Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. 7 ekim 2018 konyaspor beşiktaş maçı

    yukarılarda birisi demiş ki rıza beşiktaş'a her zamanki gibi 3 puanı hediye edecek, açın bakın kaç puan almış beşiktaş'tan.

    tamam, açalım bakalım,

    2010/11 - beşiktaş 2 - 1 sivasspor
    2010/11 - sivasspor 1 - 0 beşiktaş
    2011/12 - beşiktaş 3 - 1 sivasspor
    2011/12 - sivasspor 1 - 1 beşiktaş
    2012/13 - beşiktaş 0 - 1 sivasspor
    2012/13 - sivasspor 0 - 1 beşiktaş
    2013/14 - beşiktaş 0 - 0 çaykur rizespor
    2014/15 - mersin idman yurdu 0 - 1 beşiktaş
    2014/15 - beşiktaş 2 - 1 mersin idman yurdu
    2015/16 - beşiktaş 3 - 3 kasımpaşa
    2015/16 - kasımpaşa 2 - 1 beşiktaş
    2016/17 - beşiktaş 3 - 0 antalyaspor
    2016/17 - antalyaspor 0 - 0 beşiktaş
    2017/18 - trabzonspor 0 - 2 beşiktaş

    14 maç, 25 puan. mersin ve eskişehir hariç 6 puan çıkardığımız sene yok. adam hangi anadolu takımının başına geçse bizden mutlaka puan almış. ankaraspor'la bile gelip yenmiş bizi geçmişte.

    işte bunun adı fanatik kişilik bozukluğu.

  • 2. 7 ekim 2018 fenerbahçe başakşehir maçı

    fenerbahçe başlıkları özeti
    fenev /şike

    beşiktaş başlıkları özeti
    tiner /...... len amk

    galatasaray başlıkları özeti
    fetö / imparator

    ulan başka bi bok yok amk. dipsiz bir tekrar kuyusuna düştük. herkes rakip takımın başlığına girip aynı saçma ve klişe esprileri yapıp ergen ergen laf sokuyor amk.
    eskiden güzel güzel maç öncesi taktik analizler yapılırdı, maç sonucu detaylı analiz yapılır tek tek oyuncular hocalar yorumlanırdı.

  • 3. conor mcgregor vs khabib nurmagomedov

    conor mcgregor kendi takımıyla birlikte khabib'in otobüsüne saldırırıp o kadar hayran kitlesi toplarken.

    khabib'in conor'ı tokatladıktan sonra hızını alamayıp tek başına conor'ın takımına dalması neden nefret topluyor?

    khabib orda gidip günahsız çocuklara mı saldırdı? kendi otobüsüne saldıran heriflere saldırdı. hakettiler mi? sonuna kadar.

    edit: imla

  • 4. 7 ekim 2018 başakşehir'in verilmeyen golü

    eskiden feneri şampiyon yapmak için şike yaparlardı. artık ligde tutmak için yapıyorlar.

  • 5. 6 ilde 90 bin elektrik sayacını okuyamıyoruz

    verme elektrik. bu kadar basit. hastane, okul vs de kursun jeneratörünü.

    edit : gelmiş ırkçı diyen solucan. siktiriniz gidiniz.

    mesajlara toplu cevap editi :

    hırsızlığı ırkına hak gören bir orospu çocuğu, özelden kodumun faşisti yazmış. kendi ırkına bu davranışı hak görüyor ama faşist biz oluyoruz. sikik solucan işte.

    askeri, öğretmeni ne yapacağız diyen arkadaşlar; gitmesin kimse. can korkusuyla görev yapacağınıza yapmayın. ne diyeyim abi şimdi.

    kurunun yanında yaş da yanacak diyen arkadaş;
    yaş da kuruya müdahale etsin. yapmasına engel olsun.

    edit3: diyarbakırda yaşayan ve kürt olduğunu söyleyen bir yazar nasıl engel olacağını sordu. bilemem kardeşciğim bilemem. bu asalaklar mutlu bir tek.

    edit 4: davarın biri yazdığımızı beğenmemiş. 2019da kan çıkacaklı falan bişeyler yazmış. osmanlıyı yeniden kurmak istediğimi iddia etmiş. candaroğluyum lan ben dingil. kim siker osmanlıyı.

  • 6. tedavisi olmayan türk hastalıkları

    kurallara uymamayı uyanıklık zannetmek

  • 7. google translate'e güvenip dövme yaptırmak

    olm korkunç lan , dalga geçiyorsunuz da karının hayatı yandı.. düzeltmek imkansız o yazıyı bin bir türlü düşündüm olmuyor.. ya lazer yaptıracak boydan boya onda da hem canı çok yanacak hem çok parası gidecek hemde tam çıkmayacak.. tek çare kalıyor oda önce lazer yaptıracak komple artık silindiği kadar sonra üstüne boydan boya tribal falan dövme yaptıracak kapatma olarak. böyle kalsın derse hayat boyu taşak geçerler.. işi çok zor valla.

