ustelik doktor7
profili

  • doktorların dhy'sinin artık zorunlu olması

    daha hala savcılar yapıyor doktorlar niye yapmasın diyenleri gördüğümüz olay.
    bak arkadaşım, bilal'e anlatır gibi anlatıyorum iyi dinle...

    bu savcılar nerden mezun oluyor? hukuk fakültesinden...

    hukuk fakültesi bitiren herkes savcı olmak zorunda mı? hayır, isterse "istediği yerde" serbest avukatlık yapabilir, hukuk bürosu açabilir, isterse noterlik yapmak için başvuru yapabilir. ha illa savcı olmak isterse de ayrıca sınava giriyor. yani seçime tabi...

    peki sistem doktora ne diyor? mecburi hizmet yapacaksın kardeşim, ister devletten, ister özel üniversiteden mezun ol, istersen yurtdışında tıp fakültesi okumuş ol, tc vatandaşı isen, türkiye'de özel hastanede bile doktorluk yapacaksan mecburi hizmeti tamamlamak zo-run-da-sın.

    peki mecburi hizmet yapmazsa devlet ne diyor? yapmazsa, lise mezunundan bir farkı yok, gitsin pazarda limon satsın ya da evde otursun. diplomanı da uzmanlık belgeni de geçersiz sayıyorum, hatta diploman da bende kalacak, el koyuyorum.

    bu kanun şimdiye kadar böyle idi, şu anda gündemdeki tasarı ne?

    şu andaki tasarıya göre devlet diyor ki, doktor önce pratisyen olarak mecburi hizmet yapsın, ancak o bittikten sonra uzmanlık eğitimi sınavına girebilir, branşına göre 4-6 sene süren asistanlık bitince uzman olarak bir daha mecburi hizmet yapsın, onu da bitirirse yan dal sınavına girebilir, 3 senelik yan dal eğitimi sonrası yan dal uzmanı olarak bir daha mecburi hizmet yapsın.

    e bu doktor domalsın da, yetmediyse bir de sikin bari...

    bir de denmiş ki;

    "oradaki halk halk değil mi? ölsün mü? çözüm önerin nedir?"

    bir kere işler doktor göndermekle çözülmüyor, benim mecburi hizmet yaptığım ilçe hastanesinde kardiyoloji uzmanı vardı ama anjiyo ünitesi yok, efor testi yapacak cihaz yok, o yok bu yok... e o zaman kardiyoloji uzmanı burda ne iş yapar kardeşim? hastanın ekg'sine bakıp, il merkezine sevk edecek. e onu pratisyen de yapardı, kardiyoloji uzmanını niye burada senelerce çürütüyorsun? ha pardon, hocaları tam gün yasası ile özele gönderip fakülte kontenjanlarını da üç katına çıkardığınız için tıp fakültesi eğitimini bok etmiştiniz değil mi? o yüzden pratisyenler de ekg okumasını bilmiyor. bak onu unutmuşum...

    ondan sonra hastanenin "kağıt üzerinde" yoğun bakım ünitesi var, ama "birinci düzey yoğun bakım ünitesi". yani noluyor birinci düzey olunca? monitörler falan var ama mekanik ventilatör yani solunum desteği sağlayacak sistem yok. e o zaman bu nasıl "yoğun bakım" kardeşim? burada anestezi uzmanı göndersen ne olur, göndermesen ne olur? sabaha kadar suni solunum mu yapacak anestezi uzmanı? durumu bozulan hastayı sevk edecek işte... sevk memurundan ne farkı var?

    bir biyokimya laboratuvarı var, allah'a emanet, hastadan bir kan istiyorsun, sonuçlar bir aşırı düşük çıkıyor, bu kadar da olmaz ya, bir kontrol isteyelim diyorsun, bu sefer de aşırı yüksek çıkıyor. kafayı yedirtirler insana...

    e hal böyleyken sen bu hastaneye beyin cerrahisi kadrosu açmışsın, kimseyi tutamıyorsun. pardon da, mecburi hizmet ile buraya gazi yaşargil'i atasan, bir tane beyin ameliyatı yapmadan mecburiyi bitirir, çeker gider adam...

    bunu anlatıyorum ama bu sadece doğu'da böyle imiş, batı'da her şey düzgünmüş gibi algılamayın. afyon'un ya da balıkesir'in herhangi bir ilçesinde de teknik imkanlar bundan hiç farklı değil. orada doğu'dan farklı olarak en azından can güvenliği endişesi taşımayız diye batı'yı yazıyor insanlar...

