piirsikli13
profili

  • ocak 2024 restoran fiyatlarının çıldırmış olması

    enflasyonist dönemlerde ahlak dibe vurur. öngörülemezlik burada baş etkendir. bi nevi, savannahda kuraklık vakti. gücü yeten yetene. kaynaklar azalmakta, endişe mevcut. yarınlar yokmuşçasına bir hengamede yaşıyoruz. sabit gelirli olmayanlar tuttuğunu koparıyor. sabitl gelirliler kumara düşmüş. baksan, çoğu memurun, çalışanın kredi kartında bahis harcaması vardır. e adam tasarruf edemiyor. yarına güven yok. herkes kısa yoldan gotu kurtarma derdinde.

    elbette, bunlar 100 gram döneri 250 liraya satmanın bahanesi olamaz. yarısı fire verse, kg 1250 tl. ulan antrikotun kilosu 500 ki sen karkas et alıyorsun. işçilik, kira, zart zurt işin bahanesi. ahlâki bir çöküş mevcut, bu da en basitinden ekonomik ilişkilere yansıyor. devlet ise kenarda seyreyliyor.

    peki buna rağmen mekanlar neden dolu? çünkü, insanlarda geleceğe dair bir umut, güven kalmadı. tasarruf eden yok. edilemiyor. orta sınıf eridi gitti. insanlar üç beş kuruş parası varsa harcıyor. öte yandan, gıda dediğin şey temel ihtiyaç. evde yapsan da pahalı artık. kaldı ki, döneri evde mi yapacaksın? canın kebap istedi, ne yapacaksın? bunları tartışıyor olmak ne acı. sanki amk yerinde her yer fine dine. altı üstü insanlar bit kahve içip üç saat oturuyor, kötü bir kebap yiyip yanındaki salatayla, ıvır zıvırla gözünü ve karnını doyuruyor.

    unutmadan, bu meselenin sorumlusu, akpye ve mhpye oy verenlerdir.

  • artık eskisi gibi kitap okuyamamak

    hayat çok hızlandı. veri akışı muazzam seviyede ve iletişimin/etkileşimin kesintisiz olması sebebiyle insan kendi dünyasıyla başbaşa kalamıyor. kitap okumak emek ister ve bu emek için sarf edecek zamanımız bizlerden çalınmış durumda. metalaştık. ya tüketerek sisteme eklemleneceksin ya da kıyıda köşede kalıp kitap okuyarak hayatı kaçıracaksın gibi bir hissiyat oluştu. hayat yirmi senede inanılmaz değişti ve hâlâ hiçkimse ne bok olduğunu tam anlamıyla algılayabilmiş değil.

    bilemiyorum, belki de gelinen noktada olması gereken bu. üçyüz yıl önce koltuğunun altına iki kitap koyan alimim diye geziyordu, şimdi on yaşındaki velet bilgi denizinde yüzüyor. yani, kitap okumanın amacı bilgiye erişmek, beyni terbiye etmek, duyguları ve düşünceleri aktarmak olarak kabul edilirse, şu anda bunların hepsi çok daha hızlı yapılabiliyor. yüzeysel olmakla beraber, amaç internet sayesinde hasıl olabilmekte. ha tâbi ki kitap yerine internet vasıtasıyla bilgiye, duyusal etkileşime vs erişimi, organik gıda ile işlenmiş gıda benzeri bir karşılaştırmaya benzetmek de mümkün. birinde vücut gıdayı kendi olanaklarıyla ayrıştırıp kullanırken, diğerinde vitamini minerali nokta atışı eser miktarda paketlenmiş. şimdilik her ikisinden de vazgeçmeden, sakince geçiş yapacağız gibi görünüyor. şahsen, iyi bir kitabı okumaktan aldığım tadı hiçbir şeye değişmem. yirmi sene önce okuduğum kitaplarda gözümde canlanan bazı sahneleri, kitabın bana hissettirdiklerini hâlâ hatırlarım.

    kitap okumak, belki de nostaljik bir mefhum olarak anılarda kalacak. insanoğlu yirmi yıl önce emeklerken, şu anda sprint atıyor. tarihte hayat hiç bu denli hızlı akmamıştı. bilemiyorum. bilen varsa aydınlatsın.

