ne istediler de vermedik14
profili

  • 2. el oto fiyatlarında büyük düşüş beklentisi

    çok basit bir denklem yüzünden beklenen düşüşlerden bir diğeridir.

    para bol mal az ise, malların fiyatı artar. para bolluğunun çok sebebi olabilir. türkiye'nin sebebi, karşılıksız para basılmasıdır ve bu durum sürdürülemez. sürdürdükçe enflasyon patlıyor, fakirleşme artıyor, her alan yozlaşıyor. tarihte enflasyonla kalkınan bir tane ülke olmamış bugüne kadar. fakat enflasyonun savaştan daha fazla zarar verdiği bolca örnek var.

    diğer seçenek paranın az,malın bol olması. türkiye, hasta ekonomisini toparlamak için seneler önce gelmesi gereken bu noktaya er ya da geç gelecek.

    rte 10 senedir bol para politikaları uyguluyor. bu yüzden 10 senedir mütemadiyen fakirleşiyoruz. bu politika yüzünden malların fiyatı artarken, halkın alım gücü azaldı.

    bu saçmalıktan ne kadar geç vazgeçilirse, ödenecek bedel ve çekilecek işkencenin süresi artacak.

    eğer inatla yanlış yolda gidilmeye devam edilirse, bir gün ekonomi aniden duracak. fabrikalar işçilere ücretsiz izin verip süresiz kapatacak. yakıt, ilaç, tohum, gübre, yedek parça gibi hayati hiçbir ürünü bulamayacağız.

    bu tıkanıklığı açmanın tek yolu da imf.

    yine inatla imf'ye gidilmez ise, hoşgeldin venezüela.

    kısacası, sike sike arşa çıkan mal fiyatları düşecek. bahsettiğim düşüş reel, yani enflasyondan arındırılmış. bugün 100 asgari ücretli maaşına denk gelen ev veya araba fiyatı, belki de 20 asgari ücrete denk hale gelecek.

    düşen fiyatlarda hasarın boyutuyla orantılı bir süre dipte çakılı kalacak. benim tahminim en az 10 sene. belki de hiç toparlayamayacağız.

    çünkü son seçim öncesi eyt ile dehşet bir kazık atıldı bu ülkeye. hak hukuk meselesi değil bu. bu insanlara verecek para var mı, yok mu meselesi. yoksa basacaksın, bastıkça daha da batacaksın.

    eytliler gerçekten hak hukuk kovalasaydı, döviz garantili projeleri, kuyumcunun asgari ücretliden daha az gelir vergisi ödemesini, kamudaki lüksü ve başka bir çok konuyu bir araya gelip bizim geleceğimizi bu şekilde yiyemezsiniz diye protesto ederdi.

    eytliler, sizin paraları ve daha fazlasını akpliler yedi. emekli olduğunuza asla sevinemeyeceksiniz. özendiğiniz sizden önceki erken emeklilerin yaşadığı tatlı günleri asla göremeyeceksiniz. çünkü o tatlı günlerde yenen hurmalar artık tırmalıyor.

    hadi geçmiş olsun.

  • gülşen'in tutuklanmasının asıl sebebi

    seçimi kazanmak için halkı manipule etmek.

    akp'nin bu saatten sonra seçim kazanma ihtimali yok.

    önümüzdeki kasım'da tüm tuşlara basarak seçime gittiler gittiler, gitmediler; kesin kaybedecekler.

    bir çok sebep var.

    hastaneler çöktü. doktor ve ilaç bulmakta zorluklar var, özel hastaneye gidilse dünya masraf. işsizlik, yoksulluk ve gırtlağa dayanmış borçlarla kaç kişi karşılayabilir bu masrafları?

    akp öncesi insanlar tedavi edilirdi, parayı ödeyemezse rehin kalırdı. şimdi paran yoksa kapıdan sokmuyorlar.

    tarım ve hayvancılık tarumar edildi. bu yüzden dünya gıda enflasyonunu senelerdir geçen bir gıda enflasyonumuz var ve durum iyileşmek şöyle dursun, gittikçe artan bir hızla daha da kötüleşiyor.

    çukurova gibi bir bölgede dahi bir kilo taze patates 7-8 lira.

    bu fiyatlar kışa doğru daha da artacak ve inanılmaz fiyatlara satılmaya başlanacak. kaç kişi bir kilo patatese, domatese 30 lira verebilir?

    suriyeliler ve kaçak göçmenler yüzünden 2019 yerel seçimlerinde kaybettikleri oyları görmezden gelerek halkla inatlaşıp daha çok kaçak getirdiler. 2019 haziran istanbul seçiminde istanbul fatih'i dahi bariz farkla kaybettiler. fakat öyle bir kibir içindeler ki, her uyarıyı görmezden geliyorlar.

    tarım işçileri, inşaat işçileri, tekstil işçileri ve başka gruplar daha bu kaçaklara işveren sermayedarlar tarafından işlerinden atıldı. bu durum da ensar ve muhacir romantizmi ile halka kabul ettirilmeye çalışıldı. tokların hayalleri ve bu hayalleri gerçekleştirmek için yaptıkları insanları çok mağdur etti. bunca saçmalığa rağmen de, hiçbir şey olmamış gibi bir anda 180 derece dönüyorlar ve kimsenin bu zıt davranışları eleştirmesine izin vermiyorlar. eleştirenleri hainlikle, dış minnakların oyuncağı olmakla suçluyorlar.

    insanların cebi para görse, keyifleri yerinde olsa yine kazanırlar. ama her konuda öyle bir batırdılar ki, kimse iyi yıllarını dahi hatırlamayacak bu iktidarın.

  • miğfer dibinde kendini patlatan uruk

    dava adamıdır.

  • emlak balonu

    devlet kaynaklarıyla elden geldiğince desteklenen balondur.

    desteklenmeye de elden geldiğince devam edilecek. çünkü akp iktidarının devamı bu sektörde dönen paraya bağlı.

    onlar bu sektörü ayakta tutmak zorunda da, ülke bu balonu beslemeye devam edebilecek mi?

    tüm mesele bu sorunun cevabında.

    başlık altında fiyatların durduk yere yeniden yükselmeye başladığından şikayet edilmiş ve nedeni merak edilmiş. aslında nedeni çok basit. insanlar beklentilerini gerçeklere göre değil, alışkanlıklarına göre şekillendiriyorlar. emlak sektöründeki uyanıklar sayın cumhurbaşkanımızın ekonomi teorisinin gereğini yerine getirip faizleri tekrar düşüreceğini tahmin ettikleri için şimdiden pozisyon alıyorlar.

    peki indirebilecek mi?
    -60 milyar dolar rezervi olan merkez bankası, senelik en azından 20 milyar dolarlık cari açık ve senelik ödenmesi veya çevrilmesi gereken 160-170 milyar dolar borç varken şapkadan çıkarılacak tavşan değil, ancak dinazor kurtarır şu anki durumu.

    faizler indirilmeye başlanırsa, selçuk geçer'in dolar tl tahminlerine doğru yola çıkarız herhalde diye düşünüyorum. ardından da gelsin seri iflaslar ve diğer felaketler. daha önceki faiz indirimlerinde dolarları jon ahmet'in devir daim makinası üzerinden satarak tl'nin değer kaybını durdurdular. fakat satacak döviz de kalmadı. son aylarda da altınların bir kısmını sattılar.
    https://www.sozcu.com.tr/…riz-altin-satisi-6208943/

    hala emlak da balon yok, fiyatlar artmaya devam edecek diyenlerin türkiye'nin içinde bulunduğu döviz açmazının nasıl çözüleceğine dair fikirleri varsa paylaşsın bilelim. yoksa boş konuşuyorlar.

    bazıları da kendi evlerinden örnek vermiş, aldığımızda fiyatına yüksek dediler, şu senede bu fiyata geldi, balon dediler demiş. bu arkadaş ve benzerleri de yukarıda değindiğim gibi ezberlerle hareket ediyorlar. o zamanki şartlar konutta fiyat artışını destekliyordu. hükümet şu anda çil çil dolar bulursa, konut fiyatları artmaya gerçekten de devam eder. çünkü faizleri indirip sektörü desteklerler, döviz satışıyla da tl'nin değerini düşürmemeye çalışırlar senelerdir yaptıkları gibi.

