pul138
profili

  • 14 mayıs 2023 genel seçimleri

    gençliği, belki tüm hayatı bu iktidarın gölgesinde solanlar, eğitim hakkından sağlık hakkından olanlar, mülakat garabetiyle onca çabaya rağmen atanamayanlar, dayısızlıktan işsiz kalanlar, hayal etmekten umut etmekten mahrum bırakılanlar, yaşam şekli yüzünden her allahın günü türlü hakaretler duyanlar, iğneden ipliğe ne alsa bir tane de saray ve eşrafına ısmarlamak zorunda olanlar, ülkenin gördüğü en büyük felaket sonrası yalnızlığa yoksunluğa terkedilenler… son üç gün. senelerce dayandık kaldı üç gün.
    nefret kusan bu sevgisiz insanların düzenini yıkıp, ülkeyi yeniden yaşanabilir, gülünebilir, konuşulabilir hale getirelim.
    ilk turda bitirelim.

  • kişinin yaşlandığını anladığı an

    herhangi bir konuda haklı olduğumdan eminsem, karşı taraf çok tahrik edip kaşınmadığı sürece kendimi savunma ihtiyacı duymuyorum. eskiden büyük bir hırsla konuşurdum. şimdi ise sakince susuyorum ve bu bana huzur veriyor.
    artık en çok huzuru seçtiğimi farkettiğim an yaşlandığımı anladım.

  • evli adamla ilişki yaşamayın boşanmaz

    birkaç sene önceydi, arkadaşlarla şık bir restorana yemeğe gitmiştik. sanırım gece yarısına doğruydu tuvalete gittim, içeri girdiğimde genç ve güzel bir kadının titreyerek ağladığını gördüm. ağlayan kadın pufun üstüne çökmüş diğer kadınlar da ne olduğunu anlayıp sakinleştirmeye çalışıyorlardı. bir ara kadının ağzından "boşanmayacakmış, ben ne yapacağım şimdi, boşanmayacakmış." gibi bir cümle çıktı.
    orada bulunan herkes durumu anladı ve diğer kadınlar az önce verdikleri teselliyi çekip uzaklaştılar. muhtemelen o gece oraya başka bir şeyler duymaya gelen genç kadın adamın boşanmayacağını veya boşanamayacağını öğrenince küçük bir yıkım yaşamıştı. belli ki bir karar verecekti ve maalesef bunu bir restoranın tuvaletinde yapmak zorundaydı. ben çıkarken akan makyajını temizliyordu. kadınla hiç konuşmadım, hikayesini bilmiyorum. ama biz hesabı ödeyip ayrılırken mekanın kulüp saati gelmişti ve masalar bistroya dönüyordu, o kadını ve boşanmayan adamı masalarını değiştirmek için garsonla konuşurken gördüm. kadının verdiği karar anlaşılmıştı. o an için en kârlı çıkan adamdı. boşanacağım yalanını sürdürmekten kurtulmuş buna rağmen terk edilmemişti.

    dediğim gibi hikayeyi bilmiyorum, ahkâm kesecek değilim. herhangi birini suçlayacak halim de yok. bildiğim tek bir şey var. insan, bir defa gelinen hayatta hiçbir yerde değilse bile kendi hayatında başrol olmalı. nesne değil özne olacağından emin olduğun yer orası. kendine verdiğin değer başka insanın sana vereceği değerin ölçütüdür. kadın tuvalette ağlarken başka bir kadın sırtını okşuyordu. o cümleyi duyduğunda elini çekişi durumu özetlemek için çok net bir simgeydi mesela.
    diyelim ki kadın çok aşık olmuş olsun veya -sözlük çok sever bu senaryoyu- adamla parası yüzünden beraber olmuş olsun, hangi duygu veya hangi para insanın özsaygısından daha kıymetli olabilir. her şey bitince eve gidip kendiyle yalnız kalıyor insan, biricik hayatında öteki veya seçeneklerden birisi olmayı yedirmemeli kendine. ben mi yanlış hatırlıyorum ama biriyle birbirini karşılıklı sevince onun için en kıymetli kişi sen olmuyor musun? bunu neden bir başkasıyla paylaşayım veya ondan kalanlarla yetineyim.
    boşanırmış boşanmazmış teferruat bunlar. iyisiyle kötüsüyle yaşananlar unutulur ama hissettiklerini unutmuyor insan. en çok da kendi kendine yaşattıklarını.

