baranba45
profili

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    mustafa kemal'in içki, sigara veya hastalık yüzünden değil hatay yüzünden ölmesi...

    okurken dinlenmesi tavsiye edilen şarkı
    alıntı

    yanlış okumadınız. bu bir şaka yahut edebi sanat değil. mustafa kemal hastalığı nedeniyle değil hatay uğruna ölmüştür. üstelik bunun olacağının da bilincindedir. onun en büyük hayali bir gün bu vatan uğruna ölmekti. nitekim öyle de oldu. tüm tavsiyeleri reddederek hastalığı boyunca normal insan gayretinin üzerinde gayret gösterdi. komadan çıktığı gün dahi çalışmalarını sürdürdü. kendisini bir an olsun düşünmedi vatanı için ölüme yürüdü ve asla tereddüt etmedi.

    gelin, atatürk'ün son iki yılında neler yaptığına bakalım.

    20 temmuz 1936: montrö sözleşmesi imzalanır ve lozan'da kabul ettirilemeyen hususlar batılı devletlere kabul ettirilir. mustafa kemal aynı gün kızı sabiha gökçen'e telgraf çeker: montrö bitti, sırada hatay sorunu var.

    10 aralık 1936: atatürk, ankara palas’ta fransız büyükelçisi henri ponsot ile görüşür. türkiye'nin taleplerini bildirir.

    16 ocak 1937: atatürk’ün, cenevre’de bulunan afet inan’a mektubu: “hatay üzüntüsüne, conker’in ölümü acısı karıştı; bu acının açtığı yaranın derinliğini tahmin edersin!”

    22 ocak 1937: atatürk kurun (vakit) gazetesinde asım us imzasıyla hatay davasıyla ilgili olarak yazılar yazmaya başladı: “…acaba fransız devlet adamlarının bu işi böyle çıkmaza sokmaktan maksatları ne olabilir? …biz artık fransız devlet adamlarına hitap etmeye gerek görmüyoruz. bundan sonra fransızların kendi menfaatleri namına dostları ve müttefikleri olan devletlerin gerçeği yakından görerek durumun gereğine göre hareket etmelerini istiyoruz!”

    23 ocak 1937: atatürk kurun (vakit) gazetesinde asım us imzasıyla hatay davasıyla ilgili olarak yazar: “zavallı fransa, bugün kendisine pek mütemayil bir dostunu daha kaybetmek üzeredir”

    27 ocak 1937: atatürk kurun (vakit) gazetesinde asım us imzasıyla hatay davasıyla ilgili olarak yazar: “türkiye cumhuriyeti çok haklı olduğu hatay davasını ortaya atarken bunun bütün sonuçlarını düşünmemiş olduğunu kim iddia edebilir? dava uluslar arası olmuştur. davasında haklı olan türkiye’dir. artık dinlenilecek sözün kimin ağzından çıktığına çok dikkat etmelidir. türkün sözü, türkün haklı ve yerinde sözü türk’ün kendisidir. ona uymamak, onu tanımamak, onu hiçe saymak, buna cesaret gösterenlerin düşünmedikleri akıbetle karşılaşacaklarına asla şüphe etmemelidir” aynı gün cenevre’de milletler cemiyeti toplantısında hatay’ın bağımsızlığı kabul edilir.

    13 haziran 1937: atatürk’ün, çiftliklerini hazineye bağışlaması nedeniyle millet ve meclis adına kendisine teşekkür telgrafı çeken başbakan ismet inönü’ye cevabı: “ söz konusu olan hediye, yüksek türk milletine benim asıl vermeği düşündüğüm hediye karşısında hiçbir kıymete sahip değildir. ben gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere türk milletine canımı vereceğim!

    29 ekim 1937: atatürk, cumhuriyet balosu balosunda fransa büyükelçisi henri ponsot’yla sohbet etti: “…ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur; ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. onu almasam edemem. büyük millet meclisi’nin kürsüsünden milletime söz verdim: hatay’ı alacağım! milletim benim dediğime inanır. sözümü yerine getiremezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşayamam!”

    30 kasım 1937: hatay'da bağımsızlık kutlamalarına fransız ordusu müdahale etti. aynı gün atatürk ulus gazetesi'ne konuştu. fransa'yı eleştirdi.

    25 aralık 1937: atatürk düşmandan kurtuluşu etkinliği için gaziantep'e geldi. "eğer bir gün millet, vatan ve cumhuriyetin yüksek menfaatleri gerektirirse o çevre kahramanlarının geçmişte olduğundan daha yüksek kahramanlıklar göstermeğe hazır bulunduklarına da şüphem olmadığı bilinmelidir!"

    22 ocak 1938: atatürk’ün, bazı şikâyetleri üzerine yalova’da prof. dr. nihat reşat belger tarafından muayene edildi. “siroz başlangıcı” teşhisi konuldu.

    23 ocak 1938: bu kez istanbul'dan yalova’ya çağrılan prof. dr. neşet ömer irdelp atatürk'ü muayene etti.

    2 şubat 1938: bursa'da onuruna verilen baloya katılan atatürk dünyaya "ayaktayım mesajı verdi." balonun sonunda meşhur zeybek oyununu oynadı.

    7 şubat 1938: atatürk öksürük ve göğüs ağrısı nedeniyle gece prof. dr. nihat reşat belger tarafından muayenesi edildi. zatürre teşhisinin konuldu.

    8 şubat 1938: atatürk, prof. dr. neşet ömer irdelp ve prof. dr. nihat reşat belger tarafından tekrar muayene edildi.

    27 şubat 1938: atatürk akşamüzeri şiddetli bir burun kanaması geçirdi. gece balkanları ilgilendiren uluslararası bir toplantı vardı. gitmemek olmazdı. biraz geç kaldıysa da toplantıya katıldı. toplantı saatlerce sürdü.

    28 şubat 1938: celal bayar toplantıdan sonra yabancı hekim getirilmesini önerdi. atatürk cevap olarak: “ortada hatay meselesi var; hastalığım dışarıda duyulursa fena olur. dr. neşet ömer’le konuş; bizim doktorlar bir muayene ve konsültasyon yapsınlar..” dedi.

    6 mart 1938: atatürk’e, çankaya’da prof. dr. neşet ömer irdelp, prof. dr. akil muhtar özden, dr. hüsamettin kural, dr. ziya naki yaltırım ve dr. asım arar’dan oluşan bir hekim grubu tarafından muayene ve konsültasyon yapıldı.

    15 mart 1938: ağrıların ve rahatsızlıkların şiddeti arttı. atatürk celal bayar'a "“çocuk, ne yapacaksan çabuk yap; ben hastayım!” dedi.

    28 mart 1938: paris’ten davet edilen prof. dr. fissenger’in ankara’ya geldi ve atatürk'ü muayene etti. içki ve sigarayı bırakmasını, günde 12 saatten fazla yatarak dinlenmesini söyledi. ertesi gün raporunu sundu.

    30 mart 1938: hatay meselesi düşünülerek atatürk'ün hastalığı konusunda resmi açıklama yapıldı. atatürk’ün sıhhatinde endişe verici bir durum olmadığı ilan edildi.

    17 mayıs 1938: fransız basınında atatürk'ün sağlığının iyi olmadığı haberleri yer aldı.

    19 mayıs 1938: yoğun ısrarlara rağmen atatürk dinlenmeyi bırakıp gençlik ve spor bayramı etkinlikleri için stadyuma gitti. saatlerce gösterileri izledi. aynı gün ani bir kararla trenle mersin'e geçti.

    20 mayıs 1938: hatay konusunda göz dağı vermek isteyen mustafa kemal askerî birliklerin geçit törenini 45 dakika boyunca ayakta izledi.

    21 mayıs 1938: tüm gün mersin'i ve viranşehir'i gezerek denetlemeler yaptı. yorgun düştü. ertesi gün mersin açıklarına geçerek deniz gezintisi yaptı.

    24 mayıs 1938: iki günlük istirahatın ardından saat 13.00’de mersin’den hareketle tarsus’a geldi. burada bir saat dinlendikten sonra trenle adana'ya geçti. atatürk parkı önünde piyade ve topçu birliklerinin geçit törenini yine ayakta izledi. akşama doğru fenalaştı. ankara'ya döndü.

    29 mayıs 1938: mustafa kemal tekrar fenalaştı. prof. dr. neşet ömer irdelp tarafından muayene edildi. karnının su topladığı tespit edildi.

    1 haziran 1938: atatürk hastalığının belli olmaması ve hatay sorununa zarar vermemesi için savarona yatına geçti ve orada kalmaya başladı.

    2 haziran 1938: başbakan celâl bayar, içişleri bakanı şükrü kaya, istanbul valisi muhittin üstündağ savarona'ya çağrıldı. basına "istanbul imar planı" için toplantı yapıldığı söylendi. fakat hatay konuşuldu.

    8 haziran 1938: prof. dr. fissenger’in çağrı üzerine ikinci defa türkiye'ye geldi. atatürk'ü muayene etti. günde 20 saat yatarak dinlenmesini ve kesinlikle çalışmaması gerektiğini söyledi.

    14 haziran 1938: atatürk bu hastalık sebebiyle ölebileceğini hissetmeye başladı. öyle ki manevi kızı afet inan'a "tamamen iyileşme ümidi ve şansı kuvvetlidir." yazdı.

    16 haziran 1938: atatürk savarona’ya başbakan celâl bayar, dışişleri bakanı tevfik rüştü aras, içişleri bakanı şükrü kaya ve maliye bakanı fuat ağralı’yı çağırdı. saatlerce çalıştılar.

    17 haziran 1938: bir önceki gün yapılan çalışmalara devam edildi. atatürk prof. dr. fissenger’in tavsiyelerini dinlemiyor, günde 10 saatten fazla çalışıyor ve 9 fincan kahve ile iki paket sigara tüketiyordu.

    20 haziran 1938: atatürk ve bakanlar yeniden savarona'da toplandı. toplantıya ek olarak mareşal fevzi çakmak da katıldı. çalışmalar kesintisiz 4,5 saat sürdü.

    24 haziran 1938: atatürk savarona ile erdek'e geçti ve donanma komutanı amiral şükrü okan’la toplantı yaptı. bu toplantılarda hatay'a yapılacak askeri müdahaleler tartışılıyordu. aynı gece atatürk yüksek ateş nedeniyle fenalaştı. durumu hiç iyi değildi.

    27 haziran 1938: atatürk celal bayar'ı savarona'ya çağırdı ve çalışmalara devam etti.

    29 haziran 1938: atatürk ve bakanlar savarona'da yeniden toplandı. toplantının istanbul'un imarı konusunda yapıldığı açıklandı.

    4 temmuz 1938: türk ordusu fransız hükümeti bilgisi dahilinde hatay'a girdi.

    6 temmuz 1938: ordunun hatay'a girişi nedeniyle tüm yurtta gösteriler yapıldı. atatürk gösterilere katılamayacak kadar rahatsızdı.

    9 temmuz 1938: atatürk ve bakanlar savarona'da üç saat süren toplantı yaptı.

    10 temmuz 1938: atatürk yüksek ateş nedeniyle fenalık geçirdi. hastalığı zatürre şeklinde ilan edildi.

    16 temmuz 1938: prof. dr. fissinger üçüncü defa istanbul'a geldi. mustafa kemal'e günde 22 saat boyunca yatakta kalmasını, sigara ve kahveyi kesinlikle tüketmemesini söyledi.

    18 temmuz 1938: bir haftadır düşmeyen atatürk'ün ateşi, 36,5 seviyesine indi.

    24 temmuz 1938: mustafa kemal celal bayar'la yeniden çalışmalara başladı.

    26 temmuz 1938: mustafa kemal, fevzi çakmak ve celal bayar savarona'da toplantı yaptı.

    30 temmuz 1938: mustafa kemal bir takım diplomatlarla gün boyu toplantı yaptı. akşam üzeri dış işleri bakanı ve başbakan celal bayar'la çalıştı.

    31 temmuz 1938: viyana'dan davet edilen prof. dr. eppinger’in atatürk'ü muayene etti.

    1 ağustos 1938: almanya’dan davet edilen prof. dr. bergmann atatürk'ü muayene etti. aynı akşam prof. dr. eppinger ve prof. dr. bergmann tarafından konsültasyon yaptı.

    3 ağustos 1938: uyarılara rağmen atatürk çalışmaları sürdürdü. iç işleri bakanı şükrü kaya ile toplantı yaptı.

    4 ağustos 1938: atatürk gün boyu çeşitli bakanlarla toplantı yaptı. aynı gece prof. dr. bergmann tarafından muayene edildi. sonraki iki gün boyunca muayeneler devam etti.

    15 ağustos 1938: atatürk, dışişleri bakanı tevfik rüştü aras’la toplantı yaptı.

    18 ağustos 1938: atatürk hatay'dan gelen ilerde hatay devlet başkanı olacaktayfur sökmen'le toplantı yaptı.

    19 ağustos 1938: atatürk moskova büyükelçisi zekâi apaydın, varşova büyükelçisi ferit tek, tahran büyükelçisi enis akaygen, brüksel büyükelçisi cemal hüsnü taray, sofya büyükelçisi şevki berker, bağdat büyükelçisi tahir lütfi tokay ile toplantı yaptı. hatay'a askeri müdahale öncesi diplomatlar uyarıldı.

    28 ağustos 1938: atatürk doğu bölgesindeki askeri manevraları tamamlayan fevzi çakmak'a telgraf çekti: "sizin ve tercüman olduğunuz aziz silâh arkadaşlarımın hakkımda gösterdikleri samimî ve asil duygular, o günlerdeki hatıralarımı canlandırdı, heyecanlarımı artırdı." ufukta harekat vardı.

    29 ağustos 1938: dinlenmek olmazdı. atatürk celal bayar'la toplantı yaptı. italyan elçisi türk hükümetine güven mektubu sundu.

    30 ağustos 1938: zafer bayramı kutlandı. atatürk rahatsızlığı nedeniyle dolmabahçe'den çıkamıyordu. gün boyu celal bayar'la birlikte çalıştı.

    3 eylül 1938: hatay millet meclisi açıldı.

    5 eylül 1938: atatürk vasiyetini yazdı. sona yaklaştığını hissediyordu.

    6 eylül 1938: prof. dr. fissinger dördüncü defa türkiye'ye geldi ve atatürk'ü muayene etti. atatürk'ün durumu ciddiydi. çalışmaması gerekiyordu ama o dinlemiyordu. ertesi gün karnında toplanan su bir operasyonla alındı. operasyonun ardından "biraz olsun rahatladım." diyecek ve hatay meclis başkanı'na telgraf çekmeye gidecekti.

    8 eylül 1938: atatürk ölüme meydan okurcasına cenevre toplantısı'na gidecek dışişleri bakanı tevfik rüştü aras’la çalıştı.

    9 eylül 1938: atatürk hakkındaki hasta söylentileri yeniden alevlendi. atatürk paris büyükelçisi suat davaz'ı çağırdı ve toplantı yaptı.

    10 eylül 1938: atatürk ısrarlara rağmen dolmabahçe sarayı’nda içişleri bakanı şükrü kaya ve budapeşte büyükelçisi behiç erkin’le çalıştı.

    17 eylül 1938: atatürk celal bayar'la yeniden toplantı ve iki gün boyunca çalıştı. bayar'a "fazla vaktimiz yok, en fazla üç senemiz var. ne yapacaksak bu dar müddetin içine sıkıştırmaya bakmalıyız. bütçe filân düşünmeye gerek yoktur; memleketin bütün kuvvet kaynaklarını seferber ederek bu işleri yapmak lâzımdır." dedi.

    21 eylül 1938: atatürk'ün karnı yeniden su topladı ve büyük sancılar çekmeye başladı. bu nedenle ikinci defa operasyonla karnından su alındı.

    26 eylül 1938: atatürk ufak çaplı bir koma atlattı.

    27 eylül 1938: komadan çıkan atatürk çalışmalara yeniden başladı. aynı gün müdavi ve müşavir hekimler tarafından muayene ve konsültasyon yapılması.

    28 eylül 1938: atatürk, barbaros’u anma nedeniyle denizde düzenlenen ışık oyunlarını dolmabahçe sarayı’nın penceresinden izledi. bunun üzerine halk sarayın etrafına toplandı. geç vakitlere kadar fener alayı düzenlendi.

    2 ekim 1938: atatürk cenevre'den dönen dış işleri bakanı tevfik rüştü aras'la toplantı yaptı.

    3 ekim 1938: atatürk, dolmabahçe sarayı’nda başbakan celâl bayar ve atina
    elçisi ruşen eşref ünaydın'la toplantı yaptı.

    6 ekim 1938: atatürk yeniden fenalaştı. artık bu işin geri dönüşü olmadığını fark etmiş olacak ki, yazdığı vasiyeti istanbul altıncı noteri ismail kunter’e teslim etti ve ekledi: gerektiği zaman kanunî muamelesini yaparsınız!

    7 ekim 1938: ok yaydan çıkmak üzereydi. mustafa kemal bu millete en büyük hediyesi olarak canını vermeye hazırdı. dolmabahçe sarayı’nda mareşal fevzi çakmak ve almanya’daki askerî manevralardan dönen 2. ordu müfettişi orgeneral izzettin çalışlar ile toplantı yaptı.

    8 ekim 1938: atatürk yakın dostu kılıç ali'yi saraya çağırdı ve uzunca görüştü.

    9 ekim 1938: atatürk celal bayar'la toplantı yaptı. kız kardeşi makbule ve kızları afet ile sabiha'yı yanına çağırdı.

    10 ekim 1938: atatürk, başbakan celâl bayar, londra büyükelçisi fethi okyar, ve eski dostu salih bozok’la görüştü.

    12 ekim 1938: atatürk, üç gün boyunca dışişleri bakanı tevfik rüştü aras’la toplantı yaptı.

    15 ekim 1938: atatürk kız kardeşi makbule ve kızları afet ile sabiha'yı yanına çağırdı.

    16 ekim 1938: atatürk çok ağır bir komaya girdi. dört gün boyunca komada kaldı. ankara hareketlendi. iki resmi açıklama yapıldı.

