life is drunk70
profili

  • karısını rehbere aşkım diye kaydeden erkek

    babam her ne kadar ortamlarda yaralı don juan rumuzuyla takılsa da teknoloji konusunda maksimum candy crush boyutuna geldi. candy crush dışında telefonlar ne kadar akıllı olursa olsun sadece konuşmak içindir. babamın birini telefon rehberine kaydetme algoritması da son derece basittir.

    kaydedilecek kişinin ismi ve soyismi nedir? --> hüseyin yılmaz --> rehberde başka hüseyin var mı? --> hayırsa "hüseyin" olarak kaydet, evetse soyadının bir kısmını ekleyerek "hüseyin yıl" olarak kaydet --> rehberde "hüseyin yıl" olarak kayıtlı biri var --> haa hüseyin yıldız var doğru o zaman "hüseyin yılm" olarak kaydet --> kaydedildi

    şimdi bu döngüyü yaklaşık 20 yıldır işleten adama sen "karını niye aşkım diye kaydetmedin?" diye sorarsan öyle suratına bakar boş boş. gel zaman git zaman babam kardeşim veya beni arıyor "dışarıdan alınacak bir şey var mı?" kabilinden bi süre. anlam veremesek de çok yadırgamıyoruz bu durumu fakat annemin memlekete gittiği bir akşam çalan telefonla tüm taşlar yerine oturuyor. babamın telefonu çalıyor inatla fakat babam "cık cık cık allaah allaah" deyip açmıyor. sonra bakıyorum annem beni arıyor.

    - alo? naber anne?
    + oğlum baban nerede?
    - burada anne yanımda oturuyor.
    + niye açmıyor telefonu arayıp duruyorum.
    - baba annemin telefonlarını niye açmıyorsun?
    * annen mi arıyormuş?

    telefonuna bir baktım ki "aşkım (7)" yazıyor.

    - baba işte bu ne aramış kadın kaç defa?
    * o annen mi? ödüm kopuyor kaç gündür kim bu "aşkım" diye benim. silmeyi de beceremedim. annenin yanında arayacak diye aklım çıktı offf.

    sonradan ortaya çıkıyor ki aile içinde teknolojiden sorumlu bakan görevini üstlenen kardeşim, babamın her ne kadar kullanışlı da olsa artık modern çağın gereklerine uymayan algoritmasını delerek babamın telefon rehberinde annemi "aşkım" olarak değiştirmiş. adam o kadar alışık değil ki sırf bu yüzden 1 hafta boyunca annemi annemle aldattığını düşünüp dert etmiş kendine. tüm bunlar ortaya çıktıktan sonra annem aradığında babamın suratındaki "bak açıyorum haa kesin annen dimi bak yanlış olmasın bak" bakışını hala unutamıyorum.

    - alo? nerdesin sen? arayıp duruyorum!!
    * aşkımla konuşuyordum kusura bakma canım eheheheh.
    - salak!

  • ışid'in kadın iç çamaşırını yasaklaması

    http://i.hizliresim.com/nrgkyv.png

    ispiyonlamak gibi olmasın ama önce kendi içinizde uygulayın bu yasağı da sonra millete salça olursunuz ışid bey.

  • annenin doğumgünü

    doğum günlerini aklımda tutmakta en fazla bir japon balığı kadar becerikli olduğumdan utanarak da olsa sevinmiştim galatasaray 16 yıl önce senin doğum gününde uefa kupasını alınca. erkeklerin gereksiz maç hafızası gereği artık unutmayacaktım senin doğum gününü hiç.

    o gün de pasta yemiştik ben maç bitince heyecandan elimdeki pasta tabağını fırlatmıştım, hiç kızmamıştın. sen zaten bana doğru dürüst hiç kızmadın. kızsan belki az daha aklım başımda olurdu ama kızmadın. sınıfta kaldım "olur oğlum sıkma canını" dedin, işsiz kaldım "olsun oğlum bulursun elbet" dedin, sevgilimden ayrıldım "hayırlısı olsun dünyada kız mı bitti be oğlum dedin", millete kızıp kızıp sarhoş oldum "dur kahve yapayım sana" dedin, gecenin bir yarısı eve geldim uykulu gözlerinle kalkıp "aç mısın?" dedin, gece yatmayı bilemeyip sabah kalkmayı bilemeyip uyanamadım emekli halinle sabahın 6.30'unda "oğlum hadi kalk geç kalıyorsun" dedin. her seferinde "anne sabah niye kalkıyorsun?" diye kızmama rağmen her sabah üşenmeden portakal suyu sıktın bana işe gitmeden.

    bugün sen 55 yaşını bitirdin. insana annesi hiç yaşlanmazmış gibi geliyor. yaşlanmaması lazım çünkü. 55 yıllık hayatının neredeyse 30 yılını evi kyk yurduna çevirmeye çalışan 3 adama adayan kadına yaşlanmak yakışmıyor. belki biraz ketum biraz problem çocuk oldum sana hep. belki yıllardır hep aynı boyayla saklamaya çalıştığın beyaz saçlarının bir kısmının sorumlusu benim, belki hayalindeki çocuğun olamadım ama inan sen benim hayalimdeki anne oldun. bu sabah kalkar kalkmaz sana sarıldım, doğum gününü kutladım ama ben pek sevgimi gösteremem yine de. hediye de seçemem ben. zaten benimle yaşadığın bu 30 yılın karşılığı olabilecek bi hediye de yok dünyada. babama yaptığım gibi senin için de 55 fidan diktirdim bugün adına bir de bu yazıyı yazdım belki bir gün okursun diye.

    iyi ki doğdun, iyi ki annem oldun.

    imza: salak oğlun

  • kumanda kavgası yapmış efsane nesil

    ne kadar efsane olduğu tartışılabileceği gibi aile içi trajedilere tanık olmuşluğu da vardır.

    kardeşimle aramda yaklaşık 10 yaş var. bu aradaki 10 yıl boyunca evde kumanda konusunda diktatörlüğünü kurmuş bi çocuktum ancak kardeşimin aklı televizyon izlemeye basınca hükümdarlığımın tehlikeye girmesiyle çok daha agresif hale gelmiştim. daha 2-3 yıl önce kıçında kendisinden daha büyük bezle dolaşıp patır patır altına sıçan bir yaşam formu nasıl benimle teletabileri izlemek için kavga edebilirdi aklım, hayalim almıyordu. teletabiler ne ya? bak buggs bunny izlemek istese anlarım ama teletabi ne?

    bir gün salonda çubuk krakerimi sigara içer gibi tutup sütümü yudumlarken yine pavır rencırsları izliyorken kardeşim "abieee veeer" diye kumandaya atıldı. ya afedersin de sen kim köpeksin ya? benden kumanda alamadığı için babam mutfakta haber izliyorken sen kimsin?

