yazarcik8
profili

  • şevval şahin

    kendisinin, en fazla bir japon balığınınki kadar kapasite ile çalışan bir beyni olduğunu anlamak için verdiği tüm cevaplardan bağımsız olarak, gözlerine ve mimiklerine bakmak, yeterli olacaktır. sürekli overflow error veriyor kız. kafasının içinde, devamlı olarak "nasıl konuşuyorduk ya? ha, tamam, ağzını oynat" konuşmasının geçtiği çok belli. yazık. türkiye'nin coğrafi bölgelerini ya da sağlık bakanını bilememesinin, yurtdışında büyümüş olması ile alakası yok. kendisine 7 * 9 çarpımının sonucu sorulsa, yine aynı alıklıkla cevap veremezdi. bundan eminim.

    white knight'lık yapacağım diye malı ve mallığı övmeyin, sayın ekşi sözlük abazaları.

  • karadeniz'de çay hasadını bilen genç yok

    giresun ve ordu için konuşabilirim, rize'nin durumunu pek bilmiyorum. fındık para etmiyor. otlak yok, mera yok, kalabalık küçükbaş sürülerini idare edemezsin. bölge coğrafyası, balıkesir, bursa gibi ya da güneydoğu'daki gibi entegre tesislerin kurulmasına uygun olmadığı için koca koca çiftlikler yapıp besiler, mandıralar kuramıyorsun yani büyükbaş hayvancılık da karlı değil. bölge halkının elinde bir çay kalmıştı; onda da maliyetlerin artmasının yanında çaykur ve diğer kooperatiflerin alım fiyatları da düştü. diğer yandan sadece tarım girdileri değil, her şey pahalandı. kaldı ki çay gibi ekimi ayrı dert, toplaması ayrı dert, saklaması ve satışı ayrı dert olan bir üründen bahsediyoruz. senin emeğinin karşılığı, eksperlerin, kooperatiflerin veya tüccarların paşa keyfine kalmış.

    bir 20 yıl önce iş alternatifi azdı, köylü daha da sadeydi, daha mütevazi idi. 15-25 yaşlarında bir insansın mesela, baban seni çayın, fındığın parasıyla yetiştirmiş, o parayla okutmuş. babanın babası da öyle. ve bu, sülalenin çoğu için geçerli. her iş, birlikte yapılıyor. malın para ediyor, toprağın da. giderin de olmayınca kıyıya köşeye bir şeyler atabiliyorsun. amcan, zamanında tarlaları satmış, istanbul'a gitmiş ama o parayla iş kurmuş. toprakla, inekle, keçiyle uğraşmak istemiyorsan, senin için en iyi alternatif, onun yanına gidip ortak olmak. belki sen de tarlanı satarsın ya da kiralarsın, o kıyıya köşeye artığını da ekleyince istanbul'dan ev almaya, iş yapmaya yeter. orada tutunursun, tutunamazsın, orası sana ve şansına kalmış.

    ama günümüzde böyle değil. tarımdan ve hayvancılıktan kazandığınla giderin hemen hemen aynı. kendi yetiştirdiğin mısırı, lahanayı, fasülyeyi yiyip kendi peynirin ve tereyağınla karnını doyuruyorsun. baska bir şey yok. ama yeni nesil istemiyor bunu, cefa çekmek istemiyor. belki sadece özendikleri için belki de gerçekten artık bu düzenin geleceği olmadığını gördükleri için, dedesinin, babasının yaptığı şeyleri yapmak istemiyorlar. haklılar da bence.

    "makas tutmayı bile bilmiyor." diye kızdığınız gençler, suçlu değil. tarımda, ekonomide sürdürülebilirliği sağlayamayanlar, halkın emeğini sömüren tüccarlara, komisyonculara "dur!" diyemeyenler suçlu. önceden fındıkta doğulu işçiler çalışırdı, bu insanlar, kendi toprağı olmayan, sanayi yatırımı olmadığı için fabrikalarda da çalışamayan, kamyon kasalarında gelip kamyon kasalarında yatan insanlardı. durumları kötüydü ama en azından onlar da hasat döneminde kazandıkları yevmiryelerle kendi tenceresini kaynatabiliyorlardı. şimdi onlar da yok çünkü artık karadenizlinin onlara verebileceği para, onların tenceresine de yetmiyor. suriyelilere, gürcülere kaldı iş, onlar da ölümü gördüğü için sıtmaya razı olmuş insanlar.

    nasıl kendi diyarbakır karpuzumuzun, mercimeğimizin tohumunu bile kaybettiysek, bu gidişle kendi çayımızın fidelerini de kaybedeceğiz. tarlalar kuruyacak belki su basacak, baş edemediğin bilmem ne böceği gelecek belki de yerine birileri bir şeyler dikecek. 20 yıl sonra da çayda dışa bağımlı olursak, ben hiç şaşırmam.

  • kadınlara değer veren erkek

    bilhassa ekşi sözlük mensupları, white knight'çılık oynuyordur. yoksa insana, insan olduğu için değer verilmelidir normalde. 'kadına-erkeğe' şeklinde ayırmamak gerekir.