  • şu an hissedilen duygu

    biraz karışık biraz eksik biraz umutsuz biraz korkmuş biraz şüpheci. aslında birkaç duygu daha var ama sanırım bunların hepsini kapsayan yeni bir hâl üstümdeki. böyle kocaman bulut şeklinde bir iç sıkıntısı gibiyim. bana ait bile olmayan mutsuzlukların tüm yükünü taşımam gerektiği sanrısına kapılıyorum.
    küçük şeylerden mutlu olunca bunu saklamam, bir şeylere sahip olduğum için utanmam gerekiyor gibi hissediyorum. o yüzden gittikçe küçülüyor, kapanıyorum.

  • kendisine gülümseyen her kızı hoşlandı sanan erkek

    geçenlerde arabayla eve dönerken karşıdan karşıya geçmek için bekleyen bir yayaya yol verdim. öncesinde yüzüne bakmadığım için kadın mı erkek mi dikkat etmemiştim. arabayı durdurup beklerken bir erkek olduğunu gördüm. bana bakıp gülümsedi ben de teşekkür ettiğini düşünüp karşılık verdim. sonra tam ben hareket etmek üzereyken öpücük attı. yüzümdeki gülümsemeyi hızla silip yoluma devam ettim.

    sonra düşündüm aslında adam sadece eğleniyordu. bana bir şey yapma ihtimali yoktu. muhtemelen bir beklentisi de yoktu. gülümsemesine karşılık verdiğim gibi uzaktan attığı öpücüğe de karşılık verebilirdim. en azından el sallar geçerdim ama yok hemen buz gibi bir surat giyindim. oysa temassız flörtlerin, iltifatların her iki tarafta da kısa süreli hoş duygular bıraktığını düşünen biriyim.
    yıllar evvel amsterdam'da bir binanın fotoğrafını çekerken birinci katın balkonuna bir adam çıkıp, elinde birası ve sigarasıyla bana poz verip sonra da çok güzel olduğumu söylemişti. ben de kendisininde en az bina kadar güzel olduğunu söyleyerek teşekkür etmiştim. birimiz göz kırptı diğeri bir öpücük yolladı geçtik gittik. bir an bile adamdan zarar geleceğini düşünmedim. onu bir tehlike olarak görmedim. hareketimin onda bir şeyleri tetikleyeceği fikrine kapılmadım. öyle de oldu. kısa süreli karşılıklı iltifat içeren bir an yaşadık bitti gitti.
    ama bunu tanımadığım bir türk erkeğine yapamıyorum. yapmak istemediğimden değil, sonrasında yaşanacaklardan korktuğumdan.

    işim gereği çok fazla tedarikçi ile görüşmem gerekiyor. bunların bir çoğu da erkek. ürünlerini projemizde kullanalım diye oldukça kibar davranırlar. karşılık olarak genelde kibar ama mesafeli davranırım. prensip olarak hediye de kabul etmediğim için soğuk ve zaman zaman itici bir kadın olarak görünüyorum. öyle bilinmekle derdim yok, sonuçta iş yapıyoruz. ama avrupalı bir tedarikçiyle görüşürken şen şakrak gayet samimi, şakacı birine dönüşüyorum. (burada bir not düşeyim 17 senedir iş hayatındayım bir kere bile iş yaptığım bir insanla herhangi bir ilişkim olmadı. karşı değilim isteyen yapar ama kendi adıma yapmamayı tercih ediyorum.)

    yaptığım şey ikiyüzlülük gibi görünebilir, emin olun değil. türk erkekleri kötü, avrupalılar harika gibi bir yerden de bakmıyorum. türk kadınının çok karmaşık korunma güdüleri var. üç beş hamle sonrasında başına bir şey gelme ihtimalini hesaplayarak hareket etmek zorunda olmak mayın tarlasında gezmek gibi bir şey. o yüzden gülümseme konusunda cimri kadınlarız.
    haliyle erkekler de gülümseyen kadınlara alışık değil. böyle bir reaksiyon karşısında kafalarının karışmasını normal ama genel durumu anormal buluyorum.
    sokakta yürürken tanımadığımız insanların gülümsemelerinin sadece hoş bir selam olduğunu bilip, karşılık vererek günümüze güzel devam edeceğimiz günlere...

