Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. bir belediyenin chp'li olduğunu anlamanın yolları

    hafta sonları akp'li belediyelerin büyük oy farkıyla şeçilmiş olduğu beldelerde yaşayanların akın akın gezintiye gelmelerinden.

  • 2. ders kitaplarının paralı olduğu kemalist dönem

    ögrencilerin dershanelere gitmeden üniversite kazanabildiği, anadolu lisesinden, süper liselerden mezunların iyi bir ingilizceyle mezun oldugu, insanların özel okul, özel ders, özel üniversiteye oluk oluk paralar yatırmadığı, eğitimin gerçekten eğitim, öğretmenin öğretmen, öğrencinin öğrenci olduğu özlemle anılan güzel dönemdir.

  • 3. kişinin hesabına 6 bin lira yatacak olması

  • 4. camiler devlet dairesi değil 24 saat açık olmalı

    acık olsun evsizlerin,ayyaslarin sığınacağı bir yer olsun çorba da dağıtılsın bi ise yarasın dediğim olay.

  • 5. zengin olunca yapılacak ufak şımarıklıklar

    ahahha milletçe ruhumuz fakir lan. adam şehirlerarası otobüsle gidiyor zengin de olsa. bir yerine iki bilet alıyor sadece, zarar gelmez bu insanlardan.

    zengin olmaya programlanmadığımız için error verdiğimiz konu başlığı.

  • 6. köy enstitüleri kapanmasa bugün süper güçtük

    arkadaşa bir kinyas kartal gönderelim, o açıklasın. en azından birinci kaynaktan, bir toprak ağasından öğrenir durumu.
    --- spoiler ---

    köy enstitüleri komünist yetiştirdiği için mi kapatıldı?

    – hayır. beni babam moskova üniversitesi’nde okuttu komünizmin ne olduğunu ben gayet iyi biliyorum. köy enstitülerinde komünizmi bilen kimse yoktu.

    – peki, karma eğitimden dolayı mı kapatıldı?

    – hayır. bu da değil bütün dünyada okullar karma eğitim kız erkek beraber okuyor.

    – peki ya neden?

    – ben kapattırdım köy enstitülerini. ben toprak ağasıyım. 200’e yakın köyüm var. bu köylerdeki halk bana tapar. ne işi varsa bana sorar. evlenecek, boşanacak, askere gidecek, mahkemesi nesi varsa gelir bana danışırdı. ama köy enstitüleri açıldıktan sonra 5 köyüme köy enstitüsü mezunu geldi ve bu köylerden artık kimse bana gelip danışmamaya başladı. ben düşündüm 200 köyümün hepsine köy enstitüsü mezunu gelirse benim ağalığım ne olur, sıfıra düşer! böyleyse benim harekete geçmem gerekir dedim ve doğudaki bütün ağalara telefon ettim onları topladım. bir de batıdan buldum eskişehir’den emin sazak. sonra menderes’le pazarlığa gittik. (yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) dedik ki; “köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün doğudaki tüm toprak ağaları ve batıdan emin sazak’ın oyları sana. kapatmazsan oy yok” ve menderes’te 1950’de iktidara gelir gelmez köy enstitülerinin temelini sarsmaya başladı.
    --- spoiler ---
    kaynak

  • 7. 10 km uzaktan selektör yapan bmw'li

    yol verelim vermesine de ;

    sorun olan hızlı gelmesi, selektör yapması veya çok uzaklardan yol istemesi değil ki!

    sağ taraf müsait değilken bile bu ısrarını sürdürmesi, kıçına yanaşıp resmen trafikte taciz etmesi ve yol güvenliğini tehlikeye atmasıdır...

    olay bmw, mercedes, audi, vs. olayı değil yani...

  • 8. 1 ekim 2016 çaykur rizespor beşiktaş maçı

    sebep her ne olursa olsun. atiba'ya laf söyleyen quaresma'nın ta amına koyayım. amına kodumun çocuğu.

  • 9. adriano correia claro

    sevinçten adamın anasına küfür ettim, hakkını helal etsin.

  • 10. batının bizden daha ahlaklı olması

    yıllarca "botonon ohlokono olmoyolom" diye bağırdılar. bir ara aklıma geldi, "amk neden almayalım ki" dedim.

    örneğin birçok avrupa ülkesinde metrolarda herhangi bir kontrol olmamasına rağmen, insanların neredeyse tamamı biletlerini okutuyorlar. en basitinden, bizim insanımızdan daha güler yüzlüler. türkiye kırsalında nasıl kansızlıkların döndüğünü zaten biliyoruz.

