önce de gendilerigi batlattılarıdı" diyebildiği kadar çelişkinin keyfini çıkaran bir varolma örneği. mit tırlarında silah mı vardır, önceki birbiriyle dahi tutarlı olmayan sayısız açıklamayla çelişiyor mu mühim değil, tüm mantık düşmanlığına rağmen pkk'nin ankara katliamına iliştirilmesi gibi, bayırbucak türkmenlerini iliştirirsek tüm tutarsızlıklar millet-ümmet fantezilerinde vakumlanır. milletin cebinden çalmayan bir yolsuzluk; adil bir bağımlı yargı; hoşgörülü bir polis devleti; demokratik bir tek dil tek din tek millet; sömürmeyen bir milli kapitalizm; liberal bir muhafazakar sosyal mühendislik; özgürleştiren bir biat ve sansür rejimi; darbe miraslarına konan darbe karşıtlığı; bokuyla kavga eden bir istikrar; kardeşin linç edilebilip bombalanabildiği bir kardeşlik; kürtlere kuranı kerim türklere bayrak sallayan bir birarada yaşam; savaşgir ve emperyalist sıfır sorun politikası; liyakat esaslı bürokratik kayırmacılık; patronaj esaslı kamusal katılım; avm'yi park'a tercih eden çevrecilik; kadını anneliğe hapseden kürtaj karşıtı kadınseverlik; zerdüşt, ateist düşmanı mevlevilik; üniversite düşmanı teknolojik kalkınma; halka açık saray; kürt sorununun olmadığı çözüm süreci; alevi'nin olmadığı alevi açılımı; dublaj bir montaj; daeş bir pkk... nasıl mümkün olduysa silahlı insani yardım da mümkündür.

    bu oksimoronları, aşırılıkları, gafları, dil sürçmelerini, söylemsel yoğunlukları, birbirini eş zamanlı yanlışlayan beyanatların kusursuz akışkanlığını aldığınızda elinizde ne rte, ne akp kimliği kalır. rte de, akp de kendisi dışında her şey olabilen, varlığını öteki'ye borçlu birer boş gösterendir: milli görüşe karşı laik, ftö'ye karşı kemalist, demokrasiye karşı islamcı, türk'e karşı kürt, kürt'e karşı türk. terapi koltuğunda kendisiyle başbaşa kaldığında kendini tanımlayabileceği bir dünya olmayan bir "şey"e ülkenin ve yaşamlarımızın kaderini teslim ettik.