  • öğretmenler günü

    geçen senenin sömestr tatilinde aile ve sosyal politikalar bakanlığından biri annemi arayıp, bir ricada bulunuyor. aile içi şiddet ve taciz mağduru kız çocuklarını koruma altına aldıkları eve gelip çocuklara bir saatlik konuşma yapmasını istiyor.
    iki kız çocuğu sahibi bir anne, 40 yıldır sadık bir eş ve 43 yıldır öğretmen olan annemin dünyada en iyi yaptığı şey öğretmenliktir.
    işini bu kadar severek yapan, hala yeni şeyler öğrenmeye hevesli, söz konusu öğrencileri olduğunda akan suları durduran biri her zaman çıkmaz karşınıza. haliyle biz iki kardeş de babam da bunu bilir ve kabulleniriz.

    köylerde, kenar mahallelerde, şehir merkezinde ve en gözde özel okulda da öğretmenlik yaptı, hala da yapıyor. çoban çocuklarını da okuttu valilinin çocuğunu da. anneme göre çocuk çocuktur, kimliği yoktur. özellikle ilkokul çocuklarının yüzlerinden, bakışlarından, duruşundan içinde bulunduğu aileyi, evdeki mutluluğu/huzursuzluğu çok kolay okursunuz der. bu sayede yıllar içinde farklı şekillerde istismar edilmiş çocukları tespit edip, gerekenleri yaptı.
    buna rağmen o konuşma için hazırlanırken çok heyecanlanmış annem, öncesinde bize hiç bahsetmedi.

    konuşma günü gelmiş ve bir saat için girdiği o evden dört saat sonra çıkmış. gizlilik sebebiyle kızların başlarından geçenleri çok detaylı bilmese de çocukların hallerinden anlaşılıyormuş. annemi çok sevmişler ve saatlerce sorular sormuşlar, annem gibi olmak için neler yapabilecekleriyle ilgili danışmışlar ve bize yani öz çocuklarına selam söylemişler. muhtemelen bizim yaşadığımız çocukluğa hasretlik duyduklarındandır bu. selam değil de yaşanmamış bir geçmişe özlem.

    oradan çok mutlu ayrılmış ve hemen beni aramıştı annem. ama sesinden harap olduğunu anlayabiliyordum. bu da benim yıllara dayanan evlatlık mesaiyimin bir getirisi. çok yorulurdu, okulda öğrencileri için harcadığını bildiğim sabrı bana gelince çoktan tükenmiş olurdu. çocukluğum ve ergenliğim boyunca çok içerlerdim buna ama artık annemi anladığım yaşlardayım. o zamanlar ona hiçbirimiz nasılsın diye sormaz hatta eve gelir gelmez kendi taleplerimizi yüklerdir. şimdi soruyorum, üzüldüğünde teselli ediyorum, mutluluğunu paylaşıyorum, onunla gurur duyduğumu her fırsatta belirtiyorum.

    haliyle o konuşmada da sordum. bu kadar ağır şeyler yaşamış çocuklarla görüştükten sonra ne hissetmişti. bu temas annemde nasıl bir iz bırakmıştı. “anlayamıyorum” demişti annem. “tamam aileler cahil olabilir, kötü olabilir, anne-baba olmaya uygun olmayabilir ama ya öğretmenleri? nasıl farketmezler, nasıl müdahale etmezler, çocukları nasıl izlemezler, korumazlar, kurtarmazlar? mutlaka işaret vermişlerdir, sözle olmasa da yardım istemişlerdir, bir öğretmen buna nasıl kayıtsız kalabilir?” çünkü anneme göre o çocuklar sadece ailelerin çocukları değil, toplumun çocuklarıdır ve öğretmenin tek görevi eğitim vermek değil ona emanet edilen çocuğu gerekirse ailesinden bile korumaktır. *

    başta annem olmak üzere görevini şevkle yapan, iyi bir gelecek nesil yaratmak için çabalayan, şevkini yıllar içinde arttırarak kendini geliştiren, mesleğini seven ve öğrencilerini ayırmadan onları koruyan tüm cumhuriyet öğretmenlerinin öğretmenler günü kutlu olsun.

  • mesleğini söyleyince verilen cevaplar

    eskiden ilk sorulan iç mi-dış mı olurdu. sinirle karışık zoraki gülümsemeyle yanıt verirdim.
    şimdi ise inşaat sektörünün çökme noktasına gelmesi sebebiyle "benim oğlan/kız da iş arıyor, cv'sini gönderse bir şeyler ayarlayabilir misin?" oluyor.
    çocuklarını okutup bir de iş bulsunlar diye çabalamak ülkedeki anne babaların gerçeği oldu maalesef. genç işsizliğin bu kadar yoğun olduğunu başka bir dönem var mı bilmiyorum. çok üzücü.
    umarım iç mi-dış mı sorusuna hayıflanacağımız günlere geri döneriz.