    (bkz: batı ahlakı)

    edit: "biz" derken kastedileni anladınız :)

  • 11. tuzla beylikdüzü metro hattı

  • 12. ricardo quaresma

    o sahada ati birine "ananı sikeyim" dese, herkes "ne yaptı orospu, amına koyayım onun" der. bu gidiyor, ülkemizin en mühim vilayetlerinden atiba hutchinson beyefendi hazretlerine atar yapıyor.

  • 13. meb kitabına hadise ve murat boz'u koymak

    özet: kitabın dış görünüş ve kişilik bölümünde, öğrencilere 'sevdiğiniz bir ünlü hakkında poster hazırlayın' denirken, örnek olarak boz verilmiş.

    haber: http://t24.com.tr/…in-ders-kitaplarina-girdi,362593

    amaç: daha kıvrımları gelişmemiş beyinlere popüler kültür sıçmığını bir şekilde devlet eliyle empoze etmek

    sonuç: kayıp bir 2000 kuşağı

    ne olmalıydı?: bu posterler bilim adamları, edebiyatçılar, sanatçılar (şarkıcılar değil) hakkında hazırlanması sağlanmalıydı.

    ama nerdee?: tabi ki burada değil.

  • 14. recep tayyip erdoğan

    atatürk'ün yerine geçmeye çalıştığı bence de doğrudur, aslında yerine geçmek demeyelim de, onun gibi anılmak istiyor, ama unuttuğu iki şey var,

    1.atatürk öldüğünde ülke komple yas tuttu, ağladı günlerce, yıllar oldu hala akıllarda, hala dillerde, kendisini unutturmak için oralarını buralarını yırtıyorlar.

    2.kendisi öldüğünde ülkenin yarısı elinde rakı bardağı ile halay çekecek, belki kırk gün kırk gece eğlence yapacaklar bile olabilir, diğer yarısı da yenikapıda helvasını yiyecek beleş olduğu için, cenaze namazını kılacak, yedisini yapacak, kırkını yapacak hadi eyvallah.

  • 15. sözlük yazarlarının benzetildikleri ünlüler

    (bkz: yok anasının amı)
    ben de yeşilken hulk' benziyorum amk.

  • 16. mario gomez

    devre arasında acilen kariyi bosayip siktirip gelmesi şart. bok etti koca yılı.

  • 17. bir çift iri huri memesine vatan satmak

    https://medium.com/…-satmak-db503a479d6d#.t7x3c9mae

    fethullahçıların yaptığı şey tam olarak bu olsa gerek. sonuçta 15 temmuzu eğer bir tür "vatan satma" eylemi olarak tanımlıyorsanız bu "vatan satma" aksiyonunun ardındaki motivasyonu da açıklayabiliyor olmanız gerekir. 15 temmuzun ardındaki motivasyon sünni islam inancının nakşibendi tarikatının nurculuk yolunun fethullahçılık cemaatine göre cennette iri huri memeleri ile ödüllendirilmek değilse nedir? fethullah'ın kara kaşı ve kara gözü hatrına mı binlerce fetöcü bir anda harekete geçti? feto'nun ağarmış kıç kılları için mi bütün hayatlarını mahvetmek pahasına hukuka, cumhuriyete, devlete, halka ve daha başka kutsal olan ne varsa tümüne ihanet ettiler, mermi sıktılar? elbette tüm bunları öte dünyada sonsuz bir zaman diliminde iri huri memelerine sahip olmak adına yaptılar. peki aynı sünni islam inancının b tarikatının c cemaatinin cennetteki iri huri memelerine yine aynı şekilde vatan satmayacağının makul mantıkta bir insanı ikna edecek açıklaması nedir? birileri bu sorulardan kaçıyor diye bu sorular yok olmuyor ey ümmeti muhammed.

