cegevera16
profili

  • içişleri bakanı'nın r.çetin'e dava açması

    az önce ajanslara düşen haber. alınan bilgilere göre içişleri bakanı "ben bir sarhoşun polisimi katledip, böyle kolayca elini kolunu sallayarak çıkmasını hazmedemiyorum, bu ülke adaletin parayla satın alınabildiği bir muz cumhuriyeti değildir" demiş. "bizim de bir onurumuz, haysiyetimiz var" demiş. sonra prens onu öper öpmez prenses gözlerini açmış. “benimle evlenir misin?” diye sormuş prens fısıltıyla. “evet!” demiş prenses ve prensi öpmüş. kral bu güzel haberi alınca muazzam bir ziyafet hazırlatmış. prens ile prenses evlenmişler ve ömür boyu mutluluk içinde yaşamışlar.

  • erdoğan avrupa birliğine de diz çöktürecek

    bir yigit bulut iddiasi. joleyi fazla kacirmis olmali. arkadasa gore c.baskani paralellere, laiklere, sigara firmalarina oldugu gibi ab'ye de diz cokturecekmis. iddia(!)sini da, prof.dr selami dilatan'in "sahlanan turkiye" kitabindaki su anekdota dayandiriyor guya(!):

    "eylül 2015. kopenhag'da çok önemli bir toplantı yapılmakta. devletimiz kopenhag kriterlerinin tamamına uymakla kalmayıp, ecdada yakışır bir biçimde bir kaç kriter de kendisi ekleyerek "bu da bizden olsun" yüce gönüllülüğünü göstermişti. toplantı şakalaşmalar, sohbetlerle başlamıştı. her şey yolunda görünüyordu ancak avrupalı yine şerefsizliğini yapmış, bu kadar önemli bir toplantıya sayın c.başkanını değil de sadece dönemin başbakanı ve dışişleri bakanı çavuşoğlu'nu çağırma acziyetini göstermişti. bunu farkeden çavuşoğlu, yiğit bulut'a whatsapp'tan mesaj attı. bulut da durumu ivedilikle cumhurbaşkanımıza iletti ve yanlarına genç tercüman furkan şimşir'i de alarak hemen helikoptere atlayarak kopenhag'da aldılar soluğu. furkan sadece cumhurbaşkanımızın imam hatipten arkadaşı hayrettin şimşir'in oğlu değil, aynı zamanda 1 aylık hızlandırılmış kursla ingilizceyi öğrenebilecek kadar zeki bir gençti.

    görüşmelerin yapıldığı odaya girdiklerinde avrupa dönem başkanı karl pilkington elindeki kriterler kitabını sıvazlıyordu. başkanımızı kapıda tüm heybetiyle görünce şaşırdı. cumhurbaşkanımız asıl bir biçimde "devam devam, biz sohbetinizi bölmeyelim, şöyle kenardan dinleyeceğiz sadece, siz çağırmayın bizi tabi, kimiz ki biz" diyerek sitem etti. pilkington belli ki ürkmüştü. karşısında davutoğlu gibi bir kolay lokma varken konuşmak kolaydı. şimdi karşısında özgür dünyanın,galaksininin ve de tüm ezilenlerin (ateyistler ve paraleller hariç)liderini görünce titremeye başladı ama bir taraftan şerefsizlik yapmaya devam ediyordu:

    pilkington- sayın davutoğlu sadece kopenhag kriterleriyle olsa buyrun birlik sizin ama geçen ay aldığımız kararlara göre amsterdam şartları ve bükreş mokoloklarını da uygulamanız gerekiyor.
    davutoğlu- bence bu yaptığınız siyasi ahlaka uymuyor. bu şartlardan daha önce haberdar edilmeliydik. bakanlar kurulunun tanga giyme zorunluluğu ve anadolu'daki eseklere siginma evi saglanmasi nereden çıktı hem? sizi ciddiyete davet ediyorum.
    pilkington- maalesef, bunlar olmadan alamıyoruz

    bunları duyan c.başkanımız artık kendini tutamadı ve diplomasi tarihinde van minute'ten sonra verilmiş en büyük ayarlardan birinin ilk cümlesini söyleyiverdi:

    "alışınız kuvvetli değil demek ki!"

    "bana mı dediniz mösyö?" diye sordu pilkington.

    "evet sana ne dedim ne var? hayır ne yapacan yani? önce o eli bi indir. akıllı ol, biz adamın aklını almasını da biliriz. iki dakika delikanlı olun, efendi olun yav, adam olun adam. adamlık cinsiyet değil, şahsiyet meselesidir. biz de bi söz var, afedersin yırtık dondan çıkar gibi kurallar çıkarıyosunuz biz girmeyelim diye size. korkmayın yav, acıtmayız yani.neyse, şimdi ben sana ağır bir laf söylerdim ama ortamda bayan var."

    bunu duyan angela merkel "bayan değil kadınnn!!!" diyerek tepki gösterdiyse de, kimse onu dinleyecek durumda değildi.

    pilkington elleri titreyerek, tercüman furkan'a baktı:

    furkan- "yes i say to you but past tense, what's there? what do you do, so? before put your hands down. be clever, we know take man's clever. two minutes be madblood, be lord yo! man be man. man sex no, şahsiyet problem. we have a word, bad underwear out rules, no fear, we no pain, now ı say a heavy word to you but this is a woman!"

    çeviriyi duyan pilkington utançla diz çöküp, ağlayarak sayın başkanımızın elini öptü, af diledi. bu ab ile ilişkilerimizde bir dönüm noktası olacaktı."

    şahlanan türkiye-sf 34, prof.dr.selami dilatan, bestepe yayınevi, 2014

  • binali yıldırım'ın soyu 2. abdülaziz'e dayanıyor

    yeni vakit gazetesi yazarlarından recai yalamık'ın iddiası. yalakalikta level atlamis yazar (!). vah benim medyama, vah benim gazetecilerime....yazik....tik almasinlar diye copy paste yaptim...iste o yazi(!)