    bundan seneler önce de aynı şeyleri savunuyordum, çünkü 128 milyar doları alengirli yollardan satmak gibi bir saçmalığın olabileceğini bilmiyordum ve takip ettiğim ekonomistlerde öngörmemişti. olan borç böylece daha da arttı, ihtiyacımız olan dövizi saçma sapan şekilde, hükümet seçim kazansın diye ucuz ucuz sattık.

    piyasa kredilerle desteklenmezse, görün gümbürtüyü. güncel faizle desteklenirse, yine izleyeceğiz gümbürtüyü. merkez bankası faizinden daha düşük oranla olursa, yine bir gümbürtüye şahit olacağız. artık sistem tıkandı.

    türkiye'nin bu noktalara gelmesinin tek sebebi cari açık. akp iktidarında birikimli 600 milyar dolar cari açık verilmiş. yani borçlanılmış. senelerdir yenilen ve konut fiyatları artmaya devam eder diye düşündürten hurmaların tırmalama zamanı gelmiş. bundan sonra kim iktidarda olursa olsun, namuslu herkes acı bir bedel ödeyecek. gümbürtü başlayıp da fiyatlar düşmeye başladığında göreceğiz kim haklıymış.

    ayrıca, yatırım için değil, ihtiyaçtan ev almak isteyenler, uygun gördükleri anda, gelirleri de garantiyse alabilirler diye akp'ye muhalif ekonomistler dahi söylüyor. yatırım için almak yanlış.

    ek olarak, ekrem imamoğlu habertürk'de katıldığı son programda istanbul'daki konutların 4'de 1'inin boş olduğundan bahsetti. bunu belediye olarak tespit edebildiklerini anlattı. bu şartlarda, istanbul özelinde fiyat artışları demek ki birileri tarafından destekleniyor.

    yabancıya satılan satışlarla sektör ayakta tutuluyor diye düşünen bir yazardan mesaj geldi.
    https://www.trthaber.com/…-rekor-rakami-547174.html
    senelik 1 - 1.5 milyon konut satılan pazarda yabancıya yapılan 25-26 binlik satış çerezdir.
    https://www.aa.com.tr/…in-316-konut-satildi/2109445

    gelelim inşaat sektörünün durumuna.
    https://www.patronlardunyasi.com/…-milyar-tl/225165

    yukarıdaki bağlantıda eylül 2019 itibariyle inşaat ve enerji şirketlerinin batırdıkları paranın 46 milyar tl olduğundan bahsedilmiş. 1.5 sene önce bddk tarafından kabul edilen resmi istatistikten bahsediyoruz. şimdi kaç katıdır kim bilir?

    istanbul'da emlak balonu olduğunun en büyük kanıtı değerlemeye asla dahil edilmeyen deprem değişkenidir. istanbul'u etkileyen depremler internette araştırıldığında insanı korkutan sıklıkla deprem olduğu fark edilir. fakat büyük depremler nadir ve sıradakinin eli kulağında deniyor.

    böyle bir depreme istanbul hazır mı değil mi diye 1999 yılından beri tartışılıyor. fakat bir nokta pek konuşulmuyor. istanbul'un alt yapısı depreme hazır mı?

    2019 eylül'ün de silivri açıklarındaki depremde internet ve telefon şebekesinin hazır olmadığını tecrübe ettik.

    su, gaz ve elektrik ne durumda?
    https://www.sozcu.com.tr/…m_campaign=dahafazlahaber

    yukarıdaki bağlantıda istanbul su şebekesinin suyunun %22'sini şehrin altına verdiğini öğreniyoruz. bu oran temiz suya ait. atık suyun ne kadarı şehrin altına gidiyor?

    habertürk'de çıktığı bir programda mimar sinan genim bu konuyla ilgili beşiktaş ve kadıköy gibi ilçelerin zeminlerinin bu kaçaklar yüzünden ne halde olduğunu anlatıyordu.

    kısacası, zeminde sıvı demek, depremde artan şiddet ve yıkım demek. 30 ekim 2020 izmir depreminde milyonluk rezidansların ne hale geldiği haberleştirilmişti.
    https://www.haberler.com/…idanslar-13703530-haberi/

    eğer doğru hatırlıyorsam, sorun zeminlerindeydi. depremden bu yana 7 ay geçti ve depremde kayba uğrayanlar sıkıntılarla boğuşuyor.
    https://www.cumhuriyet.com.tr/…duyan-var-mi-1839916
    istanbul depremi mağdurları kim bilir neler yaşayacaklar?

    internet, telefon ve su altyapılarının hali pürmelali ortadayken; elektrik ve gazın farklı olduğuna kim inanır?

    yaşanacak kuvvetli bir deprem ve aylarca sürecek artçılar sonrası altyapı ne halde olacak, milyonlar verilen evler yaşanılabilir mi olacak?

    en komiği de 72 saatte istanbul tahliye edilecekmiş yeni açıklanan plana göre. 72 saatte değil tahliye etmek, ihtiyaç sahiplerine yeterli miktarda su yetiştirilebilir mi bir muamma.

    istanbul'u deprem sonrasında kara ve demir yolu ile tahliye etmeyi planlara zaten dahil etmeyeceksiniz. beklenen 7 üzeri büyüklükteki bir deprem karayollarına ve demiryollarına oldukça zarar verir. en güveniliri denizyolu ki, o da önce depremden, sonra da muhtemel tsunamiden iskeleler sağlam çıkarsa. ayrıca, istanbul'dan milyonlarca insanı 72 saatte tahliye etmek için kaç gemi lazım?
    daha insanların iskelelere ulaşıp ulaşamayacaklarına hiç değinmedim.

    istanbul halkına en büyük zararı aptalca yapılan şehirleşme verecek. daracık sokakların her iki tarafına yapılan yüksek binalar yıkılarak sokakları girilmez ve çıkılmaz yapacak. ne tahliyesi?

    boktan bir ekonomiye sahip ülkenin, her an gerçekleşebilecek bir depremle darma duman olacak şehrinde kutu gibi evlere istenen milyonları normal karşılayanlar akıl sağlıklarını kontrol ettirmeliler.

  • eskişehir'de katledilen simitçi

    türkiye'de olmayan adaletin son mağdurlarından.
    https://www.yenicaggazetesi.com.tr/…yor-229782h.htm

    dahasının olmaması isteniyorsa acılı bir evladın çaresizliğine ses verilmeli.
    https://twitter.com/oranyum_

    edit: vefat eden amcanın oğlu ekrem imamoğlu'nu etiketledi diye edilen laf aşağıda.

    https://twitter.com/…n44/status/1115671770588172289

    17 senede cinayetin, iş kazasından ölmenin, tecavüzün, yolsuzluğun, arsızlığın normalleştiği, tüm kurumlara güvenin kaybedildiği bir ülkede insanlar buldukları dala tutunuyorlar.

    işin daha da vahimi, twitter profilindeki fotunun altında "hak yolunda mücadeleye devam" yazan birisinin bu ifadeyi kullanması.

    artık ülke öyle çürümüş ki, vicdanlar bile siyasallaşmış.