    "birileri de sağlığın varlığını sağlamalı. o da sana düşüyor kardeşim."

    doğru birileri sağlık hizmetlerini gerçekleştirmeli, ama o "birileri" sadece doktorlardan ibaret değil, ben doktorum, dahiliye uzmanıyım, boynumda bir tane steteskop var, yani ben tıbbi bilgiden, emekten ve steteskoptan ibaretim...

    mecburi hizmet yapmaya giderken, yanımda diyaliz makinesi ya da yoğun bakım ünitesi falan götürmüyorum.

    o tarz hizmetler ve fiziki eksikliklerin giderilmesi yöneticilerinizin işi. milyar dolarlık saraylarından, makam arabası filolarından arttırdıkları bütçe ile yapsınlar bir zahmet, tabii bütçe arttırabilirlerse...

    yukarıda saydığım bütün bu eksiklikleri giderdiğin zaman oraya gönderecek doktor bulman da şimdiki kadar zor olmaz, ankara'da izmir'de çalışan doktordan daha fazla sabit maaş verir bulursun, hatta çalışılan bölgeye göre, kürtçe / arapça / zazaca bilen doktora daha da fazla maaş verirsen o bölgenin insanı olan doktorlar için daha cezbedici olur, edirneli doktorlarla hakkarili hastalar da karşılıklı anlaşamamaktan kaynaklı saçma sapan durumlara düşmez.

    ama her şeyi isteğe bağlı yapacaksın, mecburi değil...

    uluslararası sözleşmeleri çiğnemeyeceksin...

    tc anayasasındaki çalışma hürriyetini çiğnemeyeceksin...

    hak ihlali yapmayacaksın...

    hastalar doktorlardan sayıca daha kalabalık ve oy potansiyeli daha fazla diye hastaların mağduriyetini gidermek için doktorları mağdur etmeyeceksin...

    ki o içi bomboş tamtakır hastanelere de hükümet iki tane "uzman" doktor gönderdi diye kimsenin mağduriyeti de azalmıyor, sadece göz boyuyorlar, bunu kendileri de bal gibi biliyorlar ki kendi yakınları hasta olunca memleketten ankara'ya getirip milletvekili yakını olduğu için en kral hastanelerde ücretsiz tedavi ettiriyorlar.

    sözün özü, güçleri gariban doktora yetiyor...

    "sanki eline silah verip ışid'e karşı savaşmaya yollamışlar gibi bu ne arkadaş?"

    ışid ile savaşmaya yollasalar gene iyi, zırhlı araçların patlatılıp pert olduğu ateş hattına kıçıkırık ambulanslarla giriyoruz, daha ne olsun?

    olmaz olmaz ama olur ya, ışid ile savaşmaya niyetleri olsa idi, ona da önce doktorları yollarlardı emin ol, sen kısa dönem askerlik yaparken, doktor üstüste yaptığı mecburi hizmet yetmemiş olacak ki, mecburi uzun dönem askerlik yapıyor, orda da seçme şansı yok. hatta pratisyen olarak gidenlerin önemli bir kısmının askerliği komando timleri ile birlikte operasyonlarda geçiyor...

    not: bir de hangi savcı korumasız geziyormuş merak ettim, yolsuzluk dosyaları yüzünden sürülen savcılar falandır belki, onun haricinde ben bu yaşıma kadar üçten az polisle gezen savcı görmedim. hatta göremedim desem, o daha doğru olur, mecburiye ilk başladığım zaman bir olay oldu, şikayetçi olmak için savcılığa gittik, sekreteri geçemedik, dilekçe yazsınlar ben sonra bakarım buyurdu savcı bey. o dilekçenin akıbeti ne oldu bilmiyorum. herhalde şikayetçi doktor olduğu için kovuşturmaya gerek görülmemiştir...

  • doktorların dhy'sinin artık zorunlu olması

    deli saçması bir olay.
    bu tarz haberlere "ohhh olsun, doktorların da biraz burnu sürtülsün" diye tepki veren adamların fındık kadar aklı yok. siz bunlara ehe mehe diye sevinirken sağlıkta dönüşüm projesi adı altında ne kazıklar yediğinizin farkında bile değilsiniz...

    yaşananları madde madde sayıyorum;

    1) randevu sistemi geldi, hastane kuyrukları bitecek dediler, heyoooo dediniz...