    "binali yıldırım dendiğinde aklınıza sadece dünya tarihinin gelmiş geçmiş en iyi ulaştırma bakanı mı geliyor? yoksa kabinenin en karizmatik üyesi mi? yoksa siz o'nu aşırı derecede komik muhteşem şakaları ve esprili kişiliğiyle mi hatırlıyorsunuz? olabilir. bunların hepsini sayın başbakanı tanımlayabilir ve doğrudur. ancak ben tarafsız araştırmacı gazeteci kimliğimle bir de kendisinin üstün liderlik vasıflarının nereden geldiğinden bahsedecegim bugun sizlere.

    kabul edersiniz ki ak parti, chp'ye hic benzemiyor. milletvekillerinin cogunlugu asil ve gazetemize mutemadiyen bagis yapan, biz basin emekcilerine sahip cikan soylu insanlardan olusuyor. iste o soylu siyasetçilerden bir tanesi de sayin basbakanimiz binali yıldırım. recep tayyip erdogan universitesi tarih ana bilim dali baskani prof.dr. suheyl egriboz'un yaptigi secerelojik araştırmalar sonucu yıldırm'in dedesinin sultan 2. abdülaziz'in 26. zevcesi ulrika hanım'ın ( müsliman olunca ismini ibrik hatun olarak değiştirmiştir) yedinci evladı şehzade mülayim'in oğullarından misvak efendi'nin dayısının, amcaoğlunun, teyzesinin torunu olan toparlak rıfat paşa'nın kuzenlerinden olduğunu anlıyoruz.

    zaten sayin yıldırım da 2009 senesinde aktüel dergisinden kemal ibrahim bardakoglu'na verdiği bir röportajda bu konudan bahsederken şunları söylüyor:

    k.i.b.- liderlik yetenegiz nereden geliyor sizce?
    b.y.- efendim nasreddin hoca'ya sormuşlar hocam hiç göl maya tutar mı diye, maya da demiş ki "bana söz hakkı doğdu, müsadenle ben konuşayım hocam". (gülüşmeler) işte benim liderlik vasfim da soyumun osmanlıya dayanıyor olmasından geliyor."

    ne buyuk bir insan degil mi?
    zaten son 15 senedir bir aslan gibi kükreyen ülkemizi ayağa kaldıran ak parti mucizesinin bir tesadüf değil, sayin yıldırım gibi soylu insanlar sayesinde olduğunu biz anladik lakin teror yaltakcisi, oslo ve dolmabahce gorusmelerini ortak duzenleyen gulen teror orgutu ve ssk eski genel muduru anlamadi.!"

  • göktürkler inançsız oldukları için yıkıldı

    yeni vakit gazetesinin iddiası. iddiaya göre göktürkler müslümanlığı kabul etseler yıkılmayacaklar ve osmanlı gibi 7 cihanın hakimi olabileceklerdi. kaynak olarak gösterilen kitapta gerçekten inanılması güç tarihi bir anekdot var:

    "sene 594. çin imparatorluğu her bireyi bir asker olan türk akınlarından yılmış vaziyetteydi. bu konuda ne tedbir almışlarsa boşa çıkmış imparatorluğun türklerin yönetimine geçmesine ramak kalmıştı. işte tam o günlerde çin imparatoru huan xing, veziri xin ting ve genelkurmay başkanı wang yu ile türklerden korunma yollarını tartışmaktadır:

    imparator huan xing- evet yemeğimizi yedik artık toplantıya başlayabiliriz. nasıl buldunuz yemeği bu arada?
    xin ting- güzeldi fakat köpeğin kulağı biraz daha pişseydi daha iyi olurdu bence.
    huan xing- peki ya tatlı olarak özel soslu fare götü nasıldı?
    wang yu- bakın o güzeldi işte. gercekten kertenkele bokundan yapılmış sos bir başkaydı. şefimizin eline sağlık.
    huan xing- afiyet şeker olsun. evet aşçıbaşımız asya'nın en iğrençlerinden birisi. daha iyisi zor bulunur. neyse, sadede gelecek olursak, böl parçala yut denedik olmadı. elimizde gönderecek çinli prenses de fazla kalmadı. nasıl kurtulacağız biz bu türklerden?
    xin ting- benim bir planım var ama gülersiniz diye söylemekten çekiniyorum sayın imparatorum.
    huan xing- söyleyin lütfen wang yu.
    xin ting- ben xin ting'im imparatorum. wang yu bu arkadaş.
    huan xing-yahu ne bileyim hepimiz birbirimize benziyoruz. insan karıştırıyor doğal olarak.
    xin ting- önemli değil efendim. planım kocamaaaan bir duvar örmek. yani ben diyeyim 5000 km, siz deyin 8851.8 km. baya büyük yani.
    huan xing- tel çeksek? daha ekonomik olmaz mı?
    xin ting- türkler gibi muhteşem, savaşçı bir ırktan tel yoluyla kurtulmak mümkün değildir efendim. hem bu duvarı turistik faaliyetler için de kullanabilir para da kazanabiliriz.
    huan xing- peki o halde, ting. hemen başlayalım.
    wang yu- ben yu'yum efendim, ting bu arkadaş.
    huan xing- (öfkeyle) tamam ikiniz de sktirin gidin, duvarın yapımına başlayın o halde. yalniz projeyi mısırlılarla beraber yürütün, onlar böyle saçma sapan yapılar hakkında tecrübeliler.

    ting ve yu gittikten sonra imparator huan derin düşüncelere dalmıştı. karısı, imparatoriçe bing liu, başını okşayarak sordu:

    bing liu- neyiniz var hünkarım?
    huan xing- bu sadece duvarla hallolacak bir iş değil. türkler islam'la şereflenirler diye ürkerim. henüz dinsizler ama ya müslüman olurlarsa!
    bing liu- aman siz de imparatorum, bundan kolay ne var? türkleri çinli prenseslerimiz aracılığıyla alkole alıştırır ve müslümanlardan uzak tutarız, uzak durmayanlari da buruş li'nin ölüm vuruşu teknigi ile yokederiz olur biter.
    huan xing- hay aklınla bin yaşa imparatoriçem.

