ahmetfirat15
profili

  • 13 yaş ağustos ortası öğleden sonra 2

    orta ikiden üçe geçmişim. türkçe öğretmenim muzaffer izgü .

    ilkokuldan bu yana günümü okumakla geçirdiğim için köyişleri bakanlığının kütüphanesinden kitap ödünç almış ve il halk kütüphanesinin iare servisinden de evde okumak için ayrıca kitap almaya gitmişimdir.

    (yaşlı bir kütüphaneci hanım vardı o serviste ve yanındaki farklı boy kitap kaplarını bize vereceği kitaplara geçirirdi. sadece çağlayan yayınlarının cep kitaplarına uygun kap yoktu -feza ile ilgili, bilimkurgu lafı çıkmamış, dizinin adı yeni dünyalarda, o seriyi su gibi okuduğum yıllar.)

    ödünç kitaplar koltuğumun altında eve giderken, bize yakın üç katlı bir evin balkonunun altında iki dakika kadar ıslıkla ramona'yı çalacağım, ne işe yarayacaksa…

    buzdolabı olmayan evde az sonra dağdaki kış karlarını eşek sırtında çullar altında saklayıp, testereyle kesip satan dağ köylüsünden alınmış, üzerine pekmez dökülmüş kar helvasını kaşıklayarak feza canavarları'nı okumaya başlayacağım büyük ihtimalle.

    .

    üç çocuğu ve annesiyle yalnız yaşayan 30 yaşındaki (evet aramız 17 yaştır) annem, okuyan oğlu efsanevi lisede eğitim görsün diye, bir yıl sonra aynı ayda, sağlık iş sendikası başkanını görmeye ankara'ya gidip kendini izmir'e tayin ettirecek ve gene yeni taşındığı ilde zor olmasına rağmen atatürk lisesine beni kaydettirecek…

  • yazarların para kazandığı ilk iş

    yıl 1973

    izmir milli kütüphane'de gönüllü kütüphaneciyim… kütüphane müdürü ve lise tarih öğretmenim ferruh senan aracılığıyla.

    milli kütüphane derneği'nin (şimdilerde vakıf) başkanı avukat (o da şimdiki de mason, oraya başkanlık masonluktan geçiyor sanırım) necdet öklem'in inkılap tarihi teksirlerini yaptım, sonra harman çektim…

    benim için inanılmaz bir para verdi…

    hemen ikinci ya da üçüncü beyler sokaklarının karşısındaki sokakta bulunan (şimdi yok) kitapçıya gittim ve raftaki, bilgi yayınlarının ilk 54 kitabını (sıralı hepsini bulmam bir mucizeydi) satın aldım. ilki bergman yaban çilekleri… 54. kemal tahir devlet ana.

    taş kütüphane böyle başladı.

    bereketli bir paraymış.

  • veda ederken 2018'e bir not bırakmak

    daha önce başka bir yerde de yazdığım gibi, eric hobsbawm'ın tanımıyla...

    "en büyük umutları canlandıran ve bütün hayalleri yıkan 'aşırılıklar çağı'nda"

    ...bir yıldı işte. kendi tanımına yakışan.

  • defter ve kitapların ciltlendiği karanlık dönem

    “ciltlemek” kelimesi ile “kaplamak” kelimelerinin anlamlarını öğrenemeden ilkmektebi bitirip mayhoş lugât’e muharrir olanları gösteren dönem.

  • bu başlıkta 96 yılındaymışız gibi yazıyoruz

    adalet ağaoğlu sarıyer’e, eve davet etmişti.

    yemekte carter findley vardı. çok kaliteli bir bilim adamı.

    bir de, serhan ada diye genç bir şair/akademisyen de vardı. tanışmış olduk.

    halim (ağaoğlu) abi pek konuşmadı.

  • rakı ile iyi giden tsm harici şarkılar

    tsm eğer "türk sanat müziği" denen abur cuburlar ise...

    rakı ile elbette "klasik türk musıkisi" eserleri iyi gider.

  • mesleğini söyleyince verilen cevaplar

    tp-ne iş yapıyorsunuz

    af- bir ansiklopediye maddeler yazıyorum.

    tp- bana ansiklopedi getirecek misin?