    kuranda huri memesi değilse bile huri memesine atıfta bulunan "kevaib" kelimesi nebe suresinde geçer. cennete gideceklere göğüsleri yeni tomurcuklanmış kızlar verileceği söylenir. osmanlıca sözlüklerde de kevaib kelimesinin anlamı "tomurcuk memeli kız" demektir. bu çeviri meallerde ve tefsirlerde, arap dilinde yüzyıllardır bu şekilde çevrilegelmiştir. ancak moderniteye ve rasyonaliteye toslayan islamcılar bu çevirinin huri memesinden, turunç memeden ya da tomurcuklaşmış memeden bahsetmediğini 1400 yıl aradan sonra 20. yüzyıl ortalarında çözmüşlerdir. kutsal kitaplarının ufak kızların yeni tomurcuklanmış memelerinden bahsediyor oluşunu namus algılarına kabul ettiremeyen islamcılar hemen bir savunma pozisyonuna geçmişlerdir. biz kuranda ne namaz, ne tesettür ne de özgürce seks yapma yasağı yoktur dediğimiz zaman "ulan 14 yüzyıldır kimse bulamamış sen mi buluyorsun böyle yeni şeyleri" diye zırlayan islamcılar kuranda göğsü henüz tomurcuklanmış yani muhtemelen 13-14 yaşında olan kızlarla öte dünya denen masal aleminde sevişeceklerinin müjdesini saklamaya çalışırlar ve bu saklama aksiyonunu, kuranın 14 yüzyıllık söylemindeki bu değişikliği eleştirdikleri reformcu müslümanlar gibi 14 yüzyıl sonra yaparlar. buyrun efendim ehli sünnet fıkhına yüzyıllar boyu kaynaklık etmiş binlerce "kadı"nın fetvalarına dayanaklık etmiş, osmanlının son 2-3 yüzyıldaki eşarilik batağında her daim el üstünde tutulmuş ve bugün dahi türkiye'deki nakşibendilerin tek laf ettirmediği 700 yıllık ibn-i kesir tefsirindeki meal ve tefsir. bununla tatmin olmayan ve "hayır iyi bir tanrı imtihanını geçenlere göğsü tomurcuklanmış genç kız vaat etmiş olamaz, islam düşmanlığı yapma, islamı sabi sıbyan memesine indirgetmem" diyenler kos koca kurtubi'nin 800 yıllık tefsirine de mi bakmazlar acep? bu da kafi gelmezse 1100 yıllık taberi'ye bakacağız.

    kurandaki bu ayet 13-14 yüzyıldır tomurcuk memeli ve muhtemelen kurtubi'nin anlattığı gibi sıbyan sınıfından hurilerin cennete giden erkeklere cinsel amaçlı sunulacağı anlamına gelirken ve hatta elmalılı hamdi yazır bile bu şekilde çevirmişken benim gibi üç beş kelam etmekten başka bir derdi olmayan birinin bir takım vatan hainlerinin ve vatan satıcılarının motivasyonlarını bir çift güzel huri memesinden alıyor oluşunu başlık yapmış olması pek zararlı bir durum olmasa gerek. huri memesinden allah kendi bile müminlerin ağızlarının suyunu akıtacak bir edebi yetkinlikle bahsetmişse benim huri memelerinden bahsetmem ayıp olmaz herhalde.

    islamcıların özellikle de tasavvuf denen masalla böbürlenen islamcıların en büyük ikiyüzlülüklerinden biri oldukları gibi görünmeyip sağa sola behlül dane'lik taslamalarıdır. abbasilerin beşinci halifesi harun reşid'in etrafında tuttuğu meczup bir evliya olarak bilinen behlül dane bizim nasreddin hoca gibi fıkraları ya da islamcı terminoloji ile "kıssa" ları ile ünlü tarihi bir şahsiyettir. bu fıkralardan biri:

    behlül dane bir gün bir elinde içi su dolu ibrik bir elinde de bir kazma ile yürürken halife bunu durdurup sorar
    -hayırdır behlül nereye böyle?
    +duydum ki birileri cehennemden korktuğu için, birileri de cennete girmek için allaha kulluk edermiş. elimdeki ibrikle cehennemi söndürmeye, aha bu baltayla da cenneti yıkmaya gidiyorum.
    -haaaa (içten düşünür: vayyt ulan evliyaya bak süper felsefe kanks)

    yok biz sadece allahı seviyoruz, yok biz cennet için huriler için, hurilerin memintolarını emzikto yapmak ya da cehennem ateşinden korktuğumuz için ibadet etmiyoruz vs. geçin bu masalları... bunlara freud ve nietzsche'nin verdiği cevapların ötesinde cevap vermek haddim değil. sen allah'tan intikam alabilecek güçte olmadığını kabullendiğin için ona ibadet ediyorsun. ve istisnasız hepiniz içinizde bir yerlerde büyük bir nefret besliyorsunuz ona karşı. sizi 5 vakit köle gibi kullanan, her hareketinize karışan tanrınıza şuurunuzun -altını kaldırmaya korktuğunuz bir bölgesinde- muazzam bir öfke biriktiriyorsunuz. benim gibi günün birinde o örtüyü kaldırıp altına bakabilenler de o birikmiş öfke ile uyanıyorlar ertesi sabaha.