    çinliler gerçekten bu planlarında muvaffak olarak, göktürkleri islamdan uzak tutmayı başardılar ve neticesinde devletlerini kurtardılar.

    milletimizin tarihi düşmanları: çinliler- prof dr süheyl eğriboz, sf 34, beştepe yayınevi, 2012"

  • layikliği türkiye'ye vatikan getirdi

    yeni akit gazetesi yazarlarından recai yalamık'ın iddiası. başlıktaki yazım hatası yazara ait. bu cehaletle gazete köşelerinde yorum yapabilmeleri gerçekten çok acı. yazık! tık almasınlar diye link vermiyorum. işte o rezil yazı:

    "bir layiklik tartışması başladı gidiyor. bilen de konuşuyor, bilmeyen de. okumuş cahil sözde aydın(!)larımız batı denilen çürümüş, köhnemiş, belasını bulmuş, amiyane tabiriyle g.te gelmiş zihniyetin borazanlığını yaparken, ak zihinli meclis başkanımız olması gerekeni dobra dobra söyleyiverdi.

    ben bu aşağılık ve iğrenç bir kavram olan laiklik denilen pislik hakkındaki yorumlarımı kendime saklayarak, tartışmalara bir araştırmacı gazeteci hassasiyeti ile tarafsız olarak bakacağım ve recep tayyip erdoğan üniversitesi tarih bölümü anabilim dalı başkanı prof.dr. süheyl eğriboz'un "bizi nasıl yıktılar" isimli eserinden bir bölümü paylaşmakla yetineceğim:

    "1923 senesinin haziran ayı. başta papa 2. sean paul olmak üzere tüm kardinaller ve pederler hummalı bir şekilde osmanlı imparatorluğundan kurtulup, türkiye'yi kendileri gibi eşcinsel gaylerden oluşan, sapık, kirli bir medeniyyet haline getirmenin yollarını aramaktaydi. işte tam da o günlerde düzenlenmekte olan "türkleri yakmalı mı, kesmeli mi" başlıklı seminerde kayıtlara geçen konuşmalar insanı hayretler içerisinde bırakıyor.

    kardinal ficrettini- sayin papam, çok degerli kardinaller, değerli pederler, rahibe hanım kardeşlerim, değerli misafirler. geleneksel 122. türk milletini yoketme etkinlikleri çerçevesinde düzenlenen bir seminerde daha birlikteyiz. konuyla ilgili konuşmasini yapmak uzere sayin papami kursuye davet etmeden evvel bu seminerin gerçekleşmesindeki çabalari nedeniyle sayın papama şukranlarimi sunuyorum. sayin papam sizi biliriz, ahde vefayi bilirsiniz. vatikan da bilir. tanrimiz sizi kutzasin sayin papam. buyrun sayin papam.

    papa sarhoş ve bir o kadar da sapık bir biçimde kürsüye çıkıyor.

    papa- sevgili koniklar, degerli misafirler. konişmama başlamadan once hepinizi en kalbi duygularimla selamlarken....

    papa aşırı uyuşturucu ve içki etkisiyle konuşmasını bitiremeden bayıldi. hristiyan oldukları ve domuz eti yedikleri için hep huzursuz ve panik halinde bulunan kardinaller hemen acil bir toplantıya başladılar.

    kardinal mackenzie- sozi fazla uzatmaya gerek yok. osmanliyi yikip yerine cumhuriyet kurdurtalim, ancak bu şekilde turklerden kurtulabilezegiz.

    kardinal ficrettini- haklisiniz fakat bu yetmez, turk islam geleneğini çokertecek turklerin butun guclerini yokedecek bir şey bulmamiz lazim

    saatler süren tartışmalar sonuç getirmiyordu. kardinal mackenzie çok yorulmuş, toplantıda yerini kardinal schilacchi'ye bırakmıştı. schilacchi toplanti salonuna girer girmez o korkunc fikri ortaya atti..

    kardinal schilacchi- tartizmaya gerek yok. laikliği getirelim turkiye'ye. sayın papamizin yakin dosti ataturk paşa'ya soyleyelim, laik yapsın ulkeyi. işte o zaman kurtulabiliriz turklerden.

    işte aranan çözüm bulunmuştu. ve bu kendilerince muhteşem ama gercekte haince fikri kutlamak için hep birlikte en yakın gay cluba gittiler.

    bizi nasil yiktilar, sf.34, prof.dr. suheyl egriboz, bestepe yayinevi, 2012"

  • osmanlı döneminde enflasyon yoktu

    resmi tarihin yalanlarini çürütmeye ömrünü adamış olan recep tayyip erdoğan üniversitesi tarih anabilim dalı başkanı prof.dr. süheyl eğriboz'un iddiası. egriboz'a gore osmanlı döneminde hiç rastlanilmayan enflasyon, saltanatın kaldirilmasiyla anadolu topraklarına adeta bir zehir gibi sızan alfabet ül latina (osm.latin alfabesi), icad-i madafaka (osm. laiklik) ve cima ül kargaşa(osm. gang bang)gibi ahlaksizliklarla birlikte gelmistir. "osmanlı'dan günümüze enflasyon ve seracılık" kitabinda bu konuyu derinlemesine inceleyen eğriboz şu ilginç anekdotu da paylasiyor bizlerle:

    "sene 1923. kasım ayının soğuğu ankarayı kasıp kavuruyor. istiklal harbini kazanan necip türk milleti uysallaşmış, çankaya köşkünden gelen birbirinden hain kararlara boyun eğer hale gelmişti. işte tam da bugunlerde, yine bu kararlardan biri, bir içki masasında korkunç bale dansları eşliğinde verilecekti.

    mustafa kemal paşa - beyler yarın da para birimimizi değiştireceğiz. bu köhnemiş, dogmatik, gerici osmanlı akçesinden kurtulma vaktimiz gelmiştir. biz ilhamimizi gokten ve gaipten degil italyanlardan aliyoruz. yeni paranın adı lira olacaktır.

    masadakiler hemen ellerindeki içki kadehlerini kaldırarak

    "yaşasın gazi hazretleri, kahrolsun vahdettin"diyerek sevinçle bale yapmaya başladılar. kemal paşa hüzünlü bir biçimde onları izlerken kendi kendine bu millete her şeyi öğretebileceğini lakin uşaklık ve bale noktasında sıkıntı yaşayacağını düşünmeye başlamıştı. tam da o an dönemin iktisat vekili celal bayar resinakkaş bir biçimde atildi:

