lethassisu1
profili

  • 2016 turizm krizi

    aslında mevzu biraz turizm otelcilik lisesine kaydedilme sürecim ile başlıyor. süper liselerin inanılmaz rağbet gördüğü döneme tekabül eder ki, bazen, çocukluğumdan beri babamın tatil ihtiyaçlarımızın karşılanması konusunda aşırı bonkör davranıyor olması durumunu beni turizm otelcilik lisesine turizmi turist olarak sevdirmek suretiyle hazırlama konusunda uzun vadeli bir operasyonu olarak görürüm.

    türkiye eğitim anlamında, turizm otelcilik liselerine ebeveynlerin aşırı rağbet ettiği bir dönem geçirmiştir. 90'lı yılların sonlarına doğru, okulda ezelden çok başarılı bir performans sergileyemeyen ancak aileleri görece iyi adlandırlabilecek çocukların ebeveynleri ''meslek lisesi ama turizm sonuçta. havalı sayılır'' temel düşüncesiyle çocuklarını turizm otelcilik liselerine kayıt ettirmeye başladılar. yatırımını otellere aktarmış inşaatçıların çocukları ile 5 yıldızlı otellerin mengenli aşçılarının çocukları aynı sıralarda dirsek çürütmeye başladılar. içlerinde benim gibi ailesi sadece turizmin turistlik aşamasında rol almış, matematiği sevmeyen, sosyal olduğu iddia edilen, konuşmayı seven, doktorluk ya da mühendislik ile ilgili olumlu sinyaller sunmayan çocuklar da vardı tabi.

    hülasa diploma notuyla iyi sayılabilecek bir süper lise de çok olası gözükmediği için, sıcak bir eylül sabahı babam tarafından 'şu turizm otelcilik lisesini bi görelim' nidalarıyla tempra sxak marka arabanın arka koltuğuna başımı içeri sokuşturmak suretiyle bindirildim. gittik. uygulama oteli ve okul aynı bina. bir koridorla birbirne bağlanıyor. o uygulama otelinde oda temizleyerek nöbet tutarken suna ile yatakta zıpladığımız için disipline verileceğim günü hayal edemiyorum tabi o zaman. suna'yı sonraları sosyal medyada bulamadım bu arada, aradım. neyse. meslek liseleri için orta son sınıfta sınav yapıyorlardı o zaman. ben tabi yeterli puanı alamadım. lakin diploma notu diye bir bok vardı, benimki de iyiydi. diploma notu iyi olan öğrencilere mülakat için belli bir ücret karşılığı ön kayıt, sonra da bir öğretmen grubunun yaptığı azıcık ingilizce çoğu türkçe bir mülakat ve welcome to miami. hani şu cem yılmaz üstadın hep bahsettiği öncesinde ingilizce hazırlık okunan anadolu otelcilik ve turizm meslek lisesi. mülakatta bir meslek dersi hocası bana lavabo temizler misin diye sordu. gerekirse yalarım diye cevap verdim. içimden ne lavabosu amk, bodrum'da hollandalılarla takılıcaz hayalleriyle yaşıyorum. otelciliğin sevimsiz kabul edilen işleri ilgili aklıma gelen en kötü sahne valiz taşıyan bellboy görüntüleri, onda da müthiş para kazanılıyor efsanesini önceden duyduğum için aşırı rahatım. ha sonra ilk stajımda swissotel'in lobi tuvaletlerini temizledim mi, evet... neyse.

    turizm otelcilik lisesine kayıt olduktan sonraki ilk tıraşım okulların açılmasına yakın oldu. dükkandan içeri girdiğimde şuayip abi her zamanki gibi kestiği saçları, matkapla delme yaparken tozu elektrikli süpürge ile çeken tesisatçı edasıyla, hem kesip aynı anda üflemek suretiyle bir delikanlının ensesini topa çevirmekteydi. top ense. naturel enseden hiç hoşlanmazdı şuayip. illa top ense yapmak isterdi. üfleyerek saç kesme esnasında da aşırı tükürük savururdu... aslında tıraşa gitmeye devam etmek için bir sebep yoktu ortada. ama ahde vefa işte. o gün ''şuayip abi ben turizm otelcilik lisesine başlıycam'' dedim. şuayip abinin yüzüne kan geldi. nefes alıp verişi hızlandı. onun için benim turizm otelcilik lisesine başlamam eşittir antalya tatili demekti ve tam olarak şu tepkiyi verdi:

    - vaaay, artık abini antalya'ya tatile gönderirsin...!