    .

    tp, ehliyet sınavında yanımda oturan görevli trafik polisi idi. bir şey vermedim ama ehliyeti aldım.

  • hilmi yavuz

    1974-2016.

    demirtaş'ın harbiye'deki kitabevi'nde başlayan 42 yıllık tanışıklık.

    şafak sokak'taki küçük gelişim yayınları odasından devrimler ve karşı devrimler ansiklopedisi'ni yönetmesi...

    bazı şiirlerinin ilk okuyucusu olmam.

    80'lerde onca meyhane ve necatigil muhabbeti...

    gelişim'in levent'teki (bu kez geniş) bürosunda büyük larousse'a katkıları...

    gorbon ışıl'da ("kimi gorbon'dan kimi sorbonne'dan mezun olur") yenilen öğle yemekleri...

    boğaziçi üniversitesi'ndeki islam felsefesi dersleri sonrası bebek'te buluşup kahve içtikten sonra beşiktaş'a yürüdüğümüz günler...

    zaman gazetesi'ndeki yazarlığını yadırgamam (ama edebi/felsefi temelli yazılarını okumaya devam etmem)...

    75 yaşından sonraki egosunun (belki de şu cahil ve çorak ülkede haklı olarak) yükselişi ama bunun dostluğumuza halel getirmeyecek biçimde görmezden gelinmesi...

    toplu şiirlerinin yayınına ve düz yazılarının yeni baskılarına katkı vermeye çalışmam...

    .

    2016...

    80 yaşında bir münevverin (entelektüel demek isterdim ama kendi istemez sanırım) "silahlı terör örgütüne iltisaklı" (!) olması nedeniyle göz altına alınması.

    her darbe döneminde herkese (gayretkeşler) tarafından yapıldığı gibi hasta ve hayli sayıda ilaç kullandığı halde (gözaltında doktor raporu alınabiliyormuş gibi) ilaçlarının verilmemesi.

    .

    "okumuşların şerrinden bizi muhafaza eyle ya rabbi!" diyenlerin ülkesinde yaşamamalıydın hilmi abi.

    felsefe çalışmalarını, dönemin önemli hocalarının yanında londra'da sürdürmeliydin. hiç olmazsa bbc'de kalmalıydın.

  • türkiye'de kitapların aşırı pahalı olması

    her yıl milyarlarca türk lirası ödenerek ülkenin bütün il halk kütüphanelerine satın alınan kitaplar yollanılıyor.

    il halk kütüphanelerine üye olmak ücretsiz. kitapları ücretsiz alarak süresi içinde okumak ücretsiz.

    iki örnek:

    1. türkiye'nin iyi kütüphanelerinden istanbul taksim'deki atatürk kitaplığı yeni ve popüler kitapları da satın alıyor. açık rafta istediğiniz üç-dört kitabı kendiniz seçin, yazın hava sıcaksa kışın hava soğuksa içerdeki rahat soğutulmuş/ısıtılmış masalarda okuyun sonra eve götürün. aşağıdaki kafesinde çay içerken de kitap okuyun.

    2. muğla il halk kütüphanesi de (ülkedeki bütün il halk kütphaneleri gibi) ücretsiz biçimde eve kitap götürmenize izin veriyor. işin güzel yanı, il halk kütüphanesine üye olanlar muğla sıtkı koçman üniversitesi kütüphanesinin yüz bini aşkın kitabını da eve götürecek biçimde ücretsiz oraya da üye olmuş sayılıyorlar. (internet üzerinden süreyi uzatmak da mümkün)

    evet kitap fiyatları pahalı olabilir ama... mülkiyet hırsı olanlar için.

    kitap okumak (her popüleri bulamasanız da) bu ülkede akıllı olanlara bedavadır. bedava!

  • rasim ozan kütahyalı

    istanbul'un en bilinen iki semt (taksim ve maçka) ve parkını (gezi ve inönü parkı) birbirine karıştıran istanbul cahili...

    sabah gazetesinde istanbul'un taksim meydanını bilen tek editörün bulunmadığını kanıtlayan köşeci.

    bakalım bugün neler yumurtlamış (cumhurbaşkanı'nı desteklemek için). şöyle başlıyor yazısına:

    "

    ***

    .