    "paşam affınıza sığınarak bir maruzatim olacak"
    "nedir?" diye sordu kemal paşa.
    " malum u aliniz olduğu üzre osmanlı akçesi en dirayetli para birimidir. binenalayh...bineahaley... binalahey.."
    "yok lahey adalet divani"
    "heh, heh ne zor di mi paşam bu kelimeyi de söylemek:)hayır nerede kulanilacagi da belli değ..."
    "reca ederim sadede gel celal bey"
    "öhöm...demem o ki parayı değiştirir isek arz ül talebe(osm. enflasyon) belasınının devletimize musallat olmasından tevehhüs ederim."
    "celal efendi" diye haykırdı birden kemal paşa. başta ismet bey ve yaveri avni dilligil olmak üzere herkes bale yapmayı bırakmış sinirden elindeki raki şişesini duvara vuran paşaya bakıyorlardı.
    "celal efendi, sen vahdettin'in mi vekilisin yoksa türkiye cumhuriyeti'nin mi!"
    celal bayar bu sert tepki karşısında geri adım atıp "haklısınız paşam, affedin" diyerek diğerleriyle birlikte bale yapmaya başladı. vücudu bir osmanli beyefendisine hic de yakismayan figurlerle iştigal ederken, içini de sıkıntı basmıştı.

    binehaleyh yıllar sonra haklı olduğu da ortaya çıkacaktı.

    osmanlı'dan gunumuze enflasyon ve seracılık-sf 34, prof.dr süheyl eğriboz, beştepe yayınevi, 2014"

  • ensar bizlere sultan 2. abdülaziz'in emanetidir

    yozgat müftülüğünce duzenlenen "mutlu insan, mutlu toplum, mutlu akü" konferansına konusmaci olarak katılan recep tayyip erdogan universitesi tarih anabilim dalı baskani prof.dr.süheyl egriboz'un iddiasi. egriboz'a göre ensar vakfının kökeni 17.yüzyılda sultan 2.abdulaziz tarafından kurdurulan "vakf ül istiğfar" a dayanıyor. eğriboz sözlerine şöyle devam etti: " muhalefet biraz kitap okuma alışkanlığı edinip "dünden bugüne vakıflar ve origami" isimli kitabimiza göz atsalar, ensar vakfının öyle sıradan bir vakıf olmadığını, sultan 2.abdulaziz han'ın bizlere emaneti olduğunu görecekler. 17. yüzyıldan bu yana bu gelenekten gelen vakiflarda toplam tecavuz sayısına baktigimizda 55000 gibi cüzi bir rakam karsimiza cikiyor. ıste gözlerini tayyip erdogan nefreti bürümüş bu azginlar bunu gormezden geliyorlar. ki başkanlık sistemine geçmiş olsaydık bu tecavüzler yaşanmaz idi."

  • marvel superman karakterini necip fazıl'dan çaldı

    akit gazetesi muhabiri recai yalamık'ın iddiası. işte o haber:

    --- spoiler ---

    oxford üniversitesi çizgi roman ana bilim dalı başkanı prof.dr. george halloran'ın iddiasına göre batman vs superman: dawn of justice (batman vs süperman: adalet ve kalkınma) filminin göze çarpan karakterlerinden olan süperman'ın yaratıcısı sanıldığı gibi john marvel değil. halloran'a göre genel merkezi paris'te bulunan marvel çizgicilik a.ş. kurucusu john marvel, yine o dönem hariciye memurluğu için paris'te staj yapmakta bulunan necip fazıl'la tanışarak ürettiklerinden çok etkilenmişti. bilinmeyen bir sebeple marvel'e yüklü miktarda borcu bulunan büyük şair borçları karşılığında önce reis bey'i önerdi ancak marvel bunu kabul etmeyince süperman'ı vermek zorunda kaldı grand casino isimli bir lokanta'da yaptıkları antlşma ile. ne hazindir ki aslen mason bir ermeni yahudisi olan marvel necip fazıl'ın adından bile bahsetmeyecekti sonraları.

    karakterin orijinal halinin dünyayı komünist, mason, ateist, eşcinsel, chp'li kötü adamlardan korumaya ve kimsesizlerin kimi, sahipsizlerin sahibi olmaya adamış dini bütün bir müsliman olduğunu, kriptonit'in rakı kokusu, louis lane'in de kübra kamalak isminde bir hanım islamci yazar olduğunu sözlerine ekliyor halloran.

    necip fazıl seneler sonra konuyla ilgili bir şiirinde marvel'e şöyle bir göndermede bulunacaktı:

    bilinmez ufuklarda uçan bir adam
    pelerini kırmızı, yüreğinde bin ah var
    kafirin eline düşerse hali ne olur
    işte o noktada bir büyük eyvah var
    --- spoiler ---

    link

  • einstein'in erbakan'a yazdığı mektup

    berlin das politik muzesinde sergilenen mektup. koyu solcu olan sahsimi bile bir turk olarak gururlandirmistir.

    "aber sie geht doch nicht mehr necmettin,

    das nicht berlin und dortmund kaputt ist sie, das weiß ich wohl. aber sonst ist sie doch noch ganz wie immer: weiß und blau. und wieder zeigte er ihnen seine uhr. und was das schönste ist, fuhr er aufgeregt fort, das habe ich leopard design tights ja noch überhaupt nicht erzählt. das schönste kommt nämlich noch: denken sieee ordan, sie ist um halb drei stehengeblieben. schwarzenegger um dann wurde ıhr haus sicher um halb drei getroffen, sagte der michael mann transformers und schob wichtig die unter lippi iitalian vor. das habbesi le le canim ich schon oft gehört, don da goethenu ört. wenn die bombe runtergeht, bleiben die uhren stehen. das kommt von dem druck.

    er sah seine uhr an und schütellte dumkopf das bizimkiler. nein, lieber nein, da irren sieee lan sich. das hamit alt in top den bomben nichts zu tun. sie müssen nicht imer von den bomben reden. nein. um halb drei war etwas ganz anderes, das mario gomez wissen sie nur nicht. das ist nämlch der witz, dass sie gerade um halb drei stehen geblieben ist. und nicht um viertel, gordon'u nah alir sin iz vier oder um sieben. um halb drei kam ich

    nämlich immer nach hause. nachts, meine ich."