    o cırtlak sesiyle "abiii veeeer" giderek artıyordu. önce kumandanın pillerin çıkarıp verdim buna. ancak bu maymun zeka testini 30 saniyede geçen kardeşim büyük oyunu gördü ve tekrar üzerime saldırdı. yanımızda oturan annemin "yarım saat izlesin çocuk o sıkılır zaten" temalı tüm uzlaşı çabalarını reddediyordum. çünkü mesele kumanda olunca gerisi teferruattır.

    o son "veeeer" sesinden sonra ben ki kardeşime "sen kale direği ol şimdi direkten top döndürmece oynıcaz" deyip bam güm üstüne şut çekmenin ve birkaç ufak zararsız deney dışında fiske vurmamış yaşar usta gözümü bile kırpmadan elimin tersiyle bi tane vurdum buna. bu tokattan sonra annem tam bana "napıyon lan sen?" diye hareketlenecekken kardeşimden ortamı buz gibi eden o söz geldi:

    - orospu çocuğu!!

    annemin o yüz ifadesini hiç unutmuyorum. bi kumanda uğruna öyle bi laf söyledi ki ortamdaki 5 yaşındaki velet, kralı gelse 2 kelimeyle ortamda bulunan kendi de dahil herkese küfür edemez. küfürception resmen. ben bu küfrün karmakarışık algoritmasını çözdükten sonra anneme döndüm:

    + anneeeaa bak sana ne dedi anneaa!

    annem "gerizekalılar" diyerek sol elinin tersiyle kardeşime, sağ elinin tersiyle de bana kartal vuruşu yaptı ve kumandayı evin karanlık dehlizlerinde yok etmek üzere götürdü.

    odada kalıp halı desenlerini inceleyen pavır rencırs ve teletabi hayalleri yıkılan 2 çocuk kalmıştık. ve kardeşim yine sessizliği bozdu:

    - abi orospu çocuğu ne demek?
    + boşver abicim hadi gel sen direk ol da direkten top döndürmece oynayalım.
    - olleeey!

  • düşün ki o bunu nasılsa okumayacak

    - senin kuracağın hükümetin de, yöneteceğin ülkenin de, yapacağın anayasanın da taa...

    öhm okumayacak dimi lan bak?

  • türkiye'deki adres karmaşası

    her karmaşa gibi bu karmaşa da hayatımızın içine yerleşmiş maalesef. aksi bi durum olduğunda bok gibi kalıyoruz.

    bu sabah "lan şemsiye açsam mı açmasam mı" ikileminde ahmak gibi ıslanırken karşımdan kızıl saçlı sakallı bi adam bisikletiyle gelip yanımda zınk diye durdu. aha sabah sabah götümü kesecek diye düşünüp 5 tl'lik şemsiyemi adamın kafasına geçirmeye hazırlanırken beni daha da panik yaptıran o cümle geldi; "do you speak english?"

    "50 kuruş ver tırrek" mi yoksa "do you speak english" mi seni daha çok korkutur derseniz sanırım ikincisini söylerim. çünkü ilkinin çözümü basit yani 50 kuruş veriyorsun, bitiyor. ikincide konunun nerelere gideceği belli değil. neyse 5 saniye içinde ortaokulda "guud morning çildırın! şu tahtayı bi silin la!" diyen aslen ziraat mühendisi olan ingilizce öğretmenimin hatırına "yesss!" diye hönkürdüm adama. otobüs numarası soracak diye beklerken, "siks handrıd diceksin altı handrıd demeyeceksin" diye kendimi telkin ederken hiç beklemediğim bir soru geldi; "are you native?"

    ben daha bi panik oldum tabi. adama ingilizce biliyoruz dedik de "native" neydi lan? hemen 5 saniye football manager ingilizcemi yoklayınca "yerli" demek olduğunu hatırladım. aha dedim 2000 yıl önceki antalya kralı attalos'u soracak herhalde "yerli misin?" diye beni merak ettiğine göre. "ah anacım antalya'da yerli mi kaldı? hep göç alıyor." diye müthiş sosyo-kültürel bi konuşmaya başlayacaktım ki sonra vazgeçip yine sadece "yes" diyebildim. cebinden bir defter çıkardı eleman ve beni üçüncü kez panikleten şeyi söyledi; "i need an adress"

    defterden bana gösterdi yazdığı yeri "1573.sokak no:3". adres bu, lan böyle adres mi olur? nerede "bim'in üstü", "a101'in berisi", "merkez camii yanı", "ismailoğlu boyacılık üstü" ibareleri? ben nasıl bileyim 1573.sokağı? bi de yerli misin diye soruyor ipne, ulan ben orada otururken gelip antalya şehrini üstüme kursalar yine bilemem 1573.sokağı. öyle dikmiş gözlerini üstüme bakıyor bi de mal mal.

    - is there any bim near the adress?
    + bim?
    - ah sorii bi ay em?
    + bi ay em vat?
    - ohoo sorduğun adresin yanındaki bim'i bilmiyorsan hiçbir adres tarif edilemez türkiye'de koçum.
    + koaçç?
    - do you know any ey yüzbir near the adr... fak! ey van handrıd van.
    + never mind. have a good day.
    - emlakçı da mı yokmuş yanında? emlak! emlak! mortgıç!

    adam atladı bisiklete fiuvv diye uçtu gitti resmen. 1573.sokak diye eline tutuşturmuşlar malın bi de artistlik yapıyor hıyar yerli misin diye bana. lan sen daha sorduğun adresin yanındaki bim'i bilmiyon kalkmışsın bisikletli gezgin havaları. "bi ay em" dedim salak onu da mı anlamıyon? ingiliz köylüsü herhalde yae.

  • kuzenleriyle çok iyi anlaşan insan

    bu kuzen denilen organizmayla iyi anlaşmayı bırak sadece anlaşmak bile mümkün olmuyor. açık yüreklilikle söyleyeyeyim orada, burada "kuzenlerle ot bok qeyfi xd" paylaşımlarını kıskanıyorum. bırak bizimkilerle kahve içmeyi işemeye gitmem ben. lan olm "kuzenim yazmış" diye götünden sallayanlara bile özeniyorum ben.

    benim toplamda 12 kuzenim var. 6 tanesini sokakta görsem tanımam, 4 tanesini sokakta görsem tanımamış gibi davranırım, sadece geri kalan 2'siyle 10 dakika sıkılmadan konuşabiliyorum. ha diyeceksiniz ki "lan ibiş sen de birinin kuzenimin sonuçta sen de malsın" tamam kabul ben de malım ama sülale nezninde kuzenler arasında ben stephen hawking gibiyim seviyeyi sen düşün yani. inanmayan babaanneme sorabilir.