    19 ekim 1938: atatürk komadan çıktı. aynı gece bakanlar kurulu acilen çağırdı. toplantıya girdi. mustafa kemal ölüme alenen meydan okuyordu. doktorlarına tek tek teşekkür etti.

    20 ekim 1938: atatürk celal bayar'la hasta yatağında toplantı yaptı. genel sekreteri hasan rıza soyak'a talimat verdi. tüm dünyaya atatürk iyileşti mesajı verildi.

    22 ekim 1938: atatürk sadık adamı, genel sekreteri hasan rıza soyak'la görüştü. soyak anılarında atatürk'ün kendisine: "gel bakalım, ne dersin; biz gittik, geldik! bu doktorlar insana âdeta can veriyorlar!” yazdı.

    24 ekim 1938: atatürk en küçük manevi kızı ülkü ile görüştü.

    25 ekim 1938: cumhuriyet bayramı yaklaşıyordu. atatürk hasan rıza soyak'ı yanına çağırdı ve tam üç saat boyunca yatağı başında orduya göndereceği mesajı üzerinde çalıştı.

    26 ekim 1938: atatürk kız kardeşi makbule ve kızları afet ile sabiha'yı yeniden yanına çağırdı.

    27 ekim 1938: atatürk meclis konuşması için celal bayar'la 40 dakika boyunca hasta yatağında çalıştı.

    29 ekim 1938: atatürk ilk defa cumhuriyet bayramı'na katılamamıştı. ataları onlara gelememişti fakat halk atasına koştu ve sarayın önünde kutlamalar yapıldı. atatürk yatağından kalkıp balkona çıktı ve dakikalar boyunca halkı selamladı.

    3 kasım 1938: atatürk rahatsızlandı ve muayene edildi.

    4 kasım 1938: atatürk celal bayar'ı çağırdı ve toplantı yaptı.

    5 kasım 1938: atatürk kız kardeşi makbule ve kızları afet ile sabiha'yı son kez yanına çağırdı. muhtemelen hakk vuku bulmadan evvel onları son bir kez görmek istemişti.

    6 kasım 1938: atatürk yeniden rahatsızlandı. karnı yeniden su toplamıştı. ertesi gün üçüncü defa operasyonla karnından su alındı.

    8 kasım 1938: atatürk üçüncü defa komaya girdi.

    9 kasım 1938: atatürk tüm günü komada geçirdi.

    10 kasım 1938: atatürk sabah saatlerinde sayıklamaya başladı. yanındakiler "ve aleykümselam" dediğini işitti ve sabah 9:05'te hakkın rahmetine kavuştu.

    29 haziran 1939: hatay meclis'i türkiye'ye katılma kararı aldı ve vatan toprağına katıldı.

    ***

    mustafa kemal vatan için çalıştı, vatan için savaştı ve vakti zamanı gelince vatan toprağı hatay uğruna milletine en büyük hediyesi olarak canını vermekten çekinmedi. ruhu şad olsun.

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    fon

    http://baranbaa.blogspot.com.tr/…ileri-kayseri.html

    yaklaşık üç ay önce musul'da ışid'e yapılacak operasyon arefesinde türkiye ve ırak arasında diplomatik bir kriz baş göstermiş ve ırak türkiye'ye nota vermişti. 5 ekim'de olayı değerlendiren bir yazı yazmıştım. (bkz: #63315999). okuyacağınız yazı, aradan geçen üç ayda gerçekleşenlere yöneliktir.

    24* türkiye musul'da gerçekleşecek operasyonlarda ırak'ın itirazına rağmen yer almakta kararlıydı ve bu nedenle silopi'ye yığınak yapıldı. ırak başbakanı haydar el abadi 1 kasım 2016'da "türkiye, ülkemizi işgal ederse parçalanır" şeklinde tehdit savurdu.

    25* milli savunma bakanı fikri ışık 2 kasım 2016'da “her ihtimale hazırlıklı olmalıyız. sınırlarımızın berisinde beklemek zorunda değiliz. gerektiği takdirde ırak’taki başika kampına da ek birlikler gönderebiliriz” dedi. 3 kasım 2016'da dış basında musul'daki hadisenin türkiye-ırak savaşını tetikleyebileceği üzerinde duruldu.

    26* 7 kasım 2016'da ırak hükümeti türkiye'ye başika'daki askeri kampın denetlemesinin ırak tarafından yapılmasını teklif etti.

    27* 8 kasım 2016'da ırak cumhurbaşkanı baş danışmanı abdullatif cemal reşid "türkiye ırak'tan çekilmeli ve öcalan'ı bırakmalı" şeklinde ortalığı karıştıran bir açıklama yaptı. açıkça "pkk lideri abdullah öcalan ile halkların demokratik partisi eşbaşkanları selahattin demirtaş ile figen yüksekdağ ve diğer parlamenterlerin tutukluluk hallerinin son bulmasını istiyoruz." dedi.

    28* 12 kasım 2016'da ırak'ın ankara büyükelçisi hişam el alavi türkiye'ye beş maddelik bir teklif sunulduğunu açıkladı. en önemli husus türkiye'nin başika kampını boşaltmasıydı.

    29* 14 kasım 2016'da ırak parlamentosu'ndan muvaffak el rubai türkiye'yi tehdit ederek "ırak hükümeti, ankara'nın ülkenin egemenliğine yönelik tecavüzlerini caydırmak amacıyla askeri müdahalede bulunacak." dedi.

    30* 5 aralık 2016'da telafer'den göç eden sünni türkmenler türkiye'ye giriş yaptı. erdoğan'ın türklerindir dediği telaferli sünniler, şii milislerden çekiniyordu. ışid telaferi işgal ettiğinde şehirde yaşayan şii türkmenler kovulmuştu ve geri dönüp intikam almak isteyebilirlerdi.

    31* 10 aralık 2016'da binali yıldırım ırak başbakanı haydar el abadi ile telefonda görüştü. görüşme konusu ışid'e karşı ortak mücadeleydi. ortam gerginken yapılan bu görüşme neyin nesiydi?

    32* 15 aralık 2016 ırak'ta musul iline bağlı sincar kaymakamı mahma halil "işgal gücü pkk şengal'i boşaltmalı" şeklinde konuştu. tam da türkiye ile ırak arasında ilişkilerin tansiyonu düşmüşken yapılan bir açıklamaydı.

    33* 16 aralık 2016'da ırak'a bağlı şii kökenli askeri kuruluş olan haşdi şabi örgütü sözcüsü, "gerekirse türkiye ile savaşabileceklerini." açıkladı.

    34* 17 aralık 2016'da kayseri'de bombalı araçla intihar saldırısı düzenledi. 14 asker şehit oldu, 56 vatandaş yaralandı. eylemi pkk üstlendi.

    35* 23 aralık 2016'da kürdistan bölgesel yönetimi başbakanı neçirvan barzani pkk'ya "şengal'den çekilmezsen güç kullanırız." tehdidi savurdu.

    36* 24 aralık 2016'da türkiye'nin bağdat büyükelçisi faruk kaymakçı türkiye'nin ırak'taki birlikleri çekebileceğini söyledi. türkiye geri adım mı atıyordu?

    37* 26 aralık 2016'da pkk'nın silahlı kanadı hpg barzani'ye "kimsenin güçlerimizi zorla şengal'den çıkarmaya gücünün yetmeyeceğini tarih ispatlamıştır" şeklinde yanıt verdi.

    38* aynı gün cumhurbaşkanlığı sözcüsü ibrahim kalın abd önderliğindeki koalisyonun el bab'da üzerine düşeni yapması gerektiğini açıkladı. abd'nin üzerine düşen neydi? konunun ırak, başika ve şengal'le bağlantısı olabilir miydi?

    39* 27 aralık 2016'da ırak başbakanı haydar el abadi türkiye ile yaşanan krizin sonlandığını ve iki ülke arasındaki ilişkilerin normalleştiğini söyledi. ne değişmişti? acaba türkiye başika'yı terk etmeyi kabul mü etmişti?

    40* 28 aralık 2016'da ırak dışişleri bakanı ibrahim el caferi "egemenliğimize zarar gelmemesi kaydıyla türkiye ile işbirliğinden yanayız" şeklinde bir açıklama yaptı ve ekledi: biz hala daha türkiye’den başika’yı terk etmesini talep ediyoruz.

    41* aynı gün içerisinde abd dışişleri bakanlığı sözcüsü mark toner "pkk'nin oradaki varlığı uzlaşmanın önündeki ana engel" şeklinde açıklama yaptı. toner'in bahsettiği uzlaşma ne olabilirdi? aslında cevap basitti. abd yönetimi türkiye ve ırak arasındaki sorunu çözmek için uğraşıyordu. türkiye'nin başika'yı terk etmesi karşılığında ırak'ın da pkk'yı şengal'den çıkarması söz konusuydu. hem kürt yönetimi hem de ırak hükümeti bu hususu kabul etmiş fakat pkk şengal'i terk etmeyi reddetmişti. kayseri'deki saldırı bu uzlaşmayı hedef alarak türkiye'ye mesaj veriyordu.

    42* 30 aralık 2016'da dışişleri bakanı mevlüt çavuşoğlu "uzun zamandan sonra çağrımızla dün el bab'da koalisyon deaş'ı vurdu" dedi. hava operasyonları tekrar başladığına göre kara operasyonları da hız kazanacaktı. ışid köşeye sıkışacaktı.

    43* 1 ocak 2017'nin ilk saatlerinde bir terörist ünlü gece kulübü reina'yı basarak 1'i polis 39 kişiyi katletti. teröristin ışid'li olduğu açıklandı. eylemin ardından alışılmışın aksine abd soruşturmayı birlikte yürütme teklifi ve baş sağlığı dileklerini beyan etti.

    44* 2 ocak 2017'de başbakan yardımcısı numan kurtulmuş ırak ile yeni bir dönemin başladığını ve başbakan binali yıldırım'ın ırak'ı ziyaret edeceğini açıkladı. ziyarette ırak'ın şehir şehir geleceğinin nasıl olması gerektiği ele alınacağını ifade etti.

    45* 3 ocak 2017'de ırak başbakanı haydar el abadi pkk'nın ırak topraklarını kullanıp türkiye'ye saldırılarda bulunmasını kabul etmeyeceklerini söyledi.

    46* ekim 2016'da türkiye ve ırak'ın yaşadığı diplomatik kriz ocak 2017'de dek bu şekilde sürdü. türkiye krize neden olan başika kampını boşaltacağını henüz açıklamış değil. ve fakat ırak'la başlatılan yeni dönem ve ırak'ın şengal'de bulunan pkk'yı hedef alan sözleri durumu doğruluyor.

    47* sonuç olarak türkiye başika'dan çıkmayı, ırak ise pkk konusunda türkiye'ye yardımcı olmayı taahhüt ediyor. pkk bu mutabakatı hedef alarak kayseri'de 14 askerimizi şehit ediyor. mutabakatın bir diğer tarafı olan abd ise anlaşma karşılığında el bab'da türkiye'ye yardım sözü veriyor. koalisyon uçakları el bab semalarına geliyor. bu kez de ışid mutabakatı hedef alıyor ve reina katliamı ortaya çıkıyor. abd ise mutabakatın etkisiyle derin üzüntülerini bildirmeyi ve ortak hareket etme teklifinde bulunmayı uygun görüyor.

    48* söz konusu gelişmeler türk medyasında asla yer almadı. olay asla bütünüyle anlatılmadı. oysa bilmek, öğrenmen halkın hakkıdır.

  • ışid'in ingiltere'ye hiç saldırmaması

    "yahu 3 bin kilometre uzağa gitmeye gerek yok, 250 kilometra aşağıdaki israil'e de saldırmıyor."

    şeklinde boyut katılabilecek tespit.

  • berat albayrak'ın maillerinin sızdırılması

    fon

    http://baranbaa.blogspot.com.tr/…istana-petrol.html sayfasından alıntıdır.

    ***

    1* her şey kasım 2012'de başladı. türkiye petrol anonim ortaklığı'na ait bir kuruluş olan turkish petroleum ınternational company (tpic) bakanlar kurulu kararı ile botaş'a devredildi.

    2* tpic'in tpao'dan ayrılıp botaş'a devredilmesinin önemli sebepleri vardı. tpao türkiye genelinde petrol faaliyetlerinde tekel hakkına sahipti ve ele geçirilmesi zor bir kurumdu. hatta tpic'in yöneticilerinin tpao tarafından atanması gerekiyordu. fakat son zamanlarda yöneticileri bakanlar kurulu atamıştı. devir işlemi ocak 2013'te tamamlandı. tpic artık yönetimine daha kolay nüfuz edilebilen botaş'a aitti.

    3* türkiye kasım 2012'de tpic'i tpao'dan ayırıp botaş'a devretme kararı aldığında kuzey ırak'ta da sıcak saatler yaşanıyordu. ırak anayasası'na göre elde edilen petrol gelirlerinin bir kısmını kürt yönetimine vermesi gerekirken bağdat merkezi hükümeti bunu yapmamıştı. kürt yönetimi de rest olarak, kendi petrolünü kendi satarak gelir edeceğini açıkladı.

    4* aralık 2012'de enerji bakanı taner yıldız'ın bağdat'a giden uçağı geri döndürüldü. herkes şaşkındı ama nedeni belliydi. türkiye kürt yönetiminden yanaydı ve bağdat hükümeti tepkisini ortaya koymuştu. peki türkiye'nin bu kavgada kürt yönetiminden yana olmasıyla tpic'in botaş'a devredilmesi arasında ne bağlantı var?

    5* çok basit. türkiye, bağdat'a rest çeken kürt yönetiminin üretip satacağı petrolü çıkarmak, taşımak ve pay almak niyetindeydi. bu proje tpic üzerinden yürüyecekti çünkü tpao'nun bağdat hükümeti ile mevcut antlaşmaları bulunuyordu. tpao bağdat'a rağmen kuzey ırak'a girerse, kara listeye alınabilir ve anlaşmaları iptal etmek için bağdat'a haklı sebep sunabilirdi.

    6* bu arada, belirtmekte fayda var: kürt bölgesinde faaliyet güden başka türk şirketleri de var. bunlardan biri mehmet emin karamehmet'in sahip olduğu genel energy şirketi. şirket rothschild'lerin ortak olduğu başka bir şirketle beraber çalışıyor. ırak'ın kuzeyindeki taq taq bölgesindeki petrol sahasında 2001 yılından bu yana faaliyet güdüyor.

    7* 2013 yılına girildiğinde türkiye ile kürt yönetimi arasında yapılan anlaşma meydana çıkıyor. genel energy'nin yöneticisi tony harward 17 ocak 2013'te türkiye ile kuzey ırak arasında devletten devlete bir anlaşma yapıldığını açıklıyordu. genel energy'nin bu anlaşmadan rahatsız olduğu açıktı. zira türk-ingiliz ortak şirketi genel energy kuzey ırak petrolü için görüşmeleri bağdat ile yapıyordu. türkiye devletinin kuzey ırak yönetimi ile anlaşması, onların işini baltalıyordu. aynı şekilde kuzey ırak yönetimi de genel energy'nin bağdat hükümeti ile görüşmelerini eleştiriyordu.

    8* şubat 2013'te chp milletvekili aytun çıray konuyu gündeme taşıdı. türkiye'nin bağdat'ın onayı olmadan kuzey ırak'la görüştüğünü, petrol anlaşması yaptığını hatta üretilen petrolü taşımaya başladığını, taşıma işlemini de powertrans isimli bir şirketin yaptığını açıkladı.

    9* powertrans şirketi 2011'de kuruluyor. kurucu iki ortaktan biri a. m. öteki de singapur merkezli grand fortune ventures şirketi. aynı yıl a. m. hisselerini öteki ortağa devrediyor. yine aynı yıl şirkete kuzey ırak'ta üretilen petrolleri taşıma izni veriliyor. böylece şirket kâr etmeye başlıyor. 2012 yılında şirketin sermayesi 50 bin tl’den 10 milyon tl’ye çıkarılıyor. 14 haziran 2012 tarihinde ise şirketin genel müdürlüğüne a. ş. g., mali işler müdürlüğüne ise ş. a. atanıyor. şirkete müdür olarak atanan a. ş. g. tpic'in eski bir yöneticisi. aynı zamanda geçmişte erdoğan'ın damadının şirketinin petrol ticaret koordinatörlüğü’nü yürüttü. burada duralım ve 2013 yılına geri dönelim.

    10* mart 2013'te abd dış işleri bakanı john kerry mesut barzani'yi aradı ve bağdat'ın izni olmadan kimseyle petrol anlaşması yapmamasını istedi. abd'ye göre kuzey ırak kendi petrolünü satarsa ve gelirini bağdat'a vermezse bağdat ekonomik açıdan sıkıntı yaşar ve iran'a daha da bağımlı olurdu. fakat abd'nin bu tutumu türkiye ile yapılan anlaşmaya zarar verecekti.

    11* 11 mayıs 2013'te reyhanlı'da büyük bir bomba patladı. 52 kişi öldü. erdoğan abd'ye ziyarete gidecekti. herkes vazgeçip geçmeyeceğini merak ediyordu. o vazgeçmedi.

    12* 14 mayıs 2013'te abd'ye gitmeye hazırlanan başbakan erdoğan, gitmeden önce yaptığı basın toplantısında türkiye'nin, exxon mobil ile anlaşma yapmış durumda olduğunu açıkladı. anlaşmanın detayı sorulduğunda ise "kuzey ırak yerel yönetimi ile oradaki arama çalışmalarına yönelik bir adımdır. şu anda bu adımın daha neticelerini almak için şu seyahati de hayırlısıyla atlatalım, adımlarımız ona göre olgunlaştıracağız." şeklinde cevap verdi. seyahati hayırlısıyla atlatacaktı ama sonra türkiye büyük bir çalkantı içine girecekti.

    13* erdoğan'ın açıklamaları dünya gündeminde bomba etkisi yarattı. financial times anlaşmayı "bağdat ve washington'a kulak asmayan türkiye abd'ye meydan okuyor" olarak yorumladı.