    tercumesi:

    "cok saygideger bay necmettin,

    bugun berlin ve dortmund konferanslarimi bitirerek evime dondum. yorgunlugum sizin gibi bir dosta sahip olmanin gurur, onur ve haysiyetini yuregimin ta derinliklerinde hissetmemle bir nebze azaldi ki bunun en onemli sebebi, berlin sokaklarinda gordugum leopar tanklarinin yakit bolumunun mucidinin zat i aliniz oldugunu ogrenmis bulunmamdir. biz bilim adamlari siyaset ve bilimin birarada yurutulemeyecegi onyargisini tasiriz. sayenizde sunu da anladim ki bu devirde bir onyargiyi parcalamak atomu parcalamaktan da zordur.

    essiz zekanizla pancar motorunun fikir babasi oldugunuzu da, kürsü sahibi bulundugunuz teknik universiteden zaten biliyor idim. zem zem suyuyla calisan ucak konusunda yaptiginiz calismalarin yarida kalmis bulundugunu ogrenmek ise beni pek muzdarip etti. umit ediyorum ki, turk halki degerinizi bilip hakettiginiz yere getirir.

    en derin sevgi ve saygilarimla"

    kaynak: bir ilim insani: erbakan-sf 34, prof.dr.suheyl egriboz, bestepe yayinevi, 2012

  • manchester united'ın tarihi şikeyle doludur

    6 şubat 2016 manchester city leicester city maçından sonra manchester city kulübü başkanı peter kay'in yaptığı açıklamadır. işte o açıklama:

    "herkese iyi akşamlar. leicester iyi oynadı tebrik ediyorum. ama asıl mevzu bu değil. bence manchester united cok şerefsiz bi takım. ve aşırı derecede şikeci. ayni zamanda baskanlari orospu çocuğu. tabi bunlar benim şahsi kanaatim. bundan sonrasına yüce ingiliz adaleti karar verecek!"

    aciklamayi izleyen ingiliz spor yazarlari dernegi baskani russell howard ""what the fuck is he talking about? whats this bullshit got to do with the game!" turkcesi: "baktiginiz zaman baskan da hakli" yorumunu yapti.

  • şimdi erdoğan'a destek vakti

    ahmet hakan'ın 12 ocak tarihli yazısının başlığı. tık almasın diye link vermiyorum ve yazık diyorum kendisine, demek sonunda döndün kendi mahallene! işte o yazı:

    şimdi erdoğan'a destek vakti

    anadolu selçukluları döneminde yaşayan ünlü hattat el fürüz bin guttak'ı bilmeyeniniz yoktur. hattatlık alanında ülkeye dünya ve avrupa şampiyonlukları kazandırmış, bugün bile oxford üniversitesinde kendisi adına açılmış olan bir kürsüsü bulunan bin guttak, aynı zamanda döneminin en bilinen muhaliflerindendi.

    *

    sultan 2. melikşah ki hiddetiyle bilinirdi
    bin guttak'ın ismini duyduğunda şöyle bir titrer
    sağına soluna bakar
    zikre dalarmış.
    hiç sevmediği bin guttak'a cesaretinden dolayı sempati beslermiş.
    hatta bir rivayete göre
    oğlu 3. melikşah'a bıraktığı vasiyetinde
    bin guttak muhalefete devam ederse
    gerekirse işkenceyle sakat bırakılmasını ama asla öldürülmemesini tembihlemiş.

    *

    bin guttak muhaliflik uğruna evini, develerini, ayılarını ve o zaman elinde ne varsa kaybetmiş, ailesine haciz getirilmiş, babası idam edilmiş, dönemin en hatri sayılır kardiyologlarından olan dedesi rabat'a sürgüne gönderilmiş ancak yine de "dönen dönsün ben dönmezem yolumdan" diyerek adeta yüzyıllar öncesinden ruhi su'ya selam çakmıştır.

    *
    işte yine aynı bin guttak, timur ordularının anadolu'ya girmek için dört bir yandan saldırdığı bir dönemde, tüm halkı şehir meydanında toplayarak şu konuşmayı yapmıştır:

    "ey ahali! biline ki benim sultan melikşah'a karşutluğum imdi son bulmuşola. timur denülen deyyus ne vakit defola, benim karşutluğum yine başlaya"

    evet, anadolu topraklarındaki muhaliflerin atası sayılan bin guttak'ın gelen bir dış tehdit karşısında tavrı bu. peki bugün bir yandan çar deli petro hayranı putin, diğer taraftan hitler hayranı esad'la ülkemizin çıkarları için savaşan erdoğan'a karşı biz nasıl bir tavır takınacağız? elbette bin guttak gibi hep destek, tam destek, ton destek!

    onurlu muhalefet bunu gerektirir.

    çılgın bir sosyalist: lady ga ga

    bugünlerde elimden düşürmediğim iki kitap var. biri das kapital, diğeri de lady ga ga'nın otobiyografisi. ikisi de bir çırpıda okunan, son derece akıcı dille yazılmış eserler. marx'ın kapital'inin dünya siyasetinde oluşturduğu etkiyi herkes bilir ancak lady ga ga üzerindeki etkisini bilen sanırım pek yok..

    *

    manchester'in bir köyünde yapayanlız küçük bir kızdı emma thatcher. babası köyun önde gelen eşcinsellerinden, annesi ise bir öğretmen ve ayni zamanda eğitimciler sendikasının (education-sen) ilçe başkanıydı. bir gün küçük emma sosyalist annesine: "anneciğim, benim sanata ilgim var" dedi. bunun üzerine annesi kendisini ilçedeki halk evi'ne (public house) götürerek gitar kursuna (guitar course) ve halk oyunlarına (people's games) yazdırdı.