  • evlilikte seksin bitme sebebi

    birisi on yıldır evli diğeri beş yıldır sevgilisiyle aynı evi paylaşan iki kadın arkadaşım -kafalarında benimle ilgili nasıl bir persona yarattılarsa artık- "bizi dışarı çıkaracak ve çok eğlendireceksin" diye bir ültimatom verdiler. “iyi o zaman kadıköy’e gelin” dedim. avrupa yakasında yaşayan arkadaşlarımın beni ne kader sevdiğini böyle test ederim. cumartesi kadıköy’e geçmesi gerekecek insanların gözlerini belerterek “neaaa karşıya mı geçeceğiz” demesine sinirle karışık hep gülmüşümdür. ben her gün geçiyorum eşşoğları.

    bizimkiler buluşma için nasıl bir heveslendilerse erkenden gelmişler, hatta beni aramadan birer içki içmişler sonra da gelip beni evden almanın çok mantıklı olduğuna karar vermişler. henüz buluşma vaktine zaman var diye evde bornoz, çorap, terlik kombinimle dolanıyordum. misafir beklemediğim için sunumsuz yakalandım ve o şekilde açtım kapıyı. ikisi birden ayaklarıma bakıp, çorabın üzerine giydiğim ev terliği için "ahahhahaa bak bunun adı seks hayatım yok terliği" diyerek nefessiz kalmalı güldüler. hani küçük çocuklar ayıp bir kelimeyi öğrenince onu söyleyip söyleyip güler ya, işte aynen öylelerdi.

    bu tür konuların mahremiyetine özen gösterilmesi gerektiğini düşündüğüm için yakın arkadaşlarım dahil kimsenin seks hayatını sormam, bana sorulmasını da sevmem. konuşulacak tek kişi partnerindir. ve eğer bir sorun varsa gideceğin uzmandır elbette.
    bizim kızların bu konuyu kaşıyan esprileri artınca gayriihtiyari "benimle ilgili çıkarımınıza yorum yapmıyorum ama anlıyorum ki sizinki çok iyi. en son ne zaman ihtirasla seviştiniz ablalarım" diye tamamen geyik bir soru sordum. kahkahalar fade out şeklinde kesildi.
    başarısız bir evlilik yaşamış biri olarak arkadaşlarıma evlilik hakkında ahkâm kesecek değilim ama bahsedilen rakamlarla (dikkat ederseniz sayı demedim) bir evliliği nasıl bu kadar mutlu devam ettirdiklerini de merak ettim. çünkü bence kisinin de ilişkisi gayet iyiydi, mutlulardı. ama evlilik içinde kendilerini mutlu ettiğini söyledikleri şeylerin hepsini yakın bir kız arkadaşınızla da yaparsınız. hatta bence daha çok eğlenirsiniz.

    eşleriyle dışarıdaki hallerini gözümün önüne getirdiğimde birbirlerine dokunarak sevmek konusunda cimri olmadıklarını hatırlayabiliyordum. belli ki o kadarmış. türk romantik komedisi gibi, öpüşüyorsun ve sonra sonsuza kadar mutlu yaşıyorsun. şaka bir yana, ilişkilerinin içinden tensellik yavaş yavaş silinmişti. aslında bundan memnun olmadıkları görülebiliyordu. ama herkes konuşmayı karşı tarafın başlatmasını beklemiş ve sonuçta bu konu özelinde sorunlarını susarak çözmeye çalışan insanlara dönüşmüşlerdi.

    her ikisinin erkek tarafını da iyi tanırım ve severim, nadir görülen tiplerdir. hayatlarına yön vermeyi başarmış, dürüst, akıllı, eşlerine saygılı, evdeki sorumlulukları paylaşan erkekler... elbette saçma sapan huyları da var, kimse mükemmel değildir. ama iyi adamlardır işte.
    bu konuda inisiyatif alamamalarına şaşırmakla birlikte onları anladım da. her hamlenin kadını zorlamak gibi algılanacağını düşünmüşlerdir. her şey konuşulmaz bazı şeyleri eyleme dökmek gerekir ve eğer karşı taraf iki kere dur dediyse üçüncüye çekinmişlerdir. uzman değilim, başta dediğim gibi bu konuları konuşmayı bile sevmem ama eminim gidip adamlara sorsam ikisi de bu durumdan şikayetçidir. e kadınlar da öyle. dışarıdan bakınca çözüm çok basitken insanların böyle mıymıy yaşaması sinirimi bozuyor.

    iki insanın birbiriyle ilişkisinin temelini iletişim oluşturur. evlilikteki iletişimlerden biri de sekstir. bir sorun olduğunda bunu konuşmaktan veya farklı şekillerde ifade etmekten çekinmemek gerekiyor. isteklerini, arzularını, fantezilerini anlatabileceğin biri var karşında. anlatmaktan da dinlemekten de vazgeçmemeli insan. zaten her tür ilişki doğru iletişim kurulamadığı için bitiyor. konuşarak birçok şeyi sevişerek hemen her şeyi çözer insan. *