  • 8. tüm boş beleş insanların öğretmen olması

    bir öğretmen olarak sonsuz katıldığım tespit.
    -birçoğunun hobisi yoktur
    -birçoğu spor yapmaz
    -birçoğu kitap okumaz
    -sınav görevi alsak da bu ay ek ders biraz daha fazla olsun kafasındadırlar, bu dersi de bugün şöyle işleyeyim çocuklar nasıl tepki verecek bakalım diye hiçbir heyecan kırıntısı taşımazlar, taşıyanlara mal gözüyle bakarlar, yaratıcı değillerdir
    -bizim eğitim sistemimizde “değerler eğitimi” diye bir şey vardır mesela hiçbir ülkede bir örneğini göremezsiniz, saygı duymayı bilmeyen öğretmen çocuklara saygıyı öğretmeye çalışır!
    -tiyatro/sinema/konser onlar için boşa para harcanacak yerlerdir, düzenli asla yapmazlar bunu, ayda yılda bir instagram storylerine hikaye atmak için gidiyor olabilirler.
    -üretmezler, gördüklerinin aynısını kopyalayıp yapıştırırlar...
    -en iyisi olmak başkasını ezmektir, kendisi çabalayarak, bilgi paylaşarak en iyisi olabileceğini asla düşünmez.
    -yürüyen egodur birçoğu.

    peki pek değerli mühendis, doktor, esnaf, hemşire, stilist, satış danışmanı arkadaşım; sen bunların hangilerini yapıyorsun?! toplumun çıtasını yükseltiyor olman gerekir çünkü bu yaptıklarınla, sen bunları yapıyorsan senin çocuğun zaten okula geldiğinde öğretmeni zorlar, sınırları zorlar... söylesene, lisede hangi sporla ilgilendin? en sevdiğin sanat dalı hangisi? hobin ne? neyi süper yaparsın?

    topluca uzay boşluğuna fırlatılacak bir ülkeyiz biz arkadaşlar, zorlamayın. öğretmenmiş! pehh!

    edit: bu entry üzerinden yürüyecek arkadaşlar 28 yaş üstü ve 1.80 üstü olmanız önemle rica olunur, aşağısı benim yaşı ve boyu kurtarmıyor afshsvsbfns

    yuhh, hani öğretmenler beş kuruş etmezdi, mesaj kutumu görseniz inanamazsınız! ikiyüzlüler!!

    edit2: yanlış kelime yazımı.

  • 9. 7 ekim 2018 recep tayyip erdoğan açıklamaları

    kılıçdar'ı dinliyorum erdoğan'a oy atasım geliyor. erdoğan'ı dinliyorum chp'ye oy atasım geliyor.

    anasını sikeyim böyle siyasetin.

    salağın teki olsam çıkar derim " oy kullanmayın bir işe yaramıyor " ama salağın teki de değilim işte. erdoğan'a anayasa değiştirme gücü vermek istemiyorum. bir iran ya da azerbaycan olmak istemiyorum.

    sike sike oy kullanmak zorundayım.

    çünkü eğer oy kullanmamayı toplum olarak alışkanlık haline getirirsek erdoğan 400'ü elde eder. bu da bir gecede kimseye sormadan şeriata bile meşru olarak geçme şansı tanır.

    idam istiklal marşı vs aklınıza ne gelirse. her şeyi değiştirebilir.

    işte bundan korkup, iran ya da azerbaycan olmak istemeyip de sike sike oy kullanacak bir vatandaş olarak; şöyle bir siyasette oy kullanmak zorunda bırakıldığım için ne kadar sorumlu varsa nefret ediyorum. sürünmeden ölmezler umarım.

    duy bunları erdoğan'a yol veren baykal. duy bunları ordusunu koruyamayan sözde komutan. duy bunları kılıçdaroğlu, bahçeli... ve daha niceleri.

    hepiniz bu ülkenin kanserisiniz ve sonucunuz da erdoğan. ve şimdi normal bireyler olarak hepimiz sizin yüzünüzden acı çekiyoruz.

  • 10. puanım yetiyordu ama tıp yazmadım

    6 sene öncesinde ben de böyle demiştim. hacettepe tıp dışında tüm tıplar tutuyordu bir de. bazı arkadaşlarım "olm salaksın lan, yazsana tıp o kadar tutturmuşsun" flan dediler. o gün o adamların ne kadar vizyonsuz olduğunu anlamıştım.

    en başından beri mühendislik istiyordum ve mühendislik yazdım. mis gibi de makine mühendisi oldum ve gayet de mutluyum.

    doktorluk mesleğine saygım sonsuz. lakin doktorluk sürecinde var olan "ezberleme" olayı ve tıpın kümülatif birikmiş bilgileri ezberlemekten ve bu bilgileri birbirine bağlamaktan ibaret olması beni iten şeydi. aşağıladığımdan değil, aksine bunu yapamayacağımdandı. bir de tabi mantıklı gelmiyordu bana. ben daha çok pratik zekamı kullanabileceğim bir meslek yapmak istemiştim. ne mutlu ki başardım.

    puanı en yüksek bölümden düşüğe sıralayarak rasgele bir meslek seçmeyin sayın liseli kardeşlerim. tercih döneminde iyice araştırın tüm olası meslekleri.

  • 11. ben seninle zeytin ekmek bile yerim diyen kız

    olayı zeytinle başlatıp nafaka ile kapatmak.. bu işgüzar haller kimseye mutluluk getirmez. bunu düşünen adamın, nafaka ya da maddiyat için evlenen kadından farkı yok gözümde. yıllardır ama yıllardır kadını güzel olmak, seksi olmak, yatakta en iyisini elde etmek, tüm işlerin en iyi şekilde üstesinden gelmesi.. bıdı bıdı bir sürü şeyle değerini ölçüp biçenler; şimdi kadınların eder olarak parayı göstermesine şaşmasın. neyi hak ederseniz onun peşine takılacaksınız.

    aza kanaat eden insan evladı, sizin paranızla malınızla değerlendirme yapmaz. bunu işten kaytarmak olarak da algılamamak lazım ama. karşılıklı emek, üretmek.. o zeytin işte çok şeye tekabül eder buradan bakınca.