    şimdi sistem 3 dakikada bir poliklinik randevusu veriyor, siz daha şikayetlerinizi sayamadan doktor reçetenizi yazmış oluyor...

    2) sevk almak kaldırıldı, isteyen istediği hastaneye gidecek dediler, olleeey çektiniz...

    şimdi üniversite hastanelerinde ancak aylar sonrasına randevu alabiliyorsunuz...

    3) mecburi hizmet yasası çıktı, her ilçeye, herkesin ayağına "uzman" doktor göndereceğiz dediler, gitsinler tabi ne ayrıcalıkları var dediniz...

    ayağınıza kadar gelen o "uzman" doktorlar, hiçbir imkanı olmayan o ilçe hastanelerinde 2 senede paslanıp "il merkezine sevk uzmanı" oldu çıktı, mecburi hizmeti biter bitmez de çekti gitti...

    4) doğu'ya da "uzman" göndereceğiz dediler, açılım dediler, analar ağlamasın dediler, megri megri dediniz...

    doğma büyüme oralı doktorlar bile terörden kaçıp giderken, tek kelime kürtçe bilmediği halde şırnak'a atanan doktorlar ile anlaşamadınız, sadece karşılıklı bakıştınız...

    gene ağlayan doktorun anası oldu...

    5) tam gün yasası geldi, muayenehaneler kapanacak dediler, ohh olsun doktorlara, muayenehane çilesi bitti dediniz...

    üniversitelerde bir tane hoca kalmadı, hepsi özele geçti, artık muayenehaneye değil, direkt olarak özel hastanelere gidiyorsunuz, paranız yoksa da üniversite hastanesinde başıboş kalmış asistan doktorlara ameliyat oluyorsunuz...

    6) doktor sayısının artması lazım dediler, her yere tıp fakültesi açtılar, eski fakültelerin kontenjanlarını iki üç katına çıkardılar, bizim köye de tıp fakültesi isteriz dediniz...

    çok değil 5 sene sonra, bir yakınınız kalp krizi geçirdiğinde hoca görmeden, hasta görmeden, kadavra görmeden tıp fakültesinden mezun olan çoluk çocuğun eline kalacaksınız, haberiniz yok...

    7) artık hasta hakları var, canınızı sıkan doktoru şikayet edin dediler, şimdi yandın proseför yaktım çıranı dediniz...

    doktorlar sizinle muhattap olmaz, ilacınızı kullanmayınca size kızmaz oldular, sizin sağlığınızı sizden çok umursayı ise zaten çoktan bıraktılar, farkında bile değilsiniz...

    8) malpraktis yasası çıktı, ameliyat iyi geçmezse hemen dava aç, çatır çatır tazminat alırsın dediler, parayı duyunca ağzınız sulandı, hemen mahkemeye koşup hacı dedenizin mezarını bile açtırdınız...

    defansif tıp yükselişe geçti, devlet hastanelerinde cerrahlar üç kuruş döner sermaye aldıkları ortamda yüzbinlerce liralık tazminat davalarını göze alamaz oldular, çok riskli vakaları ameliyat etmemeye başladılar. zor bir ameliyat olacaksanız da size mecburen yine özel hastane yolları gözüktü...

    9) genel sağlık sigortası geldi, sağlık güvencesi olmayan kimse kalmayacak dediler, yess be dediniz...

    şimdi size her ay 300 lira prim borcu çıkarıyorlar...

    yetmiyor bir de eczanede muayene parası, reçete parası, sorma ver parası derken elli kalem para alıyorlar...

    10) daha bunlarla ilgili hiç abartısız 50 madde yazabilirim ama hadi sadede geleyim, şu son olayda bakıyorum gene oh olsun doktorlara moduna geçmişsiniz...

    canım benim, minnoşum, tottişim, a benim sivri zekalım, sen sanıyor musun ki üniversite sınavında ilk bine giren adamlar 13-14 yıl tıp eğitiminin üzerine enayi mi ki 2 yıl pratisyenlik, 2 yıl uzmanlık, 2 yıl yan dal derken 6 sene mecburi hizmet yapsın?..

    hem de bunu, sizin 6 gün bile dayanamayacağınız her gün çatışmaların olduğu, mayınların patladığı, mermilerin-roketlerin havada uçuştuğu yerlerde kendisinin ve ailesinin hayatını tehlikeye atarak yapsın?..

    biraz kafası çalışanlar bütün bunları yapana kadar 6 ayda bir yabancı dil öğrenir, basar gider yurtdışına...

    gitmek istemeyenler de uzmanlık ve yan dal ile hiç uğraşmaz, pratisyen olarak kalır, "önce dahiliye sonra da onun üzerine onkoloji uzmanı olacağım diye debelenip bütün gençliğimi mecburi hizmet yaparak mı geçireyim?" der...

    ve siz yine üniversitelerden istifa eden hocalardan boşalan kadrolara apar topar yerleştirilmiş kerameti kendinden menkul badem bıyıklı "hocalara" kalırsınız...

    bir şey söylersiniz, okut geçer derler, apışıp kalırsınız...