    14* ilerleyen günlerde anlaşmanın detayları ortaya çıkıyor. türkiye ile kuzey ırak yönetimi petrollerin çıkarılması, taşınması ve ihracı üzerinde anlaşıyor. anlaşma tpic üzerinden yapılıyor. böylelikte tpic'in geçen yılın sonunda neden tpao'dan ayrılıp botaş'a devredildiği anlaşılıyor. tpic'in kuzey ırak sahasında petrolü rockefeller'in şirketi exxon mobil ile ortak çıkaracağı da ortaya çıkıyor. bu anlaşma en çok da bir rothschild-türk ortaklığı olan genel energy şirketini rahatsız ediyor. bu arada, belirtmekte fayda var, söz konusu şirketin değeri üç yıl sonra şubat 2016'da 4,8 milyar dolardan 417 milyon dolara gerileyecek.

    15* türkiye'nin abd ve bağdat'ı karşısına alarak rockefeller ortaklığıyla rothschild'e rakip olarak kuzey ırak petrollerinin üretim, taşıma ve ihracı faaliyetine girişmesi öyle kolay bir iş değil. ayrıca bu ortaklıktan exxon'un da obama yönetimine karşı hareket ettiğini çıkarıyoruz. bu arada, tpic'in ortağı rockefeller'ın exxon şirketi'nin o dönemdeki ceo'su rex tillerson'un adının şu sıralar donald trump'ın dış işleri bakanlığı için geçtiğini biliyor muydunuz? şaşırmayın.

    16* erdoğan'ın açıklamalarından iki hafta sonra, 1 haziran 2013'te türkiye petrol yasasında değişikliğe gitti. tpao'nun petrol arama faaliyetlerindeki tekel yetkisi kaldırıldı. böylece yabancı şirketlerin türkiye üzerinde petrol ve doğalgaz arama faaliyetleri serbest hale geldi. acaba exxon türkiye ile kurduğu ortaklığın karşılığını mı alıyordu?

    17* askeri bölgeler, orman arazileri, türkiye karasuları... bir çok yer petrol arama ve sondaj faaliyetine açılmıştı. ne hazindir ki türkiye o günlerde gezi parkı'nda kesilen ağaçlar nedeniyle büyük kitlesel çevre eylemleriyle çalkalanıyordu. buna rağmen türkiye'nin milli kaynaklarını yabancılara açan bu ihanet kanunu asla gündeme gelmedi. ormanları dahi kapsayan sondaj çalışmalarına onay veren bu ihanet kanunu gezi parkı eylemlerinin sözcülüğü konumunda bulunan "taksim dayanışması" tarafından asla gündeme getirilmedi!

    18* burada sormak gerekir: gezi parkı eylemlerinin batı basını tarafından oldukça takip edilmesinin nedeni acaba türkiye'nin abd'ye rağmen kuzey ırak petrol sahasına yerleşmiş olması olabilir mi? ya da şöyle soralım. şayet türkiye bu petrol anlaşmasını yapmamış olsaydı ve abd "gücendirilmeseydi" batı basını gezi parkı eylemlerini bu denli gündeme taşır mıydı? batı basını 2009'da yaşanan tekel işçi eylemlerini ve polisin orantısız müdahalesini gündeme getirmiş miydi? yorum sizin. geçelim.

    19* türkiye kuzey ırak'ta petrol çıkarmak ve bu petrolleri satmak üzere anlaştıktan sonra söz konusu taşıma işlemi için yeni boru hattı inşa edildi. 2014 yılı itibariyle kürt petrolü ceyhan'a aktı ve oradan da tüm dünyaya satıldı. temmuz 2014'te yayınlanan bakanlar kurulu kararı ile powertrans'a verilmiş petrol taşıma yetkisinin yanına ihraç etme yetkisi eklendi. böylece powertans kürt petrolünü taşımak ve satmak yetkisi kazanıyordu.

    20* mart 2015'te cumhuriyet gazetesi powertrans şirketi'nin erdoğan'ın damadı berat albayrak'ın kontrolünde olduğunu iddia etti. albayrak iddiayı yalanladı. fakat aylar sonra redhack tarafından yayınlanan ve berat albayrak'a ait olduğu iddia edilen maillerde albayrak'ın şirkete yönetici atadığına ilişkin yazışmalar olduğu iddia edildi. aylar sonra albayrak kasım 2015'te enerji bakanlığı'na getirildi.

    21* iddialar gerçek midir, yalan mıdır bilinmez. bilinen şu ki türkiye hala kuzey ırak petrol sahasında etkin. ünlü exxon şirketi de bu sahada türkiye'nin ortağı olarak yer alıyor. şirketin eski ceo'sunun adı bugünlerde yeni abd başkanı'nın dış işleri bakan adayı olarak geçiyor. öte yandan wikileaks ısrarla berat albayrak'ın üzerine gidiyor ve binlerce mail ortalığa saçılıyor. berat albayrak'ın sıkı biçimde wikileaks'ın hedefinde olması, acaba geçmişte kuzey ırak'ta kaybedenlerle ilgili olabilir mi?

    22* sahibi rothschild olan the economist dergisi 2008’de assange’a yeni medya ödülü’nü verdi. rothschild ailesinden birisi julian assange’ın kefaletini ödedi. kapatılan wikileaks sitesini kapatan mahkeme kararını bozmak için wikileaks fox rothschild hukuk firmasını kullandı. assange’ın medyada yer veren the guardian ve the new york times gazetelerinin rothschild ile bağlantıları var. assange’ın avukatı aynı zamanda rothschild’lerin de avukatı. son olarak assange'ın ünlü olur olmaz saldırdığı isviçre’nin en büyük bankası olan bank julius baer'in 1968'de açılan rothschild bank'ın en büyük rakibi olduğunu söyleme gerek var mı?

    ***
    http://www.enerjigunlugu.net/…otasa-devredildi.html
    http://www.bilgesam.org/…a-petrol-krizi-ve-turkiye/
    http://beyazgazete.com/…cagi-geri-dondu-351360.html
    http://www.milliyet.com.tr/…e-aldi-ekonomi-1547005/
    https://www.tbmm.gov.tr/…_portal.aciklama?p1=124159
    https://onedio.com/…gan-yarin-abd-ye-gidecek-110540
    http://www.hurriyet.com.tr/…ayal-kirikligi-40061911
    http://www.amerikaninsesi.com/…-ekledi/3625486.html
    http://www.habervaktim.com/…rol-kanunu-degisti.html
    http://www.resmigazete.gov.tr/…2014/07/20140704.htm
    http://www.guncelmeydan.com/…rasyonu-mu-t37782.html
    http://www.abeldanger.net/…ild-operation-swiss.html
    http://yournewswire.com/…lar-money-laundering-plot/
    https://wisethedome.wordpress.com/…child-operation/

  • 2. darbe girişimi çok yakında olacak

    yepyeni fon müzikleri: https://www.youtube.com/…pficuyahrm3edyirinfgryflyt

    kaynak

    1* alan makovsky, abd'de bulunan center for american progress adlı düşünce kuruluşundaki bir uzman. 28 şubat'ın kilit ismi çevik bir'in yakın dostu... özetle ünlü amerikan derinlerinin türkiye uzmanı... 15 temmuz'dan hafta önce türkiye'deydi. tabi, her zaman söylediğim gibi, bu tip isimlerin ziyaretleri basın tarafından es geçilir. bu isimlerin açıklamaları, ziyaretleri ve temasları çok fazla haberleştirilmez. makovsky 18 ağustos'ta bir açıklama yaptı.

    2* dedi ki, "ordu çok güçlüydü. ancak bu şimdi bitti. erdoğan, orduda taze kana ihtiyaç olduğunu açık bir şekilde belirtti. askeri okullar, milli eğitim bakanlığı’na bağlandı. aslında orduda yapılan temizlik, bir nevi 1826’da yaşanan “vaka-i hayriye’ye” benziyor. o zaman da binlerce yeniçeri öldürülerek osmanlı imparatorluğu’na karşı başlatılan ayaklanma bastırılmıştı.”

    3* vaka-i hayriyye... 1826 yılında osmanlı padişahı 2. mahmud'un bir toplu temizlik hareketiyle binlerce yeniçeri askerinin öldürülmesi olayıydı. böylece devlet sık sık isyan eden yeniçeri askerinden kurtulmuştu. yeni bir ordu kurulacak ve isyanlar dönemi sona erecekti. bu nedenle katliam "hayırlı olay" anlamına gelen "vaka-i hayriyye" olarak nitelendi. o dönemde osmanlı toprakları hala çok büyüktü. basra körfezinden tunus'a, habeşistan'dan belgrad'a kadar uzanıyordu. lakin padişah ordunun merkezini yok etmişti. en az 6 bin yeniçeri öldürülmüş, 30 bine yakını da tutuklanmıştı. işte alan makovsky 15 temmuz'u o döneme benzetiyor. bu benzetme öyle sıradan bir benzetme değil. neden mi?

    4* sadece bir yıl sonra, ekim 1827'de yunanistan civarındaki navarin limanı'na giren ingiliz, rus ve fransız donanması osmanlı donanması'nı ani bir baskınla yok etti. bir yıl sonra 1828'de rusya, yunanistan'ı bahane ederek osmanlı devleti'ne savaş açtı. osmanlı çekirdek ordusunu imha etmişti. donanması ise düşman tarafından yok edilmişti. mısır valisi kavalalı mehmet ali paşa sözünde durmayarak asker göndermekten vaz geçti. osmanlı savaşı kaybetti. ruslar edirneye girip devletin eski başkentini çiğnedi. osmanlı devleti barış yapabilmek için yunanistan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. sadece bu kadar mı?

    5* 1830 yılında fransa cezayir'i işgal etti. 1831 yılında mısır valisi kavalalı mehmet ali paşa osmanlı devleti'ne isyan etti. 2. mahmud cezayir'i savunmaktan vazgeçti ve isyancı kavalalı'nın üzerine yürümeye karar verdi ama ordusu henüz hazır değildi. mısır önce suriye'deki akka kalesini fetheti. mısır ordusunun başında kavalalı mehmet ali paşa'nın oğlu ibrahim vardı, osmanlı ordusunu ise sadrazam reşid mehmet paşa kontrol ediyordu. savaş konya ovasında gerçekleşti ve osmanlı devleti savaşı kaybetti. sadrazam esir alındı. ibrahim paşa ilerlemeye devam etti. kütahya'ya vardı. istanbul iki adım ötedeydi.

    6* bu durum rusları rahatsız etti. kavalalı'lar ilerler ve zayıf olan osmanoğlu hanedanını yok ederse, devletin yeniden toparlanma ihtimali doğabilirdi. bu nedenle ruslar güçsüzün yanında yer alma politikası uyguladı ve istanbul'a 15 bin asker gönderildi. bu durumu öğrenen ingilizler rusların osmanlı ile daha yakın ilişkiler kurmasını engellemek için mehmet ali paşa'ya baskı uyguladı. mısır denizden kuşatıldı. 1833 yılında kütahya antlaşması imzalandı. mehmet ali paşa'ya bir takım valilikler verildi.

    7* sultan mahmud antlaşmadan sonra ruslarla yakın ilişkisini sürdürdü. rus çarı'na askeri ittifak önerdi. rus çarı kabul etti. hünkar iskelesi antlaşması ile boğazlar ruslara açıldı ve ruslar da askeri destek sözü verdi. sultan mahmud rusların desteğiyle mehmet ali paşa'yı temizlemeyi düşünüyordu. fakat bu antlaşma paris ve londra'da deprem etkisi yarattı. sultan mahmud ingilizleri de tarafına çekmek için büyük tavizler vererek baltalimanı ticaret antlaşmasını 1838'de imzaladı. bu sayede mısır'ın ekonomisini çökertmeyi denedi.

    8* sultan mahmud rusya ve ingiltere ile bir takım antlaşmalar yaparak dış politika sorunlarını çözebileceğini düşünüyordu. bu sayede kavalalı isyanını da ortadan kaldırabileceğine inanmıştı. aynı zamanda aradaki sürede ordunun yenilenmesi için çalışmıştı. 1839 yılında mısır valisi mehmet ali paşa istanbul'a göndermesi gereken vergiyi göndermedi ve bağımsızlığını ilan etti. vakit gelip çatmıştı.

    9* antep'teki nizip bölgesinde karşılaşan 50 bin kişilik mısır ordusunu ibrahim paşa, 40 bin kişilik osmanlı ordusunu da hafız osman paşa idare ediyordu. aynı zamanda osmanlı ordusu'nda üç prusyalı subay savaş danışmanlığı yapıyordu. onlardan birisi ileride ünlü mareşal olacaktı. o kişi 1870 yılında paris'i işgal edecek alman ordusunun lideri, 31 yıl genelkurmay başkanlığı yapacak olan helmuth karl bernhard von moltke'ydi. hafız osman paşa kendisine güveniyordu fakat moltke şüpheliydi. nitekim savaşın başlamasından önce moltke hafız osman paşa'ya ani bir baskın tavsiyesinde bulunmuş fakat paşa reddetmişti. nitekim savaşın başlamasından kısa süre sonra da paşa'yı birecik'e çekilmesi için uyaracak fakat hafız osman paşa kendisine tavsiye veren genç subayı dikkate dahi almayacaktı. savaş kanlı geçti ve türk askeri, türk askerine hücum etti. üç saat gibi kısa bir sürede biten savaşı ibrahim paşa kazanmıştı. böylece anadolu kapıları mısır ordusuna sonuna kadar açıldı. sultan mahmud mağlubiyet haberini alamadan ölmüştü.

    10* sultan abdülmecid tahta çıkar çıkmaz osmanlı bürokrasisi karıştı. mehmet hüsrev paşa bir yolunu bulup kendini sadrazam tayin ettirince kendisine siyaseten düşmanlık eden kaptanı derya ahmet fevzi paşa donanmayı kaçırıp kavalalı mehmet ali paşa'ya teslim etti. sultan abdülmecid mağlubiyetten habersizdi ve mehmet ali paşa'yı affedip barışmayı düşünüyordu. detaylara giriyorum zira osmanlı devleti'nin ne halde olduğunu göstermek istiyorum. sultan mahmud ölmeden önce muhtemelen savaşın kazanılacağını düşünüyordu zira kendi stratejisine göre düşmanları olan ingiliz ve ruslarla anlaşmıştı, üstelik büyük tavizler vermişti. geriye sadece mısır ordusunu yenmek kalıyordu. sultan mahmud'un göremediği şey güçlü ordusu olmayan devletin politik yaptırım uygulama gücü olmadığıydı. yani politik hamleler güçlü orduyla desteklenmeli yani gerektiğinde kanla çözülmeliydi.

    11* yeniçeri ordusu, osmanlı devlet geleneğinin en kilit noktasıydı. evet, yıllardır isyan ve karmaşanın merkeziydi lakin yerine güçlü bir ordu tesis etmeden yeniçeri ordusunu ortadan kaldırmak intihar demekti. sultan mahmud intihar ettiğini göremeden ölmüştü. sultan abdülmecid ise karmaşanın tam ortasında tahta çıkmış ve çıkar çıkmaz da donanmasını kaybetmişti. zira yeniçeri ordusunun yarattığı "isyan ve karmaşa" sıkıntısının aynısı bürokraside de vardı. bu durumda tüm paşaları idam ettirme yoluna gidilmemişti. hepsinin ötesinde, osmanlı toprakları basra'dan belgrad'a, kars'tan tunus'a uzanıyordu. böylesine büyük bir coğrafya güçlü bir ordu olmadan idare edilemezdi. yeniçeri'nin imhası bu manada çözülmeyi başlattı. bir osmanlı valisi, devletin ordusunu iki kez yenmiş ve topraklarını adım adım çiğnemişti. zira, kavalalı mehmet ali paşa modern ve dinamik bir ordu kurmuştu ve bürokrasisi sağlamdı.

    12* sonra ne mi oldu? mehmet ali paşa'nın daha fazla büyümesini istemeyen ingiltere, osmanlı hükümetine bir nota vererek "sorunu biz olmadan çözmeyin" dedi. osmanlı hükümeti anında kabul etti. daha sonra londra'da bir araya gelen ingiltere, avusturya, rusya ve prusya kavalalı'nın ele geçirdiği toprakları geri iade etmesini ve karşılığında mısır valiliğinin kendi hanedadına bırakılmasını istedi. böylece mehmet ali paşa öldüğünde mısır valiliğine oğlu ibrahim paşa geçecekti. bu bir yerde mısır'ın osmanlı devlet'inden koparılmasıydı. öte yandan ordusuz kalan osmanlı devleti yaptırım gücü olmayan istikrarsız bir devlet haline gelmişti.

    13* işte, alan makovsky'nin 15 temmuz darbesi'ni benzettiği "vaka-i hayriyye" böyle bir dönemi barındırıyordu. makovsky gelişi güzel bir benzetme yapmıyor. taşı gediğine oturtuyor. türkiye darbeyi atlattı lakin ordusuz kalacak ve çözülecek demeye getiriyor. esasında işaret veriyor. yeniçerisiz kalan sultan mahmud'u çözen kavalalı mehmet ali'ydi, şimdi tsk'sız kalan erdoğan'a da bir kavalalı lazım demeye getiriyor.

    14* türkiye'nin kavalalı'sı kürt sorunudur. mesele, yeni kavalalı'nın isyan ettirilip ettirilmemesi meselesidir. türkiye devleti darbeyi atlatmıştır lakin istikrarını yakalayamamıştır. amaç türkiye'nin daha da istikrarsızlaştırılmasıdır. bakınız moody's... 2007 yılında yaşanan e-muhtıranın ardından türkiye'nin kredi notunu düşürmeyen bu ve benzeri kuruluşlar şimdilerde türkiye'nin notunu düşürüyor. üstelik darbe sonrasında ciddi bir ekonomik kırmızı alarm verilmemişken. bu durum attila ilhan'ın deyimiyle "sistemin türkiye'yi kıskaca alma girişimi"dir.