  • sözlükçülerin parfümleri

    parasını verip aldığım parfümü buraya yazmanın kimseye bir yararı yok diye düşünüyorum. çünkü bundan size ne olması.
    onun yerine elceğizlerimle yaptığım ve yanımdan geçen tanımadığım insanların bile kokunun adını sorduğu gizli tarifimi kamuya açmaya karar verdim.
    korkmayın, genç ve güzel kızları kafalarına tokmak vurmak suretiyle öldürüp kocaman tüplerde bekleterek damıtılan iki damlaya muhtaç etmeyeceğim sizi. çok daha kolay, ucuz ve fantezisiz bir yöntem sunuyorum. (duy sesimi patrick süskind)

    bu kokuyu saçta kullanacaksınız. benimki gibi uzun ve kıvırcığa çalan yoğun dalgalı saçları olanlar bilir, sabah evden tertemiz çıkarsınız akşam döndüğünüzde atmosferin tüm tozunu pisini toplamış saçlarla dönersiniz. biraz da koku hassasiyetiniz varsa habire saçları şampuanla katledersiniz. etmeyin. tatavayı kesiyorum, buyurun.

    malzemeler:
    aktardan aldığınız lavanta çayı, yasemin yağı, çay ağacı yağı (opsiyonel), karbonat (opsiyonel) ve su.

    yapılışı:
    lavanta çayını bir bardak kadar su ile iki taşım kaynatıyorsunuz, soğutup içine 3-5 damla yasemin yağı ekliyorsunuz. kokunun yeterliliğine kendiniz karar verin. isteyen ekstra 1-2 damla lavanta yağı da koyabilir ama lavantanın sakinleştirici ve uyku getirici bir özelliği olduğu için abartmamakta fayda var. bence çay hali yeterli.
    eğer saçlarınız gün içinde biraz kendini toplasın da istiyorsanız çay henüz sıcakken kaşığın ucuyla karbonat ekleyip eritebilirsiniz. eğer saçlarınız yağlı bir yapıdaysa 1-2 damla çay ağacı yağı eklenebilir. oldu bitti.
    bunu minik bir şişeye koyup çantanıza atın ve gün içinde aklınıza geldikçe pıs pıslayın.(dualarınız için bilahare adres bildirilecektir) bu karışımı en fazla 2 hafta kullanabilirsiniz. sonra döküp yenisini yapın.
    düz saçlardaki etkisini bilmiyorum ve sorumluluk almıyorum. aslına bakarsanız kimse için sorumluluk almıyorum. evde aktarları kıskandıracak kadar doğal yağ ve bitki çayı rezervi olan ve bunlarla oynamayı seven biriyim. tamamen deneyseldir. kapıma dayanmayın, açmam.

  • yalnızlığın en çok koyduğu an

    bazı insanlar için hastanede refakatçisiz olduğu anlarmış. ya da daha genel bakarsak durum ne kadar gereksiz olursa olsun birine ihtiyaç duyduğumuzda kendimizle başbaşa bırakıldığımız anlar diyebiliriz.

    geçtiğimiz ay bir öğleden sonramı bir hastanenin görüntüleme bölümünde geçirdim. işlemlerin yapılacağı bölüme geçtiğinizde zaten yanınızda kimse olmuyor. kıyafetlerinizi çıkarıp, önlük giymeniz gerekiyor. benimle ilgilenen hemşire bir kabin gösterdi, değerli eşyalarımı (cüzdan, telefon vs) koyabileceğim dolap da kullanacağım kabinin içindeydi. hazırlığımı yaptım, dolabı kilitleyip anahtarı aldım ve gösterilen yerde beklemeye başladım.

    bekleme odasında bir kadın daha vardı, elimdeki anahtara bakıp "yalnız mı geldiniz?" diye sordu. önce soruyu anlayamadım, boş boş baktığımı görünce "dışarıda sizi bekleyen kimse yok mu" diye detaylı sordu. yalnız gelmiştim çünkü iş saatiydi ve birinin yanımda olmasını gerektirecek özel bir durum da yoktu. ama bunu açıklama gereği duymadan "evet" diyerek geçiştirdim.
    "dikkat ettim, sizin ve benim dışımdaki herkesin bir bekleyeni var, onlar eşyalarını dışarıdakilere bıraktı."

    doğruyu söylemek gerekirse o an en son istediğim şey biriyle sohbet etmekti, hem de böyle bir konuda...ama kaçmak ayıp olacaktı. konuyu orada bulunma nedenine getirerek bu melankoliden kurtulmayı umdum. öğrendiğime göre bir sorunu yoktu, sadece kontrol ve olası tanı için oradaydı. yani aslında (bana göre) birine ihtiyacı yoktu. belki korkuyordur diye düşündüm ve işlemlerin korkulacak şeyler olmadığını anlatmaya başladım ama beni dinlemediği yüzünden anlaşılıyordu. bazen insanların yüzünde bir gölge görürsünüz ya hani, kadın sanki tamamen bir gölgeden ibaret gibiydi.

    bunu görünce kendi gölgelerimi düşündüm. gerçekten birine dayanmak isteyip de o kişiyi bulamadığım anları.
    her şeyi unutuyor insan. yaşadığı kötü günleri, ona bunu yaşatanları, bir anda kaybolanları ama o an yaşadığı duygu unutulmuyor. bin yıl geçse çıkarıyor bohçasından ve belki de hiç haketmeyen birinin önüne döküveriyor.