  • bütün sahipsiz köpeklerin toplanıp uyutulması

    sabahın 6sında bir kediyi bu sahipsiz köpek çetelerinin elinden alalı çok olmadı. hayvanı parçaladılar, yetişemedim. hayvancağız ben gelince son nefesiyle bir arabanın altına doğru komando gibi süründü, orada can verdi. baktım ki karnı parçalanmış. çete ise arkasını döndü gitti.

    bundan bir yıl önce de bahçede baktığımız kediyi boğdular. kameradan izledim, bilinçli şekilde bahçeye girmiş, hayvanı kovalayıp sıkıştırıp boğmuşlardı.

    kedim de var köpeğim de. dışarıda baktığım kediler de var. bi tanesi kadrolu, yaz kış camın önünde. mamasını alıyorum, kısırlaştırdım, parazit aşısını yapıyorum. yani meşakkatli ve masraflı işler. hem ayran dökülmesin hem de kuçu sevelim yok yani. olmaz. kediyi geçtim, az tüketen bi hayvan, bi şekilde karnı doyar, çeteleşmez. ama sahipsiz köpek demek, hastalık demek, hayvana eziyet demek, çeteleşme demek. sokakta köpek olmaz. seviyorsan, al evine bak. aşısını yaptır, bakımını yap, karnını doyur, eğit. yarasa mı bu amk. evcil hayvan. bu hayvanı sokağa atamazsın. sokakta yaşayamaz. o yüzden, sahipsiz sokak köpekleri önce barınaklara alınmalı. sahiplendirilmezlerse mecburen uyutulmalı. seviyorsan, gider alırsın barınaktan, çipini takar bakarsın. hem hayvanlara yazık hem insanlara.

    geçen hafta bulunduğum bir tatil yöresinde hastanede kuduz aşısı tükenmişti. düşünün. batıda bir yer. ısırılanlar, tırmalananlar. bu ne amk. kırsalda mı yaşıyoruz lan? şehir insanlar içindir. zevk mi alıyorsunuz o hayvanlar arabaların altında kalınca, hastalıktan bitap bir köşede mefta olunca? insanlığa sığacak bir durum değil. derhal harekete geçilmeli.

  • 6 şubat 2023 antakya merkezin kaderine bırakılması

    850-900 askerle kaç tane enkaza yardıma gideceksiniz hulusi?

    yahu bilmediğimiz bir şey mi var? asker nerede? bu ordu natonun en büyük ordularından değil mi? neredeyse 1 milyon asker polis besliyoruz. böylesi günde görev verilmeyecek de ne zaman görevlendirilecekler.

    depremde ilk 24 saatte kurtardın kurtardın. sonrası mucize. hava buz. neyi bekliyorsun hulusi?

    bu devlet, bu asker afette tüm gücüyle halkına hizmet etmek zorunda. 800 900 askerle ancak çorba dağıtırsın. insanlar ölüyor. neden askeri, polisi şehre konuşlandırmıyorsun? koordinasyon merkezinin başında kim var? lojistik işinde ordu neden yok? yenilgiyi kabul mu ettik? enkaz altındakilere sela okuyup, kalanlarla mı devam edeceğiz? çıkıp anlatın kardeşim. plan nedir? bizler de bilelim ne yapabileceğimizi. gerekirse atlayalım arabaya gelelim yardıma.

  • ikinci el otomobil piyasası

    peynir olmuş 100 lira, kiralar alabildiğine artmış, kredi faizleri yıllık %25'lerde. hayvani ötv ile al satçı yavşaklar da bu tabloya eklenince, piyasa dev bir balon olmuş durumda. şu ortamda acil ihtiyaç yoksa, araba almanın bir esprisi yok. arabayı geçtim, adam motosikleti almış, kapalı garaja koymuş, bekletiyor. bayide 105bine satılan motoru, üstüne yirmi bin koyup satmaya çalışıyor. ekonomi boka battıkça ahlak da beraberinde yok olmakta.