    dün akşam evde yaklaşık 4 saat boyunca halamın oğlunun muhabbeti vardı. vay efendim işte çocuklarını bakması için halama getiriyorlarmış da vay efendim şimdi bakıcı bulmuşlar vay efendim niye bize değil de bakıcıya veriyorlarmış. vay efendim zaten o gelinin gözü göz değilmiş, fıldır fıldır dönüyormuş. hayır çıkıp diyemiyorum da "her şey iyi hoş tamam çocuğunu halama neden bırakmadığını tartışıyorsunuz da bu adam telefon dolandırıcılarına 10000 tl kaptırmış adam. çocuk işine gelene kadar neden kimse kuzenimin geri zekalı olduğundan bahsetmiyor?" diye. çünkü ortam gergin halam telefonda konuşuyor ama telefon olmasa bile izmir'den antalya'ya sesini ulaştırır yani öyle bağırıyor.

    hazır gıybet ortamını bulmuşken biraz da teyzemin oğullarından bahsetmek istiyorum. nam-ı diğer "sığır brothers". hani ailede her girdiği işi batıran, kara delik gibi para emen dayılar vardır ya hah işte bizde dayım yetmiyormuş gibi 2 tane de kuzen var. lan olm bi insan her sektörde ayrı ayrı batabilir mi lan? boya, inşaat, elektronik, tatlıcılık, turizm ve daha aklıma gelmeyen, birbiriyle alakasız bi sürü iş alanı. lan her şeyi anlarım da tatlıcılıkta nasıl battılar aklım almıyor. sütlaç yapıp satarak daha doğrusu satamayarak 2 tane ev nasıl gidiyor? sütlaç lan bildiğin süt ve pirinç uğruna 2 tane daire gitti bu salaklar yüzünden. her sütlaç gördüğümde elim ayağım titriyor yemin ederim. adamların sürekli acil bi 5000 tl'ye ihtiyaçları var yıllardır. ne 5000 tl'ymiş ver ver bitmedi. hep annemi veya babamı ararlardı artık babam nasıl bi terslediyse bunları beni aramaya kadar düştüler. lan bunlar evli, barklı, çoluk sahibi adamlar. kalkmış tek amacı püskütü çaya bandırırken çaya düşürmemek olan beni arayıp beni arıyor para istemek için. "şimdi kuzen rusya krizi falan bizim turizm işlerini çok etkiledi biliyosun. acil 5000 tl çıkar mı senden?" diyor bi de. "be sığır kuzen ne rusya krizi allasen sen 91 körfez savaşından beri para istiyosun lan herkesten" diyemedim tabi. süt, pirinç ve şekeri karıştırıp satamayan adam bana putin, siyasi dengeler v.s diyor.

    bak daha boksör olup uyuşturucu satmaktan hapis yatan kuzenimden, bi gsm operatörünün müşteri hizmetlerinde çalışıp müşteriye ana avrat düz gidip hayvan gibi tazminat ödeyen kuzenimden ve hamile olduğunu 7.ayında anlamayı başaran einstein kuzenimden daha bahsetmedim bile. varsa bunlarla sinir krizi geçirmeden "qahve qeyfii" yapabilecek buyursun gelsin.

    son olarak elde patlayan 1000 kase sütlaç varmış. kasesi 2 liradan veriyorum. afiyet olsun.

  • sözlükçülerin cevap aradıkları sorular

    gen havuzumuzdan kaynaklı hatadan dolayı yaklaşık 70 milyon kişiyle beraber beni de hipnotize eden kavga seyretmek eylemine engel olamıyorum, ne zaman "sen kimsin lan?" duysam, birbirlerine horoz gibi dikleşen insanlar görsem o an yaptığım ne varsa bırakıp zombi gibi olay mahallini en iyi görebileceğim yere giderim. hayatımda çok kavga izledim, bazılarına müdahil oldum, bazılarına sadece dışardan destek oldum (kavga esnasında karambolden fırlayıp ömüme düşen sopayı sahibine geri vermek), bazılarını çok sevdim "keşke devamı çekilse" diye yıllardır bekliyorum, bazılarını ise "cık sadece amatörü eğlendirir" diyerek izlemeyi bıraktım. ama bir tanesi var ki üstünden aylar geçmesine rağmen aklımdan çıkmıyor, kafamdaki o deli soru bir türlü cevaplanmıyor.

    geçen yaz antalya kaleiçi'nde yine muhtar gibi oturup gelen geçeni izliyorum. kız avına çıkmış erkeklerin dramını anlatan belgeseli içimden seslendiriyorum falan. party hard bir gece yani anlayacağınız. işte tam o anda arkamdan "yaaa abi bırakın bi ya!!" sesini duydum. işte bu! hemen sandalyemi çevirip en sevdiğim kısım olan "kavga öncesi restleşmeler" kısmını seyre daldım. kavganın baş kahramanı bıçkın gencimiz bir midyeciye atarlanıyordu. yanındaki arkadaşları da "hadi abi boşver hadi" diye onu sakinleştirmeye çalışıyordu. tüm bunlar yaşanırken midyeci ise sanki paralel evrendeymiş gibi midyeleri açıp limonlamaya devam ediyordu. bundan dolayı iyice hırslanan atarlı gencimiz ise arkadaşlarının arasından kurtuldu ve aylardır sebebini aradığım o hareketi yaptı. elindeki boş bira şişesinin ağız kısmından tutup şişenin göt kısmını midyecinin karnına doğru dürttü. bunca yıldır kavga izlerim ben böyle saçma hareket görmedim. neyi amaçladı, bu hareketin sonucunda ne bekledi bilmiyorum ama herkes bağırırken bu hareket sonrası oluşan yaklaşık 5 saniyelik sessizlik fırtına öncesi sessizliğin ta kendisiydi. atarlı gencimizin bira şişesi götüyle dürtme hareketiyle midyeci parçalara ayrılmadı ve midyeci süper gücü olan bir ıslıkla 20 kişi toplama hareketiyle atarlı gencimizin sonunu getirdi. "bırakın lan beni! kimsin olm sen hıyar?!" atarlarıyla başlayan gece bir kavga sırasında yapılabilecek en anlamsız hareket olan bira şişesi götüyle dürtmenin ardından "abicim bırak abicim tamam tamam tamam!" hayrıkışlarıyla bitiyordu. "yüzüme vurma nolur!" sesleri gecenin karanlığında kaybolup gidiyordu.

    son olarak sana sesleniyorum atarlı genç; o gün, orada ne yaşandı, ne kadar canın acıdı bilmiyorum umrumda da değil açıkçası ama eğer buraları okuyorsan bana bi şekilde ulaş yalvarırım ve şu yılların kavga izleyicisi adama anlat bira şişesinin götüyle midyeciyi niye dürttün? o an ne olmasını bekledin? kafayı yicem nolur o hareketin sebebi neydi anlat bana.