    şaşırmayın, bunlara siz prim verdiniz...

    o yüzden öncelikle bir kendinize çeki düzen verin, doktorlar bir tarafta hastalar karşı tarafta gibi düşünmeye bir son verin.

    kendinize sadece şu soruyu sorun;

    özel hastane sahibi sağlık bakanı mı benim tarafımdadır yoksa devlet hastanesinde nöbet sonrası akşam mesai bitimine kadar çalışmaya devam eden doktor mu?..

    doktorlar sizin düşmanınız değil, hatta doktorlara gol atıldı diye sevindiğiniz her durum döner mutlaka bir taraftan size de dokunur...

    doktorun huzursuz ve mutsuz olduğu yerde, hastanın huzurlu, mutlu ve sağlıklı olmasına imkan yok...

    bunu bilin, buna göre davranın...

    edit: işi gücü başından aşkın bir adam olmasam, her gün sözlükte gazeteye köşe yazısı yazar gibi paragraflarca eleştiri yazsam, bir allahın günü bile konu sıkıntısı çekmem...

    bir iktidar;

    sağlık sisteminden terörle mücadeleye,

    eğitim sisteminden sınav güvenliğine,

    hukuk sisteminden dış politikaya,

    turizmden milli istihbarat teşkilatına,

    iç güvenlikten tarım politikalarına,

    iş kazalarından kişisel verilerin korunmasına kadar

    ellerini attıkları her şeyi ama her şeyi ellerine yüzlerine bulaştıracak kadar beceriksiz olabilir mi ya?..

    bunlar, en büyük uzmanlık alanları olan yolsuzlukta bile, kapalı kapılar ardında dünya aleme rezil olmadan rüşvet alıp vermesini dahi beceremeyecek kadar aciz ve beceriksiz adamlardır.

    tarihe not düşülsün.

  • suriyelilerin vatandaş olmalarının kesinleşmesi

    (bkz: keep calm and hayırlısı be gülüm)

    bakın beyler! *

    sakin olun, merak etmeyin, adamlar vatandaş olmayı kabul etmez...

    zira eğer vatandaş olurlarsa;

    1) sığınmacılara tanınan bilimum devlet yardımı ve ayrıcalıklarını kaybedecekler...

    2) vergi mükellefi olacaklar, öyle vergisiz-sigortasız işyeri açma devri bitecek...

    3) askerlik yükümlüsü olacaklar... ki kendi ülkesindeki savaştan kaçan adam gelip burda başka bir ülke için askerlik yapar mı? geçiniz...

    4) halen devlet hastanelerinde ücretsiz bakılıyorken, genel sağlık sigortası primi ödemek zorunda kalacaklar, üstelik bir sürü muayene katılım payı vs. ödeyecekler...

    5) dilencilik-hırsızlık gibi adi suçlarda haklarında herhangi bir konuda adam gibi tahkikat, soruşturma yapılamıyorken, 50 tane kurumun birbiri ile yazışması gerekiyorken, adresi ikameti belli, tc vatandaşına dönüşünce kolayca hapsi boylayacaklar...

    6) avrupa'ya gitme planları kuruyorlarsa, suriye vatandaşı olarak iltica talepleri bir ihtimal kabul edilebilirken, tc vatandaşı olarak iltica falan edemeyecekler...

    7) üniversitelere sınavsız girme, burs alma vs. haklarını kaybedecekler...

    8) daha önce çalışma izinleri yoktu, şu an çalışma izinleri de var, burada kalacak olsalar bile türk vatandaşlığına geçmeleri için bir neden kalmadı...

    yalvarsanız bile vatandaşlığa geçmezler yani, kümeste yolunacak kaz olmak halen sadece bize tanınmış bir ayrıcalık...