    evet meselenin ilhamı ahmet altan'ın bir çift güzel kadın göğsünü vatana tercih ederim vecizesinden geliyor. bu aynı zamanda bir çift kadın memesine vatanı satarım anlamına da gelebilir. ne demek vatan satmak? vatan satılır mı? vatan satmak ahlaksızlık mıdır?

    vatan bir kere içinde yaşayan her bir insan için ayrı ayrı bir emanettir. bu emanet ona babasından kalmıştır ve aynı emaneti çocuğuna devretmekle de mükelleftir her bir vatandaş. elbette emanet ederken vatanı olabildiğince yükseltmesi ya da hiç olmazsa olduğu konumdan aşağı düşürmemesi gerekir. ikincisi vatan denen yer toplumsal bir mütabakatı gerekli kılar. tel örgülerle, duvarlarla çevrili, kapalı, somut bir toprak parçasıdır vatan ve bu vatanın içinde yaşayan herkes birbirine bir şekilde bir şeyler borçludur. bu borç işte o mütabakatı gerektirir. bu mütabakatı "birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için" mottosu ile ifade edebiliriz. gayet evrimsel bir tutum: bir gruba dahil olmak, gruba aidiyet hissetmek ve böylece avantaj elde etmek. bu durumda eğer hepimiz senin içinken sen bizim için değilsen işte o zaman puşt bir durum oluşuyor. bu da "vatan hainliği" diye bir kalıp ihtiyacı oluşturuyor dilde. nitekim ihtiyaç giderilmiş, "vatan hainliği" kalıbı dilimizde kendine yer bulabilmiş. elbette bir bangladeşli'ye hak verebilirim vatan satma konusunda... "s*kerler aga böyle vatanı, bu ne ulan sürünmeye mi, kölelik yapmaya mı geldik biz bu dünyaya, ataların bana bıraktığı emanete koyayım, çocuğuma da kalmazsa kalmasın" diye. ama nihayetinde türkiye gibi bir cennet coğrafyada, bir çok yönden pek iyi olmasa da aşağı yukarı dünya ortalamasında bir memlekette dünyaya gelmişiz. tarih diye bir şey var ve okumuşuz. hep savaşlar yön vermiş tarihe ve savaş tehditleri hala daha geçmemiş, bitmemiş. savaşlar hep uluslar, dinler, halklar, diller arasında olmuş. biz de iyi kötü ortak bil dile anlaşabilen, ortak bir tarihe ve kültüre sahip insanlar olarak bir çift memeye vatanı değişmenin kötü bir şey olacağını düşünebilmişiz. oradaki onursuzluğu görebilmişiz.

    şimdi "onursuzluk" deyince sanki metafizik, sebepsiz ve gerekçesiz bir durum oluştu gibi. benim gibi hayattaki tüm inançsal kabiliyetini "metafizik yoktur" önermesine odaklamış kişiler çevrelerinde fark edebildikleri her harekette bir gerekçe ararlar. bilhassa comte'un bahsettiği tarihin pozitif evresinde yani betonun icat olduğu ve şehirleri oluşturduğu modernite çağında nietzsche'nin var olduğunu tüm dünyaya gösterdiği o nihilizm bataklığına batmamak, yaşantılarımızın öte dünya yoksa bile gerçekten bir anlamı olduğunun farkına varmak için onurlu olmanın rasyonel gerekçesini de öğrenmemiz gerek. zaten islamcılar onurlu olmakta rasyonel bir gerekçe bulabilecek yetkinliğe erişebilecek merak, şüphecilik, sorgulayıcılık ve cesaret sahibi olamadıkları için gazalici ve nihilisttir, bu dünyaya karşı heyecansızdırlar, sapkın bir ahiret boşvermişliği içerisindedirler. yani sorumuz bu: onurlu ya da onursuz olabilmek ne anlama geliyor tam olarak? onur kelimesinde bir metafizik ya da bir "töz" var mıdır? onurlu ya da onursuz olabilmeyi tanımlayabilmek için öncelikle duyguların tanımını yapabiliyor olmamız gerekir. çünkü onur düşünceden çok hissiyatın bir ürünüdür. hissetmek fiili duyguların edimidir. onurlu olmak hissedilen bir şeydir. bunu hisseden yer de insandaki maddesel olmayan vicdan organıdır. yani onur varoluşunu insanın vicdanından -diğer bir deyişle empati yapabilme kabiliyetinden- alır. vicdan denen ve gerçekte var olmayan organı sadece beyindeki elektrokimyasal reaksiyonlar yönetmez bu organın idaresine aynı zamanda doğanın bizzat kendisi de müdahildir. doğada şuur sahibi olmayan yani -beyinlerindeki elektrokimyasal tepkimeler insanlarınki kadar karmaşık olmayan- memeli hayvanlar yavrularını istemsizce emzirir, korur ve büyütürler. düşünebilme yetisi olan bir insan vicdanı ne yapıyorsa şuuru olmayan bir anne hayvan da aynını eniklerine karşı yapabiliyor. uzun yolculuklardan sonra eşlerine kavuşan bazı kuşlar ya da penguenler de tıpkı uzun süre ayrı kalan insan çiftlerinin kavuşmalarında olduğu gibi coşku ile sevinebiliyorlar, sevinme duygusunu çalıştırabiliyorlar onlar da. yani evrendeki karar alma ve aksiyona geçme mekanizmaları sadece elektrokimyasal reaksiyonların sonuçlarından ibaret değil. genetik miras ve kalıtım algılayabildiğimiz şeyler elbette ancak güdü, dürtü ve içgüdü tıpkı bir türlü gerekçelerini çözemediğimiz doğa kanunlarından. kütle çekim yasası var evet ama neden/nasıl var? güdü ve dürtü var evet ama neden/nasıl var? gibi...