  • bir kadının temizlikte kontrolü kaybettiği an

    geçen akşam annemin dayısı ve yengesi bize misafirliğe geldiler. annem için misafir demek zaten başlı başına olağanüstü hal demekken dayısı ve yengesi zombi saldırısıyla eşdeğerdi. çünkü kendileri yaşlılıklarının verdiği rahatlıkla, ev temizliği konusunda bir süpermen olan annemin kriptoniti adeta. eve ayakkabılarıyla girmek, bi şey yerken döküp saçmak, tuvalette yerlere su sıçratmak gibi annemin canını tek vuruşta yarıya indirebilecek hareketleri kan donduran bi sakinlikle yapıyorlar.

    tamam dayıların arıza tipler olması ve aile içinde pek de sevilen bi yanları olmaması doğru ama annem için kendi dayısı tam bi fobi. gelecekleri haberini aldığında tarlası yanmış köylü gibi oturmaya başladı koltukta boşluğa bakarak. mustafa denizli'nin maçtan önce maçı aklında oynaması gibi bu ziyareti kafasında oynuyordu annem adeta. babam, ben ve kardeşim de doğal olarak gerildik çünkü ev sınırları içinde amerika-rusya soğuk savaşını aratacak anlar bizi bekliyordu. hazırlıklara başlamak için sessizce yerinden kalktı ve fısıldadı; "dayı is coming..."

    "en iyi savunma hücumdur" prensibini benimsemiş bir şekilde tam saha pres ve dayıyla yengeye boş alan bırakmama adına adam adama markaj sistemiyle ziyarete çıkan annemin tüm planları ev eşiğine koyduğu terliklerin üzerinden atlayıp ayakkabı tabanını ev döşemeleriyle çok şık bir şekilde buluşturan dayının erken golüyle alt üst oluyordu. dayı tam bi deplasman takımıydı. salona geçip oturdular, annem "dost başa düşman ayağa bakar" sözünü umursamadan dayının ayakkabılarından gözünü alamıyordu. sağ gözünün seğirmesi hiç hayra alamet değildi. kötü şeyler olacaktı... hem de çok...

    ilk çay servisi sırasında bardak altlığı ve peçeteyle ikili markaj uygulamıştı annem dayıya ama dayı iki stoper arasından hayvan gibi yükselip kafayla topu doksana takan ronaldo gibi şekerli çay damlasını halıyla buluşturdu. ve bu gol adeta soğuk duş etkisi yarattı evde. kimsenin gıkı çıkmıyordu. halıya düşen ilk çay damlası anlamına gelen "ayyh" nidasıyla annem yerinden kalkmaya yeltendi ama dayı arenaya salınmış azgın bir boğa gibiydi. ve o çay damlasının yanına börek kırıntısını da ekledi. bu kadar iddialı çıktığı bi maçta yarım saatte 3 gol yemek annemi mahvetmişti. bi ara mutfakta artık sinirden çıldırıp hakeme itiraz eden emre belözoğlu gibi babamın yakasında gördüm annemi. fakat annem anlamsız itirazlarına devam ederken avantaj uygulayan dayı tuvalette ellerini yıkarken nasıl becerdiyse yerde ufak bi gölet oluşturmayı başarmıştı bile. bu gelen 4.golle iyice şirazesi kayan annemi sakinleştirmek ve misafirsizlik cezası yememek için çok uğraştık kalan dakikalarda.

    maçın son düdüğü anlamına gelen hiç de samimi olmayan "yine bekleriiiz" sesinden sonra çarşı karıştı evde. evdeki tüm kimyasal stoklar çıktı ortaya. annem öyle vileda yapmaya başladı ki değil halı binlerce yıllık insanlık tarihi temizlenirdi yeminle. insanı 2 dakika içinde kanser yapabilecek kadar kimyasal buharı vardı evin içinde ama kimse anneme "dur" diyemiyordu. anneme o an "tarihte hangi anı durdurmak istersin?" diye sorsalar cevabı; büyükbabasının dayımı yaptığı sevişme olurdu.

    dayı ve yengesi gideli 3 gün oldu ama temizlik bitmedi hala. ev nazi toplama kampı gibi odamızdan kafamızı çıkardığımız an "gir içeri! her yer ıslak!!!" sesiyle irkiliyoruz. huzurumuz kalmadı, lav silahıyla halıyı yakmayı planladığına dair duyumlar aldım annemin.

    üçümüz de tek ses, tek nefes haykırıyoruz artık duyun sesimizi; "yeteeer! dayı ve yenge yeteeer!

  • snapchat

    ben ki feysbuk ilk piyasaya çıktığında kaan kural gibi "oha hahahah" diye gülerek 17 kişilik bütün arkadaş listeme rakı göndermiş adamım. ben ki tivitır'a ilk kayıt olduğumda obama'ya tivit atıp cevap gelmeyince kendimce trip atan adamım. ben ki vatsap'ı ilk indirdiğimde eniştem dahil herkesin son görünme saatini çılgınca bir zevkle incelemiş adamım. ben ki instagram'a üye olur olmaz hoşlandığım kızın 1385663 fotoğrafını beğenmiş adamım. yani özetle sosyal medya platformları beni hep etkilemiş, sanki 20 yıl önce hiç odun sobasının üstüne tükürüp hunharca eğlenmemiş gibi avucunun içine almıştır.

    ancaaaak...

    bu snapchat nedir allasen? 2-3 gündür dairede bi snapchat çılgınlığıdır gidiyor. ön cebinde sigara olan kısa kollu gömlek giyen adam kalkmış "bak hele bak panda oldum eheheeh" diye dolanıyor ortada. ayın 15'inde bordrosunu dünyanın en ciddi işiymiş gibi inceleyen 20 yıllık kadın memur "yaa baksana köpek oldum beeeen :))))" diye snapchat'te fotoğraf çekiyor. "arz mı edicez, rica mı?" diye deli tartışmaların döndüğü daire "snap'te eğleniyoruzzzzz" etiketli fotoğraflarla yıkılıyor.

    tüm bu olan biteni nurella ifademle izlesem de bu kara delik beni de içine aldı. domuz yaptılar beni yetmedi üstüne bi de gözlerimden yaş fışkıran efektli fotoğrafıma eğlendiler, yüzüme ülkücü bıyığı koyup "ooo reyiizzz" diye örselediler beni. devlet dairesi değil de sanki "657 tayfaaaa xd xd xd" feysbuk grubu anasını satayım. neden ki? sebebi neydi ki?

    hepiniz yazmışsınız yok meme fotoğrafı, yok bilmemne diye. nerde lan meme? nerde ha nerde? varsa yoksa kedi, köpek, domuz efektli fotoğraflar.

    bu uygulamayı yapanın da kodlayanın da allah evine ateşler salsın. siz benim her sabah çay, sigara içip 2 sene sonraki emeklilik hayallerini dinlediğim baklava süveterli musa abimi panda yaptınız ya iki yakanız bir araya gelmesin inşallah. feysbuk'ta yazdığınız göndermeli, aforizmalı iletinin altına dayınız caps lock açık halde "annengile selam" yazsın, sevdiğiniz kızın son görülmesi gece 03.57 olsun yetmesin bi de tivıtır'da biscolata erkekleri tarafından takip edilsin. şrfszlr!!!