  • yerli silahları görünce tırsan yunanlı spiker

    eksik bilgilerle görüşleri eleştirilen spikerdir.

    adam moğol çin karışımı diyerek bize hakaret etmiyor. yunan toplumunda böyle bir görüşün olduğunu, böyle düşünerek türkiye'yi küçümsediklerini ve yanlış yaptıklarını anlatıyor.

    türkiye'nin zannedildiği gibi batmış, bitmiş bir ülke olmadığını ve emin adımlarla sağlam şekilde ilerlediğini örneklerle açıklıyor.

    https://www.kitapyurdu.com/…quot-turkiye/49061.html

    yukarıdaki bağlantıda verdiğim kitabın yazarı yunanlı bir uluslararası ilişkiler profesörü. kitabı alıp okursanız, spikerin bahsettiklerinin daha akademik ama anlaşılır bir dille değerlendirmesinin yapıldığını anlarsınız.

    yunanlılar türkiye'nin büyüyen bir güç olduğunu, şu anda bile baş edemeyecekleri bir noktadayken gelecekte belki de türkiye'nin bir müstemlekesi haline geleceklerinden korkuyorlar.

    yine spiker akdeniz'de olduğu düşünülen gaz yataklarından ve kendi haklarının türkiye tarafından çalınmasından bahsediyor. türklere hakkımız olan deniz altındaki yatakları kaptırmayalım diyor.

    bunun yolunun da kuvvetli bir donanmadan geçtiğini anlatıyor. ardından 2023 yılında yunan donanmasının tamamen döküntü haline gelecekken, türkiye 2023 yılına kadar 5 savaş gemisi, 1 denizaltı daha katacak donanmasına diye anlatıyor.

    türkiye 2029 yılına kadar kendi ürettiği gemilerle ve silahlarla donanmasının gücüne güç katacak diye halkını uyandırmaya çalışıyor.

    15 tugay askerden bahsetmiş. bu en azından 50 bin kişilik tamamen profesyonel, tam teçhizatlı asker demek. uçak, gemi gibi güç çarpanlarıyla desteklenmiş böyle bir güçle yunanlıları ve rumları doğu akdeniz ile ege'den silersiniz. türkiye onlara ne verirse onu kabul etmek zorunda kalırlar.

    bugün doğu akdeniz'de kıyısı olan ülkelerin donanmalarının toplam gücü türk donanması kadar etmiyor.

    bu yüzden fetocular en büyük darbeyi türk donanmasına vurmak için iftira davaları açtılar.

    bu tür konuları aydınlık'da yazan emekli amiraller cem gürdeniz ve soner polat güzel anlatıyorlar. meraklıysanız, neyin ne olduğunu anlamak istiyorsanız yazılarını düzenli takip edebilirsiniz.

    bugün türk halkı kendisini ve devletini çok küçümsüyor.
    şu an bir ekonomik krizin içerisindeyiz ama bu kriz bizi yok etmeyecek. akıllanmamıza vesile olacak ama zaman da kaybettirecek. bazen şer gözüken konuların arkasından hayırlı olaylar da çıkabilir. çok da karamsar olmamak gerek.

    yine de önümüzde maddi anlamda zor yıllar var.

    türk milleti çok garip bir millet.
    1081 yılında çaka bey ile ilk defa denizcilikle tanışan bu halk, 12 ve 13.yüzyılda doğu akdeniz ve karadeniz'de zaman zaman önemli güç haline gelmiş.

    14.yüzyılın ilk yarısında ise aydınoğlu umur bey ile tüm ege'ye hakim olup, ege sahillerinden balkanlara sefere çıkacak kadar güce ulaşmış.

    en sonunda 28 eylül 1538 tarihinde preveze deniz savaşıyla tüm akdeniz'i türk gölü haline getirmiş.

    medeniyetin beşiği olan 3 tane denizi, denizcilikle tanıştıktan 450 sene sonra tamamen hakimiyetine almak çok büyük bir iştir.

    denizcilik de bir kültürdür. göçebe ve köylü bir toplumdan deniz gücü çıkarmak dahiyane bir başarıdır.

    türk tarihi böyle imkansız gözüken başarılarla dolu. o yüzden yunanlılar korkmakta haklı.

    ama geç kaldılar.

    sözlükteki bir çok başlıkta avrupa birliği üyesi olan yunanistan, bulgaristan, romanya gibi ülkelerin bizden ne kadar ileri oldukları anlatılıyor. çok komik iddialar.

    maddi anlamda kağıt üstünde bizden ileri olabilirler. çünkü avrupa birliği üyesi olan bu ülkeleri ab destekliyor. demir perdenin küçük ülkelerinden olan bulgaristan ne üretmiş, ne başarmış da bugünkü durumuna kavuşmuş?

    ab balkanlarda güç olmak için dağılan yugoslavya ile demir perdenin küçüklerini bünyesine kattı. bu ülkelere de destek atarak kalkındırdı.
    yunanistan 11 milyon, bulgaristan 7 milyon, romanya 20 milyon, hırvatistan 4 milyon, sırbistan 7 milyon, macaristan 10 milyon nüfusa sahip.

    ab'nin devasa ülkeleri kendi iç ve dış pazarlarına satacakları ürünlerin bazı kısımlarını bu ülkelerden karşılayarak bunları ayağı kaldırır ve kaldırdı.

    ama türkiye gibi bir ülkeyi ayağa kaldırmak hem ab için zor. niyet etse kaldırır ama kaldırdığında da baş edemez.

    küçük balkan ülkelerini hızlıca bünyesine katan ab onların genç nüfusunu kullanarak ihtiyacı olan çalışabilir ve kendi kültürüne uyumlu insan gücünü sağlıyor. dediklerime inanmayabilirsiniz.

    o zaman aşağıdaki raporun 19.sayfasına bakabilirsiniz.
    https://www.ihkib.org.tr/…809171635440850-4ae6c.pdf

  • cumhurbaşkanına itaat etmek farzdır

    bizi kandıran bizden değildir diyerek cevap vermek istediğim önermedir.

    benim gözümde tayyip ve efradı zalimdir. zalime karşı gelmek de imanın gereğidir.

    bir cemaatciye böyle cevap verilir.

  • evlenecek erkek bulamamak

    sausage fest'e dönmüş başlık.

    bırakın da kadınlar fikirlerini yazsın.

    sözlükte ne kadar ezik varsa gelip başlıkta ağlamış.

    kadınların paraya değer vermesinden tutun da, piç erkeklerle gönül eğlendirmesine kadar her uygun pozisyondan taarruz edilmiş.

    bunların değişik versiyonlarını erkeklerde yapıyor. bugüne kadar güzel bulmadığı kızla evlenebileceğini söyleyen bir tane erkek görmedim.

    bir de pizza siparişi gibi tarif ediyor kimi dingiller.

    boyu en az 1.70, sarışın, renkli gözlü, beyaz tenli, üniversite okumuş, hobisi olan...........

    küfür etmeyi sevmem ama, böyle listeleri görünce vay amk diyorum.
    ulan toplumda bu fenotipe sahip kaç tane kadın bulabilirsiniz ki?
    hadi buldun. seni beğenecek mi?

    sarışın yazdım diye sarışın olmayanlar tribe girmesin. aman diyeyim. sadece örnek. anladınız mı?
    sadece örnek. bıktım bu milletin örnekle uğraşmasından o yüzden üstüne basa basa yazıyorum.

    böyle sipariş verir gibi kriter sayan adama şahit oldum ve siparişinin içeriğini yazdım.

    beraber olduğu kız sayısıyla böbürlenen palavracılar da boldur. lisede falan yine çekiliyordu. ama 30 yaşını geçmiş adam söz konusu olunca çok komik oluyor. yoksa lisede ağaçta sikiştiğini anlatan da vardı, aynı anda 3 kız idare ettiğini anlatan da.

    erkekler arz talep eğrisini duydunuz mu bilmem. bilmiyorsanız öğrenin. hepiniz bir tarafa yüklenince tabi ki kadınlarda havalanıyor. bence gayet normal.

    arz talep'in doğası gereği yaşanan dalgalanmalardan dolayı asla insanları kınamam. duruma göre pozisyonumu alırım.

    bugün dolar yükseliyor diye dövünen tayyip neyse, kadınlar paralı erkek istiyor diye ağlayan erkek de aynısıdır.

    bu yüzden ezik ezik şikayet yazmanın gereği yok.

    açıkçası erkek için parasızlık neyse, kadın için de çirkinlik odur.

    kaldı ki, güzel bulunmayan kadınların yaşadıkları psikolojik baskının çok daha sert olduğunu düşünüyorum parasız erkeklerden.

    bu toplumda yaşamak başlı başına zor. çünkü toplumun, çevrenizin saçma sapan düşünce kalıplarıyla uğraşırsınız. herkesin normalinin farklı olması doğal. ama bunu diğerlerine dayatması bir açmaz.

    bu konuda böyle.
    piç erkeklerle takılan kız aradığını bulamayınca sana mı geldi?
    sikleme olsun bitsin.

    seneler seneler önce paralı erkek ararken fakirsin diye kalbini kıran kız günümüzdeki durumundan dolayı sana mı yavşıyor?
    naş de geç.

    bu dünya herkesin istediklerine istediği anda ulaşabildiği ütopik bir yer değil. öyle zannettiyseniz ve kadın-erkek ilişkilerine kadar da hayal dünyasından kurtulamadıysanız geçmiş olsun.

    hoş geldiniz gerçek dünyaya.
    yine de halinize şükredin.
    http://www.hurriyet.com.tr/…rkek-es-ariyor-40724845

    not: erkekler, şu başlığa salak salak aynı şeyleri yazmayı bırakın.