  • 12. eksi sözlük'te galatasaray'a hakaret edilmesi

    baslik uygun olsa sistemli bir sekilde ve organize diye de eklerdim ama maalesef bu imkanimiz yok.

    organize ve sürekli sekilde yapilan ama her nedense moderasyonun sadece galatasarayli yazarlarin entrylerini silip, galatasarayli yazarlari caylak yapmasina sebep olan ve artik ayyuka cikmis durumdur.

    sadece galatasarayli degil, camialara hakaret edilmesini istemeyen tüm taraftarlarin da destegini bekliyorum. eger serbest ise de bilelim.

    kulübe basvuruyu yaptik, bugun yarin dava acarlar, galatasaray taraftarini hickimse kizdirmasin ve hafife almasin, buradaki 3-5 kisiye meydani bos birakacak degiliz.

    su yazilanlara bakar misiniz?

    bu adamin entry girmesine ve galatasaray'a hakaret edilmesine izin veriliyor, galatasaraylilarin entrylerini silen, galatasarayli yazarlari caylak yapan bjk amigosu moderatör su entrylerin hic mi birine denk gelmedi acaba?

    (bkz: #82023023)

    (bkz: #81980310)

    (bkz: #76283664)

    (bkz: #81144130)

    (bkz: #81144901)

    (bkz: #81145272)

    (bkz: #81146528)

    (bkz: #81155411)

    (bkz: #81161418)

    (bkz: #81270365)

    (bkz: #81260737)

    (bkz: #81247174)

    (bkz: #81161923)

    (bkz: #81584648)

    (bkz: #81791492)

    (bkz: #81833948)

    (bkz: #81862378)

    (bkz: #81870456)

    (bkz: #81940301)

  • 13. ilber ortaylı'nın stalin'e hıyar demesi

    stalin gibi bir herife az bile denebilir. bunu da mı savunacaksınız aq?

  • 14. kadınlar tipe mi paraya mı zekaya mı önem verir

    (genelde) kadinlar bir erkekte

    tip var para yok: bakar, sevmez
    tip yok para var: bakmaz, sever
    tip var para var: bakar, sever
    tip var para var zeka var: bakar, sever, terkedilir.
    tip var, para var zeka yok: bakar sever, evlenir.

    (istisnalar tabiki var)

    edit: ha gayret ha. ulan su sozlukte 10 yildir nice afili bilgiler edebi metinler dizdim orali olmadiniz. “en cok favorilenler”e sokacaginiz su entrye bak. rezilsiniz ibneler

  • 15. pazar sabahı erken kalkmak için bir neden

    dün baba olmuş olmak.

    hiç yatamadık ki erken kalkalım. *

  • 16. üniversite birinci sınıfta yapılmaması gerekenler

    üst sınıfların beyinsiz beyinsiz bu ders çok zor boşuna çalışma zaten kalırsın tarzı aptal tavsiyelerine kanmamak ve onların başarısız olmalarının kendi aptallıklarından olduğunu bilmek yeterli.

  • 17. türklerin tarihleri boyunca yaptığı en büyük hata

    kesinlikle göktanrı dinini terk edip müslüman olmaktır.
    ötesi yok.

  • 18. 2500 tl maaşlı erkeğin utanmadan sevgili yapması

    sevgiyi, parayla ölçen bir adet itin sıçmığı.

  • 19. yolda uyuyan köpeği ezen servis şoförü

    16 s 0208 bu plakayi akliniza iyi yazin bursalilar. trafikte gordugunuzde de indirin adagi agzini yuzunu sikin. evet toplumu nefrete yonlendiriyorum.

  • 20. konya'da beşiktaş u21 takımına saldırılması

    bu ülkenin bok çukuru birkaç ilinden birisi de konyadır. toprağının altında erenler, üstünde götverenler mevcuttur.

    edit: küfürleriniz zerre umrumda değil, ne verirseniz,misliyle geri alırsınız. ışid'çi çomarlara göre değil bu mecra.

  • 21. a haber'e ayrı halk tv'ye ayrı konuşan esnaf

    https://twitter.com/…maz/status/1048841709424181248

    "ne ayaksın?" diye sorulası kişi.

  • 22. 1988 yılındaymış gibi yazmak

    ilkokula başladım.
    ailem bana yeni çanta almak yerine ablama çanta aldılar ve ben hayatımın ilk okul gününe ablamın eski çantasıyla gittim.

    bundan utanmıyordum. ama çantanın sırt askıları yoktu, sadece elde taşınabilen bir çantaydı. beni en çok rahatsız eden buydu. herkesin çantası sırtta taşınabilirken, ben mali müşavir gibi çantamı elde taşımak zorundaydım. hem de baya kocaman bir çantaydı. bu çok koymuştu.

    babam fotoğrafımı çekmek istedi. okulun merdivenlerinde. ilk kez okula girişimi ölümsüzleştirmek istemişti.
    güneş öyle bir açıdan geliyordu ki, gözlerimi kesinlike açamıyordum. arkadaşlar ben kafa kızıl ve ten peynir beyazı bir bireyim. ufacık bir güneşte bile önümü göremem.
    babam da tutturdu, düzgün poz ver, gözlerini kısma diye. kısmak ne kelime, kör gibiydim.

    babamın ısrarlarına dayanamayıp bir elimle gözümü kapayıp diğer elimle o koca çantayı taşımaya çalışarak poz verdiğim ucube bir fotoğrafım var.

    sonra ilk ders başladı, herkes ağlıyor, herkes zırlıyor. bazılarının yanında annesi; bırakamamış...

    ben hiç öyle huysuzluk yapmadım ama gözüm hep o çantadaydı. sırtımda taşımak istiyordum ve acaba ne zaman kurtulurum bu çantadan diye düşünüyordum. ilkokul üçe kadar nasip olmadı.

    yaşım 36; o günden beri elde taşınan çantaları hiç sevmem ve güneşli havalarda poz vermem, veremem.

    not: o fotoğrafı ekleyeceğim, az bekle hele*

  • 23. ekşi itiraf

    seninle yaşlanmak istiyorum...