  • geçmiş ile yüzleşmek

    geçen akşam sıkıntıdan mail kutularımı temizlemeye karar verdim. taa 8 sene öncesinden mailler vardı. başladım bakmaya, üniversite yıllarında oluşturulan mail grupları, hocalarla mailleşmeler, üye olunan internet sitelerinden gelen mailler v.s daha neler neler.

    "hocam ben x bölümünden y numaralı öğrenciniz z. bugün yaptığınız final sınavına ailevi sorunlarım nedeniyle çalışamadım. vizesinden yüksek aldığım dersinizden ve dolayısıyla sınıfta kalma durumum var. yardımcı olabilirseniz çok sevinirim."

    tipi kest allasen! ulan mailin tarihine baktım, o tarihlerde ne gibi bi ailevi sorunum vardı acaba benim diye düşündüm. lan ben üniversiteyi ailemden 600 kilometre ötede okudum. yanlarında okusam da en fazla yemekte kereviz var diye sorun olurdu zaten. ne sorunu? nasıl yalanlar söylemişim allam sildikçe yenisi geliyordu.

    "hocam, dün gece sağlık problemlerim dolayısıyla geceyi acilde geçirdiğimden verimli çalışamadım..."

    "hocam, eğer bu dersten geçemezsem yazın ispanya'da yapacağım staja gidemeyeceğim..."

    ne ispanyası ne stajı lan ibiş? ispanya'yla tek ilişkim barcelona maçlarına üst oynamak ama kurban olduğum yaradan yalan söylettikçe söyletmiş. sadece hocalara mı peki bu yalan durumu tabi ki hayır. her gün yüzyüze baktığım sınıf arkadaşlarıma da neler neler söylemişim.

    "arkadaşlar selam! dün gece bilgisayarım çöktüğü için raporun benim hazırlamam gereken kısmını yapamadım. bu maili de internet kafeden yazıyorum. bu hafta siz yazarsanız çok sevinirim."

    benim bilgisayarım hiç çökmedi ki lan! eminim bu maili attıktan sonra "beyler dust açıyorum" diye çılgınlar gibi kantıra döndüm. bildiğin masa başı oyunlarıyla, sinsi gibi yalanlarla mezun olmuşum lan ben.

    bak daha amerika'daki bi üniversitedeki profesöre ve hala o üniversitenin sisteminde durmakta olan, okuyanın gözlerinden kan getirten ingilizcemle attığım maile, o zamanki hoşlandığım kıza yolladığım "fw: çok komikkkkkkk yarılmak garantiii" konu başlıklı maillere, işsiz kaldığım süre boyunca "cv ektedir" diye firmalara gönderdiğim eksiz maillere (ki burada inanılmaz dürüstlük yapmışım farkında olmadan. umarım benim gibi dürüst bi elemanı kaçırdığınız için kafanızı taşlara vuruyorsunuzdur hala) hiç değinmedim. çünkü gerçekten gözlerim seğiriyor düşündükçe.

    geçmişim suratıma bir tokat gibi çarptı adeta. tamam süperim, harikayım, on numara beş yıldızım demiyorum da bu kadar kirli bir geçmişe sahip olduğumu da düşünmüyordum.

    o mailler hayatımda bi dönüm noktası oldu benim için artık. farklı bi insan olmaya karar verdim bu yüzleşme sayesinde. ancak önümüzdeki haftadan itibaren farklı bi insan olucam çünkü yarın erken çıkıp ankara'ya gitmek için hastaneye gideceğimi söyledim müdüre. lanet olsun!

  • preet bharara sevgisinden geceleri gizlice ağlamak

    türkiye'de çok insanın itiraf edemese de yaptığı şey bence.

    öyle delirdik ki, öyle mutlu olmaya, ümitli olmaya ihtiyacımız var ki hindistan asıllı bir savcının amerika'da azeri asıllı iranlı iş adamını tutuklaması türkiye'de umut çiçekleri yeşermesine sebep oldu. 2 gündür preet bharara'dan başkasını düşünemez oldum. eski sevgililerimi stalklamadım adamın tivitırına baktığım kadar. gugıldan açıp açıp fotoğraflarına bakıyorum, en sonunda mausla fotoğrafını okşarken buldum kendimi.

    hindistan'dan çıkan yiğitler listemde dhalsim'i bile geride bıraktı adam, düşünün. belki olayın arka planında çok daha farklı ilişkiler var, belki hiç umduğumuz bir şey çıkmayacak, belki bize yine hüsran yolları gözükecek ama şu ülkenin yarısına yakınının umudu oldu bharara. belki tivitırına bakıp "napıyo bu amına koyduğumun liselileri" diyor olabilir ama delirdik biz delirdik hacı dayı mazur gör. yatağıma yattığımda amerika'da yaşayan bi savcıyı düşünüp gözlerimiz yaşarıyorsa, sevinçten 3 tabak körili tavuk yiyorsak azcık idare et bizi.

    justice for all'un sadece amerika'da bi albüm adı olmadığını göster bize gönlümüzün efendisi. deliyiz biz, delirttiler bizi ama en azından sen bize yaşama gücü verecek bi şeyler yap be koca yürekli adam. öyle kolay bırakma onu.

    son olarak da tivıtırdaki arkadaşın dediği gibi; fuck his mother başgaaaan!