  • yaşıtların patır patır evleniyor olması

    beni zerre ırgalamayan durumdur.

    bu zamanda evlenmek aptallıktır. bu ifademi süt için evde inek mi beslenirmiş, her akşam aynı yemek yenmez gibi saçma sapan görüşlerle desteklemeyeceğim.

    bugünün türkiye'sin de özel sektörde veya devlette çalışan bir üniversite mezunu ne kazanıyor önce onu düşünelim. aslında ne kadar kazandığından ziyade, ne kadar vergi ödediği önemli.

    maaşlarının %30'u vergi adı altında alınıyor. bu gelirden alınan vergi.

    ay boyunca yaptıkları alışverişlerden alınan dolaylı vergilerle ve emlak, mtv gibi gibi senelik vergilerle bu oran %50.

    bütün bunlara rağmen insanlar borç altına girerek inanılmaz harcamalarla evleniyorlar.

    bu ülkedeki beyaz yakalar siyasilerin yolsuzluklarının ve adam kayırmalarının faturasını, siyasilerin oy uğruna çeşitli rüşvetler ödediği dar gelirliyi ve zenginin ödemediği vergiyi finanse eden insandır.

    medeni ülkelerde beyaz yakalar ülkeyi kalkındıran ve bu kalkınmadan en önemli payı alan gruptur.

    akp 2013 yılından beri meslek grupları başına ödenen gelir vergisini yayınlamayı kaldırdı.

    neden?
    işine gelmiyor. kuyumcuların asgari ücretliden daha az gelir vergisi ödediği bir düzen var ortada.
    https://twitter.com/ozanbingoll
    yukarıdaki adresi takip edenler büyük aydınlanma yaşar.

    mavi yakalar insan değil mi neden onlardan örnek vermedin diye tepki gelebilir. evet mavi yakalar insan değil. tershanelerde, madenlerde binlercesi öldürüldü. ne tepki gördünüz?

    zaten bu ülkedeki herkes mavi yakalıların insan yerine konmadığını bildiği için çocuklarını okutmaya çalışıyor. ama farkında olmadıkları bir şey var. arzı artan mala talep düştüğü için değeri düşer. artık beyaz yakalılarda değerli değil.

    kaldığımız yere dönelim.

    hadi diyelim ki eşiniz de çalıştı bir şekilde idare ettiniz. çocuğunuz oldu. çocuk büyüdü, okul zamanı geldi. devlet okullarının yeterli seviyede eğitim vermediğini sağır sultan bile biliyor artık. hatta gün geçtikçe daha da kötüleşiyor. düzeleceğine dair de ışık yok. o zaman fellik fellik özel okul ve hoca peşinde koşmanız lazım. ona da paranız yetecek mi meçhul.

    ülkede ki asayiş problemi ise farklı bir boyutta. trafikte kavga ettiğine çekip sıkanından tut, aşırı hızdan kaza yaparak aile katledenine kadar gider bu iş.

    cezalar yetersiz, herkesin yaptığı yanına kar kalıyor. zengin, uyuşturucu kullanmış sarhoş çocuğunu bağdat caddesinde kendi halindeki insanı ezip öldürdükten sonra aylarca kaçırdı.niye?
    uyuşturucu kullandığı testlerde çıkmasın diye. ne oldu o dava?
    toplum bilinçli insanlardan oluşsaydı eğer, o iş adamı denen mahlukta içeriye girene kadar sokakların sesi kesilmezdi. bunu da unutmayın. türk toplumu bilinçsiz ve vurdum duymazdır. ona göre çizin rotanızı.

    bir kaç ay önce bir holding ceosunun evini soyan hırsızlar aynı gün yakalandı. evi soyulan normal vatandaşın kaçının hırsızı yakalanmış?

    zengin değilseniz, altınızda önemli bir makam yoksa bir hiçsiniz. çocuğunuzda bir hiç olacak.

    evlilik, sevgi güzel şeyler ama insanı uyuşturan, yaşadığı zorluklara mecbur bırakan seçenekler. insanlar evlilik kurumuyla sonsuz bir mutluluğa kavuşacaklarını zannediyorlar. hiç bir zaman salt mutluluğu tatmayacaksınız. sadece, ömrünüz boyunca çabalayarak tadacağınız anlık mutlulukların heyecanını hiç unutmayacaksınız. anılar bunun için var. bunlar arasında evlilik ve çocuk sahibi olmak gelebilir.

    evlenen evlensin. benim hiiiçççççççççççç niyetim yok.

  • 2018 ekonomik krizi

    dangalakların akılları sıra dalga geçerek, senelerdir bitmedi kriz diyerek trollemeye çalıştıkları başlık.

    lehman brothers'ın batışının ardından fed ile başlayan parasal genişleme furyası bitene kadar dünya teknik olarak krizde demektir sayın dangalaklar. bu parasal genişleme furyası bizim gibi ülkelere sanki kendileri krizde değilmiş gibi hissettirdi.

    neden mi?
    200 senedir bu ülkenin tasarruf sorunu var. yani bu ülkenin vatandaşları, şirketleri ve devleti yatırım yapmak istediğinde içeride birikmiş para yetersiz. belki çok harcadığımız için belki de tasarruf edecek kadar gelirimiz olmadığı için.

    tasarrufların yetersizse iki seçeneğin mevcut. ya elindeki kadar harcayacaksın, ya da tasarruf ithal edeceksin.

    tasarruf ithal etmek ne demek?
    kaznadığı paralarla yatırımlarını, harcamalarını yaptığında dahi elinde para kalan ülkelerden faizle borç almak demek. bu ülkelerde kimsenin şaşırmayacağı üzere gelişmiş ülkeler.

    2008 krizinden sonra yapılan parasal genişlemeyle gelişmiş ülkelerde faizler çakıldı. çünkü parasal genişleme yapan fed, amb, japon ve ingiliz merkez bankaları para basıp, piyasaya bunları çeşitli yollarla sürdüler. faizleri de sıfırladılar ki, bankalar düşük faizle borç versin ve insanlar alıp tüketsin. böylece ekonomi de canlansın. fakat bu gelişmiş ülkelerin insanları gerçekçi insanlar oldukları için, ekonomiye güvenmediler ve harcamadılar. zaten gelirleri de pek artmadığı için borç altına girmek istemediler. bu yüzden paraları alan bu gelişmiş ülkelerin zengin vatandaşları fonlar aracılığıyla parayı borç verecek ülke aradı.
    avrupa merkez bankası eksi faiz bile verdi. şaka gibi ama gerçek. avrupa'da paranı bankaya yatırıp faiz istediğinde, senden para istiyorlardı.

    adamlar da sokarım böyle işe diyerek dünyada paraya faiz veren ülke aradılar. işte gelişmekte olan ülkeler bu adamların hedef tanımına tam uyuyordu. gelişmekte olan ülkeler ucuz para buldu, para sahibi gelişmiş ülke vatandaşları da paralarına reel getiri elde etti.