    1. "bugün gezi parkı dediğimiz mekân esasen ismet inönü'nün villasının bahçesinin bir kısmıydı."

    yanlış. hiçbir ilgisi yok. ismet inönü'nün evi maçka'daydı ve önü küçük bir parktır.

    2. "oraya inönü gezisi denirdi. sonra taksim gezisi denmeye başlandı."

    yanlış.

    a) oraya(maçka'ya) inönü gezisi denmezdi. oraya inönü gezisi dendiğini hatırlamıyorum ama dense bile maçka'daki bu küçük parka değil taksim'deki dev parka önce inönü sonra taksim gezisi denirdi.

    b) taksim'dekine inönü gezisi denmesinin nedeni meydana bakan ve uzun süre kaidesi duran yere inönü'nün heykelinin konma projesi idi. (heykel maçka'ya kondu yıllar sonra.)

    3. "çağdaş kamusal park ve bahçe özelliklerinin hiçbiri yok gezi'de..."

    yanlış. topçu kışlasının yerine yapılan bu devasa park, istanbul planlarını yapanların planladığı bir parktır. içi devasa ağaçlarla, gezi yollarıyla ve üstelik bir köprüyle (tarihi köprüyü de bu belediye yıktı ve öbür tarafla ilgisini kesti) geçilen divan oteli ve yanındaki blokların arkasındaki gene büyük bir parkla (ki önüne iğrenç bir otel dikmiştir birileri) denize ve taşkışla'ya oradan bile bakardı.

    hiç gitmemiş gezi'ye korkusundan.

    4. "inönü villasının deniz manzarasını emniyete almak için de o dönem geniş bir alan belediyece istimlak edilmiş, bir istinat duvarı ve üzerine sedad hakkı eldem tarafından meşhur şark kahvesi yapılmıştı."

    kastedilen maçka'daki (evet anladınız elbette taksim'deki değil) küçük parkın boğaza bakan köşesine sedad hakkı bey o (yerli filmlerde bazen karşıma çıkan) şark kahvesi'ni yapmıştı.

    doğru mu? doğru gibi ama, orası taksim değil, maçka! rasim efendi'nin konusu ise taksim.

    (laf aramızda sedad hakkı bey'in şirin şark kahvesi'ni de tescilli tarihi eser olmasına rağmen, manzarayı kapayacak ve istanbulluların boğazla ilgisini kesecek biçimde yapılan swissotel 'aynını yapıyorum' diyerek yıkmış ve iğrenç bir eklentiyle içine almıştı.)

    5. " kaidesi hazırlanan ve güzel sanatlar akademisi'ne ısmarlanan inönü heykeli o villa bahçesine dikilemedi; çünkü 1950'de dp iktidara gelmişti."

    yanlış. heykel (hâlâ villayı taksim'de sanıyor) taksim'e dikilecekti... ama dediğinin aksine, o heykel o villa'nın önündeki minik parka dikildi. (gerçi yıllar sonra sonra )

    6. "bu sebeple inönü adı değiştirilen ve taksim gezisi diye anılmaya başlanan bu mekân, ""

    maçka'daki evin önüne heykel dikilmediği için inönü adı değiştirilip gezi yapılamazdı...

    çünkü ev maçka'da idi ama gezi taksim'deydi. .

    .

    burası nasıl bir ülke ve bunlar nasıl köşe yazarları.

  • eski sevgilinin evlendiğini öğrenmek

    bir başka versiyonu da büyük şair behçet necatigil aracılığıyla öğrenmektir:

    gizli sevda

    hani bir sevgilin vardı
    yedi-sekiz sene önce
    dün yolda rastladım
    sevindi beni görünce

    sokakta ayaküstü
    konuştuk ordan-burdan
    evlenmiş, çocukları olmuş
    bir kız, bir oğlan

    seni sordu
    hiç değişmedi dedim
    bildiğin gibi
    anlıyordu

    mesutmuş, kocasını seviyormuş
    kendilerininmiş evleri
    bir suçlu gibi ezik
    sana selam söyledi

  • sözlük yazarlarının yalnızlık dereceleri

    facebook'u, twitter'ı, instagram'ı olmayan sosyal medya özürlüsü olarak...