    o günün ardından tam 15 sene geçti. benim saçlarım döküldü. şuayip abi'nin iki çocuğu oldu. kulak kılları için ince makineler geliştirildi. uzun saç modası bitti. babam motorsiklet kullanmaya başladı. kaddafi öldü. bir sürü şey. ama şuayip abinin antalya söylemi hiç bitmedi.

    mesela:

    + iyi valla şuayip abi noolsun işte, dersaneye gidiyoruz.
    - ali mutlaka antalya yaz oğlum. bak, kesin yani

    + nerdesin olum kaç zamandır yoksun. antalyada mıydın?
    - yok abi yazlıktaydım, annemleri görmeye gittim.
    + heee, antalyadan mı geçtin?

    + valla gemiye porto riko'dan biniyorum da miami'ye de uğruyoruz. amerikan firması şuayip abi.
    - antalya bağlantılıdır kesin.

    + evet yaa, birleştirmişler bayramı. 10 gün tatil var.
    - napıcan gidicen mi antalya'ya.

    + yeni bir yere başladım şuayip abi. evet arabayla gidip geliyorum.
    - antalya?
    + yok abi istanbul.
    - ha antalya'ya arada gidiyosun.

    + valla abi marmaris tarafına bir bak. ben çok beğeniyorum o tarafı.
    - yok be ali, antalya'ya gideriz herelde yaa. sen de orda olursan görüşürüz.

    15 yıl boyunca antalya ile bu zamana kadar ufacık bir teşviki mesaim olmamasına rağmen her seferinde antalya ile sınadı beni şuayip abi. imtihan dünyası dedim. cenabı hak da beni bunla imtihan ediyo dedim. bozmadım şuayip'i. öyle böyle geçiştirdim. zaten kafada saç da kalmayınca mach3 ile sakal tıraşı olur gibi, heisenberg reis'i de her seferinde selamlayarak, duşta kendim tıraş olmaya başlayınca az uğrar oldum şuayip'e. ama irtibatı da tam olarak kesmedim hiç. sonra şehirlere bombalar yağmaya başladı. turizm sektörüne kıran girdi. boran vurdu. turizm zatürre oldu. turizm sol yanından kurşun yedi. turizm baharı bekleyen bir kumruya dönüştü. sezon açıldı ama güneşli günler görülemedi.

    bir turizmci olarak kendimi, ''titanic'in batacağını anladığı halde performansına devam eden orkestranın şefi'' gibi hissettiğim dönemdi ve kafamı duş alırken mach3lemeye aşırı üşeniyordum. şuayip'e gittim. şuayip'e süzüldüm, şuayip'e yükseldim.

    krizin boyutu öyle büyük ki, şuayip'in antalyası çıkmış aklımdan. başka diyarlardayım. girdim içeri. sıra var mı? yok. şuayip'in bir klasiği var. koltuğa oturmadan evvel bir ön sohbet girişi, detaysız. koltuğa oturduktan sonra antalya. yaşlı bir amcayı top enseye çevirdi. bitti. oturdum.

    - ali nerelerdesin olum, sesin soluğun çıkmıyo?
    + valla abi krizle uğraşıyoruz be...
    - ee niye olum antalya dolu, geçen a haber'de izledim..

    dedi ve bende film koptu. 15 sene sabrettim. şuayip'e antalya şehrinin manevi anahtarını vericekler herelde dedim, eğlenmeye çalıştım. antalya'nın onursal belediye başkanı mı lan bu yoksa dedim makaraya vurdum. ama artık yeter. ay yine mi keder ama artık yeter gibi.

    siniri krizi geçirmişim, sonrasını hatırlamıyorum. kriz esnasında havluyu mavluyu fırlatıp kafam köpüklü bir şekilde koltuktan kalkmışım. şuayip'i zorla koltuğa oturtup bana nazire edercesine uzattığı ipeksi saçlarını moser makinanın taraksız haliyle sıfıra vurmuşum. sonra kulak kıllarını ispirtoyla yakmaya çalışırken ispirto sağa sola sıçrayınca şuayip'in gömlek alev almış. yanıyorum diye bağırınca kafasını lavaboya eğip yıkamaya çalışmışım. ortalık karışmış yani.

    gözümü karakolda açtım. kendime geldiğimde şuayip komisere mevzuyu anlatıyordu:

    - ya elimizde büyüdü bu çocuk. turizm okuycam dedi gitmek istemiyodu zorla antalya'ya gönderdik...

    öldürücem kendimi, yakıcam antalya'yı.