ekşi itiraf

  • kucuk sayilabilecek bir ofiste, toplamda 7 ya da 8 kisiyle birlikte calisiyorum. tum ofiste toplamda 9 kisi var. sayilar biraz tuhaf oldu; farkindayim. bizden ayri odasi olan, mudur ya da yonetici. o, 9. kisi. o nedenle onu 7 ya da 8 kisiden biri olarak saymadim. bazen 7 kisiden 8 kisiye cikmamizin nedeni ise 8. kisinin, mudur beyin soforu. mudur beyin islerini halletmedigi zamanlarda onu beklerken ofiste zaman geciriyor.

    6 ayi geckin bir suredir, her sabah ilk is olarak youtube uzerinden caz yayini yapan bir kanalin acildigi ve tum ofisin mesai boyunca caz dinlemek zorunda kaldigi (ya da benim zorunda kaldigimi hissettigim) bu ofiste bir masanin basinda ogle saatim de dahil olmak uzere kipir kipir oturup da bir turlu rahat edemeyerek arastirma yapiyorum. beni arastirmaci olarak ise aldilar. (benim disimda 2 arastirmaci daha var.) ben de bilimsel arastirmalari okumak, derlemek, derlemek, raporlastirmak, makale yazmak, arastirma tasarlayarak bunu oneri olarak sunmak, metodoloji calismak gibi isleri yapmanin yani sira, arastirmaci olarak calistigim enstitunun bagli bulundugu kurumun isleriyle ilgili toplantilara katilmak, fikir belirtmek, saha arastirmalarina cikmak, enstituye gelen arastirma onerilerini degerlendirip hibe verilip verilmeyecegine iliskin kararlar vermek gibi sorumluluklara sahibim.

    isin eglenceli olmayan bolumlerini atliyorum.

    caz muzikten nefret ederim. gercekten. "beynimi kullanmam, dusunmem, sorgulamam icin beni ise aldiginiz halde gunde 9 saat caz dinlemek zorunda kaldigim bu ofiste kendimi duyamiyorum ben. muzik dinlemesek olmaz mi?" diye sormayi istiyorum ise girdigim ilk gunun mesai bitiminden beri; ama soramiyorum; cunku herkes japon ve cikintilik yaparak herkesin huzurunu kaciracakmisim gibi hissediyorum. ben muzikle calisamam. anlamam icin sessizlige gereksinimim vardir; ama baska secenegim olmadigi icin ben de kulakliklarimi takarak muzik dinliyorum. hoslanmadigim bir sesi bastirmak icin hoslandigim bir ses aciyorum. kendimi duymakta yine zorlaniyorum; ama en azindan hoslandigim bir ses oluyor. ne kadar harika, degil mi? bu ara cogunlukla metal dinliyorum. bugunlerde tool, blind guardian ve mastodon dinliyorum. bir yandan da istatistik calisiyorum. zaten ya ingilizce ya da japonca calistigim icin cok daha fazla odaklanmam ve anlamak icin enerji harcamam gerekiyor; ama hicbir halt anlamiyorum. klasik muzik dinlemeyi de denedim, turku dinlemeyi de. pek ise yaramiyor. en iyisi tikac kullanmak aslinda; ama seslendikleri zaman da duyamiyorum. o da hos olmuyor. kulakliklarimi cikarsam bu sefer de caz dinlemek zorunda kaliyorum. cazdan nefret ediyorum. her gun ayni kanaldan ayni tur caz muzik yayini yapiyorlar. ofise gelen giden de cok oluyor. hemen dibimizde paravanla ayrilmis bir toplanti odasinda toplanti dinliyoruz bazen. ofisteki herkes arastirma yapmiyor zaten. ozellikle cok gurultulu gecen gunlerde mesainin son 2 saatine geldigimizde cildirmak uzere oluyorum. sinirlerim tepeme cikmis oluyor. calisamiyorum cunku. (gerci dusundum de sinirlenmekten cok tahammulum azalmis ve yorulmus hissediyorum. yoksa ayni sakinlikle is yapmayi surduruyorum.)

    sonra her seyden nefret ediyorum. sonra, bir masa basinda oturmus halde dusunuyorum. 1 saat daha erken cikmak icin bana o saat icin verilen paradan vazgecerdim hemen. hemen. hic duraksamazdim. isverenimin benim inanilmaz verimsiz gecen son 1 saatim icin odeyecek parasi var. peki ya benim zamanim? bir tane omrum var ve onu da bir masa basinda 10 dakikada bir sekilden sekle girerek rahat etmeye calisarak harciyorum. insanlara yararim olmasi icin ugrasiyorum.

    ne tuhaf, oyle degil mi? oysa omrun cok uzun oldugunu ve bunu nasil gecirecegimi bilmedigimi yaziyorum siklikla. nasil gecirecegimi bilmiyorum belki; ama nasil gecirmek istemedigimi biliyorum.