  • yunanistan'ın milli düşman olduğu güzel yıllar

    bu yılları özleyecek duruma getirenlere lanet olsun. sabah sabah yine aklıma düştü. vallahi kardak krizini özledik lan. nereden bilirdik ki yıllar sonra kardak kayalıklarına "burası bizim bak keçilerimiz var" diye bırakılan keçiler gibi şaşkın şaşkın bakacaktık etrafımıza.

    hiçbir insana doğduğu yer yüzünden hayranlık duymam da yunanlarla yanyana oturabiliyorduk en azından. aman bizi soyacak mı, aman kafamızı mı kesecek sokak ortasında diye kimse düşünmezdi, aklına gelmezdi. türkiye'deki metroda, otobüste "zeuussss" diye bağırıp kendini patlatan yunanistan vatandaşı yoktu mesela. adamlarla en fazla kurtuluş günlerinde milli maçta yendiğimiz için dalga geçerdik. ben hatırlamıyorum hiç mesela "6 yunan canlı bomba" ihbarından dolayı galatasaray-fenerbahçe derbisi ertelenmedi. en fazla "konstantinopolis mi istanbul mu?" tartışmaları döner rakı/uzoyu içince her yer aynı gelirdi. başka bi şey olmazdı lan hadi en kendini bilmezimiz yunan arkadaşı şaka olsun diye denize iterdi veya saat 14:53'te arayıp gülerdi bu kadar yani daha fazlası olmazdı.

    bu başlıkta bahsedilmiş gölcük depreminden sonra yunan gazetelerinin türkçe "geçmiş olsun" diye başlık atmasından, yunan mahkumların kefaret paralarını depremde ihtiyaç sahiplerine gönderdiğinden. aslında o zaman anlamalıydık bu yunan dölleri (!) böyle yaparken içimizdekilerin "7.4 yetmedi mi?" pankartı açtığında yunanistan'ı çok özleyeceğimizi. tansu çiller'in gözyaşlarını bile özledik lan. bulgaristan'la da naim süleymanoğlu yüzünden kavga ederdik sizin mi olacak bizim mi diye. hadi bulgaristan'la düşmanlığımız cevapsız çağrılar düzeyinde olsa da devam ediyor ama senin düşmanlığın iyiydi be yunanistan.

    şimdi dertten açıp deplasmanda panathinaikos'u 3-1 yendiğimiz maçın özetini izlicem. fakat iyi koymuştuk o maçta.

  • patlayan bombaların sorumlusu kim

    gönül rahatlığıyla cevaplayacağım bir soru. emin olun ki ben değilim.

    ben değilim ondan eminim çünkü hiçbir terör örgütüne "ama ösgürlük mücadelesi veriyor onlaar :((" demedim, ben değilim çünkü "kendini patlatıp masum insanların ölümüne sebep olan kişinin de motivasyonu önemli, araştırılmalı" diyecek kadar şuurumu kaybetmedim, ben değilim çünkü "ışid birkaç öfkeli genç" diyene ne siyaseten ne de kalben destek vermedim, ben değilim çünkü yıllardır "tehlikenin farkında mısınız?" diyen az çok kafası çalışan kesime kemalist kişilik bozukluğu yaftası yapıştırmadım, ben değilim çünkü canlı bomba cenazesine gitmedim, ben değilim çünkü tek bir adamın hırsları ve kişisel kazançlarım uğruna olanlara göz yummadım, ben değilim çünkü ne osmanlı ne de ortadoğu aşığı olmadım, ben değilim çünkü görev başındaki savcıyı öldürenlere alkış tutmadım, ben değilim çünkü elime geçen tek fırsatı "ben erken seçim istiyom yaee" diye bağırıp elinin tersiyle itenlere uluyarak destek vermedim, ben değilim çünkü başa gelen her felakette "dünya bizi çekemiyür yaae" gerizekalılığı yapmadım, ben değilim çünkü yüzlerce ölüyü stadyumda yuhlamadım, ben değilim çünkü 304 kişinin maden felaketinde can verdiği yerde tekme yememe rağmen elim titremeden beni tekmeleyenlere oy vermedim, ben değilim çünkü din ve millet kavramlarının boşluğuna inandım.

    ben değilim anladınız mı? peki siz hala kim diye mi soruyorsunuz?

  • ekşi sözlük vs halil pazarlama

    yaşı kemale erenler bilir 90'lı yıllara damga vuran bizimkiler dizisinde kurumsallığın, ticaret ahlakının kitabını yeniden yazan kapıcı cafer'in kayınbabasına ait halil pazarlama'yı. maalesef ki yanlış bilmiyorsam türkiye'nin en fazla tıklanan 9.internet sitesi olan ekşi sözlük'ün yönetim olarak kıyaslanabileceği başka firma bulamadım.

    sözlüğü gereğinden fazla ciddiye almaya hep karşıyım, "çok bozuldu yaee" muhabbeti de yapmayacağım fakat durum bu sefer bi tık daha farklı. malum yaklaşık 1 haftadır sözlükte kör edici temayla birlikte gelen ve ekşi şeyler faciasıyla devam eden bir isyan hali var. belki de sözlük tarihindeki en organize, en toplu isyan bu. işte tam bu anda da sözlüğün führeri sayın kanzuk bey halil pazarlama ceo'su halil bey gibi davranmaya başladı.

    sözlük ortamında zaten bu ticari ilişkinin tek taraflı olduğunu herkes biliyordu fakat artık isyanın bu denli yaygınlaşmasının sebebi sinekten yağ çıkarmanın bu kadar göze sokularak ve insanları aptal yerine konarak yapılması. entry aralarına kadar reklam dolu olan sözlüğün yetmeyip üstüne entrylerin "editöryal" dokunuşlarla yeniden yayınlanacağı bi site daha açmanın başka açıklaması yok. ve tüm tepkilere "internet kullanıcısı muhafazakardır, alışırsınız bebeğim alışırsınız gülüm. yaptık oldu oooh çok güzel oldu çok da iyi oldu" gibi kötü bi üslupla yanıt vermek kriz yönetimi ve ticari kaygılar sınıfında ekşi sözlük'e halil pazarlama'dan başka rakip bırakmamıştır. hatırlarsanız halil bey de para için ruhunu şeytana satmakta bi an için bile düşünmez ve kendisine gelen eleştirileri de "kırarım boynuzunu iblis!" diyerek savuştururdu. fakat o bile hala duyduğumda içimi kıpır kıpır eden halil pazarlama müziğini besteleyen sabri bey'e para ödemese bile teşekkür babında çelik kapı yaptırmıştı.

    football manager'da isyan eden bir oyuncuya "hasiktir la" dedikten sonra tüm takım, arkadaşlarına yapılana isyan edince hepsinin maaşını kesmem ve 2 hafta sonra da kovulmamdan sonra gördüğüm en kötü kriz yönetimi bu olabilir. burayı "başak sözlük" yapmadan önce şu isyanlara bi kulak verseydiniz de yüzbinlerce entry silinince "taam taam anlaşabiliriz" tarzı bi geri vitesle daha da samimiyetsiz olmasaydınız.

    ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun. kendini google kurumsallığında sanıp halil pazarlama gibi davranınca her şey böyle bok oluyor işte.