  • modern insanın en büyük problemi

    *çok fazla kanaldan ulaşılabilir olmak ve iletişim kurmanın zorunlu hale gelmesi.
    arkadaşınızdır, telefon numaranızı vermişsinizdir ama her nedense o görüşme talebini mail atarak iletir. başka biri instagramdan size yolladığı bir etkinlik görseli ile o etkinliğe gitmeyi öneriyordur ve tabi ki mesajı instagramdan yollamıştır. twitter’da paylaşılmış bir twitte, üyesi bile olmadığınız facebook grubunun organize edeceği geziye gitmek için twitterdan gelen mesajı görmüş olmalısınızdır. şimdi diyeceksiniz ki kapasiten mi az ne var bunda. yoo kafam zehir gibi maşallah ama bu dağınıklık hissi, her yerden kuşatılmış olma hali benim için bir problem. elbette ben kendi çözümümü buldum ve rahatım ama bu karmaşa yoruyor insanı.

    *idealize edilen kavramlar ve o kavramlara ulaşamamanın verdiği başarısızlık hissi. başarısızlığın en kötü şey olduğu algısı.
    sağlıklı beslenme, her iki yılda bir ortaya atılan değişik diyetler, belirtilen ürünü yersek öleceğimiz, ya da yeni çıkan besini tüketmezsek kısa yaşayacağımız düşüncesi. kabul ediyorum sağlıklı, organik katkısız beslenme olaylarına ben de biraz takıktım. yeri geliyor yediğin yemekten zevk almayı unutuyorsun. buna harcadığın mesai aldığın sağlığa değmiyor. insan vücudu düşündüğümüzden çok daha iyi bir makine. abartılmadığı müddetçe neyi nasıl dönüştüreceğini iyi biliyor. ama biz kendimizi rahat bırakmayı bilmiyoruz.
    aynı şekilde bu yaptığımız iş, kazandığımız para, oturduğumuz ev, vs vs. hepsi için geçerli. ulaşamayacağını bildiğin bir hedefi kovalamak ve doğal olarak gelen başarısızlıkla derin bir kuyuya düşmek işten bile değil.

    *acı kavramını yanlış konumlandırmak ve aslolanın hiç acı çekmemek olduğuna inanmak. oysa acı yönlendiricidir ve onu kabullenmek insanı büyütür, olgunlaştırır. mutluluğun temellerinden birinin vazgeçmeyi bilmek olduğunu okumuştum bir yerde. gerçi mutluluk bağımlısı olmak da ayrı bir sorun da neyse. "vazgeç kurtul kardeşim" akımının en kısa sürede dünyayı sarması dileğiyle...

    *görünür olma ve varını yoğunu tezgaha koyma çabası. hiç öyle internet çağı diye bıkbıklamayacağım. bunun sebebi sosyal medya değil bence. özümüzde var ve insan için büyük muamma. sevildiğini “diğerlerine” ispat etmeye çalışmak dışarıdan çok acıklı görünüyor mesela. veya sahip olduklarını göstererek izleyiciyi buna ikna etmek için çırpınmak...
    ve ardından gelen öfke, kıskançlık, önce çevrene sonra kendine vurma hali. özellikle en iyi sensin diye büyütülmüş ancak bu en iyi olmakla ilgili herhangi bir gelişme göstermemiş, kanıtsız, niteliksiz, yeteneksiz ve üstüne tembel olan bebeler saatli bomba gibi geziyor. maalesef bu sadece onların değil, aynı evreni paylaşan bizlerin de problemi.

    * bir de benim gibi her şeyi çözmüş gibi görünenler var. dinledikçe şöyle ağzının üstüne çarpma hissiyatı uyandıranlar.
    yok valla çözemedim, gözlemliyorum sadece. belki çoğunluğa göre biraz tuzum kurudur. yoksa ben de özünde "n'oluyo lan burda" diye dolanan, başka başka şeyleri kendine dert edinen biriyim. tespitlerim kendim hariç kimseyi bağlamaz. şiddete hayır!