    sikayet edemem. kosullarim iyi. oldukca iyi hem de. sirt agrilarim disinda. bir masanin basinda oturmus, broker firmalari araciligiyla ise girip cikan duzensiz fabrika iscilerinin akil sagliklarinin ne durumda olduguna iliskin bir arastirma tasarlamaya calisiyorum. hipotezleri dogru duzgun belirleyebilmek icin oturup istatistik ve metodoloji calisiyorum. sonra donup literaturu tariyorum. okudukca kendimi bir fabrikada bir seri uretim bandinin basinda hayal ediyorum ve "hayir, sikayet etmeye hakkim yok. kesinlikle yok. otesi simariklik olur." diyorum.

    bugun, arastirmaci olarak ayni donemde ise basladigimiz is arkadasimla bir makale uzerine konustuk. o da yoksulluk konusunu calisiyor. asgari ucretin artirilmasinin gelir esitsizligi uzerindeki etkisine iliskin ingilizce makaleler bulmasina yardimci oldum sonra. ingilizcesi pek iyi degil. yoksulluk... goreli ve gercek yoksulluk. asgari ucret alan pek cok yoksul insanin oldugu, calisan yoksullugunun oldugu bir duzende benim derdim de bir ofiste oturmus sacma sapan caz muzikleri dinlemek iste. herkes yasadigi gibi dusunuyor. "baskalarinin yasamlarini nasil daha iyi hale getirebiliriz?" diye tartisiyoruz. ondan da once "tum bu esitsizligin kaynagi nedir?" diye. "insanlar arasindaki esitligin kokeni" adinda ilginc bir makale okudum gecenlerde. ozetleyecektim makaleyi guya. guya. butun gun calisiyorum. iyi olus hali, isciler, kulturel uyum, goc, davranissal ekonomi, psikolojik rahatsizliklar, istatistik, metodoloji... isle ilgili her ne varsa calisiyorum. kendimi dinleyemiyorum ki. kendim icin dusunemiyorum. ona sira gelmiyor. isimdeki arastirma icin de dusunemiyorum gerci. lanet olasica caz muzik. cazdan nefret ediyorum.

    mesainin son 1 saatinde umudugum azaliyor. kosmaya gitmeyi heyecanla bekliyorum; ama bazen tek istedigim, kosup birine gitmek ve onunla uzun uzun sohbet etmek oluyor. o da olamiyor. bunu dusununce umudum bitmeye yaklasiyor. sonra birine yaklasmayi dusunuyor, ama bundan hemen vazgeciyorum. umudum varla yok arasinda bir yerde gozden yitiyor. "ben ne yapiyorum?" diye soruyorum kendime, "gercekten? ben ne yapiyorum? tum bunlarin anlami ne?"

    bir yanda bir seri uretim bandinin basinda isciler, bir yanda her seyi yasayip bitirmis ve anlamsizlik hissiyle yasamina son vermis beyaz yakalar. peki ben neredeyim?

    bu aralar cogunlukla metal dinledigimi soylemistim; ama dun ve bugun buena vista social club filminin muziklerini dinleyip bir deniz kiyisinda dans ettigimi hayal ettim. buruk ama neseliydi ya da neseli ama buruktu. umudumun kalan son kirintisi oydu herhalde. cok guzeldi.

  • geçenlerde aşık olmak başlığını gördüm sen aklıma geldin. keşke görmeseydim sonucunu görünce daha da üzüldüm.

    keşke o gün durup dururken kafama vurmasaydın,keşke o gün dönüp sana bakmasaydım.keşke zaman o yıllarda durup kalsaydı.sırf seni değil, o yıldaki beni de özlüyorum çünkü. ayrıldıktan 5 yıl sonra yolda gördüğünde yanağımı sıkıp gülümsediğinde niye bir şey hissetmedim? nasıl bu hale geldim inan hiç bir fikrim yok.

    pinhani'nin dön bak dünyaya şarkısını dinleyebiliyor musun? beni hüzün kaplıyor. senin o masum hallerin,kırık dişin,kocaman gözlerin,ilk öptüğümde titreyişin aklıma geliyor.

    midemde kelebeklerin uçuşması değil direkt midemi kaybetmem,sanki dünyada tek kişi sensin de tüm çevrem figüranmış gibi görmem,erkeklerden korktuğundan uzunca bir zaman sabırla seni beklemem,ilk erkek arkadaşın olmam,ehliyet alışımız ve bir türlü arabayı süremeyişin,doğum gününde sırf seviyorsun diye fanatik fenerli olmama rağmen ali sami yen'e gitmemiz,ıssız adam filmine gittikten sonra ağlayarak söylediğin "biz böyle olmayalım lütfen izin verme bu duruma" sözlerin, babaannemin ölümüne benden çok üzülmen, annemle yaptığınız yemekler, galata'da kurduğumuz hayaller nasıl unutulur?

    sana ikizin kadar benzeyen boncuk yılmaz,hangi projede yer alsa hala arkadaşlarım seninki çıktı diye bana mesaj atıyorlar.yıllar geçse de kabullenemiyor insanlar benimki olmadığını.

    kışın o aldığın kazağı hala giyiyorum ama seni unutmadığımdan sanma, 2002 dünya kupası günlerini nasıl özlüyorsam,süper baba dizisini nasıl özlüyorsam seninle yaşadıklarımızı da öyle özlüyorum.