    15* öncelikli gaye türkiye'nin destabilizasyonudur yani istikrarsızlaşması. askeri anlamda darbe girişimi, suriye konusu ve pkk operasyonları türkiye'yi yoruyor. paralel yapılanma ise türkiye'nin bürokrasisini hırpalıyor. bana kalırsa 17 aralık operasyonu erken başlatıldı. böyle bir dönemde hükümete duyulan güveni sarsmak için ideal bir araç olurdu. bir de bunların ötesinde ekonomik istikrarsızlaştırma konusu var. zaten askeri operasyonların ve darbe girişiminin maliyeti milli gelirin beşte birine tekabül ediyor. mevcut mülteci sorunu ve sene başında uygulanan rus ambargosunu da hesaba katarsak, türkiye ciddi bir ekonomik efor sarfetti. buna rağmen sağlam bir kırılma yaşamadı.

    16* konu konuyu açıyor ama girmekte fayda var. 2001'de ahmet necdet sezer ecevit'e anayasa kitapçığı fırlattığında yükselen dolar şimdi neden yükselmiyor? bunu sormak lazım. cevabı ayrı bir yazı konusu ama kısaca özetlemek gerekirse, "vur-kaç kapitalizmi" diyebiliriz. bu yöntem daha önce malezya ve türkiye'de denendi. muhtemeldir ki, brezilya'da denenebilir. nedir bu yöntem? kısaca izah edelim.

    17* vur-kaç kapitalizminin piyasayı vurabilmesi için devletin piyasaya müdahale yeteneğinin kısıtlanması gerekir. devlet yani merkez bankası bir kriz esnasında piyasaya dolar vererek fiyatları düşürebilir. böylece vur-kaç kapitalizminin başarı şansı söner. lakin ya merkez bankası'nın rezervi biterse? işte 1999 ve 2001'de olan budur. 1990'lı yıllar boyunca merkez bankasının rezerv biriktirmesi engellendi. kit dediğimiz devlet kurumları daima yolsuzluklarla açık verdi. açık veren kit'ler borçlandı. borcunu ödeyemeyince de merkez bankası devreye girdi. böylece merkez bankasının rezerv biriktirme kaabiliyeti azaldı.

    18* bu dönemde piyasaya yabancılar tarafından makul ölçüde yatırım geldi. piyasa canlı tutuldu. böylece vatandaş yatırıma çekildi. bankalara paralar yatırıldı. işte vurgun burada gerçekleşti. bankalardaki paralar hortumlanınca devlet güvencesi devreye girdi. zira bankalarda devlet güvencesi bulunuyordu. hortumlanan paraları devlet telafi edince merkez bankası rezervleri iyice azaldı. bu miktar 2001 yılında 25 milyar doların altındaydı. özetle, merkez bankası rezervleri minimize olunca, vur-kaç kapitalizmi için ideal ortam oluştu. yabancı yatırımcılar paralarını aniden çekince piyasalar şok etkisi yaşadı. ortada dolar kalmadı. yatırımlar durdu. devlet kısıtlı imkanlarla yine merkez bankası rezervlerini piyasaya enjekte etti. 2000 yılında, yatırımcı tekrar ülkeye geldi. yalancı bir bahar yaşandı. ve 2001 yılında asıl vurgun yapıldı.

    19* esnafın yazar kaza fırlatması, sezer'in ecevit'e anayasa fırlatması veya bahçeli'nin hapşırması... hepsi önemsiz. zira ekonomi krize uygun hale getirilmişti. sadece yabancı yatırımcının vurup kaçması gerekiyordu. sezer kitabı fırlattı ve yabancı yatırımcı vurup kaçtı. bahçeli grip olduğunda da kaçabilirdi. lakin o zaman hükümete duyulan güven çökmezdi. yatırımcı, siyasal bir krizle beraber kaçınca, bu sayede hükümetin prestiji bitecekti. nitekim 2002 seçimlerinde hükümetin hiç bir üyesi meclise girememişti. sonrası malum. aşırı borçlu bir devlet. rezervi olmayan bir merkez bankası. durmuş bir piyasa... yani istikrarsız bir ekonomi.

    20* nasıl ki savaşı kaybeden sultan mahmud taviz verdiyse, ekonomisi çöken türkiye de taviz verdi. önce kemal derviş, ardından imf ve son olarak george soros. bir prens edasıyla ülkeye geldi, mecliste belirdi ve etrafını saran milletvekili ile gazetecilere emin bir ifadeyle türkiye'yi kurtarmak için yatırımlarını getireceğini söyledi. ve ekledi, "ama önce şu kürt meselesini çözmelisiniz."

    21* avrupa birliği türkiye'nin önüne yüzlerce yasa koydu ve türkiye bu yasaları jet hızıyla sadece bir kaç ayda çıkardı. yasalar çıkınca, imf kredi vermeye ikna oldu ve türkiye ekonomisini tamir etmeye başladı. peki o yasalarda ne yazıyordu? ayrı bir yazı konusu ama özetle, devlet baba gitti, faiz lobisi geldi.

    22* akıllara şöyle bir soru gelebilir. peki neden türkiye bugün aynı senaryoyu yaşamıyor? temel nedeni merkez bankası rezervinin güçlü oluşudur. 2015 yılı itibariyle 110 milyar dolar olan rezerv pkk operasyonları ve rus ambargosuna rağmen 95 milyar doların altını görmedi. mevcut durumda yeniden 100 milyar dolar civrında seyrediyor. ikincil neden ise yabancı yatırımcı türkiye'yi terk etse bile, alternatif yatırımlar bulunabiliyor. veya daha karanlık yöntemler... kaynağı belirsiz para girişi gibi...

    23* kayıt dışı sermaye yahut kaynağı belirsiz para girişi, alışık olmayan yöntemle piyasaya giren parayı ifade ediyor. paranın nasıl kazanıldığı ve kim tarafından piyasaya sokulduğu bilinmiyor. imf türkiye'den defalarca kayıt dışı sermaye girişini engelleyecek bir yasa yapmasını istedi ama hükümet ciddi bir adım atmadı. özellikle 2014 yılından itibaren kayıt dışı sermaye rekora koştu. peki kayıt dışı sermaye neden yükselişte? basit. yabancı yatırımcı türkiye'yi terkettikçe yahut türkiye'ye gelmemeye başladıkça biri veya birileri piyasadaki yabancı sermaye açığını kapatmak için türkiye'ye sermayeyi kaynağını gizleyerek getiriyor. peki kaynak neden gizleniyor? çünkü para muhtemelen yine türkiye kaynaklı olduğu için. yani türkiye'deki para öncelikle üçüncü dünya ülkelerinden birine transfer ediliyor. bu tip ülkeler paranın nereden geldiğini, kime ait olduğunu, nasıl kazanıldığını sorgulamıyor. para, bu ülkelerdeki bankalardan birine giriş yaptığı an legalleşiyor. böylece o bankadan tekrar türkiye'ye transfer ediliyor. tabi, türkiye'de paranın kimden ve nereden geldiğini sorgulamıyor ve böylece kayıt dışı sermaye ülkeye giriş yapıyor. bu sebeple piyasadaki dolar sıkıntısı aşılıyor ve türkiye'ye yabancı sermaye girişinin olduğu yönünde olumlu bir algı yaratılıyor.

    24* 2016 yılının ilk üç ayında kayıt dışı sermaye miktarı 3 milyar dolara yaklaştı. bu bakımdan 2014 rakamları da neredeyse ikiye katlandı. bu durum bize şunu ifade ediyor. türkiye'ye yabancı yatırımcı gelmiyor. dolayısıyla kayıt dışı sermaye ihtiyacı doğuyor. türkiye'de ihtiyacı şimdilik karşılayabiliyor. yani ekonomik kıskaç şimdilik yeterince işe yaramıyor.

    25* türkiye askeri açıdan pkk terörü, suriye sorunu ve darbe girişimi ile sarsıldı demiştik. fetö ise türkiye'yi bürokratik alandan sarstı. işin ekonomi kısmı da yukarıda anlatıldığı gibi. kuşatma dört bir yandan. mevcut durumda türkiye'nin ekonomik durumu çökmüş değil, ama güçlü de değil. ilerleyen günlerde daha fazla sermaye çıkışı yaşanacaktır. şimdilik ekonomi bahsini burada kapatabiliriz.

    26* türkiye'nin kavalalı'sı kürt sorunu demiştik. oradan devam edelim. mevcut durumda batı akp'yi sorunlu iktidar olarak görüyor ve kurtulmak istiyor. bunun için türkiye'yi yormaktan çekinmiyor. işte meselenin o kısmı bizi alakadar ediyor. 17 aralık türkiye'yi yormadan erdoğan'dan kurtulma girişimiydi. haklıydı veya haksızdı, batı için önemsiz. işe yaramayınca cephe türkiye toplumunu içine alacak biçimde genişledi. erdoğan'a dış basında yapılan hakaretin haddi hesabı yok. itibarı sıfırlanmış durumda. ama yetmiyor. bu nedenle türkiye'nin de istikrarsızlaşması gerekiyor.

    27* ekonomi kısmen hırpalanıyor, türk ordusu üç yandan kuşatılmış vaziyette, bürokrasi ve yargıdaki problemler bitmiyor. ama buna rağmen ordu, suriye'ye girip terörle mücadele edebiliyor. pkk operasyonları olağan hızıyla sürüyor. pkk operasyonları ve fırat kalkanı planı, bir huruç hareketidir. huruç, kuşatılan ordunun kuşatma güçlerine karşı yaptığı ani saldırıdır. türkiye, pkk'yı ve suriye sorununu çözerek yüklerinden kurtulmak istiyor. aksi halde daha çok bomba, daha çok şehit ve daha çok istikrarsızlık türkiye'yi saracak.

    28* mevzunun bam teline geliyoruz. vites nasıl artar? vites kavalalı'yla artar. yani isyanla... o yüzden yeni kavalalı peydahlanmadan önce, türkiye'ye "vaka-i hayriyye"yi yaşattılar. alan makovsky bunu ifade ediyor. yeniçeri 15 temmuz'la imha edildi, sıra kavalalı'da demeye getiriyor. türk ordusu da huruç hareketiyle suriye'ye giriyor ve ölmediğini gösteriyor. kim haklı, onu kavalalı isyanıyla göreceğiz.

    29* önceki yazıda ekim söylentisinden bahsettim. söylentilere göre ekimde ciddi sıkıntılar doğacak. belki yeni bir darbe yahut kaos... iç savaş diyen de var... herkes ekim diyor, ben kavalalı diyorum. onların ekim dediği, kaos dediği, güneydoğu isyanından başka bir şey değil. darbe gecesi türkiye toplumunun memleketini koruduğunu görenler, memleketi koruyan toplumu hedef almak istiyor. hedef erdoğan değil, hedef akp değil, hedef parti değil, hedef çıkarlar, para, siyaset, kadrolaşma değil. hedef nizip'te kavalalının 50 bin kişilik türk ordusunu, osmanlının 40 bin kişilik türk ordusuna vurmaktır. mesele, toplum birbirini vuracak mı, yoksa oyunu bozacak mı meselesidir.

    30* kürt toplumunu hedef alan bir çok eylem, suikast ve devamında halkı yönetim aleyhine sokağa döken bir provokasyon... ardından istanbul, izmir ve ankara gibi bölgelerde kürtlerin yaşadığı mahalle ve semtlere toplu saldırı, kripto fetöcülerin kaçırdığı bir kaç f16 uçağının güneydoğu şehirlerini gelişigüzel bombalaması ve uluslararası basında türkiye'nin kürt halkını katlettiği yönünde çıkan haberler... aklınıza hangisi geliyorsa...

    31* güneydoğuda patlak veren hadise üzerine fırat kalkanı operasyonunu iptal edilerek ordunun güneydoğuyu abluka altına alması ve suriye'de ypg'nin hızlı ilerleyişi... akabinde pkk ile birlikte ypg'nin türk ordusuna yönelik ağır silahlarla saldırıları... tahrik edilen türk ordusunun orantısız eylemleri ve türkiye'nin yeniden uluslararası camiada katliamcı konumuna düşmesi... sokağa dökülen kürt halkının yanına teröristlerin sızması ve deyim yerinde cinnet haliyle göstericilerin bertaraf edilmesi için orantısız müdahaleler... hdp'li yöneticilerin "katil devleti durdurun" mesajları ile birleşmiş milletlerin toplanıp sorunu çözmek için çaba göstermesi... ingiliz hükümetinin "kavalalı meselesini biz olmadan çözmeyin" notası gibi, güneydoğu isyanı için uluslararası müdahale çağrısı...

    32* sadece bölgesel isyan değil, aynı zamanda siyasi suikastler, her gün şehirlerin karışması ve saldırılar... kürtler katlediliyor diye türkleri hedef alan intikam eylemleri, toplumun bölünmesi ve çatışma pozisyonuna geçmesi... neticesinde tam bir iç savaş ortamı ve hükümetin iş yapamaz hale gelmesi... korkak olan yöneticilerin ülke dışına kaçması, uluslararı mahkemeler, yargılar... ve tabi ki, bölünme... sadece güneydoğuda değil, kıbrıs'ta da... on bin ingiliz piyadesinin kıbrıs bölgesinde mevzilendiği ve darbe günü istanbul'a çıkarma yapacağı yönündeki iddialar çarpıtma. gerçek, olası bir kaos ortamında 1974'te kıbrıs'a giren türkiye'nin adadan kovulmasıdır. zira böyle bir halde türkiye'nin kıbrıs'ı savunacak gücü olmayacaktır. ingiltere, kıbrıs sorununda garantör devlettir ve kaybolan devlet otoristesinin yarattığı imkanla işgali kendine hak görecektir.

    33* ortaçağda savaşlardan hemen önce iki savaşçı ortaya çıkar ve düello yapılırdı. böylece büyük kayıplar vermeden sorun çözülürdü. 15 temmuz savaş öncesi düelloydu, düello kaybedildi ve artık meseleyi kansız çözme ihtimali kalmadı. abd başkan yardımcısı joe biden türkiye ziyareti esnasında "amerika birleşik devletleri türkiye halkının yanındadır." dedi. basın "türkiye'nin yanındadır" diye haber yaptı. oysa ki cümle açık. abd hükümetin yanında olmadığını beyan etmiştir.

    34* son günlerde çeşitli duyumlar var. en popüleri, ingilizlerin kürt aşiretlerinin borcunu ödediği yönündeki duyum... şurası muhakkak ki, amaç güneydoğu isyanıdır, bu ekim de olabilir kasım da, aralık da, çok sonra da. ama mevcut plan budur. plan iptal de olabilir, başarılı da başarısız da. bunun için her türlü girişim yapılabilir. hatta daha fazlası bile... hala batı'nın türkiye konusunda gözünü kararttığına inanmayanlar olabilir.

    35* 15 eylül 2016'da abd kongresi’nde türkiye konulu oturum düzenlendi. abd kongresi türkiye'deki tbmm gibidir. yani yasamayı temsil eder. oturuma senatörler dışında bazı uzmanlar da katıldı. alan makovsky de orada. başka bir isim daha var, fetö'cü olduğu iddia edilen eski emniyet amiri ahmet yayla. özetle erdoğan'ın iyice tiranlaştığı, darbeyi cadı avı için kullandığı ifade ediliyor. megolamanyak ve tiran ifadeleri açıkça söyleniyor. ve cemaat için cesur örgüt deniyor. cemaat erdoğan'ın yolsuzluklarını ortaya dökme cesaretini gösterdiği için durumun bu noktaya geldiği ifade ediliyor. türkiye batı ile bağlarını keserse bu türk halkı için felaket olur deniyor. devlet, hükümet, siyaset için değil... halk için felaket olur... sonuç olarak türkiye'nin demokratik olmadığı ifade ediliyor. sözcü gazetesi haberinden bahsetmiyoruz, içinde abd'li vekillerin bulunduğu bir meclis oturumundan bahsediyoruz.

    36* ve son olarak. geçen büyük bir toplantı gerçekleşti. erdoğan new york’ta konakladığı peninsula oteli’ne bazı isimleri davet etti. ne isimler... ünlü yatırımcı michael bloomberg, james rotschild, henry kissinger, ünlü warburg şirketler ceo'su chip kaye, yahudi ulusal güvenlik meselesi enstitüsü başkanı michael makovsky ve avrasya yahudilerini destekleme ulusal koalisyonu yönetim kurulu başkanı daniel rubin ve dahası... yani akp'li basının "siyonist, kan emici, üst akıl, türkiye'yi bölmek isteyen güç" dediği kesim... bu lafları çok sık kullanan yiğit bulut da oradaymış ama "sizi gidi kan emici vampirler, pis ellerinizi çekin ülkemizden" diye masanın üzerine çıkıp parmak sallamamış. usul usul oturmuş. işin şakası. uzun bir toplantı oldu ama detaya dair pek bilgi yok. bilinen şey, erdoğan yatırımcıları türkiye'ye davet etmiş. yani son bir el uzatmış, son bir barış aranmış.

    37* erdoğan'ın ömrünün geri kalanında bu isimlerin hiç biriyle bir daha bir araya gelemeyeceğini düşünüyorum. soranlar olabilir... madem türkiye'yi bölmek istiyorlar, neden erdoğan'la görüşüyorlar? diye... o masada bulunan adamlardan biri henry kissinger... modern tarih diplomasisinin en büyük isimlerinden. diplomasi köprüden önceki son çıkıştır.. epik bir benzetmeyle, savaştan önce hükümdarların birbiriyle görüştüğü o kısa ritüel diyebiliriz. görüşme öyle basit isimlerden oluşmuyor. ama görüşmenin gerçekleşmesi, türkiye'deki hadiselerin kökten çözüleceği gibi abartılı bir mesaj da vermez. etkilerini görmek gerekir.

    38* ilk olarak erdoğan dönüş yolunda açıkladı: "musul ve rakka operasyonlarını" abd ile birlikte yapacağız. türkiye ve abd havadan saldıracak. kara gücü ise hala muğlak. abd ygp'yi türkiye ise öso'yu diretmiş. türkiye halep'i, abd rakka'yı istiyordu. görünüşe göre abd'nin isteği gerçekleşmiş. artık mesele basit bir hal aldı. görüşmeler yapıldı. zarlar atıldı.