  • street fighter

    "abi ver geçeyim", "tuşların hepsine basma adam sinirleniyor", "mr.bison'a pörfekt yapınca deliriyor" v.s. tüm naif uyarıların ve önerilerin yani özetle ne olursa olsun birbirine destek vermenin en güzel yansımasıydı bu oyun. ortaokul ve lise yıllarındaki o leş gibi rutubet ve sigara kokan atari salonlarındaki birleştirici gücünden yıllar sonra bile hiçbir şey kaybetmemiş onu gördüm.

    dairede birkaç gündür bitmek bilmeyen bi street fighter muhabbeti vardı. vay efendim ben raund vermeden bitiririm, vay efendim ben vega'yla oyun bitirdim, vay efendim ben chun-li'ye aşıktım, vay efendim aslında ken'le ryu ana bir baba ayrı kardeşmiş falan. tabi arada iddialaşmalar da oluyor haliyle. sonra bir arkadaş "madem bu kadar konuştuk benim laptopta var yarın getireyim, oynayalım" dedi. o an o gözlerdeki parlama hiçbir şeye değişilmezdi. hepimiz birer liseliye dönüşmüştük adeta kaç yaşında adamlar. dün getirdi bilgisayarı, herkes öğle arasını iple çekiyor (bu arada bunu özellikle belirttim ki sonra bizim vergilerimizle mesai saatleri içinde street fighter'da oyun bitiriyor denmesin). dairede heyecan dorukta, bi arkadaş heyecandan kendini kaptırıp tuvalette sigara içmeye çalıştı da vazgeçirdik. 6 kişi lig usulü oynamaya karar verdik. herkes adamını seçti tabi ki ben blanka'yı seçtim çünkü yeşil. herkes ken ve ryu seçti köylü gibi. bakın arkadaşlar belirtmeden geçemiyecem bu oyunda ken veya ryu'yu seçen adam pes'te barcelona'yı alır, kantırda sis atar, gta'da hemen hile yazar, eyc of'da hemen saldırır. o yüzden onurlu duruşumla yeşil olduğu için blanka'yı seçtim.

    çift klavyeyle göt kadar laptop ekranından oynamaya başladık. 4 kişi de seyircimiz vardı. bakın dairede birbirine günaydın demekten aciz, gıybet üstüne gıybet yapan insanlar nasıl kaynaştı yeminle gözlerim yaşardı. aramızda akboy, ülkücü, sendikacı komünist (ki kesin zangief'i alır diyordum sovyet diye ama o bile emperyalizmin köpeği olup ken'i seçti), alevi hepsi var. resmen mini türkiye'ydik ve bizi bir araya getiren, hepimizin yüzünü güldüren, hepimizi ortak bir amaca yönlendiren tek şey street fighter'dı. kadın seyircilerimiz bile vardı.

    "hareketleri deniycem beyler bi dakika" faslından sonra köriyi sevdiği için hindistanlı dhalsim'i alan arkadaşı blanka'yla yendim, beynine beynine verdim elantiriği bak yazarken bile hala tüylerim diken diken oluyor. ama dediğim gibi köylü gibi ken ve ryu'yu seçenlere yenildim. her ne kadar klavyenin tuşlarının bozuk olduğunu iddia etsem de pek sallanmadı ortamda.

    biz 10 kişi kendimizi kaptırmış oynarken daire başkanı geldi odaya " napıyorsunuz siz?" diye. aha dedik şimdi kulağımızdan tutup çıkaracak bizi odadan ama dedim konu street fighter'sa gerisi teferruattır. adamın yüzünde çiçekler açtı resmen ekrana bakınca. nasıl eğleniyor izlerken. "başkanım buyrun oynayın siz de" dememizden sonra bir oturuşu var ki bilgisayar başına sanki yıllardır onu anı bekliyordu adam. ama şaşırtmayan bir şekilde o da ken'i seçti tabi ki. kimse karşısına geçecek cesareti bulamadığı için tek başına oynadı ve "başkanım geçeyim mi bölümü?" tekliflerime kulak almadığı için yenildi hemen ama olsun. 4 yıldır hiç oluşmamış bi ortamı oluşturmuştu bu güzel oyun, o bile her şeye değerdi.

    yeminle bak türkiye'deki kutuplaşmanın tek çaresi bu oyundur. bu oyunu oynayın, oynattırın. herkes street fighter ruhunu özümserse emin olun çok daha güzel sabahlara uyanırız.

    son olarak blanka parti kur oy verelim! adam yeşil ve elektrik çıkarıyor düşünsenize ya muhteşem bi olay. oylar blanka'ya!

  • 24 şubat 2016 nepal'de yolcu uçağının kaybolması

    - lost esprileri
    - havacılık terimi içeren bi sürü entry
    - lost esprilerine kızış
    - havacılık terimli entrylere laf sokuş
    - inatla yapılan lost esprileri
    - flight24'te arayıp bulamadığını söyleyenler
    - inşallah hemen bulunup sevdiklerine kavuşurlar duyarcıları
    - lost esprilerine ana avrat sövüş
    - beni ilgilendirmiyor "millet aç, aç" adamları
    - hala lost esprileri
    - istiklal marşı ve kapanış

    tüm bu keşmekeş başlamadan söylemeliyim ki tee ebesinin örekesinde karadelik, gezegen bulan, araştıran teknoloji varken koca uçağın kaybedilmesine hayret ediyorum ve sanırım önümüzdeki 60 yıl daha da hayret edicem.

  • tüm türkiye'nin başı sağolsun

    şu kalıbı bu başlığın açıldığı zamanlarda yani 12 sene önce duyunca insan irkilirdi. "eyvah nerede, kim öldü?" diye içi titrerdi. ancak yıllar içinde bu kalıbın içi öylesine boşaltıldı ki her duyduğumda koca bir hasiktir çekmek istiyorum.

    "tüm türkiye'nin başı sağolsun" demek "gelin acımızı beraber yaşayalım " demek gibi gelirdi ama şimdi niye söylüyorsunuz ki bunu? neyin acısını veya sevincini beraber yaşayabiliyoruz artık?

    16 yaşında berkin elvan aylarca komada kaldı kafasına gelen gaz fişeği yüzünden ve öldüğünde "ee su testisi su yolunda kırılır" diyenler çıktı. kaç tane madenci öldü yerin kaç metre altında ölü yakınını tekmeleyenlere alkış tutuldu bu ülkede. şehitler mi peki? ailesinden kaç kilometre uzakta ölen askerler üzerinden bile sevinç çığlıkları atılır oldu. "çocuklar ölmesin" demenin karşılığı vatan hainliği olduğu, 100'den fazla insanın öldürüldüğü bir katliamdan sonra bir stad dolusu insan ölü bedenlere saygı duruşu sırasında yuh çekmeden, ıslıklayamadan duramadığı bu ülkenin nasıl başı sağolsun?

    dün ülkenin göbeğinin de göbeğinde hani film senaryosu olsa "saçmalama lan öyle şey mi olur?" denilip dalga geçilecek bir yerde bomba patladı ve şu ana kadar 28 kişi öldü. her yerde görüyorum "ülkenin başı sağolsun" yazılarını. yok öyle bi dünya. bu patlamaya bırakın üzülmeyi aksine sevinen en az 10 milyon insan var. bunun yanında hiç umrunda olmayan da bi o kadar insan var. bu kadar haysiyetsiz bi ortamda "tüm türkiye'nin başı sağolsun" taziyesi o kadar yapay, o kadar boş duruyor ki ister istemez "tüm türkiye'nin amına koyim" demek geliyor içimden.

    bu ülkenin ortadoğu denen bok çukuruna dönüşmesine isyan eden az sayıda insanın başı sağolsun gerisi de bana uzak allaha yakın olsun.