  • 24. bekar yazarları evlendiriyoruz kampanyası

    bizi düğüne çağırıp altın takmak zorunda bırakmayacaklarsa benim de desteklediğim kampanya

  • 25. 1 yıldır sevgilisi olmayan insan

    1 yıl çok mu uzun zaman ki? dediğim başlık. ayrıca 1 yıl sevgilisiz kaldı diye yalnızlık çektiğini düşünenlerin yazdığı başlık. siz yalnızlık ne hiç yaşamamışsınız.

  • 26. hayatı boyunca hiçbir tarikate bulaşmamış insan

    ulu önder gazi mustafa kemal atatürk'ün izinden giden, o'nun şu sözünü şiar edinen insandır.

    "türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar, meczuplar memleketi olamaz. en doğru, en hakiki tarikat,medeniyet tarikatıdır."

  • 27. cinselliğin bir ihtiyaç olduğu yalanı

    bir şeyin ihtiyaç olabilmesi için eksikliğinde canlıyı öldürmesi gerekmediğinden saçma tespit.

    senin hiç müzik dinlemeye ihtiyacın olmadı mı mesela? dinlemezsen ölmezsin ama ihtiyacın var.

    ihtiyaç tanımı:

    1. gerekseme, gereksinme; yoksulluk, yokluk.
    2. güçlü istek.
    3. gereksinim duyulan şey.

  • 28. ankara'da araba kullanacaklara tavsiyeler

    18 senelik istanbul trafiğini çekmiş biri olarak 3 günlük ankara seyahatimde hiçbir zorluk çekmemekle beraber tam tersi inanılmaz rahat geldi bana. sürekli makas atan tipler yok, götüne yapışıp sellektör yapan orospu çocuğu taksiciler yok. bunda her ana arterde eds olması etkili sanırım.

    melihin antin kuntin kavşaklarında bile araçlar nizami bekliyor. istanbul’da olsa herkes sağdan geçip solda nizami sırasını bekleyen araçların önüne geçer. ya da tam tersi işte siz anladınız.

  • 29. aşırı hayvanseverlerin insan sevmemesi

    buyrun benim dediğim genelleme. niye seveyim abi insanı? sevmem gerekmiyor. insani saygıyı gösteriyorum. sevdiğim iki varlık; bebekler ve hayvanlar. çocuklardan da açıkçası çok hazzetmiyorum. çok şımarıklar. gerçi suç onlarda değil. türk milleti çocuk yetişirmeyi bilmiyor. insanlardan nefret ediyor değilim; sadece sevmiyorum. sadece bebekler ve hayvanlar. o kadar.

  • 30. adıyaman'da ambulansın karıştığı trafik kazası

    biri aynaya bakmaz, oburu onun kicindan takip eder, oteki ters seritten terse girmeye kalkar...

    ulke ozeti gibi vidyo...

  • 31. ayrılığı anlatan en güzel söz

    "ölüm ile ayrılığı tartmışlar
    elli dirhem fazla gelmiş ayrılık"

  • 32. şenol güneş

    ben işler istediği gibi olmayınca bu kadar karaktersizce şımarıp beşiktaşın kötülüğüne iş yapmış başka bi antrenör görmedim. beşiktaş tarihine altın puntolarla yazılacakmış, sktir aq topu, ben adını anmam bile anmam. kusura bakmayın da vefasızlık bizim göte göt dememiz değil, bu adamın kendisine kariyerinin sonunda şampiyonlar ligi heyecanı yaşatmış kulübe ve futbolculara bu şekilde "kazık atması", ihanet etmesidir. tam bir yıl oldu bir yıl aq. ve aynı işkence sürüyor ya. herife milli takım önerildi, fiko istemedi, ve ağzına sıçmaya karar verdi beşiktaşın. ne milli takımmış amk ya. salın gitsin lan, fiko küme düşeceğiz sal aq sal...

    ve işin komiği olup biteni göremeyen, bu adamın gtünü yalayan beyinsiz yalakalar camiada çoğunlukta! bir yıldır sıkıntı belli, ama her maç ayrı futbolcu tartışıyorlar, hakem tartışıyorlar! oyun yok ortada aq malı oyun yok lan.

  • 33. 6 ekim 2018 muslera'ya gösterilmeyen kırmızı kart

    pozisyon dışarda, son adam değil. topa vuruyor. topa önce vuran topa önce sahip olmuş sayılır. top muslera'da yani. kasıt yok, ayağını geri çekiyor. en fazla faul çıkar bu poziyondan. o da dengesizlikten.

    dahası; utku mu nedir daha beterini son adama yapmıştı. ona da faul bile çalınmamıştı. geçen hafta lens. pepe'nin rakibini itip galibiyet golü atması vs. cüneyt'e gelince; adam kupa maçında bir tek kendisinin verebileceği bir karar vererek rodrigues'i düşüren dany'i atmamıştı. hadi böyle şeyler hiç olmuyormuş gibi yapalım. birileri o kadar aciz bir camia ki tff başkanı kendilerinden olmasına rağmen, tvlerde kendi taraftarları yorumcular kaynamasına rağmen gerekli lobiyi yapamıyorlar da hala tff galatasaray'ı kolluyor. ya da böyle birşey yok; kronikleşmiş ağlamak a planı, çaresizce çamur atmak b planı. hangisi daha kötü ve acizce karar veremedim. ya da sonuncusu şu; siz çok güçlüsünüz sizin ceza eşiğiniz daha düşük olmalı acizliği, biraz bizi kollamaları lazım zayıflığı. kıyamam. gereken yapılsın. biz yine kazanırız.