    işte insanda "onurlu olma ihtiyacı" da hem yukarıda bahsettiğim gibi " biz hepimiz senin içinken sen neden bizim için olmuyorsun" sorusu sadece doğrudan matematiksel bir eşitsizlik, çok temel bir irrasyonalite oluşturduğu için değil aynı zamanda güdülere ve dürtülere ters olduğu için vardır. onur insanın sadece düşünerek bulduğu değil aynı zamanda doğuştan getirdiği bir şeydir. bazıları belki doğuştan getiremiyordur belki de sonradan düşünerek bulamıyordur. ancak onurlu olmanın tüm insan topluluklarında tarih boyunca erdem sayılması ve tarih boyunca hainliğin kötü bir şey olduğunun anlatılması bize onur denen şeyin insanın varoluşun ait olduğunu gösteriyor. dinler ve dogmalar onurlu olmanın bu hassas dengesini yerle bir ederler. çünkü denkleme bu dünyadan olmayan bir değişkeni "öte dünya hülyasını" eklemlerler. bu değişken denklemi bozar. onurlu olma kavramının içini boşaltır. onurlu olmayı güya var olan bir takım dogmalara indirgerler çünkü. onur kelimesinde bir töz yoktur. töz demek yani berkeley'in tanımı ile "maddi olmayan dayanak" . onur kelimesinde olduğu gibi vatan ve milliyet kelimelerinde de bir töz mevcut değil. elbette bu durum vatan ve milliyet kelimelerinde bir kutsiyet olamadığı anlamına gelmez. vatan ve milliyet bir gruba aidiyettir. eğer dünya gruplardan yani uluslardan ve bunların birbirleri ile rekabetinden müteşekkil ise. yani henüz dünyaya bütün insanların aynı grubun parçası sayıldığı bir tür eşitlik ve kardeşlik gelmemiş ise -ki bu reel dünyada pek mümkün bir şey değil- dahil olduğun grubun çıkarları ile varoluş mücadelesi vermek kadar rasyonel bir şey yok. işte bu rasyoneliteden gelir vatan ve millet kelimelerindeki kutsiyet. oysa vatanı ve ulusluğu binlerce yıl önce yaşayıp yaşamadığı dahi belli olmayan bir arapoğlunun ya da bir yahudi tohumuun yazdığı iddia edilen kitaplara indirgerseniz bu kelimelerin içini ezan, cami, kilise, çan sesi gibi şeylerle doldurmaya kalkışırsanız bir binanın temelini beton ve demir yerine saman ve toprak ile inşa etmiş gibi olursunuz.