  • kardeşin doğumgünü

    annenin, babanın, sevgilinin, otun bokun doğumgününe dair tüm başlıklar varken kardeş için niye yok? tamam ekmek aldırmaca, su getirtmece, üzerinde türlü deneyler yapmaca kısmında çok üzerlerine gittik ama bunu hak ediyorlar lütfen.

    sabah uykusuzluktan japon anime karakteri gibi ayakkabımı bağlamaya çalışırken annem "akşam gelirken pasta alsana" deyince bir anda ayıldım. oha bugün ayın 16'sıydı. bizim veledin doğum günü, velet dediğim de lafın gelişi dağ gibi adam oldu aslında ama yediremiyorum ben kendi bencilliğimden. işe gelene kadar aklımda hep aynı soru vardı; " nasıl ya? ne demek bizim oğlan 20 yaşını bitirdi?".

    anne, babamın sırf ben üniversiteye gidince evde yalnız kalmamak adına yaptıkları 1.90 metrelik yavrucak, 20 yaşını bitirip üniversiteye gidiyordu. daha dün gibi kendisini kale direği yerine geçirip üzerine şut çektiğim günler. şimdi evde saçlı, sakallı dolanıyor yeminle beni şut diye çeker gönderir. daha dün gibi deftere düz çizgi çizemiyorum diye ağladığı günler. şimdi de integral, türev çözemiyorum diye isyan ediyor boru gibi sesiyle. daha dün gibi ettiğimiz kumanda kavgaları sonucu babamın sinirden kumandayı balkondan fırlattığı sonrasında bizi aşağı yollayıp tırıs tırıs kumanda arttığı günler. daha dün gibi pikaçu'nun elektriği söndü diye ağladığı günler, hiç aklına geliyor mudur acaba beyaz futbol izleyip hunharca gülerken. daha dün gibi ellerimizde tabak direksiyonlar güya araba yarışık oynadığımız günler. şimdi gelip abisini iş yerinden alıyor oturunca sığamayıp hayvan gibi geri ittiği sürücü koltuğunda abisinin gülü.

    büyüdü lan bizim oğlan. gözümüzün önünde hiç çaktırmadan, hep "abi nasıl o yaşlar?" diye sorduğu 20 yaşına geldi. şimdi sormuyor ama "abi 30 nasıl?" diye şerefsiz, biliyor yaşlandığımı sanırım.

    dertlenip bi sigara yaktım, sonra sevindim iyi ki sigara içmiyor kardeşim diye. arayıp kutlayayım dedim baktım meşgul. benden önce davranan kızlar vardı belki de. zaten hiç söylemez böyle şeyleri abisi kılıklı. anca hep 30 lira gelen telefon faturasının 100 lira gelmesinden anlarız bi işler karıştırdığını. bakın kızlar bu çocuğu üzerseniz şimdiye kadar bir karıncayı incitmemiş ben life is drunk bir an olsun düşünmem saçınızı, başınızı yolarım haberiniz olsun.

    neyse doğum günün kutlu olsun canımın içi, iyi ki doğdun. yaaa nalakası var tabi ki sigara dumanı kaçtı gözüme alla allaa.

  • hayata dair gülümseten detaylar

    yemek paylaşmak.

    "çok fakirdik, yarım ekmeği 7 kişi bölüp yerdik" romantizminden veya "biz bi sütlaç iki de kaşık alalım çünkü sevgiliyiz biz taam mı?!" sığlığından bahsetmiyorum. mecburi bir paylaşmak değil demek istediğim. içten gelerek, öyle olması gerektiğine inanılan bir paylaşım.

    bazı yemekler olur hani pişmesinin ardından 2-3 gün geçer ve bitmek üzeredir artık. 1 veya 2 kişilik porsiyon kalmıştır. kimse çıkıp demez "şunun hepsini ben yiyeyim nasılsa daha bi sürü yemek var" diye. annemi veya babamı geçtim, senelerdir "onun pasta dilimi 0.0001 santimetre daha kalın olmuş" veya "onun kolası 0.0072 litre daha fazla ama" diye birbirimizi yiyen ben ve kardeşim bile demiyoruz bunu. 4 tane köfte kaldıysa babam "evin reisi benim benim hakkım" demez, annem "ben yaptım bu yemekleri tabi ki bu benim hakkım" demez veya kardeşim "ben en küçüğüm o yüzden benim yemem lazım" demez çünkü herkes bilir ki o yemek paylaşılmalı herkesin hakkı 1 tanedir o köfte yemeğinden kalan son parçadan. hatta 2 tane kaldıysa babam annemle, ben de kardeşimle yarım yarım bölüşürüz (tamam tamam 1 köfte kalsa 4'e bölecek kadar manyak bir aile değiliz rahat olun). çünkü öyle olması gerekir bence. kimse zorunluluktan yapmaz bunu. kimse bize anlatmadı bunu ama aile olmanın detay gibi görünen ama aslında önemli bir özelliğidir bence bu paylaşım. hep aileni düşünmek, ailedeki kimsenin hakkını başkasına yedirmemek gibi derin anlamlar gizli aslında bu detayda.

    geçen akşam kabak dolmasından son 2 tane kalmıştı. ergenliğinin ve üniversiteliğinin gereği maşaallah iştahı yerinde olan kardeşim o son 2 dolmayı 5 saniyede gömebilecek kapasitedeyken kimse bir şey demeden bir tanesini ikiye bölüp önüne aldı. diğer yarısını bana verdi. ben salak salak sırıttım. insan varlığıyla, yokluğu bir olan yarım kabak dolmasından mutlu olur mu lan? oluyormuş onu gördüm tekrar. bastım yoğurdu üstüne tebessüm ede ede yedim.

    paylaşın canlarım benim paylaşın yemekleri. biliyorum kimse o son porsiyonun hepsini yediği veya yemediği için çatlamaz veya açlıktan ölmez ama ruhunuz doyar emin olun. nasıl da bölüp abisine veriyor abisinin gülü ya. yok gözlerim dolmadı ne alakası var gözüme kabak dolması kaçtı sadece.