    39* kanuni sultan süleyman 1529'da avusturya seferine çıkıp budin'i fethetti. fakat ilerleyip viyana'ya düşmanın kalbine yürüdü. başta viyana'nın fethi hesapta yoktu. zira ağır toplar budin'de bırakıldı. aylardan eylüldü, yani mevsim kışa evriliyordu. zaman müsait değildi. ama süleyman yürüdü ve viyana'ya kuşattı. bir ay geçtikten sonra, ekim ayında kuşatmayı kaldırıp geri döndü. avusturya'yı uyarmıştı. süleyman viyana'yı fethetmekte inat etseydi, edebilirdi. kayıplar ağır olurdu ama viyana düşerdi. ama inat etmedi. çekildi. şimdi bakıp göreceğiz, batı kavalalı isyanı için inat edecek mi, yoksa vitesi düşürüp çekilecek mi.

    40* kasım ayında abd seçimleri var. adettendir. yeni başkan seçildiğinde tüm kurumlar, özellikle cia ve bağlantıları başkanın önüne yığınla rapor sunar. bu raporların arasında türkiye ve ortadoğunun durumunu, hedefleri ve sonuçları anlatanlar da olacaktır. ekim'i mühim kılan bu. seçimden önce rapor hazırlanmış olmalı. fakat erdoğan'ın son toplantısı ve etkilerini görmeden konuşmak pek mümkün değil. özetle, kavalalı raporu hazır, kullanacaklar mı yoksa viyana kuşatmasını kaldıracaklar mı, bu onların meselesi. kuşatma sürecek olursa, toplum... bölünecek mi, bir arada kalacak mı işte bu da bizim meselemiz.

  • hüseyin gülerce

    ne zaman tv'de dolansam rastladığım şahıs. arada youtube'a dolanırken de rastlıyorum. gülen'le ilgili hep absürd bir hikaye, anı vs... ilgi çekici olanları açıp izlediğim de oldu. toplasan yarım saati aşkın bir süre dinlemişimdir bu adamın anlattıklarını. bu adam ne zaman gözüme görünse, aklıma bazı şeyler gelir, içimden bir şeyler geçer. anlatayım.

    gülerce aslında toplumumuzun ve şuan yaşanan cemaat trajedisinin en net örneği. bakın açık söylüyorum, tüm cemaatçi tip ve cemaate yakın durmuş insan türlerini damıtıp bir suret haline soksak bu adamın sureti çıkar. kendisi özettir.

    niye peki? ya da nasıl?

    bakın bu adamın anlattığı anılardan birinde, gazeteye müdür olduğu zamandan bahseder. gülen'i ziyarete gitmiş ve gülen de o sırada birini dövüyormuş. tabi bunu görünce kafasındaki hocaefendi imajına hiç uymayan manzara karşısında şaşırmış. ama bir de ne görsün, dövülen evli barklı şahıs da "hocaefendinin dövdüğü tek adam benim" deyu havasını atarmış. daha müdürlüğünün ilk zamanlarında bile böyle hadiselerle karşılaşırmış. falan filan...

    böyle bir çok cemaatçiden laflar dinlersiniz. geçen ahsen tv'ye mail atıp telefonla bağlanarak bildiklerini anlatan bir cemaatçi yayını izledim. işi gücü bırakıp bir saat boyunca izledim. adam bir çok şey anlattı. şaşırdım mı? hayır. ama eleman daha 1996'dan bu yana, türlü haksızlıklar görmüş. şüphe çeken garip olayların haddi hesabı yokmuş.

    tepkiler hep aynı. bizim mahallede oturan dayı bile, şike zamanında stv'ye ve gülen'e azıcık laf attığı için müşteri kaybetmişti. şimdi o alışverişi kesen cemaatçi müşterilere gidip sor, "abi ben zaten eskiden beri gülen'den şüphelenirdim, bu adam abd'de kaldığı için hep şüphelenirdim." diyor.

    bir de bunların "zaten bu adam değil miydi erbakan için bırakın diyen" şeklinde konuşan cinsleri vardır. yani gülen'in 1998'de ettiği lafı bugün eleştiriyor. ama aradaki 15 sene?

    zaten sorun da burada. o yüzden diyorum ya, bu tiplerin hepsini al, yoğur, tipi gülerce olur. gülerce hepsinin özetidir. peki nedir bu özet?

    şöyle sorayım ya da... kardeşim, 1996'dan beri olan olayları görüyorsunuz madem, polisli sınavının sorularını başkalarına verirken görüyorsunuz madem, evli barklı adamları döverken görüyorsunuz madem, adam abd'de yaşıyor diye şüphe ediyorsunuz madem... madem, madem, madem... niye 2013'e kadar sarsılmaz bir bağla bağlı kaldınız?

    hüseyin gülerce gülen'in yakınına kadar ulaşmış bir insansa, niye tüm gördüklerine rağmen senelerce gülen'e hizmet etti? bak beyim, kocaman adamsın, emrinde bir sürü müridin var, paran var, polis teşkilatın var, bir sürü gücün var... deyip yaşar usta misali kaldırıp masanın üstün vurmadı? vuramadı?

    öyle ya, siz zaten her türlü pisliği ve yanlışlığı görmüş insanlarınız neden adamların hükümeti düşürmeye teşebbüs edeceği vakte kadar hizmete devam ettiniz? bırakmadınız? haramın ve günahın yanında bulundunuz? niye?

    kandırılan adam, kandırıldığını anladığı an gülen'den uzaklaşan adamdır. ama sen 1996'da gördüm diyorsun? o zaman kandırıldığını anlamadın mı?

    bu serzeniş uzar gider. işin aslına dönelim. gülerce ve onun sıfatına oluşan özete dahil tüm cemaatçi tip ve türler, aslında gülen'in ne tür biri olduğunu az çok biliyordu. yani bu adamların "abi ben zaten şüpheleniyordum" demeleri doğru. yalan değil. hakkaten şüpheleniyor ve bir takım yanlışları görüyordu. sorun burada değil. sorun, bu yanlışlara rağmen gülen'in yanında durabilecek denli düşük karakterli olmalarıdır.

    yani bu insanlar, gülen'in adam döven, yakınlarını dinleten, yalan söyleyen ve diğer her türlü pislik yanını görmelerine rağmen onu terk etmeyerek aslında bu pisliğe ortak olmuştur. ve günü geldiğinde "gülen'e" hizmet etmeyi terk etmişlerdir. niye? çünkü gülen'in pisliklerine tahammül demek hükümetle papaz olmak demekti.

    yani gülen'in pisliklerine tahammül etmeyi kaldıran karakterleri vardı ama hükümetle ters düşüp menfaatlerini kaybetme cesaretleri yoktu. zira, hizmete adanmış bir yüreğe değil, menfaatlere sahiplerdi.

    ned stark abimizin de söylediği gibi, "ona hizmet etmek güvenliyken ettiler" hem de tüm pisliklerine rağmen. ama ne zaman ki hükümetle çakıştı, işte o zaman daha az tehlikeli olan tarafa geçtiler, yani hükümetin yanına.

    tabi bazı çakallar bu kavgadan hükümetin zararlı çıkacağını düşünerek hükümete cephe aldı. işte o çakallar bugün teker teker hapsi boyluyorlar. çünkü kumarı kaybettiler.

    şimdi gülen'in tüm pisliklerine rağmen yanında olan karakter yoksunları, hükümetin yanındalar. tabi, bizzat hükümette de böyleleri vardı ama kafa karışıklığı yaratmamak adına o kısma girmiyorum.

    bir de bu adamların sık kullandığı bir yalan vardır: biz bunların islama hizmet ettiğini düşünüyorduk. tam bir kuyruklu yalan. kardeş, sınav sorularını çalıp kul hakkına giren adamın islama hizmet ettiğini düşünmek nedir? islama hizmet ettiğini düşünmüyordunuz. cebinize para giriyordu, makam mevki sahibi oluyordunuz ve bu nedenle tüm yanlışlara göz yumup kendinize "islama hizmet ediyoruz" yalanını söylüyordunuz.

    işte, ne zaman hüseyin gülerce'yi görsem aklıma hep istemsizce bunlar gelir. ha, hüseyin gülerce böyle biridir diye mi söylüyorum. haaayır, hüseyin gülerce hiç böyle biri olur mu? sadece benim içimden böyle şeyler geçiyor. tövbe bismillah.

  • devletteki ikinci büyük cemaat

    açık konuşalım. dünya üzerindeki en entelektüel ve en modern islam cemaati gülen cemaatiydi. dünyayı bilen, açık fikirli ve eğitimli insanlardan oluşuyorlardı. buna rağmen adamların kurduğu kumpas, attıkları iftira ve yarattığı tahribat ortada.

    demek istediğim, gülen cemaati gibi modern oluşum bile böyleyse, daha softa daha gerici cemaatlerin türkiye üzerinde bırakacağı lekeyi siz düşünün.

    bunlar en soft ve en insancıl olandı.

  • atatürk'e hey diye seslenmek

    dönemin iç işleri bakanı şükrü kaya anlatıyor.

    atatürk’e hakaretten sanık bir köylü hakkında soruşturma yapılıyordu. durumu atatürk’e arz ettiler:
    -“mahkemeye veriyoruz, size küfür etmiş.”
    atatürk sordu:
    -“ben ne yapmışım ona?” dosyayı inceleyenler açıkladılar:
    -“gazete kâğıdı ile sardığı sigarayı yakarken kâğıt tutuşmuş da ondan.” bunu söyleyen milletvekiline atatürk sorar:
    -“siz hiç gazete kâğıdı ile sigara içtiniz mi?”
    -“ hayır...”
    -“ben trablus’tayken içmiştim, bilirim. pek berbat şeydi. köylü bana az küfür etmiş. siz bunun için mahkemeye vereceğinize, ona insan gibi sigara içmeyi sağlayınız!”

    ***

    atatürk kendisine hey diye seslenenleri derdest ettirecek bir diktatör olmadığından abes olmayan ifadedir.

  • 27 temmuz 2016 davutoğlu açıklamaları

    rus uçağının düşürülmesi konusunda "o an için emir vermem mümkün değildi" demiş eski başbakandır. kaynak

    aynı zamanda bu konuyla ilgili art niyetli yaklaşımlar varmış. bak bak.

    türkiye rus devletinin uçağını düşürmüş. bin bir planın olduğu ortadoğu coğrafyası karma karışık. bu uçak niye düştü, şimdi neler olacak, buradan zarar görür müyüz, devletimizin durumu ne olur diye düşünecek yerde "ben düşürdüm ben ben ben" diye ortaya atılıp takdir toplayan adamı izliyoruz.

    sözüm ona bu adam bayırbucak türkmenleri için rus uçağını düşürmüştü. türkmenler için, millet için yapmıştı. şimdi "emir mi, ne emri, emir ne arar la bazarda" triplerine giriyor.

    devletini, milletini düşünüp yahu uçak niye düştü diye iki saniye düşünmeden pay kapmak için erdoğan'dan daha hızlı hareket edip "emri ben verdim" demenin derdinde bir insan, ne diyelim.

    bir de "emri ben verdim" lafını dile getirip kendisini eleştirenlere de art niyetli diyor. milletin aklıyla dalga geçiyor. bu ne bu?

  • öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    1* totem mi dersiniz yoksa ertesi günün tatil olması sebebiyle mi yahut cuma gününün mübarek olmasından mı kaynakandı dersiniz bilinmez. ama 27 mayıs 1960, 12 mart 1971, 12 eylül 1980, 28 şubat 1997, 27 nisan 2007 ve 15 temmuz 2016 girişimleri daima cuma gerçekleşmiştir.

    2* darbelerin daima kötü şeyler olduğu söylenir. lakin çoğu zaman gerçekleşen darbeler destek görür. 1960'ta gerçekleşen darbeyi trt radyosunda okuyan kişi alparslan türkeş'ti. 1971 muhtırası gerçekleştiken sonra demirel istifa ederek başbakanlık görevinden ayrılıyor. o tarihlerde bir genç muhtıra veren darbecilere teşekkür mektubu yazıyor. o kişi cemil çiçek'ti.

    3* başarıya ulaşan darbeler destek bulur dedik. 1980'de de yaşandı. zerrin özer "bekliyordum çok sevindim." diyecekti. bülent ersoy "çok memnunum, enver paşa'ya teşekkürüm sonsuzdur" diyecekti. sezen aksu "zamanında ve yerinde bir karar" diyecekti. sadece onlar değil, daha bir çok ünlü evren paşa önünde saygıyla eğiliyordu.

    4* sadece ünlüler değil, bir siyasetçi de sonuna kadar destekliyordu. hatta kenan evren o siyasetçiyi özel olarak yanına çağırıp darbe hükümetiyle çalışmasını istemişti. kabul etmişti o siyasetçi ve 22 ay boyunca türlü işkencelerin yaşandığı o dönemde darbe hükümetine bakanlık yaparak hizmet vermişti. o kişi kim mi? turgut özal

    5* başka destek verenler de vardı: fethullah gülen. sızıntı dergisinde ekim 1980 tarihli "son karakol" başlıklı yazıyla darbecilere teşekkür ediyordu gülen.

    6* gülen herkesle iyi geçinmeye çalışıyordu. türkeş, çiller, demirel, hatta ecevit, ve tabiki özal. hepsinin çevresindeydi. peki bu güç nereden geilyordu?

    7* geçmişte birgün edirne'de camiiye giden gülen bir hocanın vaizini dinler, hoşuna gider. çıkışta tanışırlar. o kişi yaşar tunagür'dür. daha sonra gülen'in yanına tayini için çaba gösterip başarır. samimi arkadaş olurlar. kimdir tunagür?

    8* içişleri bakanlığı'nın 12.8. 1965 tarihli raporuyla atatürk düşmanlığı yaptığı iddia edilir. buna rağmen demirel'in partisi ap tunagür'ü, 15.12. 1965'te diyanet işleri başkan yardımcılığı'na atar. daha sonra dış işleri tarafından tunagür'ün, suudilerin petrol şirketi aramco ve rabıta örgütüyle ilişkileri belgelenir. sık sık londra'ya gittiği söylenir.

    9* turgut özal da 22 ay darbe hükümetine çalıştıktan sonra istifa edip amerika'ya gider. döndüğünde parti kurar. kenan evren'den siyaset yapmak içni izin ister, çoğu kişiyi reddeden evren özal'a izni verir.

    10* bu tip din adamlarının şirketlerle ve yurt dışı seyahatleriyle bağlantısı varsa, işler hep başka olur. bir fotoğraf vardı, tayyip erdoğan bir sakallının dizinin dibinde oturduğu: gülbeddin hikmetyar.

    11* sovyetler afganistan'ı işgal etmeye başladığında amerikalılar afgan mücahitlere yardım etmiştir bu "dinsiz" komünizm belasını engellemek için. silah, para ve sınırsız destek vermiştir. bu destek verilen kişilerden biri usame bin ladin'di. gülbeddin hikmetyar da o mücahitlerden biridir.

    12* hikmetyar 1992'de afgan direnişçilerin oluşturduğu yönetim konseyi tarafından başbakan seçilir. daha sonra ise, abd'nin sovyetler'e karşı desteklediği afgan mücahitlerinin liderliğini üstlenir. abd ile ilişkisi olmayan cihatçı islam lideri yok gibi.

    13* çok daha önce 1973'te cezaevinde tutukluyken pakistan istihbarat örgütü hikmetyar'ı kaçırır. pakistan istihbarat örgütü, suudi arabistan haberalma teşkilatı ve cia o dönem sovyet tehlikesine karşı kardeş gibi çalışır.

    14* daha da öncesinde kabil üniversitesi'nde hiktmeyar, resul sayyaf ve burhaneddin rahbani'nin içinde bulunduğu asya vakfı bu bahsettiğim cia , suudi ve pakistanlılar tarafından finanse edilir.

    15* gel zaman git zaman erdoğan'ın dizinin dibinde oturduğu hikmetyar ile abd'nin arası açılır. sonra iran'a sığınır. abd tarafından terörist ilan edilir. ve tabi 2003'te iktidar olan akp de dostu abd'nin isteği doğrultusunda hikmetyar'ı terörist ilan eder. gülen ilk değil yani.

    16* burhaneddin rabbani'den bahsetmiştik yukarıda. onun da böyle bir pozu vardı. dizinin dibinde iki kişi oturuyordu. fotoğraf 1985 ekim ayında girişim dergisinde basıldı. rabbani'nin önünde oturanlardan biri muhammet emin saraç'tı. öteki de fatih saraç. tanıdık geldi mi? alo fatih desem? fotoğrafın basıldığı dergiyi çıkartan da akp'li mehmet metiner. ne ilişkiler ne ilişkiler...

    17* o dönemler abd rakidal islamcı iran'a karşı ılımlıları destekliyordu. ılımlı islam teriminin sahibi, daniel pipes...pipes 2007'de abd'nin türkiye'de akp'yi artık desteklememesi gerektiğini açıklamıştı. aynı zamanda kürtlerin de mesut barzani etrafında toplanması gerektiğini söylemişti. kürtler önemliydi.

    18* metiner kitabında erdoğan'ı ilk nerede gördüğünü anlatıyor. 1989'da erbakan önemli bir ismi türkiye'ye ağırlamış. ev sahipliğini istanbul refah teşkilatı yapmış. yani erdoğan. ağırlanan isim de raşid el gannuşi.

    19* raşid gannuşi tunus'taki islami bir hareketin lideri. 1980'e londra'ya sürgün ediliyor. kendisini müslüman demokrat olark görüyor. yani radikal değil. humeyni gibi olmadığı için batı'nın desteğini görüyor. el kaide'ye karşı ama ab'ye karşı değil. tam bir ılımlı yani.

    20* gel zaman git zaman, batı destekli arap baharı ilk olarak tunus'ta yaşanınca hemen ülkesine dönüyor. 24 ekim 2011'de %40 oyla iktidar oluyor. ingiliz kraliyet uluslararası ilişkiler enstitüsü olan chatham house'tan ödül alıyor.