  • yirmilik dişlerinin hepsini çektirmiş kişi

    yıllar evvel üçünü çektirmiştim. üniversite hastanesi olunca, ağzımın içine sıçmışlardı. bir hafta çorbayla beslendim. yanaklarım davul gibi gezmiştim. maymunlar cehenneminde ay yüzlü bi maymun var ya, kafası tepsi gibi olan. aha işte öyle bi forma kavuşmuştum. insan içine çıkamadım lan. şerefsiz patron sağolsun, o halde şehir dışına gidip duruşmaya girmişliğim var. bi hafta boyunca, yanımda bebeklerin diş ağrısı için kullanılan bi merhemle gezmiştim. tadı da güzeldi hea, muz aromalı mıydı neydi, hala hatırlarım. duruşmadan onbeş dakika önce ağzımı açabilmek ve ağlamadan konuşabilmek için merhemi boca etmiştim. önceki beyanları tekrarlarken bile gözlerimden iki damla yaş süzülmüştü. yolda karşılaştığım bi arkadaş, şiş yüzüme bakıp halime üzülmüştü. üniversite hastanesine gitmeye karar verirseniz diye yazıyorum bunları.

  • pfizer biontech covid-19 aşısı

    aşı beğenmeyen at kafalarının hışmına uğramış mucize.

    iki türk, vücuda talim yaptıran, hücreleri eğiten bir sistem geliştirmiş, üstelik bu sayede kanser araştırmaları için ciddi fon yaratmış. dünyaya beş kuruş faydası olmayan tipler de gelip bunu eleştiriyor. üstelik sıfır bilimsellikle. internetin hayatımıza en büyük olumsuz etkisi bu olmalı. vasatın su yüzüne çıkması, ses vermesi. oysaki internet öncesinde bu tipler cehaletini kendi içinde yaşardı. çok çok mahalle kahvehanesinde sevilmeyen yancı olurdu. şimdiyse, ttnete verdikleri yüz tl sayesinde her konuda ahkam kesip, sıfır geribildirimle vasatlıklarını besleyebiliyorlar. kahvehanede kafasına ıstaka yiyecek adam, burada özgürce saçmalayabiliyor. sanırım bilgi kirliliği ve bu vasat egemenliği ileride insanlığa ket vurmaya başladığında, internette de bir özdenetim oluşacak. şimdilik bu at kafalarına denk geldikçe sövmekle yetiniyoruz.

    enteresan olan şu ki, bu at kafaları nedense yalnızca covid aşılarında atağa kalktı. ulan bunun penisilini var, ağrı kesicisi var, gribi var... neden covid aşıları? çünkü öyle bir yusufladılar ki, ölümle burun buruna kalınca mantık süzgeci devredışı kaldı. suçlu arayıp durdular. bilmiyorlar ki bu yalnızca fragman. buzular eridikçe, yağmur ormanları tarumar edildikçe daha neler çıkacak pandoranın kutusundan. işte ölüm korkusu böyle bir şey. önce meletir, sonra çemkirtir.

    bir yıldır tüm dünya aşı bekledi. şimdiyse uğur şahin ve özlem türeci sayesinde, en muteber, gelişmiş ülkelerin vatandaşlarına uygulanan aşı türkiye’ye aracısız, sinovactan ucuza getirilmiş. yusuf etkisi azalınca, göt korkusunun husule getirdiği eziklikle aşıya çatıyorlar. olm virüs var virüs. sığır. ve bu virüs, insan yapımı veya değil, tekinsiz bir virüs. kime ne yaptığı belli değil. aşı ise bu virüsün şu anda tek çaresi. aşıya tepki göstermek, karşı çıkmak, açıkça mallıktır.

    çevremde o kadar çok kişi hayatını kaybetti ki bu virüs yüzünden. gecenin bir saati yollara düşüp, üç beş kişi defnettiklerimiz oldu. devamlı iş yaptığım, sosyal medyada yazıştığım, uzaktan tanıdığım insanlar, akrabam vefat etti. bu insanlar aşılanmış olsaydı, bu sabah muhtemelen aileleriyle kahvaltı yapacaktı. ama bu sik kafalı bilim düşmanlarına göre, götümüze çip takacakları için aşıdan uzak durmalıymışız. aşının ne yapacağı belli değilmiş. evet, sen ortadoğu çomarı, israil ve alman vatandaşından daha değerlisin değil mi? katmadeğerin ne ki lan? yalnızca hayvan gibi tüketiyorsun. bu ülkelerin nitelikli vatandaşları dahi bu aşıyı uygulatıyor. senin kanın daha mı kırmızı? alman, israilli, abdli mal, bi sen akıllısın. onca araştırma yalan, bi sen gerçekleri görüyorsun. öyle mi at kafası?