    ...hiç mesabesinde ve hiç derekesindedir.

    .

    kitaplarım var ya!

  • mehmet barlas

    bunama alametleri göstermeye başlamıştır.

    bugünkü yazısından:

    "sait hopsait modeli
    artık bizim demokratik siyaset modelimizi öğrenmiş olmamız gerekiyor... bu modelin rol modeli aziz nesin'in 'sait hopsait'idir... diyelim ki sizin istemediğiniz bir parti iktidar ve sizin çevrenizden çok farklı bir çevreden gelen bir siyasetçi de başbakan oldu... ona yüklenmeye başlarsınız.
    ağzından çıkan her cümleyi yerden yere vurur, icraatını ya görmezden gelir ya da karalarsınız. "

    aziz nesin'den örnek veriyor ama... kastettiği "zübük" romanının karakteri. sürekli parti değiştiren odur.)

    "gol kralı sait hopsait" romanının karakteri ise bir futbol yergisidir.

    (hopsait lafının ofsayt'tan geldiğini bile fark edememiş.)

  • abdurrahman dilipak

    akit okurlarını hepten cahil sanan akit yazarı.

    bugünden inciler:

    a.

    "rumeli hisarının içinde fetih mescidi vardı, bir zalim o mescidi yıkıp, onun üzerine bir sahne, çevresine oturacak yerler yapıp, mescid mahallinde konser verdiriyorlardı. tarihi bir eser yok edilerek, adeta birileri dinle, tarihle dalga geçiyordu. aslında bu caminin yerine bu konser salonunu kim yaptı diye sormak gerekmez mi?"

    1. bir kere fatih döneminde yapılan caminin adını bilmiyor. "fetih camii" değil, "ebu'l-feth camii" ya da daha sonraki yaygın adıyla "hisariçi camii"dir onun adı.

    2. "bir zalim" o camiyi yıkmamıştır. o camiyle ilgili tarihi belgeler 15 ve 16. yüzyıl kayıtlarında vardır. cami 18. yüzyılda yıkılmış ve bir tek minaresi kalmıştır. (abdurrahman bey: 1700'lerde yıkıldı yani.)

    3. caminin çevresine oturulacak yerler yapılmamıştır. oturulacak yerler, yıkılan iç mahalledeki evlerin yerine yapılmıştır. o evleri kim yıktırmıştır diye sorarsanız: celal bayar. üçüncü cumhurbaşkanı 1953'te (fethin 500. yılında) "kaleiçi mahallesi'nin tamamını kamulaştırıp yıktırmış ve orayı müze yaptırmıştı. (arşivlerde teftiş fotoğrafları vardır.) boş kalan yere de ertuğrul muhsin anfitiyatro yaptırmıştı.

    b.

    "hürriyet’in cağaloğlu’ndaki eski binasının karşısındaki boş alana cami yapıldığında da “her yere cami yapıyorlar” diye kıyameti kopartmışlardı.. oysa orada da tarihi bir cami vardı ve chp o camiyi de yok etmişti. suriçi istanbul’daki tarihi camilerin yarıdan fazlası aynı şekilde imha edilmişti."

    1. hürriyet'in karşısında cami filan yoktur. yıkılmamıştır. yenisi de yapılmamıştır. herhalde cağaloğlu meydanı'ndaki camiyi kastediyor. (sırf pislik atmak için camiyi bir miktar yürütmüş ve hürriyet'in karşısına getirmiş.

    2. suriçi istanbul'daki camilerin imha edilmesine gelince... chp ne kadarını imha etti bilmem. ama adnan menderes ve sonraki sağ iktidarların yıktığı camilerin eksiksize yakın bir listesini içeren bir kitap var. adı da "cami kıyımı". yazarı kim diye soran olursa söyleyeyim. dilipak'ın aynı gazetede köşe arkadaşı: mehmet şevket eygi. (dilipak önce arkadaşının kitabını okusun.)

    c.

    "hatırlar mısınız, kıbrıs harekatı ayten alpman’ın “bir başkadır benim memleketim” şarkısının trt radyosunda çalınması ile başlamıştı.. ecevit, “ayşe tatile çıkabilir” diye bir mesaj göndermişti londra’dan ankara’ya.."