    işte türkiye bu paralarla gününü gün etti senelerdir. ilk darbeyi 22 mayıs 2013 tarihinde ben bernanke'nin açıklamasıyla yedik. gezi olayları olanların güme gitmesini, hükümetin yediği bokun üstünü kolay örtmesini sağladı. ben bernanke açıklamasında parasal genişlemeyi sonlandıracaklarını söyledi. bunun ardından türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde piyasalar karıştı. çünkü para sahiplerinin paralarını alıp amerika'ya döneceği ve bu ülkelerin sermaye sahiplerini ikna etmek için faiz arttırma zorunluluğu pembe tabloyu bok sarısına buladı. inanmayan hisse fiyatlarının 2013 yılındaki performansına bakabilir. internette araştırabilir.

    tabi bu kadar sert düzeltmeye gerek yoktu. çünkü uzun seneler süren genişlemenin bir anda bitmeyeceği aşikardı. ama piyasalarda işler böyle yürüyor. parasal bolluktan dolayı gelişmekte olan ülkelerde varlık fiyatları çok yükseldiği için birileri bernanke'nin açıklamalarını bahane ederek karlarını ceplerine attılar. bu sırada da ortalığı karıştırdılar.

    böyle bir durumu açıklayan güzel bir atasözümüz var. el sikiyle gerdeğe girilmez demişler. cuk oturuyor.

    bernanke ortalık karışınca açıklama yaparak hemen bu işe başlamayacaklarını ilan etti. ortalık sakinleşti. olan bu spekülasyona kanıp panikleyen garinbanların parasına oldu. işte bu karışıklık tekrar yaşanmasın diye günümüzdeki fed güvercinlikten ölecek.

    fed son 2 senedir de faizleri yavaş yavaş arttırıyor. her arttırdığında da bizim borçlanma faizimiz artıyor. çünkü tüm ülkelerin faizleri küresel piyasalarda baz alınan amerikan faizinin üzerine ülkenin risk primi eklenerek hesaplanıyor.

    peki türkiye borç aldığı bu paraları ne yaptı?
    yollar, köprüler, tüneller, tren hatları, rezidanslar, cep telefonları, bilgisayarlar, son teknoloji televizyonlar, arabalar..............

    say say bitmez.

    siyasi iktidarın bu altyapı sevdasının nedeni nedir?
    en kolay para cukkalama yolu budur.

    işte türkiye aldığı paralarla aptalca tüketim yaptı. ithal mal cenneti oldu ülke. tabi borçta birikti. hemde 60-65 milyar dolarlık özelleştirmeye rağmen.

    dünyadaki faizler yükseldikçe borçlanmanın maliyeti arttığı için artık eskisi gibi borçlanamayacağız. yani borçları ödemeye başlayacağız. ama belli de olmaz. siyaset bu, ne yapacağı belli olmaz.seçimi kurtarmak için yüksek faiz vermeye razı olabilir. sonuçta tüketimle büyüyen ülkeye parayı basıp enflasyonu %13'e sıçratmış adamlardan bahsediyoruz.

    fakat 2017 yılında bankalarımız borç ödemiş. çünkü bankaların riski kendisine ait. o kadar yüksek faizle dışarıdan borçlandığında içeride kimseye kredi veremeyeceği için artık ödemeye başladılar. işte bu ödemeler bizim refahımızı düşürecek. çünkü bizim gibi gariban ülkelerin para basmasının yolu piyasadaki döviz miktarının artmasıdır. bankalar borç ödedikçe piyasadan dövizi çekecekler. o zaman da dövizin fiyatı uçacak. fakat türkiye varlık fonu ile devlet borçlanıp ülkeyi 1 sene daha idare edecek kadar para bulacak diye tahmin ediliyor.

    peki bu alınan borçların bedelini kim ödeyecek?
    gariban vatandaşlar. içtiğiniz limonataya, meyve suyuna ötv getirerek; evde içki üretilerek ve sigara sarılarak vergi kaybı yaşanmasın diye garip garip önlemler alarak; her türlü vergiye, köprü ve otoyollara %15-20 zam yaparak sizleri parmaklayıp borçları ödeyecekler.

    hala kriz yok diyerek dalga geçin siz.
    akp vergilere yaptığı son zamlarla ülkenin ekonomisinin tarrağı yediğini itiraf etti.

    bundan sonra ne olacak?
    amerikanvari tüketim sisteminden vazgeçilmediği her gün gelecekten çalınıyor demektir. amerikanın parası rezerv para olduğu için onlar tüketir. adam 1 cent maliyetle 100 dolar basıyor. 1 koyuyor 10000 alıyor. tüm dünya da birilerine mal satıp dolar almak için birbirini eziyor. bu noktada; bitcoin'e caiz değil diyen diyanet acaba doların ne demek olduğunu biliyor mu merak ediyorum.

    bu arada amerika kendi parasını kendisi de basmıyor. fed banker ailelerin elinde olan bir kurumdur. yani tüm dünyayı bir avuç insan sömürüyor. birisi diyanete elde dolar tutarak bu bankerlere, yani faizle dünyayı sömürenlere borç verildiğini anlatmalı.

    burada bir parantez açmam lazım. yukarıdaki ifademden bitcoin'i çok sevdiğim anlamı çıkmasın. arkasında kimin olduğu belli olmayan, tamamen spekülasyonla fiyatı yükselen herhangi bir şeye güvenmem. bitcoin'i altın ile kıyaslayanlar var. efendim altına da insanlar değer verdiği için altın o kadar para ediyormuş. altının değerli olmasının fiziksel ve kimyasal özellikleriyle de alakası var. altın soy metaldir. yani hemen hemen hiç bir şeyle reaksiyona girmez. sadece insanın kendi üretimi olan kral suyu ile reaksiyona girer. o yüzden altın saf olarak çıkar. mesela demir, alüminyum gibi metaller oksitli bileşik olarak çıkar ve bunları saflaştırmak için çok uğraşılır. buradan altını saklamak kolaydır sonucu çıkıyor.

    altının başka özelliği yok mu?
    çok iyi bir iletkendir. aynı zamanda insanları cezbeden ışıltılı güzel bir görüntüsü vardır. diğer metallerin saflaştırılmış halini görseniz altını öper, koklarsınız. hadi bunlar yetmedi altını özel yapmaya. diğer soy metal olan platin mali piyasalarda geçmemesine rağmen neden kıymetli diye sorarım bende.

    borsalarda, gayrimenkul sektöründe de elbet spekülasyon olur. fakat ne olursa olsun elinde bir mal vardır ve öyle yada böyle para eder.

    vay efendim arkasında düzenleyici kurum yokmuş da özgür ortammış. düzenleyici kurumlar her zaman adil olmayabilir, akıllıca işler yapmayabilir. ama kurulmalarının bir sebebi var.

    konumuza dönersek; türkiye tüketimden vazgeçip üretime geçmek zorunda ve elbet geçecek. işte bu dönüş çok acılı olacak. varlık fiyatları yere çakılacak, bazı sektörler çok zor günler geçirecek, işsizlik artacak. fakat türkiye'nin bir şansı var. türkiye italya'dan sonra ihracatta çeşitliliği yakalamış 2.ülkeymiş. bloomberght'de ki uzmanların yalancısıyım. yani bu dönüşümü hızlıca gerçekleştirebilir.

    bu dönüşümle ilk baş eğitimli kesim para kazanacak. 2017'de lise ve altı eğitime sahip insanların istihdam oranı artarken, üniversite ve üstü eğitim alanların ki düşmüş. işe girenlerin çoğuda hizmet sektöründe iş bulmuş. işte bunlar ülkenin tüketimle büyüdüğünün işaretidir. yani tayyibin bağıra çağıra anlattığı %11 bir illüzyon.

    inanılmaz bir şekilde tl dünyada rezerv para olursa, tayyip bu ülkeye sultan bile olur. ama olmazsa muhtemelen boka basacak. amaç seçimlere kadar boka basmamak. sonrası mühim değil. o zaman düşünürler.

    edit: imla ve ekleme.

  • yılmaz vural

    adam televizyonda çok net söyledi.

    "çalıştığım kulüplerde siyasi ve ticari amaçlar dışında bir tane bile sadece sportif amaçla yöneticilik yapan görmedim." dedi.

    işte sorun bu. tek cümleyle özetledi.