    aşı karşıtlığı, ileride tanımlanacak bir psikiyatrik rahatsızlık olacak muhtemelen. bilim onun da çaresini bulur ama, korkmayın.

    uğur şahin ve özlem türeci olmasa, dövizi olmayan, kasası boşaltılmış, 128 milyar dolarıhiç edilmiş devletin bu aşıyı aracısızve yeterli sayıda alması belki de mümkün olmayacaktı. kendilerine sonsuz saygılarımı sunuyorum. bu ülkeye en çok faydası dokunmuş insanlar arasındadırlar.

  • müge anlı ile tatlı sert

    anadolu irfanından uzaklaşırsanız, osman büyükşen olma ihtimaliniz var. aksi halde uğur olur kalırsınız.

  • müge anlı

    zamanında fetö tarafından telefonları yasadışı olarak dinlenen, "yalnızca" bir sunucu olmayan gözüpek kadın.

    kendisi ve arkasındaki güç, bu çeteye pabuç bırakmaz. meslek hayatının en büyük balığını tutmuş olabilir. tahminim, işin ucu jeffrey epstein olayına benzer bir noktaya çıkacak.

    halil sezai'nin tutuklandığı memlekette bu tipleri karakola dahi çektirmiyorlarsa, ardında bir çete vardır. bu çetenin devlet içinde yuvalanmış olduğu da aşikar.

    sığınma yurdunda kalan küçük kızlar, yurt müdiresi, müdirenin ailesi, pavyonlar, fuhuş... bunları bir şablona yerleştirince, ortada organize bir suç örgütü olduğu sonucu ortaya çıkıyor. iki tane kıçı kırık tipten fazlası yani. ortada para ve pedofili var.

  • sedat peker'in yurt dışına kaçması

    memleketimiz normlarına, 90’lara dönüyor. yakında alaattin çakıcı çıkar ve olaylar gelişir. şahsen, ergenekon tiyatrosunu idare eden cübbeli teröristlere ayar veren ve duruşma salonunda tehdit edebilen kriminali, akademisyen tehdit eden yandaş botokslu kriminale tercih ederim. ilkinin en azından kırmızı çizgileri var. diğerinin çizgiler botoksa kurban gitmiş.

  • 2 aralık 2019 uludağ'da kaybolan dağcılar

    dağcılık en tehlikeli sporlardan biridir. trekking adı verilen kıyın kıyın yayla gezmece işi popüler kültüre meze olunca, insanların tüketebileceği bir mecra açıldı. decathlon önderliğinde başladılar yaygaraya. ayakkabılar, montlar, batonlar, tozluklar derken, baktılar bu işte para var, sosyal medyada milleti gazladılar. millet neredeyse sokakta yürürken kafasına gopro takacak kıvama geldi.tabiata yabancılaşmış şehir insanına özgüven zehirlenmesi yaşattılar. herkes her şeyi yapamaz, yapmamalı. bazı sporlar, etkinlikler demo olarak kalmalı. herkes dalış yapmak, dağa çıkmak, vücut geliştirmek, ikonik şehirleri gezmek zorunda değil. insanları tüketime azmettirmek için ne hale getirdiler.

    tunç fındık var mesela. dünyadaki en yüksek dağlara çıkmış, 8000 üstü 14 zirve projesi olan bir dağcı. sanırım 12 tanesine çıktı. dünyada bunu yapan kişi sayısı da çok az. adamın mülakatını okudum, özeti şu: dağ ile inatlaşılmaz. adam profesyonel dağcı ve diyor ki, kimseye bir şey ispatlamak için yapılacak iş değil, baktım olmuyor bırakırım. vücut için travmatik bir iş zaten. popüler kültür ise aksine teşvik ediyor. everest belgeselinde, işin nasıl ticarete döküldüğü iyi anlatılmış. kapitalizm, gölgesini satabildiği dağı bile cazibe merkezi haline getirir.