  • doktorla evlenme hayali kuran genç kız

    ne istediğini bilmeyen, daha doğrusu olur da istediği şeyi elde ederse nelere katlanacağının farkında bile olmayan kızdır...

    o çok özendiğiniz "doktor eşi olma" durumu aşağı yukarı şöyle bir şeydir;

    1) doktorun mesaisi hiç bitmez... icabı, nöbeti olmayan birkaç istisna branş olabilirse de, pekçok branşta doktorlar meslek hayatları boyunca nöbetler, icaplar, gece gece aranıp hastaneye çağrılmalar ya da akşam işten geç çıkma gibi durumları sürekli yaşar...

    2) bu tarz durumlar bazen fena halde can sıkıcı olabilir, dışarı bir yemeğe gidersiniz, sipariş verilir, yemekler önünüze gelir, daha bir çatal alamadan tak diye bir telefon, "canım benim hastaneye gitmem lazım, sen bensiz devam et..." veya diyelim ki özel bir gününüz (mesela evlilik yıldönümü) var, evde kral bir sofra kurdunuz, tak bir telefon, "canım beni bekleme, bir hasta geldi, ameliyata almamız lazım..." der, siz de o masa ile kalakalırsınız. bu gibi örnekler çoğaltılabilir. ana fikir adam gibi bir plan yapamazsınız, zurnanın zırt dediği yerde adamın gitmesi gerekebilir...

    3) öyle 9 günlük bayram tatillerinde işi gücü bırakıp memlekete ya da tatile gitmeyi falan rüyanızda görürsünüz, adamın illa ki ya başında ya sonunda ya ortasında bir nöbeti olur, onun haricinde de bulunduğu hastaneye göre bütün bayram boyunca "icapçı" (arandığı zaman en kısa sürede hastaneye gelmek zorunda olan kişi) falan da olabilir. o durumda o bayram il dışında bir yere gitmek olasılık dışıdır. anneniz-babanız sizi çok seviyorsa, bi zahmet onlar gelsin...

    4) bu icapçı olma durumunun bazen boku çıkar, eşiniz mecburi hizmet falan yaparken bulunduğunuz ilçede kendi branşında tek doktor falan olursa her gece icaba çağırılıp resmen hastaneye yapışık yaşar. eski çalıştığım hastanede kardiyoloji uzmanı bir arkadaş 30 çeken bir ayda 27 gün hastaneye çağırılmıştı mesela... böyle bir ortamda ne bir sosyal aktiviteniz olabilir, ne bir kadeh içki içebilirsiniz, saniyesinde şikayet ederler...

    5) daha yeni mezun falansa, tus (tıpta uzmanlık eğitimine giriş sınavı) derdi vardır, ki bu çok büyük bir derttir, nice yiğit senelerce bu yolda perişan olur, sevdiğini de perişan eder...

    6) herkes askerlik yapıyor ama doktorun kısa dönem askerlik yapma şansı yok, o askerlik bir sene yapılacak...

    7) tus biter, asistanlık başlar... türkiye'de asistan doktorlar hastanenin kölesidir, gayet cüzi maaş alırlar ama bütün iş onlara bakar. çoğu branşta günaşırı nöbet, haftasonu blok nöbet (2 ya da 3 gün üstüste nöbet) tutulur. kendi adıma, cuma sabahı hastaneye girip salı akşamı çıktığımı bilirim, dile kolay 110 saat... sabahın köründe vizitle mesai başlar, akşamın bir saatine kadar işler bitmez. 36 saat çalışıp nöbet ertesi eve gelen adam daha 25 yaşında tv karşısında uyuyakalır. gözünüz aydın, doktor karısı oldunuz...

    8) asistanlık bitti, eşiniz uzman doktor oldu. mecburi hizmet var, kura çektiniz, molotof kokteyllerinin havada uçuştuğu, hendeklerin kazılıp her gün çatışmaların olduğu bir yer çıktı, allah kabul etsin... mecburi hizmet zaten buralara da doktor gönderebilmek için var... eş durumu falan demeyin, o yasa doktorlara gelince işletilmez... dava açsan, mecburi hizmet biter, dava bitmez... ya sen gitmez eşinden ayrı kalırsın ya da oraya gidip evden fazla burnunu çıkarmadan şu mecburi hizmet kazasız belasız bitsin diye dua edersin... ben kendi adıma eşimi mecburi hizmet yaptığım savaş alanına götürmemeyi tercih ettim...