  • 34. libido yükselten şeyler

    kırmızı şarap.

  • 35. zor günlerden geçenlerin bildiği en iyi şey

    zor günlerin elbet geçeceği fakat o günlerde kaybedilenlerin asla geri gelmeyeceği gerçeğidir. bazen bir yakınını, bazen bir organını, bazense çocukluğunu kaybedersin. hayat devam eder.

  • 36. filtre kahve vs türk kahvesi

    şimdi burda türk kahvesine şiirler yazanlar, acaba içtikleri kahvenin ne olduğunu bilseler hala içmeye devam ederler mi merak ediyorum.

    şuan türkiyede, piyasadaki türk kahvelerinin hepsi (yani kurukahveci mehmet, kahve dünyası ya da ister plaza ister mahalle arası bir işletmeden aldığınız kahveler) brezilya rio minas çekirdeğinden yapılır.
    peki nedir brezilya rio minas çekirdeğinin olayı?
    çok basit: ucuz. evet dünyanın en ucuz kahvesidir bu arkadaş.
    peki neden ucuz?
    o da basit: çünkü kalitesiz.
    aslında bu çekirdeğin türkiyeye gelişi mevzusu biraz farklı hikaye. zamanında brezilya stok fazlası rio minas kahvelerini ederinin altında türkiyeye itelemiş. ama öyle böyle iteleme değil. işte o günden sonra ufak ufak insanımızın ağzı, rio minas çekirdeğine alışmış.
    e tabi bizim millet durur mu. baktılar ki bu rio minas normalde de zaten ucuz, e hep alalım o zaman demişler.
    rio minas dediğimiz kahvenin bir de şöyle bir olayı var: çok dayanıklı. dağa taşa ek, kaldırımın kenarına ek, yine meyve verir (türkiyede değil tabi).

    yani toparlayınca ne oluyor:
    yetiştirilmesi kolay, masrafsız, her yerde ve her koşulda yetişebilen, ilgi istemeyen ve bu sebeplerden dolayı da ucuz olan rio minas çekirdeği, öyle böyle derken bizim milletin damak tadı oluyor bir anda.

    halbuki 'kahvenin iyisi yemenden gelir' diye bir söz var, işte o söz birebir gerçek bir söz.
    önceden, yani osmanlı zamanında kahveler yemenden, etiyopyadan gelirmiş (ki etiyopya kahvenin anavatanıdır).
    ama zamanla bizim ve brezilyalı uyanık tüccarların sayesinde türk insanı türk kahvesini o çürük, ezik büzük, ucuz, kalitesiz rio minas kahvesinden ibaret sanmıştır.

    işin kötüsü, herhangi birine kaliteli bir çekirdekten türk kahvesi içirin, 'bu ne amk' diye suratınıza püskürtür. halbuki bilmez ki mevzu başka.

    ayrıca bilmeyenler için şunu da belirtelim:
    türk kahvesi bir kahve türü değildir, kahve demleme yöntemidir. `kahvenin pudra kıvamında (ki dünyadaki en ince öğütüm türk kahvesi öğütümüdür) öğütülmesi ve cezve/ibrik tarzı kaplarda pişirilmesi yöntemi`ne türk kahvesi denir.
    yani her türlü kahveyle türk kahvesi yapılabilir, tamamen damak tadınıza kalmış bir durumdur.

    edit: bu arada sanılmasın ki brezilyanın tüm kahveleri kötüdür. hiç alakası yok. hala dünyanın en kaliteli kahvelerinin bir çoğu brezilyadan çıkar. yani serada yetişen hormonlu domatesle, tarlada doğal olarak yetişen mis kokulu domates gibi düşünün. ikisi de aynı coğrafyadan çıkıyor, ama tatlarının birbirleriyle alakası yok.

  • 37. nazım hikmet'in abartılmış bir şair olması

    başlık sahibi amdan bir ablaymış. dörtbin küsur entry girmiş ve yalan yanlış bilgiler yazıp durmuş.
    elle tutulur tek bir entry yok. kul nesimi'nin yaşadığı dönemde hugo ve tolga abi vardı sanıyor. bunu bilgi diye yazıyor angut.

    suser, bu rep sana gelsin: "am sensin, abla da sana girsin"

    tarihe not düşülsün; bu başlık kıskanç ve nobran bir kara cahil tarafından, aşağıdaki dizelerin sahibi olan nazım hikmet ran için açılmıştır.

    ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya.
    ona sorarsanız: “lâfı bile edilmez, mikroskobik bir zaman.”
    bana sorarsanız: “on senesi ömrümün.”

    bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene.
    bir haftada yaza yaza tükeniverdi.
    ona sorarsanız: “bütün bir hayat.”
    bana sorarsanız: “adam sen de, bir iki hafta.”

    katillikten yatan osman, ben içeri düştüğümden beri, yedi buçuğu doldurup çıktı.
    dolaştı dışarda bir vakit. sonra kaçakçılıktan tekrar düştü içeri, altı ayı doldurup çıktı tekrar.
    dün mektup geldi, evlenmiş, bir çocuğu doğacakmış baharda.