    peki ya bir çift huri memesine vatanı satmaya kalkışanlara ne diyeceğiz? muhammedin kitabına, allahına ve anlattığı cennete inanan herkes belli bir eşik değeri geçtiği noktada o cennetteki hurilerin memeleri için bugün içinde yaşadığı vatanını, birlikte yaşamaya mahkum olduğu milletini henüz bu dünyadayken satabilir mi? bilmem.. net bir şey söyleyemem. ama bir çok kişinin satabileceğini, vatan ve millet hainliği yapabileceğini düşünüyorum. yani bu dünyanın kutsalı olan vatan ile öte dünyanın kutsalı olan din arasında tercih yapma gerekliliği hasıl olursa acaba kimler bu dünyanın kutsalını seçerler? ateistlerin, agnostiklerin ve deistlerin din yerine vatanı seçeceği, islamcıların ve şeriatçıların da vatan yerine dini seçeceği kesin de ılık müslümanların ve müslüman görünümlü deistlerin ne tarafta olacağı muallak. zaten benim derdim de onlarla. onlara henüz daha bu dünyada yaşarken neden din yerine vatanı tercih etmeleri gerektiği düşüncesinin haklılığından başka bir şey anlatmıyorum. çünkü bunu yapmak seküler ahlakın gereğidir. ve bu dünyada seküler ahlaktan daha yüce hiçbir ahlak normu yoktur. sekülerizm aynı zamanda herhangi bir dine inansa da inanmasa da bir insanın bugün içinde yaşadığı somut vatanını bir öte dünya inancı uğruna satmaması gerekliliğidir.

    bir bangladeşlinin vatan hainliği yapmasına neden hak veririm?
    bangladeş, nüfusunun %92'si sünni müslüman olan bir ülke. 160 milyon nüfusu var 60 milyonu elektriksiz yaşıyor. gdo'dan uzak, organik, doğal ve sağlıklı yaşamı seçtikleri için değil ha islam terakkiye mani olduğu için elektriksizler. inançlarındaki dogmalardan vazgeçmedikleri için geri kalmışlar yani. blog yazarlarını ateist diye linç eden ve öldüren, üzerine ateizme karşı 500.000 kişilik kalablıklar halinde yürüyen bir ülke çok büyük ihtimalle yaşadığı islam türü yüzünden geri kalmıştır çünkü. yine bu güzide ülkede 15 yaş altı çocuk evliliği oranı %18'dir. yani aşağı yukarı her beş çocuktan biri henüz çocukluktan çıkmadan alçakça zorla ve dayakla evlendirilmektedir. her iki çocuktan biri de 18 yaşını görmeden evlendirilmektedir. böyledir çünkü müslüman toplumlarda "namus" algısı vardır. kız çocuğunun gözü açılmadan, birilerine sevdalanıp sevişmeden bir an önce evlendirme kültürü hakimdir. başına böyle makus bir vaka gelmiş bir çocuğu ömür boyu sürecek bir pişmanlığa ve nevrozlarla dolu bir hayata mahkum eden şey bangladeşteki islamdan başka hiç bir şey değildir. bir bangladeşli bu dünyayı cehennem hayatı gibi yaşıyordur. bakın suudi arabistan'a turist vizesi yoktur ve bu ülkede 3.5 milyon bangladeşli yaşar. bu adamlar, kadınlar ne yapıyorlar bu ülkede dersiniz? sünni islam fıkhına uygun şekilde kölelik ve cariyelik yapıyorlar. bu 3.5 milyon insan türkler gibi almanya'da tuvalet falan temizlese, abd'de benzincilerde pompacılık yapsa falan bir şey söylemeye hakkım yok da bu 3.5 milyon bangladeşli nasıl boktan bir ülkede yaşıyor ki suudi arabistan gibi berbat bir yerde şu şekilde kölelik yapmayı kendi vatanlarında yaşamaya tercih ediyor olsunlar? islamın terakkiye, gelişmeye engel olmasının yanı sıra insanları psikolojik sorunlu hallere getirmesi ve bu dünyada huzur içinde yaşaması gereken bir vatan kurmasına da engel oluşunu, vatan ve milliyet kelimelerindeki o maddi, rasyonel ve somut kutsiyeti nasıl tarumar ettiğini görüyoruz bu örnekle. islamcılar ve şeriatçılar için vatan, içinde huzurla yaşayıp mutlu olunması ve güzel çocuklar yetiştirilmesi gereken bir yer değildir. bunlar için vatan öte dünyaya ibadet edilen alelade bir toprak parçasıdır. eğer en temel hukuksal normlar bunların ibadetlerine, dinsel sembol afişe etme, dinsel reklam yapma hakkına müdahale ederse canları pahasına bir cihata girişirler. çünkü bunlar bu dünyada değil öte dünyanın hazırlık sınıfında ve hazırlık atlama sınav salonunda yaşadıklarını düşünürler. türkiye'de milyonlarca ateistin, deistin ve agnostiğin hakkına tecavüz eden ezan sesi için insan haklarını referans göstererek "dinlemek zorunda değilim oylama yapılsın mahalle mahalle kim dinlemek isterse öbür mahalleyi rahatsız etmeden dinlesin" dediğiniz zaman sizi tehdit ederler, "s*ktirol git bu vatandan" derler ve hatta ısrar ederseniz sizi katletmekten çekinmezler. bunların "emri bil ma'ruf nehyi anil münker" dedikleri birilerini islama davet etme, hidayetinde rol oynama huyları dünyanın en büyük saygısızlıklarından biridir aslında. hadsizliktir, kültürsüzlüktür, zorbalıktır. ve bunu sanki dünyanın en normal davranışıymış gibi savunurlar bir de.