    9) mecburi hizmet demişken, doktor oraya giderken kağıt üzerinde 300-500 gün gibi bir süre için gidiyor gözüküyor ama mecburi hizmet biter bitmez öyle asker gibi polis gibi hemen batı'ya tayin hakkı olmuyor, tayin istediğiniz yer çok fazla tercih edilmeyen bir yer değilse, orada 4-5 yıl çalışıp hizmet puanı biriktirmek gerekiyor, yani ya mecburi hizmet bitince istifa edecek ya da paşa paşa o "belirsiz" süre kadar bekleyip her kurada kocanın istediğin yeri daha yüksek puanlı kimse yazmasın diye dua edeceksin...

    10) diyelim ki eşin istifa etti, özelde çalışırsa çoğu yerde cumartesi günü çalışmaya dahildir, gözün aydın tam ailecek rahata erdik dediğin anda haftasonlarınız piç oldu...

    11) yıllar biter, yollar biter, doktorun vatan borcu bitmez... olur da kocan uzmanlığın üzerine bir de yan dal yapmaya falan kalkarsa, başlarım böyle aşkın ızdırabına deyip, hiç acıma iki tokat at... bir kez daha 3 seneliğine asistan maaşına düşecek, sonra bir daha mecburi hizmete gidecek demektir...

    12) bunların haricinde doktorun iş stresi çok fazladır, özellikle mesleğin ilk yıllarında azımsanmayacak kadar çok kişi o stresle baş etmekte zorlanır, çevresine yansıtır, akşam eve gelir ama sinir küpü olmuştur. o siniri sizden çıkarabilir. "ya hanım bir çay koyuver" dediği zaman, "kalk kendin koy, ben senin hizmetçin miyim?!" falan diyeceksen, şimdiden iyi bir boşanma avukatı bul kendine...

    13) bu olaylardan illa ki çocuklar da etkilenecek, plastik cerrahi uzmanı bir arkadaşın küçük bir kızı var, kıza 3 tekerli bir bisiklet almışlar, bisiklete binerken çocuğa nereye gidiyorsun diye sorunca kızcağız "hastaneye gidiyorum" diyor, büyüyünce ne olacaksın deyince "icapçı" diyor. kız icapçılığı meslek sanıyor... kaynağı belirsiz bir doktor fıkrasında da beyin cerrahisi asistanı gün aşırı nöbet tuttuğu hastaneden çıkıp eve gider, kapıyı çocuğu açar, sonra annesine seslenir, "anneeeee, yine o adam geldi!.."

    14) son tahlilde, evet pekçok doktor türkiye ortalamasının üzerinde para kazanır ama onun keyfini sürecek, ailesi ile güzel vakit geçirecek vakti olmaz

    o yüzden bu doktorla evlenme hayalini çok da abartmayın, seviyorsanız evlenin tabii de, sırf doktor diye evlenecekseniz saçmalamayın derim...

    son söz;

    doktorun parası pul, karısı duldur derler...

  • dört mezhebin hak olduğuna kim karar verdi

    bu konuda uzun uzadıya bir tanım yapmak yerine din ve mezhep ayrımcılığı başlığında da paylaştığım bir fıkrayı eklemekle yetiniyorum:

    köprüden geçmekte olan yobaz, bir adamın intihar etmek üzere olduğunu görür. koşarak yanına gelir ve “dur, sakın yapma!” der. adam “neden?” deyince yobaz, “yaşamak için birçok sebep var.” karşılığını verir ve aralarında şu konuşma geçer:

    yobaz: intihar etmek üzeresin. peki dindar mısın?

    korkuluklardan sarkan adam: evet.

    y: ne tesadüf ben de… hristiyan mısın yoksa budist mi?

    a: hristiyan.

    y: oh ne güzel ben de… katolik misin yoksa protestan mısın?

    a: protestan.

    y: oh ne iyi ben de… episkopal misin yoksa baptist mi?

    a: baptist.

    y: ben de, ben de… tanrının baptist kilisesi’nin mi, yoksa isa’nın baptist kilisesi’nin mi üyesisin?

    a: tanrı’nın baptist kilisesi’nin.

    y: işte bu harika, ben de… tanrı’nın reformcu baptist kilisesi mi, tanrı’nın orijinal baptist kilisesi mi?

    a: tanrı’nın reformcu baptist kilisesi.

    y: ne tesadüf ben de… 1879 tarihli mi, yoksa 1915 tarihli reformdan yanasın?

    a: 1915.

    bunu duyan yobaz birden hiddetlenir ve “vay kâfir, işte şimdi ölmeyi hakettin!” diye bağırarak adamı köprüden aşağı iter...