    şimdi on yaşına bastı, ben içeri düştüğüm sene ana rahmine düşen çocuklar.
    ve o yılın titrek, ince, uzun bacaklı tayları,
    rahat, geniş sağrılı birer kısrak oldular çoktan.
    fakat zeytin fidanları hâlâ fidan, hâlâ çocuktur.

    yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri.
    ve bizim hane halkı bilmediğim bir sokakta, görmediğim bir evde oturuyor.

    pamuk gibiydi, bembeyazdı ekmek, ben içeri düştüğüm sene.
    sonra vesikaya bindi, bizim burada içeride, birbirini vurdu millet yumruk kadar, simsiyah bir tayın için.
    şimdi serbestledi yine, fakat esmer ve tatsız.

    ben içeri düştüğüm sene, ikincisi başlamamıştı henüz.
    dachau kampında fırınlar yakılmamış, atom bombası atılmamıştı hiroşima’ya.

    boğazlanan bir çocuğun kanı gibi aktı zaman.
    sonra kapandı resmen o fasıl, şimdi üçüncüden bahsediyor amerikan doları.

    fakat gün ışıdı her şeye rağmen, ben içeri düştüğümden beri.
    ve “karanlığın kenarından onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldular” yarı yarıya.

    ben içeri düştüğümden beri, güneşin etrafında on kere döndü dünya.
    ve aynı ihtirasla tekrar ediyorum yine, ben içeri düştüğüm sene onlar için yazdığımı: “onlar ki toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çokturlar, korkak, cesur, cahil, hakîm ve çocukturlar. ve kahreden yaratan ki onlardır, şarkılarımda yalnız onların mâceraları vardır.”
    ve gayrısı, meselâ benim on sene yatmam, lâfü güzaf.

    nazım hikmet

  • 38. aylık geliri 20 bin lira olan öğretmen

    kendisinden ders almayan sınıfta bırakan ilkokul öğretmeniymiş. birisi şu arkadaşa ve favoriye alan onlarca kişiye ilkokulda sınıfta kalma olmadığını söylesin.haftada 2 gün okulda diğer günler özel ders verecekmiş. nerede öyle okul? maaş karşılığını doldurabilirmi iki günde?

    ağzı olan konuşuyor amk. öğretmene linç varya bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olun siz de yazın. bir şeyden de eksik kalın be kardeşim. bir şeye de yorum yapmayın.

    sağlam özel ders verenler olabilir ama sayılı kişilerdir. geceleri gündüzü olmaz çoğu zaman. çok yorucu olur.

  • 39. en son gerçekten mutlu hissedilen an

    bence gerçekten mutlu olmanın sanmakla bir bağı var.
    sanmanın ise inanmakla.
    ancak inandığı için sanan insanlar ''gerçekten mutlu'' hissedebilirler.

    kaç gündür bu başlığa denk geliyorum ve yazmak istiyorum ama başlıkta yer alan ''gerçekten'' ifadesi beni düşünmeye itiyor.
    gerçekten mutlu olunan andan bahsediyor başlık. gerçekten diyor.
    bazı yazarlar yediği gofreti, gittiği tuvaleti veya basit rutin gündelik mutlulukları dile getirmiş gibi hissediyorum ''gerçekten'' kelimesini yeterince düşünmediklerinden.

    gerçekten mutlu olduğum zamanları düşünmeye başladım entry girerken. hayatımda viraj diyebileceğim bir kaç zaman dilimi aklıma geliyor. ya da hayatımda önemli diyebileceğim ilişkiler...
    yaşadığım an içinde bana ''gerçekten'' mutlu hissettiren algı sanırım yaşadığım zaman diliminin hep süreceğini sanmamdı. sanmamın nedeni ise sandığım düşüncelere inanmış ya da inandırılmış olmamdı.

    yaşadığım şehri ve ailemin yanında olmayı sevmiyordum. ilk girdiğim sınavdan yüksek puan almama rağmen açıkta kalmıştım tercihlerim yüksek puanlı olduğu için ve herkese aslında çok da başarısız olmadığımı anlatmaya çalışmaktan yorulup bir gün tekrar hazırlanmaya karar verdim ve bana tek destek olan içimde yer alan kazanma isteğiydi. ve bu isteği sürekli kazandığımı ve kazanınca neler yaşayacağımı hayal ederek beslemem gerekiyordu. 90'lı yıllardı. dünya şimdiki gibi dışa dönük değildi. dış dünya ile tek bağ haftada bir yayımlanan müzik saatleri, her yerde olmayan mtv ve kaset dükkanları ve siyah tişörtler. şimdiki gibi instagram, ekşi sözlük, twitter gibi ağlar ve istediğimiz zaman istediğimiz insana mesaj atıp konuşamadığımızdan ya da aklımıza gelebilecek şeyleri soramadığımızdan kendi dünyamızda; kendi odalarımızda müzikli molalar verip kazanınca neler yaşayacağımızı ve uzaklarda nasıl yaşayacağımızı düşlüyorduk. her seferinde artık dönmeyeceğimiz bir şehir ve yaşam terk ediyor ve sonsuzluğunda sayısız kürek çekebileceğimiz denizden yollarda ilerliyorduk...
    bir gün sınav oldu sonunda ve her zaman yaptığım sonucu yapamasam da son tercihlerimden biri olan istanbul eczacılığı kazandım. tıp yaz diye tutturmuştu annem ve son gece sildim samsun tıpı. iyi ki silmişim çünkü silmesem orası olacaktı ve yaşadığım şehirden ayrılamayacaktım.(öyle düşünüyordum ve halen böyle düşünüyorum)
    bir gece ders çalışmam boyunca hep odamın köşesine attığım ve artık dağ kadar olmuş sarı çalışma kağıtları, çözülmüş testler, kitaplar, defterler vs gibi kağıt olan her şeyi babamın arabasının bagajına koydum çuvallara sıkıştırarak. arkadaşlarımızla sözleşmiştik ve onları da evlerinden alıp hep denize girip saçmaladığımız ve genelde ''sadece çok'' mutlu olduğumuz sahile geldik. akşam olmak üzereyken yoldan aldığımız biraları içip ateşi yaktık. denize girdik ve sakin sakin yanan ateşin üzerine gece başlayınca kağıtları ve kitapları attık. çevresine oturduk. ateş sandığımız kadar büyük ve görkemli yanmayınca arkadaşım eline bir sopa aldı ve ateşi karıştırmaya başladı. kitap, defter gibi parçalar bütün olduğundan yanması görkemli olmuyordu ve o karıştırdıkça ve ateşe vurdukça ateş büyüdü. kağıt parçaları ateşe vurunca havalandı ve çıkan rüzgarla uzakta ışıkları yanan şehir samsun'a doğru havada kıpkırmızı bir süre uçmaya başladı. bu görsel şölen çok hoşuma gitti ve ateş karıştırılan sopayı alıp tüm yanan kağıtları havalandırmaya başladım hırsla. ateş iyice büyüdü. yanarak uçan kağıtlar uzakta ışıkları yanan şehre doğru ilerleyip bir süre sonra kendi kendilerine sönerken keşke dedim. keşke yanan kağıtlar tüm kırmızılığıyla sönmeden şehre ulaşsa ve kocaman bir yangın çıkarsa. tüm şehir ileride tam da biz deniz kenarından onları izlerken sabaha kadar yansa alev alev.
    gazeteler ertesi sabah şöyle yazardı belki o zaman;
    ''kitaplarıyla tüm şehri yaktılar.''