  • kişinin ölmesiyle dünyanın kaybedeceği şeyler

    "ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.
    kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.
    sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok.
    ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok!"

    (bkz: ömer hayyam)

  • insan alışır mı değişir mi

    insan alışmaz da değişmez de, insan dayanabildiği kadar dayanır.

  • türk erkeğinin çok yakışıklısın'a vereceği cevap

    güzel olan her şeye güzelliği ifade edilmeli. rahatsız etmeden doya doya da izlenebilmeli.
    herkesin kriteri farklı elbette. örneğin ben kusurlu güzellik severim. çoğu kişinin bütünü bozduğunu düşündüğü detay benim için artı bir güzellik sebebi oluyor.
    sanat eserlerinde de böyle olduğunu düşünüyorum.
    güzellik kimine göre dünyanın en değerli hediyesi kimine göre ise yeryüzündeki adaletsiz dağılımı sebebiyle faşizm olarak nitelendiriliyor. iki fikre de katılıyorum (ne biçim bir insanım oradan anlayın artık)

    kaç yaşında olursa olsun, türk erkeğine dış görünüşüyle ilgili güzel bir şey söylediğinizde ilk tepki utanma şeklinde oluyor. çünkü alışkın değiller. bu bana hep biraz hüzünlü gelmiştir. kadınlarda bu pek olmaz, biz iltifatı çocukluğumuzdan beri alır onun anlamını zamanla çözer, nasıl tepki vermemiz gerektiğini tecrübelerle öğreniriz. ama erkekler bunu az yaşadığı için deneyimleri yetersiz, haliyle ya şaşırıyor ya da utanıyorlar.
    işleriyle, başarılarıyla, sahip olduklarıyla ilgili iltifatlarda sorun yok. ne zaman ki "o ne ya, senin sol yanağında gamze varmış, asimetrinin en güzeli bu olsa gerek." gibi bir iltifatta bulunun konuştuğu dili unutuyor.
    (kabul ediyorum, ben de biraz detay çalışıyorum ama o şaşkınlığı, yüz kızarmasını görmek çok eğlenceli)

  • insanı değiştiren şeyler

    karakterin özünde değişmediğini düşünüyorum. insan neyse o. sadece içinde olduğunu bilmediğin, derinlere gizlenmiş veya o güne kadar ihtiyaç duymadığın özellikler bir olay olduğunda ortaya çıkıyor.
    kiler raflarındaki erzaklar gibi, mühimmat deposundaki silahlar gibi, buzdolabının kahvaltılık bölmesindeki çikolatalar gibi...

    her şey güllük gülistanlık giderken kimse değiştiğini düşünmüyor. ne zaman ki bir sarsıntı oluyor o zaman içindeki imdat düğmesine basıyorsun. insan öyle muazzam, öyle yaşama tutunan bir organizma ki söz konusu kendi benliği olduğunda her şeyi yapıyor.
    işte o yaptıklarımız değişim gibi görünüyor olsa da aslında hep sensin, benim. sadece bilmiyordun, öğrendin veya öğrenmek zorunda kaldın.

    biraz zaman geçsin güncellenmiş halinizi daha çok seveceksiniz. karşınızda pul 2.0 olarak duruyorum, bir bildiğim var ki konuşuyorum.

  • insanı öldüren şeyler

    çaresizlik, bilinmezlik ve beklemek her gün, yavaş yavaş ve kimse farkına varmadan öldürüyor.
    herkes gibi benim de derdim var. çözmek için okuyorum, araştırıyorum, soruyorum, her yere gidiyorum, kaynak sağlıyorum, boyun eğiyorum, kavga ediyorum ama her seferinde duvara çarpıyorum.
    sonra kalkıp tekrar başlıyorum.

    ama bazen bu tekrar ayağa kalkma anından hemen önce bir his oturuyor şöyle midemle göğüs kafesi arasında bir yere. yük gibi ama ağırlığı yok, acı gibi ama tadı yok. acayip sinsi bir şey. beni pes etmenin, vazgeçmenin rahatlığına çağıran bir ses gibi.
    o sese her gitmediğimde yorgunluktan mı bilmiyorum sanki bir şeyler ölüyor. ama biliyorum ki ben gidersem herkes ölür.* *

  • bir kadının paradan daha çok hoşuna giden şey

    okuduğum bir araştırmaya göre, kadınların pırlanta yüzük ısrarının temelinde erkeklerin pırlanta almaktan nefret etmesi yatıyor.
    kadına göre erkeğin istemediği bir şeyi almaktan kaçınma dürtüsünü yenmek zorunda kalması, sevgisinin büyüklüğünün bir göstergesi.