    *

    işte o public house'ta yetişen küçük emma büyüdü, lady ga ga oldu ve dün akşam en iyi oyuncu altın küresini aldı. nereden, nereye diyerek, kendisini tebrik ediyorum.

    silerdi, niye sıkıntı yaptınız

    zamanında bana gece gündüz hakaret eden,
    doğan holding tamil kaplanlarıyla, boyner thkpk-ml örgütüyle bağlantılı iftiralarını atan star gazetesi köşe yazarlarından ercan yalamık kovulmuş.
    sebebi de son yazısında eleştirdiği aksüt holding'in erdoğan ailesinin yakın dostu recai dümenci'ye ait oluşu.
    ah be yalamık, diyemedin mi patronuna "kardeş sileriz sıkıntı yapma"

    *

    şaka bir yana gazeteci kovulması nereden, nasıl gelirse gelsin, safa gelmedi, hoş gelmedi.

    hangi soğan?

    eskiden islamcılar arasında gizli bir hayranlıkla okunan attila ilhan'ın hangi sol, hangi atatürk, hangi ekolayzir...vb kitapları vardı. bir haftalık bodrum tatilim sırasında şunu anladım ki, türk çiftçisinin soğan tutkusu bu çeşit bir kitap yazılmasını gerektirecek kadar başka bir tutkudur. bodrum belediyesi öncülüğünde günler süren soğan konulu seminerleri ve konferansları izledikten sonra bunu farkettim. artık soframda soğan varsa özel bir önem gösteriyorum kendisine. saygı duyuyorum.

    *

    bodrum'da tanıştığım soğan yetiştiricisi muhlis amca'ya da buradan selamlarımı sunuyorum. kendisinin çatlak ellerinden fışkıran emek, adeta bin yılın coşkusunu damarlarımıza işliyor. halıkarnas balıkçısı olarak da bilinen can baba boşuna dememiş "ben çiftçinin zeki, çevik ve namuslusunu severim...başkan mao da" diye.

    erdem ile can 49 gündür tutuklu

  • fatih döneminde okuma yazma oranı abd'den fazlaydı

    recep tayyip erdoğan üniversitesi tarih anabilim dalı başkanı prof.dr. süheyl eğriboz'un iddiası. pakistan ve gambia'nın önde gelen üniversiteleriyle yapılan ortak araştırmaya göre, fatih sultan mehmet döneminde anadolu ve rumeli topraklarindaki okuma yazma oranı abd'den %62 oranında fazlaydı. kitapta yer alan, abd başkan yardımcısı leonard zelig'in fatih'le yaptığı görüşme oldukça dikkat çekici:

    "istanbul fethedileli neredeyse 2 sene olmuş ancak bizans halkının kutlamaları hala bitmemişti. bizanslılar zalim imparatorlarından kurtulup, osmanlının merhametli ve hoşgörülü yönetimine geçtikleri için sevinçten her gece dans edip, partiler düzenliyorlardı. fatih de bazen tebdil-i kıyafet aralarına karışarak onlara katılıyor, hocası akşemseddin'den öğrendiği break dans (o zamanki adıyla raks ül munkesir) figürlerini sergileyerek büyük ilgi topluyordu. bir gün yine bu partilerden yorgun ancak resinakkaş bir biçimde saraya döndüğünde sadrazam'ı sokollu mehmet paşa'nın kendisini kapıda beklediğini gördü.

    sokollu-aman haşmetlim, nerelerdeydiniz bütün saray sizi arar olduk, başınıza bir hal gelmişliğinden korkar idik.
    fatih- ne korkarsınız bre, ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren, akdeniz'in, karadeniz'in ve bayburt'un ve halep'in sultanı padişah 2. murat han'ın oğlu, 1. beyazıt'ın torunu, 5. murat'ın dedesi sultan mehmet'im. ne olacak bana?

    sultan hiddetle dans için kullandığı bilekliği ve bandanasını duvara fırlattı. bunun üzerine sokollu başını önüne eğip ,serçe parmağını uyluk kemiğine değdirererek,

    "affedin sultanım, abd başkan yardımcısı geldi, sizi görmek ister o nedenle arıyorduk sizi."
    "beklesin bre, ne olacak beklesin, ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı..."

    sokollu aniden çığlık attı ve

    "ay yeter, yeteerrrrr, fenalıklar geldi"diyerek bayıldı.

    fatih- hükümdarlara taç veren, akdenizin .....ne oldu buna böyle de bayıldı, tiz hekimbaşı çağrıla

    hekimbaşı sokollu'yu ayıltmaya çalışırken, fatih leonard zelig'le görüşmek maksadı ile tahtına geçti. mübarek işaret parmağını kapıda beklemekte olan kapıkuluna doğrultarak

    "çağırın gelsin şu başkan yardımcısıni" dedi. dudaklarından adeta bir nur çeşmesi akıyor, gözlerinde cennet pınarları ahsenleniyor idi. böyle büyük bir sultanın karşısına çıkacak olmanın heyecan ve korkusu ile, leonard zelig tir tir titriyordu. lakin o büyük sultan merhameti, nezaketi ve saray adabi ile

    "avrat gibi ne titrersin bre, de hele meramını" diyerek kendisini bir nebze olsun sakinleştirdi.

    zelig-majestelerine başkanımız george washington'un selamlarını ve hediyelerini getirdim.

    sultan tüm vakarlığıyla, hediye paketini açtı, paketin icinde bir adet başkan imzalı kalem, bir pergel ve bir de california çikolatası vardı. "amerika'dan getire getire bunu mu getirmiş, bari bir sipor ayakkabısı getirseydi" dedi içinden lakin belli etmedi.

    zelig- sayın başkanımız beni sizin eğitim alanında başarılarınızın sebebini, okuma yazma oranını bu kadar yüksek hale nasıl getirdiğinizi merak eder.

    cihan sultanı gülümsedi, yaklaşık 52 dakika mutebessim bir biçimde düşündükten sonra şu soruyu yöneltti zelig'e:

    "hangi alfabeyi kullanırsınız?"
    "latin alfabesini efendim" dedi zelig.
    o anda tüm saray eşrafı gülmeye başladı, kahkahalar adeta ortalığı çınlatıyor idi. sultan bir anda durdu ve;

    "muvaffakiyet-i azamımızın sırrı mübarek arap alfabesindedir. tiz bunu reisinize iletesin."

    aslen yahudi asilli ermeni bir mason olan leonard zelig, bugüne kadar bunu düşünememiş olmanın utancıyla omurilik soğanına sertçe vurararak ağlamaya başladı"

    eğitim imandan gelir- prof.dr.süheyl eğriboz (derleyen), sf 32, bestepe yayınevi, 2014