    gülümsüyordum. hayallerimde gazetelere demeç veriyordum çıkan yangınla ilgili;

    ''kitapların yakıldığı yerlerde yaşadıkları şehirden nefret eden ve saçma kuralları, zorbalıklarıyla dönmemek üzere gitmeye zorlanmış çocuklar umut doluyor demektir.''

    bir gece valizimi hazırladım ve otobüsümle yola çıktım. otobüslerde kahve sigara içilebilen yıllardı ve kulaklığımda en sevdiğim şarkılarla cam kenarı yolculuğumda istersem yüzümü istemezsem dışarıyı gösteren karanlık camdan dışarıda yanından geçtiğimiz ağaçları, dağları ve ışıkları sanki yok gibi olan köyleri izliyordum. sonunda gerçekten gidiyordum. sonunda gidebildiğime biraz şaşkındım. üstelik istediğim şehre gidiyordum. ''mutluydum''. belki ''gerçekten mutlu'' olurdum camdan bakınca gördüğüm sönük köy ışıklarını ya da içinden geçtiğimiz sokakları bomboş küçük kasabaları görmesem. düşünmesem.
    sabah ışıklarıyla tekrar kahve istedim ve tekrar sigara yaktım. camımdan dışarıya bakınca uzakta belirmeye başlayan deniz ve ilk kez gördüğüm boğaz köprüsü ile gözlerim açıldı. heyecanlandım. artık gittiğime emin olmuştum sanki ve nihayet kendim gibi insanların bolca bulunduğu ve bana aşkı verecek şehre giriyordum. bir şehir beni olduğum gibi sevmeye hazırdı. yargılamayacaktı. hiç bir şey için kötü hissetmeme gerek yoktu artık. aşk ve zaten yeterince para da kazanabileceğim güzel bir gelecek oradaydı. masmavi suyun üstünden geçerken artık başka bir dünyaya geçtiğimi sanıyordum. o hep hayal kurmamı sağlayan ve çimlere uzanmış mutlu güleç yüzlü broşür insanlarının arasında ben de olacaktım. nihayte bir kalabalıkta fark edilmeyecek kadar sıradan olacaktı farklılıklarım.
    ''gerçekten mutluydum''
    çünkü gerçekten hayatımın en önemli virajını döndüğümü ve artık hiç bir şeyin çok da sorun olmayacağını sanıyordum.
    çünkü ancak uzaklarda mutlu olunacağına inanmış, bir şekilde inandırılmıştım.
    inanmak sanmamı sağlıyordu.
    ve tüm sanmalarım;
    aşk, kadınlar, dostluk, müzik, farklılıklara saygı, nezaket, doğruluk gibi çıtalar her gün zımparalana zımparalana inceltilirken ya da bazen çat diye kırılırken ya da bazen birileri tarafından öylesine ateşe atılıp yakılana dek azalarak sürdü.
    gerçekten mutlu olduğum zamanlar bazen çok mutlu olduğum zamanlara bazen de mutsuz olduğum zamanlara dönüştükçe yeni çıtalar verdi hayat ve şehir.
    her seferinde inandığım yeni şeylerin keşfi ile yeni sanmalara ve yeni zaman dilimlerine, yeni aşklara, yeni işlere, yeni semtlere, yeni şişelere girdim.
    çünkü hayat bir çok çıtadan oluşuyor sanmak için inandırıldığımız bazen ''gerçekten mutlu'' hissedelim diye.

    bazı anlar,
    bazı geceler fotoğraf gibi hafızamda ve o anın fotoğrafı yok. o an çok eğleniyorum bir yerlerde ya da bir kadınla ve yarın olmayacak bir an içinde olmama rağmen bugün elimde bir fotoğraf yok. çünkü yaşadığım gecenin ya da anın hep benimle olacağını sanıyorum. ve nasıl olsa yarın da olacak bir zamanı fotoğraflamaya ihtiyaç duymuyorum. ''gerçekten mutlu'' hissettiğim çoğu anların fotoğrafı yok.
    insan anları değil zaman dilimlerini fotoğraflayabiliyor sanırım. ya da o zaman dilimlerinden bir kaç an sıradan.