    21* chatham house ödülü demişken. bu ödülü abdullah gül de aldı. hem de kraliçe elizabeth'in elinden.

    22* chatham house'ın tarihi önemi ne? sevr anlaşmasının mimarı. yani osmanlı'yı paramparça edip sadece konya ve çevresini türklere bırakan haritayı çizen kuruluş.

    23* sevr'in mimarı chatham house kurulu gül'e madalya takmıştı. geçen yıl başka bir isim de önemli bir madalya alacaktı: hulusi akar.

    24* 27 ocak 2015 günü abd kara kuvvetleri komutanı org. raymond odierno, org. akar’a pentagonda “liyakat lejyonu” taktı.

    25* general odierno kim? 4 temmuz 2003 günü türk askerinin kafasına çuval geçirilmesini emreden general.

    26* batılılar bu tip hadiselerde isimleri çok ince seçer. seneler önce erdoğan ve gül ab anayasası taslağına roma'da imza atmıştı. arkada bir papa heykeli vardı: papa x. ınnocenzo. türk düşmanı, bir papa. tarih? 29 ekim 2004. cumhuriyetin kuruluşu...

    27* 2011'de türkiye kuzey afrika ülkesi libya'ya harekat düzenleyen nato donanmasına iki gemi gönderdi. nato donanması libya'ya saldırdı, kaddafi'yi devirdi. harekata komuta eden amiral geminin adı neydi: andrea doria...

    28* 1538'de birleşen haçlı donanması barbaros hayreddin paşa'nın komuta ettiği osmanlı donaması ile preveze'de karşılaştı. savaşı barbaros kazandı. peki haçlı donanmasının amirali kimdi: andrea doria... peki barbaros kimdi: kuzey afrika'da toprakları fetheden bir osmanlı paşası. yüreğinizde ince bir sızı oluştu değil mi?

    29* 1974'te ecevit-erbakan hükümeti kıbrıs'a asker çıkarttığında abd ile türkiye ilişkileri bozuldu. türkiye'ye ambargo uygulandı. dünya türkiye'ye ambargo uygularken bir lider türkiye'ye destek çıkmıştı: muammer kaddafi.

    alıntıdır

  • vatana ihanet

    sirkeci gümrük müdürlüğünden emekli ârif bey, bekirağa bölüğü'nde tutuklu bulunan oğlu kemâl bey'e her günkü gibi yemek götürüyordu. kadıköy'ündeki evinden çıkmış, beyazıt meydanı'na varmıştı. vakit akşam üzeriydi. birden, meydana toplanmış büyük bir kalabalık gördü. ne var, ne oluyor, diye merak etti. kalabalığın arasına sokuldu. tiplerinden, konuşmalarından, meydanı dolduranlardan çoğunun ermeni olduğu anlaşılıyordu. içlerinden birine sordu:

    - "bu kalabalık nedir, bir şey mi var?"

    - "bir adam asıldı, ona bakıyoruz'"

    bu cevabı duyan ârif bey, birdenbire irkildi ve kalabalığı yararak, önüne çıkanları ite kaka sehpaya doğru yaklaştı. sehpada sallanan, oğlu kemâl bey'in cesediydi!.. bir feryat kopararak yığıldı.

    idamda hazır bulunmak üzere beyazıt'a gelmiş olan merkez kumandanı osman şakir paşa, o tarafa doğru koştu. ârif bey'in perişân hâlini görünce sordu:

    - "kimsiniz?"

    yaşlı adamın ağzından bir inilti çıktı:

    - "babasıyım..."

    osman şakir paşa birden kıpkırmızı kesildi, titremeye başladı:

    - "emriniz?"

    - "evlâdımı bana veriniz!"

    derhal emir verildi. kemâl bey'in cesedi sehpadan indirildi. bahtsız baba hıçkırıklar içinde sarsılarak, oğlunun henüz tamamıyla soğumamış cesedine kapandı.

    teselya'nın yenişehir eşrâfından ârif bey evlâdının nâşını kadıköy'e, teyzesi ismet hanım'ın evine nakletti. ertesi gün, bütün istanbul ayaklanmıştı. özellikle yüksek tahsil gençleri cenâze evinin önünü doldurmuştu. üzerinde "türklerin büyük şehidi kemâl bey" yazılı bir çelenk getirmişlerdi. cenâze merâsimi, terör ve baskıya rağmen, çok mânâlı oldu. kadıköy itfâiye karakolu önündeki bir takım asker, cenâze geçerken, kendiliğinden selâm durdu. her adımda kalabalıklaşan cenâze alayının geçtiği sokaklardaki evlerden kadınlar hıçkırarak gözyaşları ile mâteme iştirak ettiler. tabut, gençlerin elleri üzerinde, muhteşem bir kalabalıkla kuşdili'ne, mahmut baba türbesi'ne götürüldü. kemâl bey'in oğlu adnan orada gömülüydü. artık baba-oğul, yan yana yatacaklardı.

    cenâzenin başucunda konuşanlar genç, milliyetçi öğrencilerdi. bir tıbbiyeli gencin feryâdını, arkadaşları gözyaşları içinde dinlediler:

    - "kemâl! sen, şu anda toprağa verdiğimiz bir çiçeksin. orada büyüyecek dallar o kadar dikenli olacak ki, seni bu akıbete lâyık görenlerin hepsini param parça edecektir. intikamın behemehâl alınacaktır."

    fâcia 1919 şubatında başlamıştı.

    boğazlıyan kaymakamı ve yozgat mutasarrıf vekili olan kemâl bey, ermeni tehcirinde ölümlere sebebiyet verdiği iddiası ve idam isteği ile yargılanacaktı. kemâl bey, aynı iddia ile, daha önce yozgat istinaf mahkemesinde yargılanmış ve beraat etmişti. şimdi, bu mahkemenin verdiği karar dikkate alınmıyor, yeniden divân-ı harp önüne çıkarılıyordu!..

    devir öyle bir devirdi ki, kemâl bey'i savunacak bir avukat bile bulmak zordu. fakat sadeddin ferid bey adında cesâret sâhibi bir dâvâ vekili gönüllü olarak, kemâl bey'in müdafaasını üzerine aldı.

    yozgat'ta beraat ettiğini ileri süren kemâl bey'in yeniden yargılanmasına karar veren divân-ı harb'in başkanlığını hayret paşa yapıyordu. divân-ı harp savcısı sâmi bey görüşünü kısaca anlattı:

    yüksek mahkeme heyeti, devletin ve milletin temiz alnına sürülmüş olan lekeyi ancak bir şekilde temizleyebilirdi: herkesçe bilinen fâcialara ve mezâlime sebep olanlar hakkında kaanunî gereklerin yapılmasıyla!.. yüzyıllardan beri osmanlı saltanatında refah ve saadet içinde yaşayan gayrımüslim unsurların sebep oldukları olaylar, idârî hatâlardan çok dış tesirlerden doğmuştu. dosyalardan ve yabancı basından aldığı bilgilere göre, ermeniler çok iyi hazırlanmış teşkilâtlarıyla osmanlı vilâyetlerinin en önemli ve sınır bakımından en tehlikeli bölgelerinde bir takım mühim hareketlerde bulunmuşlardı. bunun üzerine savaş hükümeti 1331 senesi mayısı'nda tehcire başvurmuş ve yanlış bir düşünceyle bu işi çocuklara ve kadınlara kadar yaygınlaştırmıştı. işte bu tedbirsizlik sebebiyle, bazı kimseler şahsî çıkarlarını düşünerek bilinen fâciaları meydana getirmişlerdi!

    boğazlıyan kaymakamı kemâl bey de, savcıya göre, bunlardan biriydi ve en şiddetli cezaya çarptırılması lâzımdı!

    ondan sonra, nereden çıktıkları bilinmeyen bir sürü şâhit, kemâl bey'in yaptıklarını bir- bir sayıp dökmeye başlamışlardı. şâhitlerin çoğu komitacıydı. başka komitacılar da, istanbul'da buldukları küçük ermeni çocuklarını dahi mahkemeye getiriyor, şâhit olarak dinletiyorlardı. mahkeme heyeti, bunların hepsini sabırla ve dikkatle dinliyordu.

    azgın bir iftira kasırgasının orta yerinde yapayalnız kalmış olan kemâl bey, kendisini uzun uzun savunmaya bile lûzum görmüyordu:

    - "hepsi yalandır," diyordu, "hepsi uydurmadır!"

    - "reis paşa, ben ne bunların dedikleri keller (şimdiki yenipazar) köyüne gittim, ne de oradan geçtim. burada vukû bulduğunu söyledikleri cinayetlerden de haberim yok. hele, parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesmek?.. rica ederim, bu vahşeti kim yapar? bu derece şen'î bir işi yapacak bir insan tasavvur edemiyorum. esâsen hiçbirini ispat edemezler. çünkü hepsi iftiradan ibârettir. benim haberim olmadan bir şey olmuşsa bilmem. fakat bana bu âna kadar bu mevzuda hiçbir şikâyetçi gelmemiştir. ilk defa burada, mahkeme huzurunda bu şikâyetlerle karşılaşıyorum." kemâl bey'in yanıldığı bir nokta vardı!.. parmaktan çıkmayan yüzüğü almak için kol kesecek kadar kimsenin alçalacağını zannetmiyordu!.. van'ın zeve köyünden kıymet başıbüyük'ün çok sonraları târihin kanlı vesikaları arasına girecek şu ifâdesini elbette ki bilmiyordu:

    - "ermeni komitacılar hâmile kadınların karnını süngü ile yırtıp çıkardıkları çocukları yine süngülerinin başında oynatıyorlardı. kadın ve kızların kollarındaki altın bilezikleri almak için çok kolay bir usul bulmuşlardı. hemen kasaturayı alıp kolu tamamen kesiyorlar, ondan sonra da bilezik veya yüzük gibi ziynet eşyalarını alıyorlardı".

    ne garip ve acı bir tecellî idi ki, bu vahşeti yapan ermeni komitacılarının yerine mâsum bir türk idârecisi aynı suçla suçlanarak yargılanıyor ve ermeni komitacılar da bu zavallının mutlaka asılması, hem de yine bir türk mahkemesi tarafından verilecek kararla asılması için tanık mevkiine oturuyorlardı.

    ve divân-ı harp savcısı soruyordu:

    - "demek ki, sizin oradan geçen muhâcir kafileleri bir taarruza uğramamışlardır."

    - "yoktur böyle bir şey... hayır, kat'iyyen haberim yok!.."

    ermeni şikâyetçilerden biri hemen atılıyordu:

    - "nasıl olur efendim? keller köyünde yüzlerce ceset bulunmuştur."

    bu sefer reis soruyordu:

    - "bakın ne diyor? bu kadar büyük vukuat olsun da mutasarrıfın, kaymakamın haberi olmasın, olur mu?"

    - "yoktur paşam... bunların var demesiyle yok olan bir şey var olmaz."

    bu sırada, mahkeme salonunu doldurmuş olan ve çoğunu ermeni komitacılarının teşkil ettiği kalabalık kahkahalarla gülmeye başlıyordu.

    nihayet dâvâ vekili sadeddin ferid bey'in müdafaasından sonra söz kemâl bey'e veriliyordu:

    - "düne kadar bir hâkimler heyeti halinde olan sizler, şu dakikada bir târih mahkemesi sıfatını almış bulunuyorsunuz."

    - "ermeniler tarafından öldürülen dindaşlarımın ve soydaşlarımın mâtemi müslümanların yüreklerini sızlattığı ve her gün gelen kara haberlerin halkı tahrik etmekten geri kalmadığı mâlûmdur. ermeniler ise rus ordularının kâh önüne geçerek, kâh arkasında kalarak, ekseriya memleketin asker kuvvetinden mahrum kalmasına güvenerek fâcialar meydana getirmekten çekinmiyorlardı. iddia edildiği gibi, yozgat vilâyeti dâhilinden sevk edilen bazı ermeni muhâcir kaafilelerine, ermenilerin müslümanlara revâ gördükleri fecaate şâhit olmuş bâzı asker kaçaklarının tecâvüzü ihtimal dâhilindedir."

    - "ancak, savaşta yenilişimizin aleyhimizde meydana getirdiği hezeyanı durdurmak maksadıyla, iddia makamının da isteği üzere, kurbanlar verilmesi bir siyâset icâbı savılıyorsa, bu kurban ben olamam. siz kurban seçmekle değil, ancak hak ve adaletle hüküm vermek vicdânî görevi taşıyan bir yüksek heyetsiniz. mutlaka kurban aranıyorsa herhalde, bütün bu işlerin tertipçisi ve idârecisi olarak benim gibi küçük bir memur bulunacak değildir."

    bu müdafaaya karşı, reis:

    - "kemâl bey", diyordu, "emin olun, mahkeme, hükmünü hiçbir hâricî hisse kapılmaksızın, sırf kanaat-i vicdâniyesine istinat ederek verecektir."

    halbuki, kemâl bey'in mutlaka asılması için fransız ve ingiliz işgâl kumandanlarının, ermeni komitacılarının ve ermeni patriği zaven'in ağır baskısı devam etmekteydi.

    bunun üzerine, divan-ı harp reisi hayret paşa, sadrazam ferid paşa ile yaptığı şiddetli bir münakaşadan sonra istifasını veriyordu. yerine de "nemrut" lâkabı ile tanınmış kürt mustafa paşa tâyin olunuyordu.

    mahkeme, artık mahkeme olmaktan çıkıyor, evvelden verilen bir emrin yerine getirilmesine memur bir heyet hâlini alıyordu.

    kemâl bey, nemrut mustafa paşaya da:

    - "ben emir aldım," diyordu, "bir memur aldığı emre itaatle mükelleftir. ben sürgün olarak kasabadan çıkarılanlara en insânî harekette bulundum. nitekim şimdi de hiçbir vicdan azâbı duymuyorum."

    nemrut mustafa, oturduğu yerden doğrularak kemâl bey'e bağırıyordu:

    - "kış kıyamette bu kadar insanı, çoluk çocuğu ile dağlara, yaylalara sürerken allah'tan hiç korkmadın mı? bir gün senden bunların sorulacağını düşünmedin mi? hem üstelik jandarmalara onları süngülemesini de emretmişsin, ne dersin?"

    - "hayır, bunu asla kabul etmem. ben kimsenin ölümü için emir vermiş bir adam değilim."

    - "on binlerce zavallıyı, kadın, çocuk demeden, bu allahın kışında soğukta, dağ başlarında yürütmek, sanki süngülemekten daha mı iyidir? üstelik, sen bir idâre âmirisin, bunları senin himâyene vermişlerdir."

    sonra sesini daha da yükselterek soruyordu:

    - "memleketimiz dâhilinde yaşayan vatandaşlar, birini diğeri üzerine sevk ederek can ve mal tecâvüzüne teşvik etmenin cezâsı nedir, bilir misin?"

    - "idamdır paşam..."

    - "kendi hükmünü kendi ağzınla verdin kemâl bey, biz de senin için bu karara varmıştık."

    jandarma kumandanı binbaşı tevfik bey'e de 15 yıl hapis cezâsı verilmişti.

    gerçekten, idam kararı önceden hazırlanmıştı bile. mahkeme sona erer ermez, hazır olan karar, tasdik edilmek üzere saray'a gönderildi. ancak padişahın bu hususta tereddüt göstermesinden kuşkulananlar vardı. bunlar dâhiliye nâzırı mehmet ali bey, adliye müsteşarı ve ingiliz muhipleri cemiyeti'nin reisi sait molla idi. bu iki adam; damad ferid paşa'yı alelacele saraya gönderdiler.

    sultan vahideddin, kararın tasdiki için şeyhülislam'dan fetva istedi. şeyhülislam mustafa sabri efendi, "kemâl bey hakkında istenilen fetva değildir. 'kazaya' aittir, benim ise kazaya yetkim yoktur" mütalâasında bulunarak fetva vermekten kaçındı. padişah ısrar edince, umumî mahiyette, "bir müslümanın, müslüman olmayan birini öldürmesi hâlinde idama cevaz verildiği, ancak bu hükmün verilmesi için, öldürülenin yaralayıcı bir âletle yaralanması ve ölmesinin, bunun üzerine mirasçılarının 'kısas' istemelerinin şart olduğunu" bildirdi. fakat, padişahı tatmin için bir not eklemeyi de ihmal etmedi. bu notta, "divan-ı harbi-yi örfî tarafından ölüme mahkûm edilen kemâl bey'in muhakemesi hak ve adalete uygun yapılmış olduğu takdirde, idam hükmünün muvafık bulunduğu," açıklanıyordu.

    bu fetva saray'ı tatmin etti. irâde hazırlandı, imzalandı. idam için gerekli tedbirler alındı, hazırlıklar yapıldı. sehpa kuruldu. kemâl bey'in olup bitenden haberi yoktu. bekirağa bölüğü'nde, tutuklu arkadaşlarıyla oturmuş, konuşuyordu. birden dışarı çağırdılar ve hemen yakalayıp beyazıt meydanı'na çıkardılar.

    ermeni komitacıları, mahkemeyi ve infaz için harcanan gayretleri adım-adım takip ediyorlardı. istanbul'un çeşitli semtlerinden pek çok serseri ermeniyi meydana toplamışlardı.

    istanbul'un müslüman halkı da için-için kaynıyordu. günlerden beri bu dâvâ ile meşgul olanların kulaklarında acı haber bir anda dolaştı:

    "kemâl bey'e idam vermişler. bu akşam asacaklarmış, beyazıt'ta!"

    halk, akın-akın beyazıt'a koşuyordu. teşkilât-ı mahsusa'nın ve o zamanki m.m. grubunun mensupları da beyazıt'ta bulunuyorlardı.

    herkes bir birine soruyordu: "niçin böyle karanlığa bıraktılar?"