    1. harekâta "başladığında" tv'lerde ayten alpman değil hasan mutlucan çalıyordu... (darbelerde de o çalar.) harekât sürerken sonradan devreye ayten alpman girmiştir.

    2. ecevit londra'da değil ankara'daydı. londra'da olan dışişleri bakanı turan güneş idi.

    3. varyant farkı ama gene de doğrusunu söyleyelim: "ayşe tatile çıksın"

    .

    vallahi akit okurlarının çoğu dilipak'tan daha bilgilidir.

  • birgün

    bugün elime geçince okuduğum gazete.

    enver aysever adlı çalakalem yazan ve yanlış yazan birine tam sayfa yazı yazdırmışlar. (anladığım kadarıyla düzenli yazıyor)

    yusuf atılgan sözkonusu olunca okudum.

    aylak adam'ı 26-27 yıl önce okumuş. (eh, bizim gibi varlık'tan çıkınca okuyacak yaşta değil tabii)

    birgün'e yakışmayacak hataları gösteriverelim bu yazardan:

    1. o yıllarda (26-27 yıl öncesindeki bir zamanda) iyi yazarları keşfettiğini ve berna moran'ın " 'türk edebiyatına eleştirel bir bakış' adlı üç cilt, değerli çalışması o günlerde yayımlanmıştı" diyerek, bu kitaptan o günlerde yararlandığını anlatıyor.

    a) berna hocanın bu kitaplarının ilk cildi 1983'te (32 yıl önce), ikinci cildi 1990'da (25 yıl önce), son cildi ise ölümününden bir yıl sonra 1994'te (21 yıl önce) yayımlanmıştı.

    b) demek ki 26-27 yıl önce yazarlığa hazırlanırken üçüncü cilt ortada yoktu daha... ilkiyle sonuncusu arasında 11 yıl var o kitapların. üçünü birden o günlerde okumuş olamaz. (ben dikkat etmesem bu ağız kalabalıklığıyla ne entelektüel görüecek değil mi?)

    2. şöyle bir cümlesi var aysever'in çok sevdiği yusuf atılgan'ın mektupları hakkında:

    "doğrusu yusuf atılgan evlenip istanbul'a gittikten sonra yazdığı mektuplarda pek bir şey bulamadım." (cümle düşüklüğü aysever'in)

    ne bulmayı bekliyordu acaba iki tanış arasındaki mektuplarda? (ve edebiyattan korkunç anlayan biri gibi ne üst perdeden bir beğenmeme saklı değil mi bu cümlenin altında...)

    3. "yusuf atılgan gibi bir yazarın/okurun kütphanesi olmaması ne garip!"miş aysever'e göre...

    nesi garip. adam köyde hacırahmanlar'da oturuyor. ben evini gördüm. orada o ilişkiler içinde nasıl kütüphane sahibi olacaktı ki?

    üstelik bu bir seçim de olamaz mı?

    herkes tv celebrity'si, entelektüel gazete yazarı değil ki (belki söz eder diye) boyuna bedava kitap gönderilsin kendisine...

    sensin garip!

    4. "ilk romanıyla yunus nadi roman armağanı'nda ikinci olur yusuf atılgan. birinci yılanı öldürseler romanıyla fakir baykurt'tur."

    bu lafın neresini düzeltelim...

    a) yılanı öldürseler yaşar kemal'indir...

    b) fakir'in romanının adı ise yılanların öcü...

    5) dizgi hatası iki kere olur mu bilmem ama aysever iki kere ve üç dört satır arayla "feti naci" yazıyor... tamam hızlı konuşurken "h"yi düşürebilirsin ama yazarken "fethi" yazmak gerekmiyor mu?

    6. "ben yusuf atılgan'a armağan kitapta okudum.) böyle cümle düşüklükleri aysever tarzı mı acaba?

    7. birinci tekil şahıs yazım ve üslubunun da kötü bir ataç (ataç'a selam) taklidi olduğunu da ekleyeyim de içimde kalmasın.

    ey birgün: bu zata bir sayfa vermişsiniz. bir de sayfa okuyucusu verin.

    (ben gene feridun nadir'e döneyim en iyisi)