  • sinema tarihinin en hüzünlü sahnesi

    adam gibi izleyemediğiniz, belki de makaslandığı için hiç görmediğiniz sansürlenen sahnelerdir.

    --- spoiler ---

    köşeyi dönen adam filmini bilirsiniz, kemal sunal'a amerika'da ölen amcasından bir eşek * miras kalır, eşeğin karnında elmas olduğuna inanan iyi gün dostları eşeğin ardında "bok nöbeti" tutmaya başlar. kemal sunal, filmin sonunda bu insanları öylece bırakıp çekip gider ve film öylece biter...

    biter mi gerçekten? filmin türk televizyonlarında 50. saniyesinden sonrası asla gösterilmeyen gerçek finali şudur. kemal sunal büyük bir buhran içinde evden çıkar ve bir aydınlanma yaşayarak 1 mayıs kortejine katılır...

    --- spoiler ---

    solcu olmayabilirsiniz, sahneyi fazla ideolojik bulabilirsiniz ya da sadece filmi beğenmemiş de olabilirsiniz ama bir sahnenin makaslanarak sansürlenmesi kadar büyük bir dram olabilir mi ya?

    sinema tarihinin en büyük yapımlarından casablanca filminde humphrey bogart'ın ağzındaki sigara gözükmesin diye yüzünün buzlanıp sahnenin piç edilmesinden daha büyük bir saçmalık var mı?

    schindler'in listesi filminde gaz odalarının önünde ölüme yürüyen kırmızı paltolu bir kız çocuğu vardır, insanın içini burkar o sahne. peki televizyon başında liam neeson'un çiçek şeklinde sansürlenmiş sigarasını izleyen sizler kendinizi o kız çocuğundan çok daha özgür falan mı zannediyorsunuz?

    üzgünüm ama değilsiniz...

    filmin geçtiği zamanın üzerinden 70 sene geçmiş ve hala birileri sizin neyi izleyip neyi izlemeyeceğinize karar veriyor, sansürlüyor, makaslıyor, buyuruyor, dikta ediyor...

    işte en hüzünlü sahne budur...

  • gss prim borcu

    diyorlar ki eskiden hastanelerde kuyruklar vardı, şimdi yok. üniversite hastanesine giderken sevk almak gerekiyordu, şimdi gerekmiyor.

    görelim bakalım 13 senede neler değişti?..

    1) evet artık sevk falan yok, istediğin hastaneye gidiyorsun.

    ama bir tek sen gitmiyorsun, herkes gidiyor. başı ağrıyan, dişi ağrıyan herkes sevksiz mevksiz devlet hastanelerine, üniversite hastanelerine gidiyor. öyle olunca ne oldu? poliklinik sayıları arttı, bir günde bakılan hasta sayısı ikiye üçe katlandı. polikliniklerde bir hastaya düşen süre yarıya indi.

    2) ama kuyruklar azaldı. peki ne oldu da azaldı?

    çünkü hastanelere randevu sistemi geldi. artık sıra yok, randevu var. randevu aldın aldın, alamazsan "bugün git, randevu alınca gel".

    3) ve bazı branşlara randevu alınmaz hale geldi.

    boğazın mı ağrıyor, hiç uğraşma, git evinde yat. kulak burun boğazdan randevu alıp doktora ulaşıncaya kadar iyileşirsin zaten.

    hele ki ultrason ya da mr falan çekilecekse git özelde çektir gel. randevuyu beklersen 3 ay sonraya ancak çektirirsin benden söylemesi. tabi o 3 ay geçene kadar da kanserin falan varsa ilerler. adama amca sende kanser varmış, sen 3 aydır niye gelmedin diyoruz, "e bugüne randevu verdiler" diyor.

    o zaman allah taksiratını affetsin...

    4) 13 sene önce sadece randevu sistemi de değil, muayene ücreti de yoktu.

    herkes istediği hastaneye gidecek denilince tabi ki, muayene sayıları, tetkik giderleri, ilaç giderleri arttıkça arttı.

    ilk önce "hasta sayısı çok arttı, millet gerekli gereksiz ilaç yazdırıyor, sgk zarar ediyor" dediler, polikliniklerde 1 lira muayene ücreti alınmaya başlandı. sonra o ücret 3 lira oldu, sonra 5 lira, 8 lira, 15 lira derken sürekli artıyor, durduramıyoruz.