    - "işlerine öyle geliyor da onun için!"

    meydanda olduğu kadar, yollarda ve meydana bakan damlarda da mahşerî bir kalabalık vardı. idam sehpası, o zaman harbiye nezâreti'nin girişi olan, daha sonraları uzun yıllar rektörlük makamı olarak kullanılacak küçük binânın önüne kurulmuş, etrafı jandarma ve polis kordonu altına alınmıştı. ingiliz ve fransız askerî birlikleri de binânın önünde duruyorlardı.

    güneş yavaş-yavaş gurup ediyor, pembe bir renk süleymâniye tarafını kaplıyordu. ne tezat!.. türk'ün bu muhteşem yapısı ve bu küçülüş, bu eziliş, bu yok oluş tablosu bir birine ne kadar yakındı. dalgalanan kalabalık bir anda sustu.

    bir zafer takı gibi süslü harbiye nezareti kapısından çıkan bir müfreze süngülü askerin ortasında kemâl bey geliyordu. yüzü solgun bir renk almıştı. 35 yaşlarındaydı. idam mahkûmlarına mahsus beyaz gömleği giymiş, ağır-ağır yürüyordu. metindi. mukadderata teslim olmuş gibiydi.

    son sözü soruldu. o zaman, kemâl bey, halka hitap etti:

    - "sevgili vatandaşlarım! ben bir türk memuruyum. aldığım emri yerine getirdim. vazifemi yaptığıma vicdânım emindir. sizlere yemin ederim ki ben mâsumum, son sözüm bugün de budur, yarın da budur. ecnebî devletlere yaranmak için beni asıyorlar. eğer adâlet buna diyorlarsa, kahrolsun böyle adâlet"

    heyecandan boğulan çâresiz halk bir ağızdan cevap veriyordu:

    - "kahrolsun böyle adâlet!"

    - "benim sevgili kardeşlerim, asîl türk milletine çocuklarımı emânet ediyorum. bu kahraman millet, elbette onlara bakacaktır. allah vatan ve milletimize zevâl vermesin, âmin!"

    halk hıçkıra-hıçkıra ağlıyordu. meydan tam bir mâtem havasına bürünmüştü. manzarayı küçük köşkün pencerelerinden seyreden said molla'nın cellatlara emri, kemâl beyin sözlerini bastırıyordu:

    - "söyletmeyin bu alçak herifi! hemen asın bu köpeği! ne duruyorsunuz, it oğlu itler!.."

    kemâl bey, bu mazlum türk evlâdı, iskemlenin üzerinden kendini boşluğa bırakmadan birkaç kelime daha söylemek imkânı buluyordu:

    - "borcum var, servetim yok! üç çocuğumu millet uğruna yetim bırakıyorum. yaşasın millet!"

    kemâl bey'in cesedini, beyaz bir kâğıt gibi, sehpada sallanırken gören ermeni komitacıları sevinç çığlıkları atarak alkışlamaya başlamışlardı. azgınlıkları son hadde varmıştı. fakat, süngü takmış jandarmaların üstlerine yürüdüğünü görünce seslerini kesip dağılmaya başladılar. artık yapacakları bir şey kalmamıştı zâten. yapacaklarını yapmışlardı.

    o gece, köşe başlarını ingiliz ve fransız askerlerinin makineli tüfeklerle tuttuğu istanbul'un üzerine inen karanlık perde, türklük nâmına utanç verici, felâket dolu bir güne son veriyordu. tarih 19 nisan 1919'du.

    kemal bey, şunları yazmıştı:

    - "merhum sevgili oğlum adnan'ın medfun bulunduğu kadıköy kuşdili çayırındaki kabristanda yavrumun yanında gömülmemi diliyorum. teyzem ve kardeşim kadıköy'de sâkindirler. teyzemin adresi mühürdar caddesi'nde 67 numaralı hânedir, adı ismet hanım'dır. defin masrafı teyzeme tevdî buyurulmalıdır. kabir taşım, hamiyetli türk ve müslüman kardeşlerim tarafından dikilmeli ve üstüne şöyle yazılmalıdır. "millet ve memleket uğrunda şehit olan boğazlıyan kaymakamı kemâl'in ruhuna fâtiha!" perişân zevcem hatice'ye, yavrularım müzehher ve müşerref'e muâvenet edilmesini, yavrularımın tahsil ve terbiyesine ihtimam buyurulmasını vatandaşlarımdan beklerim. babam, karamürsel âşâr memur-u sâbıkı ârif bey de âcizdir. kardeşim münir de kimsesizdir. bunlara da muâvenet olunursa memnun olurum. türk milleti ebediyen yaşayacak, müslümanlık asla zevâl bulmayacaktır. allah millet ve memlekete zevâl vermesin. fertler ölür, millet yaşar. inşallah türk milleti ebediyete kadar yaşayacaktır.

    30 mart 1335 .... boğazlıyan kaymakam-ı sâbıkı kemâl."

    kemâl bey'in alelacele idam edildiği akşam karanlığında, istanbul limanındaki fransız savaş gemilerinden biri sefere hazırlanıyordu. sevr muâhedesi'ni görüşmek üzere avrupa'ya gidecek osmanlı delegeleri, gaalip devletlerin dikte edecekleri şartların altına imza atmak üzere hareket edeceklerdi.

    fransız gemisinin adı baş tarafına iri harflerle yazılmıştı:

    demokrasi!

    kemâl bey'in hâtırası millî vicdanda unutulmadı. türkiye büyük millet meclisi, 14 ekim 1922'de çıkardığı özel bir kanunla, kendisini "millî şehit" olarak kabul etti.

    boğazlıyan'da bir mahalleye yıllar sonra "kaymakam kemâl bey mahallesi" adı verildi. aynı kasabada 1972'de kemâl bey'in adını taşıyan bir ilkokul açıldı.... başöğretmenin odasında "millî şehit"in resmi asılıdır.

    kemâl bey'in kabri mülkiyeliler birliği tarafından yaptırıldı. adına "anıt-mezar" denildi. 15 aralık 1973 günü mezar sâde bir törenle açıldı.

    kemâl bey, türk'ün hâfızasında ermeni komitacılığının zulmüne isyan sembolü olarak yaşadı; yaşayacak.

    ***

    vatana ihanet ingiliz'i mesud etmek için kemal bey'i idam etmek, idamı onaylamak, idama rıza göstermektir.

  • 15 temmuz 2016 darbe girişimi

    fon: https://www.youtube.com/watch?v=o0hwdzkoxrg

    1* 11 eylül 1919... sivas'ta toplanan kongre kararını yayınladı. karara göre "her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün kendisini savunacak ve direnecektir." ve hemen altında başka bir karar bulunuyordu "manda ve himaye kabul edilemez." nasıl?

    2* güneyde ingiltere ve fransa, akdenizde italya ve egede yunan işgaline uğrayan anadoluyu kurtarmak için bir araya gelen kongre hem memleketi kurtarmak için top yekün direniş kararı alıyor, ardından mandayı mı tartışıyor? belki reddediyor ama ciddi bir biçimde manda ve himaye kongrenin tartışma konusu olabiliyor. nedeni basit. memleketi kurtarmak için atatürk'ün etrafında bir araya gelenler arasında mandacılar var. sadece mandacılar olsa iyi. saltanatçılar, hilafetçiler, islamcılar, türkçüler, ve cumhuriyetçiler...

    3* her birinin memleket hakkında birbirine temelden karşı olan farklı fikirleri var. ve fakat düşman işgalinden kurtulmak için bir araya gelebiliyorlar. en önemlisi bu iş yapılırken "sen saltanatçısın, senin padişahın yüzünden başımıza bunlar geldi" diyerek saltanatçıları dışlamıyorlar. yahut "sen islamcısın, islamcılık yüzünden memleket geriledi ve çöktü, sizin yüzünüzden" diyerek islamcıları suçlamıyorlar. mandacılara "memleketi ingiliz idaresine bırakmak istiyorsunuz, sizinle bir araya gelemeyiz" demiyorlar.

    4* islamcılık, saltanatçılık, mandacılık... tümü için bir memlekete ihtiyaç var ama memleket işgal altında. bu yüzden bir araya gelip top yekün direnişe geçmek farkındalığına varıyorlar. tüm karşıt fikirleri ve düşmanlıkları bir kenara atarak bir oluyorlar. işte 15 temmuz 2016 akşamı ve devamında yapılması icap eden şey de budur. ne sokaktaki sarıklılar ne okunan selalar bahane edilemez. memleketi müdafaa için sokağa inilmeli ve hep birlikte bu darbe girişimine karşı durulmalı. neden mi?

    5* cemaat, diğer yazılarımda da belirttiğim üzere 2013 yılından itibaren etkin olmak üzere 2011 yılından bu yana akp karşıtı bir oluşumdur. her şeyin 7 şubat 2012'de yaşanan mit krizi ile başladığı düşünülse de mesele daha eski. daha 2011 yılından itibaren iran'la yapılan altın ticareti kayıt altına alınıyordu. 2013'te yaşanan 17-25 aralık operasyonları ise herkesin malumu.

    6* bunların darbeyle ilgisi ne diye soranlar olabilir. var. hastalığa teşhis koyabilmek için öncül etkilerini izlemek zorundayız. cemaat ne oldu da akp ile ters düştü. bunu daha önce uzun uzun yazdım. tek cümleye indirgersek: akp'nin abd ile olan ilişkilerinin bozulması.

    7* bakalım, 2002'de akp batı'nın da umutlu desteğiyle iktidara geliyor. destek 2007'ye dek aralıksız sürüyor. cemaat kadroları devlete yerleşiyor. türkiye'ye yabancı sermaye yağıyor. karşılığında türlü tavizler veriliyor. 2007'nin nisan ayında tsk hükümete muhtıra veriyor. abd şüphe etmeden akp'nin arkasında durduğunu açıklıyor. tehlike geçtikten sonra ise ergenekon operasyonları başlıyor. cemaat akp'nin yanında olmanın ötesinde bizzat operasyonları yönetiyor. yüzlerce asker ordudan atılıp hapsi boyluyor. bu arada, boşalan mevkilere kimler getirildi dersiniz?

    8* 2009 yılında kürt açılımı başlıyor, abd hükümeti alkışlıyor. cemaat o kadar akp'li ki, artık muhalefetin bile hedefinde. hakkında yazılan kitaplar basılmadan toplatılıyor. hükümet cemaati koruyor. 2011 yılında arap baharı patlak veriyor. işte o yıl tüm senaryo değişiyor.

    9* akp'nin abd ilişkileri bozulunca cemaatle de arası açılıyor dedik. bunu nereden anlıyoruz? akp ırak'ın işgali olsun, neo-liberal ekonomik reformlar olsun, özelleştirmeler ve en nihayetinde kürt açılımı olsun, daima abd ile ortak hareket etmiştir. 2011 başlarında da öyleydi. çünkü arap baharı ile devrilen arap diktatörlerin yerine akp'nin de desteklediği müslüman kardeşler örgütü yerleşiyordu. batı buna zamanla müsaade etmedi. önce ırak'ta, sonra libya'da, mısır'da ve en nihayetinde suriye'de...

    10* erdoğan'ın bakışı, tüm o mutlu ittifak yıllarına rağmen dostu abd'nin müslüman kardeşleri mimlemesiyle değişiyor. öyle ki, en son 2013'te mısır'da yaşanan darbe ile devrilen dostu mursi'ye hiç bir erdoğan dostu batı ülkesi yardım etmiyor. işte erdoğan zamanla batı'nın gerçek yüzünü gördüğünde, kendisine biçilen kostümün dışına çıkmaya başlıyor. ilk olarak iran'a uygulanan ambargo deliniyor. tabi bu sırada akp'nin en büyük yol arkadaşı cemaat de dinliyor, takip ediyor, kaydediyor.

    11* akp aynı zamanda kürt sorununda uyguladığı batı'nın phillips raporu'nu da çöpe atıp yeni politika oluşturuyor. yeni politikayı kim icra ediyor? hakan fidan. onu da 7 şubat mit krizi ile ortadan kaldırmayı deniyor cemaat. sormak istiyorum, müslüman kardeşlerin mimlenmesine rağmen akp batı'nın gösterdiği çizgide gitseydi, cemaat ile akp'nin arası açılır mıydı?

    12* bunları neden anlatıyorum. şunu aydınlatmak için. cemaat dediğimiz, abd'nin kontrolünde ve onun refleksleriyle hareket eden bir kuruluştur. bir an için bunun gerçek olmadığını düşünelim. cemaat'in geçmişi neredeyse 40 yıl. 40 yıldır devlet içinde teşkilatlanıyorlar ve her hükümet neredeyse cemaatle sorunsuz çalışıyor. biri hariç: erbakan. ne tesadüf ki onun da arası abd ile hiç hoş değil. neyse, asıl mevzuya dönelim, abd türkiye'de 40 yıldır asker, polis, istihbarat kurumlarında teşkilatlanan bir yapıdan habersiz olabilir mi? bu mümkün mü? haberi bulunuyorsa, kendi kontrolünde olmayan böyle bir yapıya tahammül eder mi?

    13* beyler, bayanlar... ergenekon, balyoz operasyonları neden yapıldı? çok basit. anlattık. 2006 yılından itibaren abd beyin takımı türkiye'de amerikan karşıtı hava olduğunu beyan etti. morton abramowitz bunu bizzat yazdı. bu amerikan karşıtı hava dediğimiz şey kemalizmdir. zira kemalizm abd'nin devletin içinden söküp atamadığı yegane zihniyettir. en azından 2007'ye dek öyleydi. bu zihniyet, gerek tsk içinde gerek sivil toplum örgütlerinde ve bürokraside mevcuttu.

    14* 40 yıldır yapılanan cemaat dedik, abd'den habersiz peydah olmayacağı açık dedik. zaten öyle olmasa abd'nin biricik dostu özal döneminde böyle etkin olabilirler miydi? ee, o zaman abd'nin cemaat ile ilgili tutumu ne? biliyor muyuz? merak etmeyin biliyoruz. biliyorduk. ta ki 1990'lardan itibaren.

    15* abd kendisinden habersiz hiç bir yapının devlete sızmasını istemez. zira 1970'lerde, 80'lerde sovyet tehlikesi mevcut. türkiye ise abd'nin ortadoğudaki kalesi. yani, bir yapılanma devlete sızıp ele geçirirse, ileride türkiye'yi sovyet blokuna kaydırabilir. böyle bir tehlike var. abd buna imkan verir mi? vermez. demek ki abd cemaati biliyor ve cemaatten rahatsız değil, tahammül gösteriyor. bunun tek bir açıklaması var. cemaat bizzat abd'nin kontrolünde.

    16* peki abd neden türkiye'de devlete sızması için din tabanlı bir örgütü kullanır. herkesin aklına gelen ilk neden, memleketin büyük ölçüde müslüman olması. evet. ama asıl neden o değil. asıl neden başka: siyasal islam.

    17* haberlerde çarşaf çarşaf yazıyor, 1986-1990 arasında cemaat kadroları büyük ölçüde orduya sızmaya başlamış. kimin dönemi? özal. abd'nin biricik müttefiki.

    18* tam da o tarihlerde, graham fuller türkiye'de mülakat veriyor. kemalizm 1920'lerde gerekliydi ama artık değil diyor. islami metod yeniden düşünülmeli diyor. türkiye bu şekilde ortadoğu için önemli bir model olur diyor. kemalizm, islami metod, model...

    19* mesele gayet açık değil mi? iran islam devrimi'nden sonra ortadoğunun radikal islama kaptırılmaması için ılımlı islam dedikleri bir kavram oluşturuyorlar. batı ile dost, bağımsızlık hayalleri olmayan daha soft bir islam bu. ve bu modelin aksamadan uygulanması için de cemaati devlet kademelerine yerleştiriyorlar. akabinde bu yapıyla uyumlu çalışabilecek muhafazakar partileri destekliyorlar. ilk deneme erbakan'la oldu. ama erbakan gülen'i sevmezdi. devirdiler. üstelik bunu yaparken de önlerine kemalistleri kattılar. ne hazin. pekala ileride kemalistleri devirmek için de muhafazakarlar kullanılacaktı.

    20* erdoğan o zamanlar gülenci miydi? hayır. erbakan geleneği gülenci değildi. dolayısıyla erdoğan da değildi. hapisten çıktığı zaman bile gülenci değildi muhtemelen. zira o zaman avustralya'ya nakşibendi şeyhi mehmet esat coşan efendiyi ziyarete gitti. ama ne oldu? coşan ziyaretin ardından kaza geçirip vefat etti. erdoğan ise farklı bir yola girdi.

    21* muhafazkar iktidarlada cemaatin devlete sızması kolaylaşıyordu. ve fakat, devlette hakim mevcut zihniyet kemalizm buna müsaade edecek miydi? ankara dgm başsavcısı nuh mete yüksel önce gülen sonra da erdoğan hakkında dava açtı. gülen abd'ye gitti. daha sonra yüksel'in seks kasedi ortaya çıktı, istifa etmek zorunda kaldı. davalar sonuçlanamadı.

    22* yukarıda 2006 yılından itibaren abd beyin takımı türkiye'de amerikan karşıtı hava olduğunu beyan etti dedik. devlette hakim mevcut zihniyet buna müsaade etmemişti. ortalık karışacaktı. nitekim karıştı. pekala abd-cemaat ittifakı "devleti ele geçirmeye çalışıyoruz ama mevcut zihniyet müsaade etmiyor" diyecek değildi. asker darbe yapıyor dendi. bir de uyduruktan muhtıra verildi. muhtırayı veren sağolsun, bu hikayeye herkesi inandıran odur. o yüzden ona dokunmadılar. ortalık toz duman oldu. herkesi aldılar. "bunlar da darbeye destek çıktı" denilerek anti-amerikancı sivil toplum kuruluşu, muhalif medya, akademisyenler... kim varsa bertaraf edildi.

    23* peki o zaman abd basını nasıl tepkiler verdi? çok basit. türkiye'de demokrasinin kazandığını, darbecilerin perişan edildiğini ve memleketin demokratikleştiğini yazdılar. çünkü boşalan kadrolara olduğu gibi cemaat yerleşiyordu. ergenekon operasyonlarıyle kemalizm devletten koparılarak yerine cemaat yerleştiriliyordu. yukarıda anlattığım üzere cemaat devletin içine sızınca, bu kez hükümetleri kontrol edebilecek güce ulaşıyordu. zamanla akp'yi kontrol etmeye, hizaya gelmediği vakit kıskaca almaya başladı. 2011-2015 döneminde yaşananlar abd'nin cemaat eliyle akp'yi kontrol altına almaya çalışmasıdır.