    şimdilerde gördüğüm kadarıyla görüşmediğin o iki çocukluk arkadaşın seni deli gibi kıskanıyordu. bana sırnaşarak gelip "çevrendeki kızlara niye bu kadar kapalısın diyorlardı" sana söyleyemedim içimde de kalmasın,toz kondurmuyordun onlara çünkü. benden karşılık bulamadıkça sinirleniyorlar,çünkü seni sevmiyorlardı. beni sana sürekli kötüleyip,dolduruşa getiriyorlardı.

    2 yıl önce anneni yolda görüp arabayla eve bırakırken nasıl iyi mi? diye sorduğumda annen iyi dedi. daha sonra inerken kısık bir sesle ve benle göz teması kurmadan "evlendi" dedi. ben etkilenirim diye mi yoksa mutsuz bir evlilik yaptın diye mi böyle dedi anlayamadım.halbuki ne güzel sayılı fabrikatörlerden birinin tek oğluyla evlenmişsin.butik açıp patron da olmuşun,ne kadar güzel.

    yalnız tek bir nokta beni düşündürdü bu yazıyı da bu yüzden yazmak istedim.oğluna ilk isim olarak fabrikatör dedenin adını koymuşsunuz da niye ikinci ismi benim ismim? tesadüf diye umuyorum. benim bir gün kızım olursa senin adının koymam çünkü.

    rahmetli anneannem hep "allah seni sevilmeyi hak eden ve hazmedebilen insanlarla karşılaştırsın." derdi. çok haklıymış.

  • bugün babamı kaybettim sözlük.. hayatımın en acı günü..
    covid19..

  • yüz kere yere düşmüş olayım, başkalarına
    çelme takan biri olmayacağım.

    ben kazanan değil, insan olmak istiyorum.

  • ailemi çok seviyorum iyiki varlar ama yaşım ilerledikçe birlikte yaşamak ilginç şekilde rahatsız edici gelmeye başladı. evde kesinlikle kimse kimseyi kısıtlamıyor, hepimiz kendi sosyal hayatlarımızı yaşıyoruz, kira gideri yok, güzel yanları çok daha fazla aileyle birlikte yaşamanın ama öte yandan tam anlamıyla birey olamamış gibi de hissettiriyor bu durum. asıl sorun da bu. neredeyse 29 yaşındayım ve artık kendi mücadeleme başlamak için hazırlanmak istiyorum. öte yandan bu kararı verdiğimde ailemi kırmaktan ve pişman olmaktan çok korkuyorum. çıkmazdayım.

  • yarın itibariyle aylaklığı bırakıyorum.

  • uzun yıllar haberleşmediğim lise arkadaşlarımın whatsapp grubuna dahil oldum. türkiye'nin en iyi devlet okullarından birinden mezun olup en iyi üniversitelerde okumuş adamlar, yurt dışı masterli bile var. hepsi okumuş, gezmiş görmüş insanlar.

    ve fakat, muhabbetleri feci avam! belden aşağı espriler, twitter fenomenleri, rakı-meze muhabbeti, arada mal varlıkları ile çaktırmadan hava atmalar, daha kaliteli bir muhabbet yok. bir arkadaşımın sınıf grubunda ülkeyi kurtarıyorlar, öyle olsun da demiyorum ama bir gram kültür sanat muhabbeti yapınca, bir kitabın adını anınca bile buz gibi bir hava esiyor, muhabbet kesintiye uğruyor. kendimi hiç ait hissedemiyorum gruba.

    anladım ki uzun yıllar bu arkadaş grubundan uzak kalmakla iyi etmişim, kendi yolumu bulmuşum. ekşi'den tanıdığım birkaç arkadaşımın dahi kültürü bu okul grubunun sözde elitlerine bin basar.

  • müzik zevkimi bir insana dönüştürebilsem ona nikah kıyardım.

  • daha önce iyi anlaştığım biriyle aramız bozuldu ve instagram'da birbirimizde hâlâ ekliyiz. ilk önce çıkartan ezik olacağı için kimse birbirini arkadaşlıktan çıkartmıyor. kimse bunu kendisine yediremiyor. bence bunu o yapmalı çünkü ben yaparsam bu olayı ölene kadar hatırlamak zorunda kalacağım ama o bir vegan ve çevreci. zaten sabahtan akşama kadar kafayı nutella'nın içindekilere falan takıyorlar. biraz da bu olaya takmasında hiçbir sakınca yok bence.

  • yıllardır çıkan her olay sonrasında sözlükten gitmek istiyorum. her seferinde kendime küfrediyorum gidemedim diye. çok yalnızım be sözlük, iki lokma şurada yazmak iyi geliyor napim...