    örneğin siz zaten elektroniğe düşkün, her yeni model telefon çıktığında kendinizinkini yenileyen birisiniz ve sevdiğiniz kadına da yeni çıkan bir telefon aldınız. bu oldukça etkileyici bir hediye olacaktır ve taktir de göreceksiniz. ancak kadın o hediyeye baktığında bunun ne kadarı onu düşündüğünüz için, ne kadarı sizin o materyale düşkünlüğünüzden kaynaklı bilemeyecek.
    ama almayı istemediğin, hatta alım sürecinden bile nefret ettiğin bir şeyi alırsan o hediye kadına şunu söylüyor "senin için katlanamayacağımdan emin olduğum şeylere bile katlanıyor, sınırlarımı zorluyorum. çünkü seni derin bir aşkla ve bağlılıkla seviyorum."

    şimdi, bunu davranış bilimciler söylüyor. doğru olduğundan da eminim. ancak bir kadın olarak ben böyle düşünmüyorum. hatta böyle başlayan ilişkinin bitmeye mahkûm olacağını bile söyleyebilirim.
    sevgiyi göstermenin çok daha anlamlı, güzel ve orijinal şekilleri var. bir insanın benim için nefret ettiği bir şeyi yapması bende sevgisine inanç değil, kendi karakterine ihanetinden dolayı acıma duygusu uyandırır.
    asıl konuya dönersek, bir kadının paradan daha çok hoşuna giden şey diye bir genelleme yapamazsınız. çünkü adama sorarlar, hangi kadın?
    önce -eğer varsa- elimizdeki kadını tanıyalım, sonra onun özelinde genelleme yapılacaksa arayın ben koşa koşa gelirim.

  • hangi mesleği yapmalısın testi

    iki tane kötü alışkanlığım var. birincisi bu tür testleri veya anketleri gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi istemsizce çözmek, ikincisi de show haber izlemek. her yolu denedim ama bırakamıyorum. tahmin edersiniz ki iq testlerimin sonucu da pek iyi değil zaten.

    sonucumu söylemeyeceğim sadece meslek seçimi yapmak isteyip de buralarda gezen minnaklar varsa onlara huxley'in çok sevdiğim ve doğruluğunu gözlemlediğim bir sözünü yazmak istedim.
    "mutluluk ve erdemin sırrı; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmektir."

    hiçbir seçim geri dönülemez değildir. ancak meslek seçimini doğru yaparak hayata başlamak bir sürü basamağı kolayca atlamanızı sağlar. elbette engeller oluyor karşınızda ama sevdiğiniz ve size uygun olan mesleği seçtiğinizde engeller gözünüze dağ gibi değil minik tümsekler gibi geliyor. pıt pıt atlıyorsunuz.
    siz yine çözün testleri tabii ama iş başvurusunda pek işe yaramıyor, onu hatırlatayım.

  • şule çet cinayeti

    davasının devamı bugün görülecek. bu gencecik insan tecavüze uğramış, öldürülmüş ve bir binanın 20. katından aşağı atılmıştır.
    üstünden zaman geçince unuttuk sanılmasın. katil zanlılarının kendilerini aklamak için yaptıklarını görmedik sanılmasın.
    "kızının orada ne işi vardı? madem öğrenciydi neden çalışması gerekiyordu? erkek arkadaşı evine gelir gider miydi?" gibi sorular sorularak evladını kaybetmiş acılı aileyi sindirmeye çalıştıklarını anlamıyoruz sanılmasın.

    insanın en temel hakkı olan yaşam hakkı, elinden canice alındığında onun hakkını hukuk korur. madem hukuk belirli bir azınlık için işler duruma getirildi biz de şule için adalet demek için buradayız, gittik sanılmasın.

  • 23 haziran 2019 istanbul yerel seçimi

    başkan “sanatçıymış, iş adamıymış konuşamazmış. konuşacak, artık konuşma vakti” dedi. orta yolcu, suya sabuna dokunamayan tüm ünlüler içlerinde tuttuklarını dökmeye başladı. müthiş!
    hepsini geçiyorum ba-na hiç-bir-şey ol-maz diyen dokunulmaz gülben ergen bile yazdı arkadaş.
    bu kadının kazananı önceden tespit etme özelliği doğuştan geliyor. biliyor da yazıyor. kazanacağız.
    “lanet olsun artık, ne olursa olsun umutsuzum” demekten chp kadın kollarına bağlamam bir geceye bakıyormuş.
    mahallemde değil en ücra okullarda görev alacağım bu sefer.
    bir oy bir oydur.

    istanbul büyükşehir belediye başkanı sayın ekrem imamoğlu.
    seni yeniden başkan yaptıracağız.