  • tevfik göksu'nun trabzonlulara yunan demesi

    yunanlara hakarettir.

  • güzel gülen kadın

    bu gece de kezo ve abazaların valsi var sözlük'te. yatayım.

  • 1 temmuz 2018 istanbul lgbti+ onur yürüyüşü

    hollanda'yı bilir misiniz, a' dostlar? tahta ayakkabıları, peyniri, laleleri ve rüzgar değirmenleri ile ünlüdür. peki bu değirmenler, neden bu kadar ünlüdür ve önemlidir onlar için? çok kısaca anlatayım ben size. hollanda, bugünkü gelişimini bu değirmen sistemlerine borçludur desek, abartmış olmayız. rüzgar değirmenlerinin mucidi, heron'dur. 1. yüzyılda diğer mekanik sistemlere güç sağlayabilmek için tasarlanmıştır. o günden beri pek çok amaca hizmet edecek varyasyonları yapılmıştır. bu amaçlardan en bilineni, öğütme işlemidir. 1400'lü yıllara kadar hollandalılar da ekseriyetle bu iş için kullanıyorlardı değirmenleri. mısır öğütüp un elde ediyorlardı. bizim ülkemizin 1/18'i kadar toprağa sahip olan bu ülkenin tarımsal ihracatı 2018 ilk çeyreği itibariyle 91.7 milyar euro. bizimkisi ne kadar peki? ~34.2 milyar euro. patates 7 tl'yi görünce suriye'den ithal etmeye başladık, hepiniz biliyorsunuz. sadece bir ilimiz büyüklüğünde tarım alanlarına sahip bu ülke, neredeyse 3 kat daha fazla tarım geliri elde edebilmeyi nasıl başarıyor?

    burada yeniden değirmenlere ve 1400'lere dönüyoruz. biliyorsunuz ki hollanda deniz seviyesinin altında bir ülke ve topraklarının yarısından çoğu sulak alanlardan, bataklıklardan oluşmakta ve bu alanlar, denizden kumul kemerleriyle ayrılıyor. halk yine tarım yapıyor, daha doğrusu, yapmaya çalışıyor çünkü elverişli alan zaten kısıtlı, o kısıtlı alanlar da sık sık su taşkınları ve baskınları ile bozuluyor. 1375'te büyük bir baskın oluyor, ardından 1404'te st. elizabeth flood 1 denilen büyük baskın yaşanıyor, tarlalar, ürünler, değirmenler... hepsi gidiyor. yine sıfırdan bir şeyler yapmaya başlıyorlar ancak 1421'de ikinci st. elizabeth flood geliyor, 70'ten fazla köy yok oluyor, binlerce insan ölüyor. ölüm demişken, değirmenlerin bir mekanik sistem olmalarının dışında kültürel kullanım amaçları da var. mesela yelkenler kullanımda olmadığı zaman değirmene dik konumda yani + şeklinde kilitlenmişse o değirmenin sahibinin evinde düğün, yeni bir çocuk gibi mutluluk ve davet var demek oluyor. bunu uzaktan gören köylüler "van veijdein'gilin büyük kızı evleniyor zaar, bi hayırlı olsuna gidelim." diyorlar. ya da x şeklinde kilitlenmişse bu da "yetişin komşular dağ gibi herifimin cenazesi var." gibi kötü bir olayın habercisi.

    1421'deki bu büyük yıkımdan sonra hollandalılar düşünüyor: "e biz bu tarlaları, degirmenleri 20 yılda bir yeniden yapıyoruz. tarım yapsak, un yapsak, ekmek yapsak, yine sele gitmeyeceğinin garantisi yok. e bu amk değirmenleri de mısır öğütmekten çok 'cenaze dolayısıyla kapalıyız' mesajını vermek için kullanılıyor. biz bunları ahır yapalım madem." diyorlar. demiyorlar tabii. değirmenler sadece rüzgar gücü ile çalışmıyor, su gücünü de kullanıyor. adamlar düşünüyor, taşınıyor ve diyorlar ki "aga, biz bu değirmenleri aslında drenaj pompası olarak da kullanabiliriz." öyle de yapıyorlar. daha sonra ülke çapında muazzam bir değirmen-pompa sistem ağı kuruyorlar. önce suyu kolayca tahliye etmeyi öğreniyorlar, sonra da bu ağ sayesinde suyu kendilerine fayda sağlayacak şekilde yönlendirmeyi başarıyorlar. tüm ülke, ortak bir amaç için kafa yoruyor, emek harcıyor ve daha sonra kendi yönlendirdikleri suyun gücüyle çalışan marangozhaneler kuruluyor. ki bu atılım, gemicilik teknolojilerinin gelişmesine önayak oluyor ve hollanda denizlerin, yeni dünyaların hakimi haline geliyor.