  • erdoğan için gerekirse vurdururum

    aksüt holding'in sahibi recai dümenci'nin yeni şafak gazetesine verdiği röportajdan bir alıntı. yandaşlar tık almasın diye link vermiyorum. yalakalığın böylesine de pes doğrusu! işte o röportaj:

    yeni şafak- yogun temponuzun arasında bizlere zaman ayırdığınız için öncelikle teşekkür ediyoruz.
    recai dümenci- ben teşekkür ederim efendim.
    y.s.- sözü fazla uzatmadan en çok merak edilen soruyla başlayalım. yozgat'ın yalamık köyünde küçük bir mandıradan holdinge dönüşümünüzün sırrı nedir?
    r.d.- çalışmak, çalışmak, çalışmak. çok çalışmak ve kendini işine adamak. başka bir sırrı yok.
    y.s.- babanızın ak parti milletvekili olmasının menfi ya da müspet bir etkisi oldu mu çalışmalarınızda?
    r.d.- (gülümsüyor) asla. babamın başlıca prensibi siyaset ve işi karıştırmamaktır. bakın amcalarımdan biri ak parti il başkanı, diğeri de 3 dönemdir ak parti'den belediye başkanlığı görevini yürütüyor. gidin kendilerine sorun, son 2 aydır kendilerinden bir ayrıcalık istemiş miyim, bırakın ayrıcalığı özel bir istekte bulunmuş muyum? gidin sorun. bunlar chp zihniyetinin milletimizin aklını bulandırma çabalarıdır. başka bir şey değil.
    y.s.-sayın cumhurbaşkanımızla yakınlığınız da biliniyor.
    r.d.- efendim bizim yakınlığımız, sadece bir gönül bağıdır. kendisiyle yüz yüze görüşmüşlüğüm toplasanız 50'yi geçmez. ülkeyi bugünkü haline getiren bir kişiyi sevmeyip de ne yapacağız, söyleyin? kendisi için gerekirse canımızı veririz. bazen soruyorlar, "erdoğan için adam vurdurur musunuz"diye, eğer paralelçilerden, israil'den ya da doğan medya grubundan cumhurbaşkanımın kılına zarar gelirse ben, ömründe bir karıncayı bile incitmemiş olan ben, recai usta, erdoğan için gerekirse vurdururum, anlıyor musun? vurdururum ve dönüp arkama bakmam bile. (gözleri doluyor)

    röportajın devamı yeni şafak'ta. bayilerinizden ısrarla istemeyiniz.

  • avrupa tuvalet adabını bile bizden öğrendi

    recep tayyip erdoğan üniversitesi tarih bölümü öğretim üyesi yrd.doç.dr. hikmet taşdemir'in iddiası. yaptığı geniş çaplı araştırmada taşdemir şok eden gerçeklerle yüzleştiriyor bizleri:

    "tuvalet adabı konusunda ecdadımızın gösterdiği özen göktürkler dönemine dayanıyor, göktürk hükümdarı timur'u ziyaret eden macar kralı 1. puskas anılarında, tuvalet ihtiyacını mutfak masası yerine tovolat denilen çukurlarda gideren türklere duyduğu hayranlığı anlatıyor. sonradan müslüman olup amr bin nas ismini alan kral puskas ne kadar arzu ettiyse de gerek dönemin hristiyan din adamlarının baskısı, gerekse avrupa insanının pis karakteri nedeniyle tuvaleti o dönemde kabul ettiremiştir avrupa'ya. seneler boyu tuvalet ihtiyaçlarını ev içinde buldukları yere yapan avrupalıların biraz insan olmaları ancak sokollu mehmet paşa'nın 1573 senesinde inebahtı savaşının hemen ardından venedik elçisi pippo franco'ya verdiği ayardan sonra gerçekleşecekti.

    inebahtı savaşı bitmiş, sokollu ve sultan selim ateşkes antlaşmasının imzalanması için venedik elçisi'ni bekliyorlardı:

    sokollu- sultanım yanlış olmasın, şöyle diyeceksiniz"inebahtı'da siz bizim sakalımızı kestiniz ama kıbrıs'ta biz sizin kolunuzu kestik"
    selim-bence götünüzü kestik diyelim. daha etkili olur.
    sokollu-yok bu sözler tarihe geçecek torunlarımıza ayıp olur, lütfen karıştırmayalım, onlar sakal biz kol ok?
    selim- hakikaten tarihe mi geçecek? heyecana duhul oldum imdi. keşke demeyeydin bunu lala.
    kapı açıldı, içeri giren kazaskerdi.
    -venedik elçisi huzurunuza gelmek ister sultanım.
    selim-gelsin, zaten onlar bizim inebahtı'da sak..
    sokollu-hop hop, bunu elçinin kendisine söyleyelim haşmetlim , çağır gelsin kazasker oğlum.

    venedik elçisi kazaskerin boynuna dil atarak içeri girdi. diğer tüm batılılar gibi gay ve pisti.
    elçi-merebalaaar:)), ay çok yoruldum ayol, ta venedikten buraya gondolla anca gelebildik,:) yakışıklı kralımız 2.piero'nun çok çok selami var, benim için öp dedi hepnızı:p
    selim-siz inebahtı'da bizim sakalımızı kes..
    elçi- ay dur kız çok sıkıştım, dur şu odanın ortasına bir işeyeyim rahatça, bizde adet budur.

    odadakiler şok olmuştu. böyle bir şey kabul edilemezdi.

    sokollu-nasıl yav? kazasker, kapıkulu, yeniçeri derhal tutun şu densizi!

    elçi şaşkın sordu;
    "nooldu ayol ?"
    sokollu - mahlukat-ı yaradan insan-ı kamil'in şerefiyetine necar ı cehaz getirmekten utanmaz mısın bre mel un!, odanın ortasına işemek de nesi? tiz bunu tuvalete götürün, insanlık, adab nedir öğrensin!