    gelelim kayıp kimselere. dağcı değiller. ben de yıllardır dağlarda ovalarda yürüyüş yaparım ama kendime dağcı diyemem. sokakta futbol oynayan futbolcu olmuyor. aynı şey. dolayısıyla, karşılaştıkları olağanüstü şartlara hazırlıklı değiller. rota bilgileri ve ekipmanları yetersiz. sis basınca zaten insanın feleği şaşar. tabiatın şakası olmaz. bir metrelik karda yalnızca 200 metre yürümeyi deneyin. mahvolursunuz. ruh haliniz dibe vurur. neyse, umarım sağ salim evlerine dönerler.

    pop kültürün yarattığı vehameti yerinde izlemek için: https://youtu.be/k9rwro1zcr0

  • 2016 turizm krizi

    tripadvisor en iyi oteller listesinde esamesi bile okunmayan turizmcilerin itfaiyeyi gereksiz yere meşgul etmelerinden öte değildir. su vermeye bile değmez bu sektör. açayım:

    sikik britanya otelleri, yunanistan'daki sıradan görünüşlü bir otel bile tripadvisor listelerinde ilk on sıraya girebiliyor da, cennet gibi koylarda, turkuaz renginde denize karşı konumlanmış milyonluk "otellerimiz" bu listelerde yer alamıyorsa, sorunu biraz kendinde arayacaksın. tripadvisor listesinde üst sıralarda yer alan otellerin istisnasız bütün yorumlarında personele övgü yağıyor. bakın adam kamboçya'ya gitmiş, otelin personelini övüyor. hindistan'a elli tane aşı vurulup gitmiş, ama adam öyle memnun kalmış ki, otel akına uğramış, listeye girmiş. altını çizerek yineleyeyim, en temel memnuniyet, personelin nezaketi ve işinin ehli olmasından kaynaklı. tabiat, konum, yemek sonra geliyor. insanoğlu güleryüz istiyor arkadaş. gittiği yerde fark edilmek, insanca muamele görmek istiyor. bakın bütün dinlerde selamlaşmak teşvik edilir. sebebi ne biliyor musunuz? insanoğlu görmezden gelindiği an mutsuz oluyor. aldığım bi eğitimde, psikoloji profesörü anlatmıştı. varlığının farkına varılmasını istiyor insan. bi ortama girdiğinizde güleryüzle selam verdiğinizde ve aksine selamsız hırçın bir tavırla geldiğinizde ortamın aurasını tahayyül edin. ortam ne denli değişiyor di mi?

    peki bizim çomarlar ne yapıyor? ya turisti taciz ediyor ya da hiç yüzüne bakmıyor. arası yok aga. şu muameleyi kediye yapsan, o kedi bi daha yüzüne bakmaz, seni gördüğünde kaçar. insan neden gelsin? tabiat güzel, eyvallah, ama içini bok götürüyor. nbc'nin kış uykusu filminde estetikle ilgili bir diyalog vardı. zeytini sofraya koymanın bile adabını sorgulayan eskilerle, şimdiki estetik yoksunluğunu tartışıyorlardı ve estetiğin maddiyatla ilgisi olmadığına bağlıyorlardı. türkiye'deki ahlaksızlığın, estetik yoksunluğunun, toplumsal sevgi ve saygının giderek yok olmasını da bu bağlamda değerlendirmek lazım. vay efendim turizmci ağır ekonomik yük altındaymış, zor sektörmüş falan filan. bunları geçiniz. insanoğlunu köleleştiren bu sistemin en büyük gaz alma metodu turizm. ve bu sektörün tek olayı, kölelerin yıllık tatillerinde yaşadıkları köle hayatını bir iki haftalığına unutup mutlu olmaları, seratonin salgılamaları. sen bırak geleni mutlu etmeyi, mutlu geleni de bezdirip evine gönderiyorsan, s.v.i.h.s.

  • aksaray'ın danıştay kararıyla boşaltılması

    "danıştay geçersiz bir işlem yürüttü ve şimdi kapatılacak" uyarısı vermekle sonuçlanacak sistem içi dalgalanmadır.