  • esnafların çok para kazandığının düşünülmesi

    mesele çok kazanmaları değil.

    mesele bordrolu çalışanlar çatır çatır vergilerini öderken, esnafın utanmadan asgari ücretliden bile az vergi ödemesi. üstüne üstlük, bir de bu başlıkta terbiyesizce atarlanmaları tuz biber olmuş.

    çocukluğumdan beri bal aldığımız bir esnaf 15-20 senedir istisnasız her sene bal olmadığından, çok para kazanamadığından bahseder. ulan türkiye dünyada en çok bal üreten 2. ülke. hadi bunu geçtik, senelerce ağladı ama o dükkan kapanmadı. aksi gibi, dükkan 2 sefer yenilendi, yazlık alındı.

    10 sene gittiğim berberin vergi levhasında bir sefer kar ettiğini görmedim. fakat dükkanı genişletti, sıfır ev aldı.

    anadolu şehirlerinde kimin altında lüks bir araç varsa, büyük ihtimal esnaftır veya büyük bir işletme sahibi ya da ortağıdır. arabayı şirkete kaydedip masraflarını vergiden düşerler. araç şirket aracı olduğu için de bir kaç senede onun da masrafı vergiden düşülür.

    bir esnaf evine aldığı tuvalet kağıdını bile şirketinin masrafı yazıp vergiden düşer. bunları yaparken hiç bir ahlaki sorun yaşamaz. sonra da gelip bu başlıkta havlar.

    insan olun insan.

  • türk kürt kardeştir

    kimse kimsenin kardeşi değil.

    türkler anadolu'ya 1071 yılında malazgirt ovasında roma ordularını yenerek girmiştir. yani kürtlerle savaşarak değil. burada soru doğu roma kimdir?

    yunanlılara bakarsanız onlardır. ama bu tamamen palavra. antik yunanın roma tarafından ele geçirilmesi ile yunanistan'ın bağımsızlığını kazanması arasındaki 2000 seneden daha da uzun süre yunan milliyetçilerinin ve siyasetçilerinin en büyük sorunu olmuş. 2000 senelik bu boşluk ne olacak? bunun çözümünü alexis heraclides'in yunanistan ve doğudan gelen tehlike türkiye isimli kitabını okursanız daha teferruatlı öğrenebilirsiniz.

    7.yüzyıldan itibaren resmi dilini yunanca yapan doğu roma'yı sahiplenmeyi çözüm kabul etmişler. bizans isminin alman tarihçiler tarafından 16.yüzyıldan itibaren icadıyla da, sanki roma ile bizans birbirinden farklı devletler algısının günümüzde oluşmasına yol açmış bu ikisi. peki almanlar neden bizans imparatorluğu kavramını ortaya atmışlar?

    bilindiği gibi kutsal roma germen imparatorluğu gibi iddialı bir devlet ismi var. fakat iddiasını yani roma imparatorluğunun devamı olduğunu destekleyecek yeteri kanıtı yok. sadece boş laf. voltaire bunu "bu kendine kutsal roma imparatorluğu diyen ve demeye de devam eden yığın, hiçbir şekilde ne kutsal, ne roma, ne de bir imparatorluk." diyerek gayet güzel ifade etmiş.

    burada bir başka soru da, rum kimdir?
    rum ifadesi arapça romalı anlamında kullanılan ve dilimize geçmiş bir ifade. romalı ne demek?

    romalıysan roma vatandaşısın demektir. vatandaş olmak haklar verdiği gibi sorumluluklarda veriyormuş. ilk başlarda sadece bir şehir devleti olan ve gittikçe büyüyen roma, bu ifadenin zamanla içeriğini değiştirmiş ve şartlara uydurmuş. günümüz vatandaşlık kavramına kadar evrilmiş. peki kimler var bu romalılar içinde?

    ermeniler, araplar, latinler, friglerin kalıntıları, lidyalıların kalıntıları, celtler gibi bir çok kavim var. anadolu'da bunların tam harman olduğu yer. her ulus arkasında izler bırakmış anadolu topraklarında. mesela galata ismi celt'lerden kalma bir isim. doğu roma'nın hristiyanlığı kabul etmesi tüm bu birbirinden farklı grupların bir potada erimesine ve tek bir unsurmuş gibi kabul edilmesine yol açmış.

    doğu roma tarafından yunanca'nın resmi dil kabul edilmesi ise tamamen faydacı amaçlarla, doğu roma'nın hakim olduğu toprakların bulunduğu doğu akdeniz bölgesinde uzun süredir lingua francanın yunanca olmasıdır.

    fakat yunanlılar yapacakları milliyetçiliğin altını doldurmak için çakallık yapıyorlar. yunanlıların ne kadar antik yunan olduğu da tartışmalı.

    günümüzdeki arnavutlar'ın günümüz yunanlılarından daha çok antik yunanlılara benzediğini düşünenler var. bunun da açıklaması arnavutluk gibi zorlu bir coğrafyanın farklı kavimlerin akınlarına uğrasa da kesif bir nüfus barındıracak şartları olmamasından ötürü toplum daha az karışmış. antik dönemlerden gelen ilirler ile yunanlıların arasındaki akrabalık bağlarını da denkleme dahil edince böyle bir iddiada bulunanlar çıkıyor. tabi iyice araştırmak lazım.

    yunanlıların yaptıkları milliyetçilik her anlamda altı boş bir çaba. tarihi altyapısı yok. ama başka tutunacak dalları da yok.

    demek ki neymiş, kürtler anadolu'da türkler anadolu kapılarını müslümanlara açana kadar girememiş. en komik olanı da kürtler olmasa malazgirt kazanılamazdı iddiasıdır. türkçe de değil ingilizce olarak seljuk empire yaz ve google'a sor. o toprakları elinde tutacak kadar muktedir olan bir güç, ortadoğu'nun küçük halklarından birinin yardımına muhtaç değildir. zaten olsa, o devlet bölünmüş olurdu veya kürt bir hanedan yönetime geçerdi. böyle bir durum yok.

    burada küçük ifadesine takılacak malları da uyarayım. küçük ifadesini nüfuslarından dolayı kullanıyorum. nüfus her zaman bir güçmüş. nüfusun azsa, küçük bir güç olursun. tabi ki nüfus tek başına güç sağlamaz. başka parametrelerle birlikte devasa bir güç ortaya çıkarır. ama nüfus olmadan diğerlerinin mevcudiyeti de pek bir şey ifade etmez.

    türkler anadolu'da ki hristiyanlarla karıştı diyenlere anna comnena okumalarını tavsiye ederim. malazgirtten sonra halkın nasıl anadolu'dan trakya'ya kaçtığını anlatır. biraz da teferruatlı tarih okurlarsa, türkler anadolu'ya girdiğinde uzun süreler devam eden iç savaşlar, arap ve fars savaşları yüzünden büyük şehirler dışında anadolu'da seyrek nüfus olduğunu da öğrenirler. yani anadolu neredeyse boş bir toprak parçasıymış.

    sözün özü, türkler ile kürtler kardeş ifadesi laga lugadır. türkiye'de ki kürtler türkiye cumhuriyetinin vatandaşıdır. bu vatandaşlığın sağladığı faydalar olduğu gibi sorumlulukları da var. beğenmiyorsan siktirip gidersin.

    hiç bir zaman kürt devletinin olmadığı topraklarda hak iddia edip devlet kuracağım diyorsan, dağlar mağara dolu. çık kur devletini.

    hadi yapabiliyorsan yap.

  • 2017 ekonomik krizi

    saat 13:00'da bloomberght'de inşaat sektörünün durumu konuşuldu. konuklardan biri şemsettin aydın diğeri önder yiğit idi.

    benim açımdan komedi programı gibi ekonomi programı oldu.