    "lgbti yürüyüşü başlığındayız, sen ne diyün?" dediğinizi duyar gibiyim. aranızdan 100 kişi seçsek, "al, bu pasaportun, bu uçak biletin, yarın amsterdam'a gidiyorsun. bundan sonra hollanda vatandaşısın." desek, kaçınız sevinçten çıldırıp " hollanda, he mi? bu akşam gitsem olmaz mı abi?" der acaba?

    hollanda halkı, 600 yıl önce "birinin başına gelen felaket benim de felaketimdir. birinin kurtuluşu, benim de kurtuluşumdur." diyebilerek bu günlere geldi. biz öyle değiliz. biz, kıskancız, biz kindarız, biz haset ve nefret doluyuz. kendimiz kötüysek, başkaları da kötü olsun isteriz. kendimiz iyiysek, yine başkasının kötü olmasını isteriz.

    biliyorsunuz, lgbti hakları ve özgürlükleri konusunda hollanda ilk sıradadır. insanlar sokakta öpüşür, soyunur, ot içer keyfine göre. kimseye batmaz bu. onların çocukları, sokakta öpüşen iki gay'i görüyor ve anında ahlakı bozuluyor, insanlıktan çıkıyor hemen. tabii.

    bizim çocuklarımız görmüyor da ne oluyor peki? vatana, millete, insanlığa çok faydalılar, di mi? 8 yaşında çocuğu öldürüp direk diplerine gömenler? özgecan'ı diri diri yakanlar, sokakta öpüşen gay gördüğü için böyle oldular. di mi lan? di mi? cevap versenize ahlaklı orospu çocukları!

  • sözlük yazarlarının gittiği en kötü şehir

    sıradan bir ekşici için bir şehri iyi ya da kötü yapan tek şey şehirdeki alkollü mekan ve starbucks varlığıdır. bu ikisi varsa, o şehir güzeldir. yoksa, oraya atom bombası düşse keşke.

    benim ufak tefek sapıklıklarım var; mesela çok sıkıldığımda google'da dayılarımın ismini aratıp görselleri ve linkleri gezerim. veyahut "sinop haber", "bayburt haber" yazıp küçük illerimizdeki komik/absürt gelişmeleri takip ederim. keza artık içerik kalitesi bir hayli düşen sol frame'de ilgimi çeken bir şey bulamadığım, en boş zamanlarımda sözlük'te minik bir anadolu turuna çıkarım. 81 ilin 50'ye yakınını görmüş bir vatandaş olarak pek çok ilde iyi kötü anım vardır. bazı büyük iller, beklentimin altında kalırken (gaziantep mesela) bazı küçük iller ise güzelliğiyle beni şaşırtmıştır (bartın mesela). gittiğim veya gideceğim hemen hemen her ilin başlığı altında yazılanları etraflıca okurum ve ekşicilerden bir kez daha tiksinirim.

    mesela kastamonu; kendi halinde bir ilimiz. coğrafyası, beşeri ve tarihi yapısı belli. yurtdışında da pek çok yer görmüş, dağ sevdalısı birisi olarak benim için kastamonu-küre, tatra- kárpatiá(slovakya) ile birlikte dünyada gördüğüm en etkileyici yerlerden biridir. ama ekşici bu güzellikleri fark etmez. girin, başlığına bakın, adam kastamonu'ya gitmiş ve yeşilinden, dokusundan bahsetmemiş. neymiş efendim, koskoca şehirde alkollü mekan yokmuş, mado dışında düzgün kafe yokmuş. e ama ben senin o derdini sikeyim! adam kayseri'ye gitmiş, m.ö. 3000 yıllarına ait kaniş karum höyüğü'nü hiç görmemiş, koskoca erciyes'i hiç görmemiş. ama hilton'un terasındaki pub'da oturan mafyatik tipler bayağı zoruna gitmiş.

    velhasılı kelam, yozgat dışında her yerin bir güzelliği var. cidden.

    edit: bu entry, iş çıkışı (evet, o saatte işten çıkıyorum) yorgunluğu ve sarhoşluğuyla gelen bir "eytere beah!" tepkisidir sözlük'e. neye sinirlendim, bilmiyorum, tek hatırladığım takır tukur klavyeye vurduğumdu. bu kadar tepki ve onay alacağımı hiç düşünmemiştim. mesajlarla uzayıp giden konuşmalar yerine saklı tuttuğum edit'leme hakkımı kullanmak isterim.

    öncelikle doğal güzellik argümanı, bir şehri değerlendirmek için tek başına yeterli değil elbette. bana kalırsa özgün karakterler geliştirememiş şehirler kötüdür. bunun küçüklük, büyüklük ile alakası yoktur. ayrıca şehircilik ve şehir kültürü dediğimizde; birçok subjektif algı, kişisel beklentiler vb. işin içine girdiği için kimin, neyi beğenme(me)si gerektiği konusunda hüküm vermek haddime değil. kimisi için altyapı bir fetiş olabilirken kimisi için şehrin sosyal imkanları önemli olabilir. keza herkese kendi inzivasını yaratabilecek kadar ıssızlık ve izbelik isteyebilir bazı deli gönüller.

    tamam, tamam, yozgat da güzel, he.

    şu alkollü mekan konusu cidden çok saçma sayın ekşiciler. şu beyin kilitleri açılsın lütfen.

  • türkiye fransa'yı bir saat içinde bitirir