    5) muayene ücretleri yetmedi, ilaç katkı payı da alınmaya başlandı.

    artık reçetedeki ilaç sayısına göre ve ilaçlardan da belli bir yüzde olmak üzere ilaç katkı payı ve reçete parası alınmaya başladı.

    6) üstelik bu noktada hükümet iki tane uyanıklık yaptı;

    birincisi, bu paralar hastanede değil, eczanede alınıyor, bu sayede halk devletle değil, eczane ile karşı karşıya getiriliyor.

    ikincisi, muayene ücretleri hemen o gün değil, hastane sgk'ya fatura gönderdikten sonra çıkıyor. bu sayede seçim dönemlerinde bu paraları almayıp seçimden sonra 50-100-200 her ne kadarsa topluca alıyorlar.

    7) sonuçta muayene parası, ilaç katkı payı, sorma ver parası derken doktorun yazdığı 5 liralık ilaç için eczanede 15-20 lira ödemeye başladınız.

    ve bu nedenle pekçok hasta ilaçlarını kendi cebinden almaya başladı. bu da sistemin işine geliyordu.

    8) her seçim döneminde milyonlarca yeşil kart dağıtıp, seçimden üç ay sonra iptal etmeyi alışkanlık haline getirdiler.

    9) "isteyen özel hastaneye gidebilir" dediler, her yere mantar gibi özel hastane açılmasına vesile oldular.

    sonra baktılar, özel hastaneler yüzünden faturalar kabarıyor. bu sefer özel hastanelerden de fark ücreti alınmaya başlandı. o fark ücretleri başta sgk'nın ödediği paranın % 90'ı ile sınırlı idi, sonra % 200 oldu, bazı yerler için daha da arttı.

    şu an istanbul'da x özel hastanesinde bir y ameliyatı ücretli hastaya 5000 liraya yapılırken, sgk'lı hastaya 4500 liraya yapılıyor. e aradaki 500 liralık farkı da ücretli hasta azıcık pazarlık ile % 10 düşürtebilir. ikisi de aynı ücreti verecekse ben ne anladım o zaman gss'den?

    10) genel sağlık sigortası için belirlenen primler çok yüksek ve sürekli artıyor. en baba özel sağlık sigortasının primleri bile bu kadar yüksek değil.

    üstelik kapsamı da günden güne daraltılıyor. her gün daha fazla ilaç, daha fazla tedavi sistem tarafından ödeme harici tutuluyor.

    11) genel sağlık sigortası prim borcunuz varsa zaten kullanamıyorsunuz, prim borcunuz yoksa bile her hastaneye gidişinizde bir dolu para ödüyorsunuz.

    e o zaman, bu nasıl sigorta kardeşim?..

    12) genel sağlık sigortası borcu olanların bakılabileceği ve randevu gerektirmeyen sadece acil servisler kaldı. millet acil olsun ya da olmasın buralara hücum etti. acil servisler ana-baba günü. millet ilaç yazdırmaya, kolesterol baktırmaya acil servise geliyor. son bir yılda 139 defa acile gelen hastam var. ve dünya üzerinde toplam nüfusundan fazla acil servis başvurusu olan tek ülke türkiye.

    gerçek hastalar, gerçek aciller gss borçluları ve randevu alamayıp acile gelenler yüzünden arada kaynıyor, mağdur oluyor.

    13) arada bakıyorum; kapitalist amerikan sistemine döneceğiz, parası olmayan, sigortası olmayan gidecek hastane bulamayacak falan deniyor. yahu amerikan sisteminde bile kullanmadığın şeyin, almadığın hizmetin parasını kimse senden istemez, is-te-ye-mez. kimse sana durduğun yerde borç çıkartamaz, bunun adı kapitalizm falan değil, düpedüz soygundur.

    hangi kapitalist sistemde, işi gücü olmayan, bir kuruş dahi para kazanmayan insanlardan böyle bir haraç alınabilir?

    14) 7 milyon kişiye, 9 milyar lira borç çıkarmışlar. bu paralar gerçekten sağlığa harcanıyor olsa, sağlık sistemi ihya olur, kimseden de bir kuruş muayene ücreti alınmaz...

    bu artık genel sağlık sigortasını falan aştı. bu paralar ak-sarayın, örtülü ödeneğin finansmanından başka bir şey değil.

    ödemeyin, ödettirmeyin...