    özellikle şemsettin aydın'ın ifadeleri insanı çileden çıkartacak kadar mantıksız.

    neymiş efendim şimdi konut alma zamanıymış.
    fikirtepe'de projesi varmış ve fiyatlar olması gerekenden çok düşükmüş şu an.
    neymiş efendim, fikirtepe'de her arsa sahibiyle tek tek anlaşması gerekiyormuş, çok uzun sürüyormuş. anlaşması 3 sene, inşaatı yapması 2.5 sene sürüyormuş ve ömrünün 10'da birini bir projeye harcıyormuş. sonra mahkemeler durdurma kararı veriyormuş.

    bak bak kafaya bak.
    işte bu kafa ülkede şu an aktif olduğu için biz ekonomik krizdeyiz. çünkü kimsenin güvencesi yok. birilerinin işine gelmeyen herkes ve her engel ezilmeli.

    fikirtepe'de olanları senelerce bilfiil uğraşmış biri olarak anlatayım.
    anlatayım ki insanlar neyin ne olduğunu, ülkenin nasıl bir halde olduğunu anlasın.

    fikirtepe halkı, türkiye'nin her tarafından istanbul'a 55-60 sene öncesinden itibaren göçmeye başlamış ve parasıyla tapulu arazisini almış insanlardan oluşur.
    türkiye'nin her yerinden adam bulurdun fikirtepe'de.

    bu insanların çoğu da, köylerinden istanbul'a iş bulmak için gelmiş gariban anadolu halkıdır. tek dertleri helalinden para kazanıp geçinmekmiş geldiklerinde.
    tekrar ediyorum fikirtepe'de tüm araziler tapuludur. devletin arazisine çökmüş çakal yoktur. zaten bu yüzden fikirtepe'de iş çözülemedi bu kadar süredir. sulukulenin başına gelen gelmedi çünkü insanların kapı gibi tapuları var. buna rağmen insanların mallarına çökmek için ellerinden geleni yaptılar ve yapıyorlar.

    fikirtepe halkının çoğu fakir ve eğitim seviyesi düşük insanlardır. kentsel dönüşüm başladığında, fikirtepe'ye göçen insanların bir kısmı vefat etmiş, bir kısmı ise hastalıklarla boğuşan yaşlı insanlardı. yani müteahhitlerle fikitepe'ye göçen insanların çocukları muhatap oldu genellikle. bir de benim gibi torunları.

    fikitepe'nin bu 2.nesli arasında okuyan ve bir yerlere gelen insanlar var. ama sayıları azdı. büyük çoğunluğu ortaokul, lise mezunu ve asgari ücret veya bir tık daha yüksek maaş alan insanlardan oluşurdu.

    kentsel dönüşüm ilk başladığında, insanlar firmalar gelecek ve onları zengin edecek zannettiler. her şey çok kolay olacak, para çokomel şeklinde işin içinden çıkacaklarının hayaliyle kuruldular. ama beklentiler boşa çıktı.

    çünkü inşaat firmalarının büyük çoğunluğu hırsızdı. tekrar ediyorum fikirtepe'de ki inşaat firmalarının çoğu hırsızdır.

    nedenlerimi tek tek anlatacağım.

    fikirtepe'de ki tapu sahiplerine firmalar kat karşılığı anlaşmalar önerdiler. oran %55 veya %60 idi. bana göre %70'den aşağı olmaması gerekirken, bu orana tamam dedik. bağdat caddesinde %80'le anlaşmalar imzalanırken biz niye %55 ile verelim?
    mantıklı mı?
    (bana göre oran düşüktü. okuyanların bir kısmına göre yüksek de gelebilir. mesele bu değil. ben süreci anlatıyorum.)

    bunun yanında bağdat caddesinde fikirtepe'ye nazaran çok ufak araziler de %80 ile anlaşılıyordu. fikirtepe onbinlerce insanın yaşadığı bir yer. anadoludaki bir çok ilçeden daha fazla insan bulunan bir yerleşim yeri ve çok güzel bir pozisyonu var. haydarpaşa'dan bostancı'ya kadar tüm sahil, adalar ve deniz manzarası var.
    neden bundan bahsediyorum?
    çünkü fikirtepe'de proje yapan firmalar, reklamlarını böyle yapıyorlar. onlar yaparken sorun yok da biz yapınca mı olacak?

    aslında kat karşılığı imza atmak değil de, satmak istiyorduk. çünkü ne firmalara ne de hukuk sistemine güvenmiyorduk. sonradan haklı olduğumuz da ortaya çıktı.

    her ne kadar %55 düşük gelse de, imza atmayı kabul ettik ilk baş.
    sonra sözleşmeyi gördük. sözleşme tam bir şok oldu.

    öyle bir sözleşme hazırlaşmışlar ki, çantacı firmalar bu sayede doğdu. adam senin malını senden alıyor ve istediği firmaya satabiliyor. yani bir firma fikitepe'ye gelip arazileri kat karşılığı topluyor. oran %55 hatta %50 ile toplamaya çalışanlarda vardı. sonra gidip tüm bu arazileri %60-65 ne tutturursa başka firmaya veriyor.

    devlet bu duruma müdahale etti mi?
    hayır.

    fikirtepe'nin dediğim gibi çoğu fakir insanlardı. mahkemeye gidip hakkını arayacak akdar parası yok bu insanların. eğitim, sağlık nasıl temel haksa, adelette öyle. hastahanelerde herkes bedava hizmet alıyor, iyi kötü eğitim de bedava. ama hakkını aramak istesen, tonla para lazım. doğal olarak fikirtepeliler çaresiz kaldılar. bir kısmı bir araa gelip avukat tutmak istedi. ama düzgün avukat bulamadılar. bir kısım iyi yürekli insanlar, iyi niyetle yardım ediyorlardı mağdurlara. son durum ne oldu haberim yok açıkçası. imzaları attılar ve ne yazık ki daha çok uğraşırlar bu hukuk düzeni varken.

    yukarıda anlattığım gibi eğitim seviyesi düşük ve bu işi tereyağından kıl çekmek gibi kolayca halledeceğini zanneden fikirtepeliler gidip imzaları attılar.

    hem çantacılar hem de direk fikirtepeliden arazi toplayan firmalar öyle sözleşmeler önerdiler ki, hiç bir sorumlulukları yok.

    1. teminat mektubu yok.

    2. işi bitireceği tarih belli değil. işi bitiremezse doğacak mağduriyetlerle ilgi sorumluluk kabul etmiyor. bu sözleşmelere imza atıp taşınanların geneli ; 2 senelik kira, 1000 tl taşınma parası aldılar. yani 20-25 bin lira para aldılar. bu para fikirtepe'nin çoğu için büyük paraydı. iyi pazarlık edenler 50 bin tl'ye kadar çıktılar.
    şu anda bir kısmının aldıkları bu paralar bitti. eskiden istanbul'un merkezinde otururlarken, şimdi düşük kiralı uzak semtlerde oturuyorlar. bir çoğu da maddi zorluk çekiyor kira parası yüzünden. firmaların ise umrunda değil. çünkü sözleşmeden dolayı sorumluluk kabul etmiyor.

    3. senin arazini isterse başka firmaya devredip kar edebiliyor.(çantacılık)

    4. firma sahibi kendi dairelerini satana kadar, arazi sahipleri kendi dairelerini satamıyor.(bak bak çomara bak.)

    5. dairelerini kaçıncı kattan, hangi yönden, kaç metrekarelik olanlardan alacağın belli değil.

    6. dairenin içindeki fayans, parke, mutfak dolabı, boyası, badanası nasıl olacak belli değil. kendi dairelerini lüks malzemelerle yapıp, seninkileri 2. hatta 3. kalite malzemelerle uyduruk kaydırık yapabilir.