    bu fethullahçılar ya da eskinin fethullahçıları bugün neden ateist olmazlar, neden ateizme geçmezler çok merak ediyorum. adam islamı icat eden muhammede inanmış, sünniliği icat eden gazaliye inanmış nakşibendiliği icat eden imam-ı rabbaniye inanmış nurculuğu icat eden said nursiye inanmış ve tüm bunları fethullaha inanarak yapmış. e fethullahın tıpkı pablo escobar gibi bir haydut olduğu, vatanına milletine ihanet eden bir hain olduğu ortaya çıkmadı mı? ne yaptılar bunlar peki? aa fethullah hainmiş o zaman bi üste çıkalım said nursi'ye imanımızı bozmayalım. saçma değil mi bu? e sen said nursiyi de muhammedi de gazaliyi de fetodan öğrendin. neden hala fetodan öğrendiğin bilgilerin bir kısmının hakikat olduğuna inanıp duruyorsun? feto saçmalamışsa, yalan konuşmuşsa, seni aldatmışsa öbürleri de fetodan aşağı olmayabilir diye düşünmek çok mu zor? ya da git mesela başkasından öğren meseleyi belki o zaman nurculuğu ve nakşibendiliği de bırakacaksın. hatta kimseden öğrenme kendi kendine düşün sadece ya da kaynakları tarayarak kendi aklınla süzüp bulmaya çabala. nerdeee. bunlar o kadar tembeldir ki biri gelsin bize bütün dünya tarihini hz. ademden itibaren anlatsın biz de hiç kitap okumak, akademik çalışma yapmak gibi zahmetli işlere bulaşmadan gül gibi yaşayıp gidelim diye düşünürler. tıpkı pablo escobar'ın cahil ve tembel medellinli destekçileri gibi. escobar'ın yaptığı aynı safsatalara kurban giderler: "türkiye'de eğitime ve okula önem veren, kemalist ideoloji ile aydınlanmış ve çağı yakalamaya çabalayan seküler türkler sürekli yüksek mevkilere geliyor ve bize hükmediyorlar. bunu gerçekten haketmiş olsalar bile buralarda biz cahiller kalabalık olanız ve bok gibi idare etsek bile bu ülkeyi biz yönetmeliyiz" mantığı. aynı mantık safsatası ile escobar da bir dönem kolombiya başkanı olmaya çabalamadı mı? argümanları aynıydı: birileri kolombiya'yı yönetiyor ama medelin'in bütün iktisadi temeli uyuşturucu ticaretinden gelen fakir halkını hiç umursamıyorlar. medelin gibi fakir yerleri temsilen kolombiya'yı ben yönetmeliyim. bu bakımdan türkiye'deki islamcı siyasetçilerin escobar'dan pek bir farkı olmadığını düşünüyorum. sonuçta eğer derdiniz fakirlerse 10 bin yıllık düşünce tarihinin ulaştığı nihai nokta sosyal demokrasidir, sosyal eşitlikçi bir idaredir: içeriği, yöntemi ve uygulaması alanında külliyatlar mevcuttur. seç beğen al. uyuşturucuya dayalı bir ekonomik düzen ile ya da islamcılığa dayalı bir siyasi düzen ile fakirlere hizmet değil eziyet etmiş olursunuz. ikisi de "fakirlerin devrimi" adı altında pazarlanmaya çalışıldı. escobar'ın ki tutmadı bizimkiler tutturdu burada.

    sonuç olarak vatanı bir çift kadın memesine satacaklar ile bir çift huri memesine satanlar ve satma potansiyeli olanlar arasında nasıl bir ahlaki fark var merak etmekteyim. biz zındıklar ve seküler müslümanlar olarak bu ülkedeki en vatanperver insanlarız. çünkü bu dünyayı gerçekte algılayan ve yaşayanlar biziz. zındıklar olarak bizim bu dünyanın ötesinde başka bir dünya beklentimiz olmaması sebebiyle başka dünyalar için bu dünyayı dolayısıyla da bu vatanı satmak gibi bir ihtiyacımız yok. seküler müslümanlık da tanımı gereği bu dünyayı öte dünya inancına göre şekillendirmemeyi dolayısıyla öte dünya için bu dünyayı satmamayı gerektirir. bu bağlamda yukarıda bahsettiğim vatan satma eylemlerinin arasındaki farkları bilen arkadaşlar aydınlatırsa öğrenmiş oluruz.