    elçi yaptığı hatanın farkına geç de olsa varmış, başını uyluk kemiğine yaslayarak sessizce ağlamaya başlamıştı. tam o sırada sultan selim yavaşça kulağına eğilip
    "bu arada siz inebolu'da kulağımızı keserek bizi kıbrıs'tan.."

    sokollu müdehale etti:

    "amaaan be sultanım siz de...çekilin ben söyleyeyim bari
    "ey elçi iyi dinle, inebahtı'da siz bizim sakalımızı kestiniz ama kıbrıs'ta biz sizin kolunuzu kestik"

    elçi artık bu ikinci ayara da dayanamayıp, yüzüğünde gizlediği hıv virüsünü (o zaman ki adı ile bela-ül aydis) içerek intihar etti. sokollu naaşının yanında iki adet alaturka tuvalet ve taharet musluğunu hediye olarak venedik kralına gönderdi. musluğun çeşitli sebeplerden krala ulaşmadığından bazı batılı kaynaklarda bahsediliyor."

    medeniyyet:tek disli canavar- sf 32, hikmet taşdemir, bestepe yayınevi,2009

  • kanuni ve erdoğan arasındaki mucizevi benzerlik

    recep tayyip erdogan universitesi tarih bolumu ogretim gorevlisi yrd.doc.dr. oktay yavuz'un yaptigi arastirma sonucu ortaya cikan inanilmaz benzerlik. turk milletinin gelmis gecmis en buyuk iki lideri arasindaki bu benzerliklere sasmamak gerekir aslinda:

    erdogan'in belediye baskani seçildiği yıl 1994.
    kanuni'nin bas sehzade seçildiği yıl 1494

    erdogan'in boyu 1.86
    kanuni'nin de boyu 1.86

    erdogan'in kilosu 84
    kanuni'nin de kilosu 84

    erdogan'in kan grubu ab rh-
    kanuni'nin kan grubu da ab rh-

    erdogan'in basbakan olduğu yıl 2003.
    kanuni'nin padisah olduğu yıl 1503.

    erdogan'in sag kolunun adi suleyman (suleyman soylu)
    kanuni'nin sag kolunun adi erdogan idi. (merkepli erdogan pasa)

    kanuni'den once padisah olan yavuz'un doğum yılı 1448'di.
    erdogan'dan once basbakan olan abdullah gul'un doğum yılı 1948.

    kanuni de ata binmekten hoslanmazdi.
    kanuni'nin de biyiklari tirtila benziyordu
    her iki liderin de basurdan muzdarip oldugu biliniyor.
    kanuninin de sesi hastalaninca arap baciya benziyordu.
    kanuni'nin de ogullarindan biri gerizekaliydi.

    ve son olarak...

    erdogan'in en sevdigi saray dolmabahce
    kanuni'nin en sevdigi yemek dolma!

  • kıbrıs'ı kurtaran ecevit değil erbakan'dır

    bir iddia. erbakan'in sag kolu oguzhan asiltürk'ün otobiyografisinde bahsediliyor:

    "temmuz 1974. başbakan bülent ecevit dış temaslarda bulunmak ve biraz da ingilizce pratik amacıyla londra'da. görevini vekaleten koalisyon ortağı ve başbakan yardımcısı olan hocamıza bırakmıştı. yaz sıcağı gece geç saaatler olmasına rağmen ankara'yı da kavuruyordu. hocamızın odasında kendisi ve almanya gençlik kolları başkanımız süleyman mercümek ile oturuyorduk. süleyman almanya'dan getirdiği para sayma makinesini incelerken biz de hocamla islami fikir teatisinde bulunuyor idik. o zamana kadar laik düzenin aldatmacalarına alışmış başbakanlık binasının duvarları, bizlerin islami tartışmalarıyla adeta nurlanmış, parıl parıl parlıyorlardı.

    o.a.- hocam, affınıza sığınarak ben o konuda size katılmıyorum.
    n.e.- aziz kardeşim neden katılmadığını da ben anlamıyorum. hadesten taharet normal abdest, necasetten taharet de gusul abdesti demek. nesi zor anlamadım.
    o.a. -bilmiyorum hocam, ben başka türlü hatır...

    cümlemi tam bitiriyordum ki kapı sert bir biçimde çalındı ve içeri deniz kuvvetleri komutanı ihsan gedik yanında hocamızın emir subayı sırrı elitaş'la birlikte girdi. şaşırmıştık. normalde bir amiral ya da generalin gelişi önceden bildirilirdi. olağanüstü bir durum olduğunu anlamıştık ve zaten amiral gedik hemen konuya girdi:

    i.g.: kıbrıs'ta durumlar çok kötü. bir an önce müdahale etmemiz gerekiyor.
    n.e.: benim böyle bir müdahaleye başbakan vekili olarak karar vermem yanlış olur. hemen sayın ecevit'e telgraf çekelim. süleyman, bırak şu makineyle oynamayı ve yaz:

    "sayın ecevit eğer başbakan sen isen hükümetinin başına geç, eğer başbakan ben isem emrediyorum gel hükümetin başına geç."

    amiral gedik hemen sert bir tonla:

    -kıbrıs'taki soydaşlarımızın bunu bekleyecek zamanları yok, hemen müdehale gerekmekte! dedi.
    erbakan hocamiz şaşkındi, sordu:

    - peki sizin öneriniz nedir sayın amiralım?
    -ivedilikle müdehale etmeliyiz. donanmamız hazır, emrinizi bekliyor, sizden tek beklediğimiz sadece bir emir verip, parolayı belirlemeniz.

    erbakan hocamız bize bakıp 5 dakika müsade istedi. geldiğinde gözlerinde şimşekler çakıyordu.

    n.e-derhal müdahale edilsin!
    i.g- emredersiniz efendim. parolayı ne uygun gördünüz?
    n.e- parolamız: "hz ayşe (ra) annemiz hicret etti" olacaktır.
    amiral şaşkındı.
    "ayşe tatile çıktı olsa olmuyor mu" diye sordu. erbakan mağrur ama bir okadar da resinakkaş:

    "olsun!"

    ne hazindir ki bu cesurca kararin kaymagini, o sirada konudan tamamen alakasiz olan ecevit yiyecekti."

    son takkeli: asiltürk - oguzhan asiltürk, sf 41, fazilet yayinlari, 1995