    gözümü kapattığımda ''gerçekten mutlu'' diyeceğim anlarım ile o zaman dilimine ait anlık fotoğraflarım çoğu zaman uyuşmuyor.
    gözümü kapatıyoyorum ve çok sevdiğim bazı kadınlar geliyor gözümün önüne.
    en son gerçekten mutlu olunan an hangisi idi diye sorguluyorum.
    en son hangi sanmalara sahip olmamı sağlayan inandığım bir çıta kırıldı çat diye. ya da yakıldı öylesine.
    bir kadınla ve kızıyla beraberdim 4,5 yıldır. bazen iniş çıkış da olsa her şey yolundaydı. çok sevdiğim ve omzumdan bir dakika inmeyen ya da beni hiç yalnız bırakmayan bir minikle günlerim oldukça güzel geçerken evlilik konuşuyorduk ve o' na taşınmamı istemişti. kendi evimi kiraya verip o'na taşındım. taşındıktan tam altı ay sonra bir gece terfi teklifi vs gibi şeylerden bahsedip üçüncü dünya ülkelerinden birine gitmek istediğini söyledi. oradan belki tekrar türkiye ye belki çin'e.
    bana sen de gel dedi ama gidebilmem imkansızdı. gitme dedim. gel dedi. kal, sen de gel, gitme, gidicem vs gibi konuşmalar sonunda kavgalara ve yakılan çıtalara, yakılan köprülere dönüştü. bir ocak sabahı evsiz kaldım. eşyalarımın bazılarını bana kızgın olduğu için vermedi. ona yinede kızmadım. canımı yakmak istiyordu. yakıyordu.
    kardeşimde oturup kiralık ev bakarken bu nasıl olabiliyor diye düşündüğümü hatırlıyorum.
    gözlerimi kapattığımda göcek'te, kaş'ta, yollarda, adalarda, yemeklerde ve her yerde bir minik ve kocaman gülen gözlerle beraber insana ait her duyguyu yaşıyorum ama içimde en çok gülüyorum. çünkü her şey yolunda iken koca iki insanın;
    yani sadece bizim değil,
    insanların sırf ucuz bir terfi geldi diye ya da para için yıllarını ve kızının çocukluğunu verdiği bir aşkı terk etmeyecek kadar ''insan'' olduğumuza inanmış, inadırılmıştım.
    tırnak içine insan yazdım çünkü tam olarak ne diyeceğimi bilemedim. belki vefa, sadakat, söz vermek, aşk, sevgi... olmalı ama bilemedim. insan işte hepsi. sizce de öyle değil mi?
    beni bu düşünceye, insan kelimesine yüklediğim anlamlara kim inandırdı?

    tüm inançlarım ve düşüncelerim tekrar gözden geçirdim karlı bir sabah kiraladığım eve taşınırken.
    elimde kalan çıtalarla tekrar yola çıktım.
    ''gerçekten mutlu'' hissediyordum.

  • 40. mini şort giyip bakılmamasını bekleyen kız

    sadece benim gibi zenginler bakabilir. siz bakarsanız sapık olursunuz.

  • 41. 1.75 boyuyla topuklu ayakkabı giyen kadın

    tüm başlığı size özetliyorum.

    erkekler: x cm topuklu giyerse benimle aynı boyda olacaktır.

    kadınlar: ben, ben, ben.

  • 42. 3 adam'ın ayrılması

    herkes kendi yoluna yönelmedi, bak onlar yine birlikte çalışıyorlar sadece seni dışladılar, biri söylesin şuna.

  • 43. emre mor'un hayatına film adı önerisi

    (bkz: kısa film)

  • 44. yakışıklı olan ama sevgilisi olmayan erkek

    böyle bir arkadaşım var, yakın arkadaşım. onun sebebi ruh sağlığının bozuk olmasıydı.

  • 45. ekşi sözlük dertleşecek insan veritabanı

    yavşak yavşak link verenlere inat buradayız.

    derdi dertle nötrleyenlerin yeridir.

  • 46. khabib nurmagomedov

    valla ateist olan ben bile maç sonunda "vur ulan sik anasını" diye diye izledim. kan mı çekti anlamadım amk şuan camı açtım bağıra bağıra tekbir getiriyorum. amınakoyayım senin mcgregor ne iğrenç oç bir adamsın

  • 47. güneş gözlüğü takan insanlardan rahatsız olmak

    işimiz gücümüz yok seni izliycez, akisne sen ve senin gibi trolleri görmemek için takıyoruz.

  • 48. 140journos'un penis haritası videosu

    ulan seçim ekranı gibi de yapmışlar,
    sivastan gelecek sonuçları bekliyoruz.

  • 49. gecenin üçü uyumamış olmak

    - eski resimleri karıştırıken şehit olan devrenizle çekindiğiniz fotografınıza tesadüfen denk gelmek... harp okulu mezuniyetinde çekinmiştik o fotografı. ne heyecanlı gündü oysa, uzaktan bana seslenişi, seninle de hiç fotografımız yok gel hadi bir fotograf çekinelim demesi, sarılması, sesi hala dün gibi taze ...

    (bkz: emre as)

  • 50. michael frey

    adamın görevi pres yapıp rakip takımı yormak. asıl görevi ise uzun topları ayew ve slimaniye indirmek.
    şuraya yazıldığı kadar kötü oynamıyor. takımda fiziksel olarak sert oynayan ender oyunculardan. frey gibi fizikli oynayan oyuncular lazım. oyun içi isyan etmesi bile yeter. sahada ruh gibi dolaşan, sahte koşu yapan alper, topal ve şener göreceğime frey'i izlerim daha iyi.
    çomarlık seviyesinde boş yere eleştiriliyor.