    24* cemaat öyle güçlenmişti ki, hizaya gelmeyen bir hükümeti darbe ile devirebilecek gücü bile vardı: 15 temmuz 2016. işte, darbe girişiminin nedeni budur. akp 2011'den bu yana artarak süren abd karşıtı politikalarını sürdürmekten vazgeçmedi. bu dönemde cemaat etkin biçimde akp ile uğraştı. akp de bir yandan cemaat yapılanmasını devletten kazımaya başladı. polis ve istihbarat teşkilatında ciddi ilerleme katedildi. ama asıl yuvalanma ordu teşkilatındaydı.

    25* peki neden darbe? bir çok nedeni var. öncelikle, rus uçağı düşürdüler. o gün aklı başında hareket edip olaya farklı şekilde yaklaşılsaydı sonuçlar başka olabilirdi. fakat hükümet yanlış bir şekilde olayı sahiplendi. üstüne rus karşıtı propaganda başlattılar. türkiye abd'den uzaklaştıkça rusya'ya yakınlaşıyordu. rus uçağı düşünce rus ilişkileri paramparça oldu. böylece türkiye'yi ne batı ne de doğu blokuna yakın olan bir konum yerleştirmiş oldular. fakat erdoğan yanlışı görüp rusya'yla sorunları çözmeye başlayınca işler değişti.

    26* en önemlisi, hükümet cemaati tamamen tasfiye edebilmek için tsk içinde yuvalanan subayları tespit ederek yaş toplantısında görevden almayı düşündü. ayrıca ergeneko operasyonları döneminde görüşen izmir casusluk davası'nı kovuşturan hakim ve savcılara kovuşturma izni verilmişti.. bu dava ile yargıda da tasfiye başlayacaktı. onca yıllık girişimin yok olma tehlikesi belirince derhal harekete geçildi. 16 temmuz 2016 günü sabaha karşı darbe planlandı. başka çare kalmamıştı.

    27* fakat hiç olmayacak bir şey oldu. darbe planı için başlatılan hareketlilik 15 temmuz günü saat 16:00 civarında mit'in kulağına gitti. bir iki saat içinde genelkurmay ile temasa geçildi. sorulması gereken soru. mit sahiden hareketliliği görüp mü anlamıştı, yoksa birileri durumu mit'e fısıldadı mı? sorulması gereken ikinci soru, mit darbe istihbaratını aldıktan sonra konuyu neden doğrudan hükümetle paylaşmak yerine darbeyi yapacak kurum olan tsk ile paylaştı? son olarak, hükümet neden saat 20:00 civarında haberdar edildi.

    28* mit'in darbe hazırlığını fark etmesi, hükümet yerine önce tsk'yla temas kurması ilginç. öyle ya, tsk'nın komuta kademesi de planın içinde olsaydı, istihbaratın hiç bir kıymeti kalmazdı. komuta kademesini geçtik, komuta kademesiyle paylaşılan bu istihbaratın ardından derhal birliklere yollanan uyarı faksları var. bu fakslar da darbecilerin eline geçmedi mi? bu hırsızı arsıza şikayet etmek gibi bir şey oldu. ve en önemlisi neden en son hükümetin haberi oldu. peki bu süreci kim kontrol etti?

    29* hükümetin bu süreçte bir etkisi olsaydı erdoğan "istihbarat zafiyeti var" demezdi. en önemlisi haberi eniştesinden aldığını açıklamazdı. demek ki, hükümetin bu trafikte rolü yok. cemaati darbeye teşvik edenler aynı zamanda mit'e haber uçurmuş olabilir miydi? sanmıyorum. hem darbeyi tezgahlamak hem de başarısız olmasını sağlayıp erdoğan'ı tek adam yapmak... pek manasız olurdu.

    30* en başında söylediğim gibi. mustafa kemal mandacısıyla, saltanatcısıyla, islamcısıyla beraber direnmek zorundaydı ve öyle de yaptı. peki bugün neden beraber direnmeliyiz? çok basit. mustafa kemal atatürk'ün kurduğu bu devlet, onun ilkeleri ışığında hareket edecek biçimde tasarlandı. bu ilkeler anayasa ve kanunlara işlendi. devlet kurumları bu şekilde dizayn edildi ve ordu hepsinin bekçisi oldu. abd, cemaat eliyle bu zihniyeti devletin sinirlerinden koparıp atabilmek için uzun süre çalıştı. büyük ölçüde başarılı oldu. fakat trajiktir ki, cemaat yapılanmasının devlete sızmasına karşı çıkanlar da eski dostları oldu. darbe gerçekleşseydi sadece erdoğan devrilmeyecekti, abd güdümlü cemaat yapılanması kemalist devlet anlayışına tamamen çökecekti. 60 ve 80 darbelerinin, 71 muhtırasının, 28 şubat sürecinin kemalist devlet yapılanmasıyla sorunu yoktu. onlar hükümeti değiştirmeyi amaçlıyorlardı. ama 2016 darbesi hükümetin yanında kemalist devlet düzenini yok edip cemaati devlet aygıtına yerleştirmek niyeti taşıyordu.

    31* akp, chp, mhp... partiler seçimler gidebilir. demokrasinin gereği budur. fakat devlete çöreklenmiş cemaat gibi yapıları atmak için seçimler ve darbeler yetmez. düşünün, 40 yıldır çabalamalarına rağmen başaramadılar. darbe başarılı olsaydı ve cemaat devlet aygıtına çökseydi, onu oradan söküp atmak kaç yıl sürerdi?

    32* bunu tsk içindekiler de biliyor. zaten bunu bildikleri için paralel olmayan paşa/subaylar darbeye onurlu bir şekilde direndiler. cumhuriyetimizi kökü dışarıdaki bu örgütten önce ordumuz kurtardı. istihbarat ve sokaklar ikinci sıradadır.

    33* son olarak, bunların dışında darbeden haberdar olup da tsk bünyesiyle temasa geçip hükümeti habersiz bırakacak başka hangi güç olabilir? aslında... neyse... ya da şöyle bir ipucu bırakalım. ne demişti fuat avni? "mit ve askerin içindeki derinler asıl büyük oyunu kendisini en büyük oyuncu olarak gören narsist'e oynadı." kim bu derinler?

    devam edecek...

  • 2016 erzurum ramazan deneyi

    dikkat edildiğinde yaşı +50 olan dayılar ve dedelerin genelde yardımcı olmaya çalıştıkları ve anlayışla karşıladıkları deneydir. yaşlar gençleştikçe çomarlığın ve yobazlığın eğilimi yükseliyor.

    bu durumda memleketimizdeki bu yobazlığın yakın zamanlarda ortaya çıktığını söyleyebiliriz, en azından erzurum için.

  • kadınları itici yapan detaylar

    2011 yılıydı sanırım, kadıköy'den ümraniye'ye arkadaşlara gidiyorum, mavi dolmuşlardan birine bindim. önümde bir eleman oturuyor, göztepe köprüsünden iki kız bindi elemanın koltuğunun yanındalar. kız elamana "aa meraba" falan dedi, tanışıyorlarmış. ufak bir naber nasılsın faslından sonra eleman hemen kalkıp kıza yer verdi. kız yanındaki öteki kıza, mahalleden arkadaşım dedi, sürekli konuştular. gülmeceler espriler falan derken oğlan indi.

    neyse oğlan iner inmez kız bi öff ledi. çok bayıyo, sıkıldım falan diye oğlanın arkasından başladı vurmaya. öteki kız da "ya niye öyle diyosun çok tatlı bir çocuktu" dedi ama söyleyişinden cümlenin sonunaki (!) noktalamasını gördüm, zaten oturan kız da "yaa ne demezsin" deyip gülmezler mi...

    muhtemelen oğlan dolmuştan inince kendisini son derece centilmen, kızlarla iyi ilişkiler kurabilen başarılı bir erkek sanmıştır. ama durum çok farklı cereyan etti.

    kibar kişiliğimi bozup öndeki kıza enseden şılaapss diye patlatıp "yerine otururken öyle demiyodun ama" diyesim geldi yalan değil...

    mesela kızlar bu tip durumlarda çok itici olabiliyorsunuz. karşınızdaki erkeği çok güzel kullanıp, işiniz bitince arkasından taşak geçebiliyorsunuz.

    bunların başka bir türü de yalnızken bir erkekle samimi olup, dostluk kurup, derdini dinleyip, der anlatıp, bir ilişkiye başlayınca "yazmazsan sevinirim erkek arkadaşım var" tribine giren kız.

    adriana lima böyle davransa ondan bile soğurum lan.

    edit: soğumam

  • recep tayyip erdoğan

    çok uzun yazılabilir hakkında, hatta onlarca sayfa..

    ama ben yalnızca bir misal vereceğim. şimdi, geçen hafta 3. köprü açılışı yapıldı. ismi ne? yavuz sultan selim. ki kendisi, padişahlığı döneminde isyanlarla uğraştı durdu.

    e, bizim beyimiz ve onun destekçileri de sıkı bir osmanlı hayranı değil mi? örnek için onların mecrasını seçelim. sadece bir soru...

    recep tayyip erdoğan, yavuz sultan selim'in isyanı bastırmakla görevli vezir-i azamı olsun. erdoğan, isyan bölgesine gitsin ve kısa süre sonra gelsin. padişaha "hünkarım, isyancılarla masaya oturdum, öyle ki kimsenin kanı akmayacak, analar ağlamayacak ve bir iki yıla, isyancılar kendiliğinden devlet-i aliyye'yi terk edip gidecek" desin.

    aradan iki yıl geçsin, isyancılar bu iki yılı silah depolayıp şehirlere sızarak değerlendirsin ve çok daha büyük bir isyana kalkışsın.

    şimdi soru şu, bu durumu gören yavuz sultan selim, vezir-i azamı recep tayyip erdoğan hakkında ne hüküm verir?

    a- istikrar sürsün diye görevde tutar
    b- görevden alır
    c- kellesini alır

    çok sevdiğiniz osmanlı'nın çok sevdiğiniz padişahının vereceği kararı siz belirleyin.

  • anayasa mahkemesi

    1961 anayasası ile türkiye'ye kazandırılmış önemli bir kurumdur.

    meclisin yaptığı kanunları denetler, bu bakımdan seçimle gelen siyasal partilerin anti-demokratlaşmasına engel olur.

    hükümet, 2010 yılında anayasa mahkemesinin üye sayısını artıran bir kanun paketi çıkardı. böylece mahkemenin üye sayısı artacak, yeni üyeler cumhurbaşkanı ve meclis gibi siyasal otoritenin güdümüyle belirlenecek ve mevcut aritmetik ortalama değişerek mahkeme üzerinde kadrolaşma sağlanmış olacaktı.

    ben, şahsen o oylamada sırf bu madde için hayır oyu verdim. zira adil bir anayasa mahkemesi olmaz ise, o memlekette anti demokratik uygulamalar artar, hukuk askıya alınabilirdi.

    bunu en iyi, 1950 senesinde iktidara gelip 1960'ta darbe ile düşürülen demokrat parti döneminde gördük.

    parti herhangi bir sınırlama olmadığı için her türlü yasayı çıkarmak ve uygulamak gücüne sahipti... peki bu yasaların anayasaya aykırı olup olmadığını kim denetleyecekti? hiç kimse.

    kimse denetlemediği için meclisin parti kapatma yetkisi vardı. meclis üyelerinden oluşan tahkikat komisyonunun matbaa baska, gazete kapatma, parti mallarının hazineye devrine karar verme gibi aşırı yetkileri olabiliyordu.

    tüm bu hukuk dışılık, bir darbe doğurdu ve anayasal düzen değişti.

    peki 1950-1960 döneminde, anayasa mahkemesi olsaydı, yasalar denetlenseydi, darbeye ortam sağlayacak hukuksuzluklar yaşanır mıydı? hayır.

    diyebiliriz ki, eğer döneminde anayasa mahkemesi olsaydı, menderes asılmazdı.

    anayasa mahkemesi 2005-2009 sürecinde, yabancılara vstan toprağı satılmasına ilişkin kanunu tam 5 kez anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle reddetti.

    sonra 2010 referandumu gerçekleşti. bugün hükümetten şikayetçi yetmez ama evetçiler referanduma evet oyu verdiler. hdp'liler ise seçimi boykot ederek akp'nin kazanmasına neden oldular. sonuç olarak referandumdan evet oyu çıktı, kasım ayında yeni üyeler atandı. şubat ayında ise tam beş kez toprak satışı yasasını iptal eden mahkeme bu kez yasayı onadı. hemen her yasayı onadı. bugünlere geldik.

    fakat bir nüansı gözden kaçırdılar. mahkemeye atanan üyeler, cemaat kadrolarından yetişmişti. zira cemaat referandum için 'ölüler bile oy kullanmalı' diyordu... ee, boşuna değildi.

    bugüne geldiğimizde anayasa mahkemesi tekrar hukuki bir boyuta geçerek yasaları, kararları titizlikle inceliyor. fakat mahkemedeki siyasallaşma yadsınamaz bir gerçek.

    bugün mevcut on yedi üyenin on üçünü abdullah gül atadı. a. n. sezer'in atadığı üç üye halen görevde ve en yakın emeklilik 2018'de...

  • fakirlerin isyan edip ayaklanmama nedeni

    starbucks'a giden, ayda 3-5 bin kazanan tipler kendilerini zengin görüyor, ne hoş. rüyadan uyandırmak gibi olmasın ama sen de fakirsin.

    bir yıl işsiz kalsan şuan yapabildiklerinin hangisi yapabilirsin ki? ya da memlekette savaş çıksa başının çaresine tek başına bakabilir misin?

    sen sistemin fakir olduğunu unutturduğu kesimsin, çünkü starbucks'a gidip filtre kahve içebiliyorsun. önemli olduğunu sandığın bir diploman ve aylık kazandığın bir kaç bin liran var. ama aslında sen de fakirsin. çünkü sen de fakirlerin isyan edip yıkmaya çalışmadığı düzenin ürünüsün.

    senin güzel bir işlevin var aslında, sen vitrin ürünüsün. senin gibilere bakıp 'ben de günde on saat çalışıp' yirmi yıl sonra bir ev alabilir, starbucks'a gidip apple'ımla check in yapabilirim diyorlar. bu nedenle sistemle kavga etmek yerine sisteme dahil oluyorlar.

    yani, senin yüzünden isyan etmiyorlar.

    sınırlı imkanlarını saymazsak, özgür sayılmazsın. istediğin zaman istediğin yere seyahat edemezsin. istediğin işi yapamazsın. bir çok zorunluluğun var. ev için iş için kıytırık bir tatil için modern köle statüsünde çalışmak zorundasın bikere.

    ve en acısı da ne biliyor musun, günü geldiğinde daha fakirler için isyandan başka seçenek kalmadığında, sen isyan için onlar kadar cesur olamayacaksın. çünkü sistemin sana bahşettiği ufak tefek kazanımlarını riske atmak istemeyeceksin.

    hatırlatayım dedim.

  • milliyetçiliğin gerizekalılık göstergesi olması

    bu mantığa göre mustafa kemal gerizekalılığı anayasallaştırmış en büyül gerizekalıdır.

    sağa sola kitap okudun mu bişey yaptın mı diye soran bu arkadaş toplumlaşma, milletleşme evrimini pek bilmiyor ki böyle konuşuyor.

    toplumlar büyük felaketler yaşayabilir, bu tür felaketleri toplumlar genelde milletleşerek atlatırlar. katliamların, hastalıkların, açlıkların, kıtlıkların, haydutlukların geldiği karanlık günlerde insanlar birleşirse, bir millet halini alırlarsa kurtulabilirler. biz bilge kağandan önce ve moğol isyanıyla, son olarak da birinci dünya savaşında bunu yaşadık.

    peki bizi kurtaran neydi? gerizeklılığımız.

    oldu olacak, hiroşima'da atom bombası mağduru olan insanlar da "bilimden nefret ediyorum, bilim olmasa atom bombası olmayacaktı, bu insanlar ölmeyecekti, bilim katildir bilim adamları gerizekalıdır" desin.

    bu ekşinin kalitesi her gün düşüyor mu ne?

  • 86 bin caminin kıblesinin tek tek kontrol edilmesi

    bana ikinci osman'ın öldürülmesinden sonra yaşanan dönemi hatırlatmıştır.

    yeniçeri padişahı hal edip sadrazam olarak davut paşayı atayınca, paşa desteğini yitirmemek için her gelene iş vermiş, maaş bağlatmış, akabinde verecek görev kalmamış. düzen öyle ya, davut paşa da gelene kendine bi iş uydur başla demeye başlamış.

    şimdi bu kıble kontrolü fikri kimden çıktı bilmiyorum lakin kesin işsizin biri,

    yahu şu camilerin kıbleler hatalı olmasın, cehape döneminde yapılmış olduklarından ümmeti muhammet in namazını geçersiz kılmak için bilerek hatalı yapmış olabilirler demiştir.

    böylece görevi kapıp tek tek cami inceleyecek, muhtemelen navigasyon yöntemi ile işi bitirip hata varsa düzeltecek karşılığında da tonla para vuracaktır.

    bugünün davut paşası da, olmaz dememiştir. olur vermiştir.

    neden, çünkü yalanın dolanın yolsuzluğun, ahlaksızlığın, nefretin, suçun, suçlunun kol gezdiği ülkede dinen mühim olan şey caminin kıblesidir.

  • terör saldırısında ölen bebekle dalga geçmek

    ancak ve ancak, pkk gibi barışsever ve bebek ölümlerine karşı (!) tiplerin yapabileği iğrençlik.

    http://i.hizliresim.com/3yqqpr.png
    http://i.hizliresim.com/orkkv7.png

    şimdi aşağısı bu şahsın mit mensubu olduğunu iddis eden pkk sempatizanı sözlükçülerle dolacak.

    al bak bu da var,

    http://i.hizliresim.com/qz7pov.png

    ne kadar hümanizm kokuyor dimi??