    şimdilik bu kadar hatırladım.

    bu sözleşmeyi gördükten sonra imza atmadık. neden atmadığımızı da madde madde anlattık.

    peki ne cevap aldık?
    herkes bu sözleşmeye imza attı. size özel sözleşme düzenleyemeyiz. sonra herkes yeni sözleşmeye geçmek ister.

    cevap çok komik değil mi?

    biz de bu şartlarla imza atmayacağımızı söyledik.
    satın dediler.
    metrekaresi 5 bin tl'ye almak istiyorlar.
    onu da kabul etmedik. onların dediğinin bir kaç katı fiyat istedik. güldüler.
    sonra tehditler başladı. imza atmış olan ve mahallede onların fedailiğini yapan insanlar eve saldırdı. karakolluk oldu olay. 40 ve 70 yaşında iki kadının olduğu eve 8-10 tane adamla gecenin 12'sin de saldırıyorlar. hakaretler, küfürler ettiriyorlar. insanların bir kısmına da böyle imza attırdılar.
    olay karakolluk olunca, koruma kararı çıkarttık eve saldıranlara karşı. tabi firmayla bu adamların bağını kanunen ispat edemedik. ama mahalle de herkes onların kimin köpeği olduğunu biliyordu.

    peki ne oldu?
    daha önceden bimere durumu şikayet ettim. bimerden gelen cevapta, devletin özel firmalarla vatandaş arasındaki sözleşmelere karışma yetkisinin olmayacağı yazıyordu.

    bu cevaptan bir kaç ay sonra kamulaştırma kararı geldi. komik değil mi?

    firma bizi kamulaştırmayla tehdit etti, bir kaç ay sonra kamulaştırma kararı geldi. özel bir firma, devletin yetkisiyle bizi tehdit etti. hukukun bağımsız ve tarafsız olduğu bir ülkede bu yaşanır mı?

    kamulaştırma kararında bize metrekaresi 9200 tl'den ve taksitle ödeme yapılacağı bildirilmişti. yalnız süreçlerden hiç haberimiz olmadı. ne mahkeme açıldığından, ne de mahkemenin yapıldığı tarihten. sözde tebligat yapılmış, ama evde buldukları bir ihtiyarı kandırıp imza attırmışlar. neye imza attığını gözlükle bile zor okuyan insanı şark kurnazlığıyla kandırmışlar. biz de karşı mahkeme açtık. avukatı satın aldılar. ciddi ciddi avukatı satın aldılar. avukat bize sizi firmayla anlaştırırım ben de 150 bin tl alırım dedi ve bizim hukuki süreçlerimizi baltaladı.

    bu olaylar karşısında ne yaptık?
    bir yazı yazdım ve tüm muhalif partilerin milletvekilerine, tüm muhalif gazetelerin yazarlarına eposta attım. eposta'ya kamulaştırma kararını da koydum.

    sonuç?
    fetocular gazetelerinde belgeleri yayınlayıp haber yaptılar.
    bakın sadece fetocular yaptı.

    o yüzden bu ülkede muhalif olduğunu iddia edenlere inanmıyorum. alenen yapılan rezilliklerin haberini yapmayan muhalif olmaz.

    fetocuların haberinden sonra firma bizimle görüşme istedi.

    tabi bu arada kamulaştırma kararı duruyor.
    aslında kamulaştırma kararı bizi müteahhitin kucağına atmak için bir oyundu. çünkü adanın çoğu imza atmıştı. büyük çoğunluğu tek başına imza atmıştı. bir kısmı da birlik olarak. bizim tek başımıza kalmamızın sebebi de aile içinde tam anlaşamamızdı. özellikle yaşlı insanları ikna etmek, doğruyu anlatabilmek gerçekten zor.

    kamulaştırma kararını fikirtepe'yi afet bölgesi ilan ederek aldılar. afet bölgesi kararı alenen yasalara aykırıydı ve dava edenler olmuştu. anneannemle dedeme; bu kararın yasalara aykırı alındığını, mahkemelik olduğunu ve geri alınacağını anlatamadım. 70, 80 yaşındaki ve ilkokul mezunu insanlara kolay kolay da anlatılamaz. çünkü kamulaştırma, devlet dediğinde korkuyorlar. öyle yetişmişler.

    firmayla görüşmeye gittik. firma sahibi ve ekibi tam kadro bizi bekliyordu. türkiye'nin firmalarını böyle insanlar yönetiyorsa, bu ülke batar. anlatacağım olanları, eminim siz de hak vereceksiniz.

    firma sahibi bize hal hatır bile sormadan konuya girdi. çünkü biz, hakkımızı savunarak onun işine engel oluyoruz.

    said'i nursi'nin kitabından bir kısımdan alıntı yaptı ve dedemi kast ederek; bu kadar insanı mağdur ettiğim için ben olsam intihar ederim dedi.

    dedem imza atmadığı için, hem firmayı hem de önceden imza atmış yüzlerce kişiyi mağdur ediyormuş. böyle bir iş yaptığı için intihar etmeliymiş. bu nokta da, daha önceki birikmişliklerin verdiği sinirle de ben açtım ağzımı. ortam çok gerildi ve daha da ileri gidecektim. fakat yanımda bulunan bir büyüğüm müdahale etti.

    ben de onlara güzel güzel, inceden inceden hakaret ettim.
    ardından da; http://www.haber7.com/…-valiyi-sarsan-adalet-mesaji

    yukarıdaki linkteki hikayeyi anlattım. bu hikayeyi anlatmamın sebebi, firma sahibinin ve ekibinin sözde dindar olmalarıydı. böyle tipleri bu tip kıssalarla köşeye sıkıştırırsınız. nitekim köşeye de sıkıştılar.

    satmıyorsak zorla alamazsınız demeye getirdim. ibretlik cevabı şirketin avukatından aldım.

    aynen şöyle söyledi. bunu diyen de müslüman. bugün ne yapıyor baksanız, evet diye diye nutuklar atıyordur, bir hukukçu olarak evet'in nasıl da doğru bir iş olduğunu anlatıyordur.

    "burada 14.yüzyıl önce ki olayları anlatmanın mantığı yok."
    bakın adamın değer yargıları çıkarları ile çakışırsa bu cevabı veriyor.
    değer yargılarını geçtim. söz konusu kıssada, islam hukuku anlatılıyor. verilen cevap, hem avukat hem de müslüman olduğunu beyan eden birisinin tüm kimliğini reddetmesidir. aslında ben çomarım demenin çomarcasıdır.

    görüşme de bize bir adet sözleşme verdiler. bizim istediğimiz maddeleri kabul etmediler ve sözleşmelerinde hak sahiplerinin haklarını kollayan maddeler olduğunu anlattılar bize saatlerce. koca sözleşmeyi orada okuyamadık ama okuyalım, dediğiniz gibiyse fena değil gibi diyerek kalktık. tüm sözleşmeyi okuduk ve dediklerinin bir tanesi bile yoktu. alenen yalan söylediler.

    firma yetkililerine göre, hak sahipleri ile aylarca süren görüşmeler sonrasında bu sözleşme ortaya çıkmış. o da yalan.

    en sonunda, tam istediğimiz fiyat olmasa da,satın aldıkları avukatın götüne tekmeyi vurduğumuzu da görünce gelip anlaştılar.
    istediğimiz fiyat olmadı çünkü devlet dendiğinde ihtiyar insanlar korkuyorlar. ama fikirtepe'de bizim kadar para alan da olmadı.
    muhalif olan o kadar gazete, parti değil de fetocular bize yardım etti. bizi tanıdıkları, bildikleri için yardım etmediler. 7 haziran seçimlerinden önce hükümete çakmak için bizim durumumuzu kullandılar.

    ama seçimlerden önce böyle rezillikleri gündeme getirmesi gereken partilerden ve gazetecilerden çıt çıkmadı.

    ne demişler, denize düşen yılana sarılır. bizde o duruma düştük.

    anneannem hep "allah'ım şurayı satıp,evlatlarıma pay etmeden canımı alma." diye dua ediyordu. allah duasını kabul etti. evi sattıktan 14.5 ay sonra kalp ameliyatında masada kaldı.

    anneannem ile teyzem evdeyken gece yarısı eve saldıran köpek sürüsünün başı, sattığımızı ve fiyatı duyunca firmaya gidip olay çıkarmış. sağlam da bir dayak yemiş diye duyduk.

    değer yargıları ile çıkarları çatıştığında, çıkarlarını tercih edenler yüzünden bu haldeyiz bugün.

    dini, dili, ırkı fark etmeksizin insanoğlu böyle davranır.

    işte bu yüzden, bir insanın eline bu kadar yetki verilmez.