  • 18. caner erkin

    bugün yerine kim olsa topu kaleciye göndermişti, o göndermedi.

    gol de en az adriano kadar katkısı var.

    sol bek.

    edit : ne tineri mk? fenerliyim.

  • 19. vincent aboubakar

    kendisi gerçek ebu bekir değildir. gerçek ebu bekir 634 yılında ölmüştür.

  • 20. güntekin onay

    gol programinda turkiye'deki galatasaray taraftarinin yarisinin arsene wenger sayesinde oldugunu soylemistir.

    galatasaray kompleksi bitmiyor adamin, durduramiyoruz.

  • 21. pazarlık sünnettir diyen ateist

    ülkeyi de, insanını da çözmüş bi kardeşimiz, helal olsun.

  • 22. sözlükçülerin favori arabesk parçaları

    müslüm gürses - nilüfer

  • 23. muhafazakarların muhafazakar gibi yaşamaması

    aslında başlık "türkiye'deki muhafazakar kesimin muhafazakar gibi yaşamaması" olacaktı. şöyle ki günümüz muhafazakarım diyen genç kesim sürekli dilleri dışarda gezerek kendilerine muhalif olanlara cevap yapıştırmakta eksik kalmıyor. cevap vermelerine versinler ama verdikleri cevap arsızca ve bilgisizce cevaplar. siz edepli olup dünyevi görüşlerinizi kendi içinde yaşamanız gerekirken bu küfürleşme bu nefret neye kime?

    iddia ederim bu kesimden 100 kişi alalım 90 tanesi okuduğu surenin ayet'in anlamını bilmez. hadi bunları geçtim yakın tarih sorsan sınıfta kalırlar. ki sınıfta kala kala birilerinin sayesinde bi yerlere gelmişler işte.. insanları eleştirip ve dini öne sürerek hep birilerinin arkasına sığınacağınıza gidin ihtiyacı olan fakire fukara'ya yardım edin. varsa yoksa huqqa'larda nargileler son model telefonlar arabalar selfi'ler.. yiyim sizin muhafazakarlığınızı

    edit : demiş ki delikanlı ya sev ya terk et diye..
    osmanlı gibi ingizlizlerle arap devşirmelerine satmadık bu ülkeyi savaştık. gerekirse yine olur aynısı bu böyle biline

  • 24. ingiliz aksanı duyunca ağza sopa ile çakma hissi

    amerika çomarı olduğunuzu gösterir.

  • 25. green card

    amerikan yetkililerine sesleniyorum. beni alın. yds 25, günde 1 litre amerikan kolası içiyorum, vizyon sınırsız.

  • 26. yaran facebook durum güncellemeleri

    ''yobaz matematiği;

    solcular dinsiz
    laikler dinsiz
    aleviler dinsiz
    atatürkçüler dinsiz
    =
    ülkenin %99'u müslüman''

  • 27. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    güneşin diğer gezegenlerden görüntüsü.

    fizikten yola çıkarak, güneşin hangi uzaklıkta ne parlaklıkta olacağı hesaplanabiliyor. hesaba göre güneş diğer gezegenlerden tahminen şöyle gözüküyor:

    merkür - güneşe uzaklık 58 milyon km

    venüs - uzaklık 108 milyon km

    mars - uzaklık 228 milyon km

    jüpiter (uydusu europa'dan) - uzaklık 779 milyon km

    satürn - uzaklık 1,43 milyar km

    uranüs (uydusu ariel'den) - uzaklık 2,88 milyar km

    neptün (uydusu triton'dan) - uzaklık 4,5 milyar km

    pluto - uzaklık 5,9 milyar km

    çizimler: ron miller

    bonus: dünya - uzaklık 150 milyon km

    kaynak

  • 28. eşine benzediği için öz oğluna işkence yapan anne

    belli ki annenin akıl sağlığı yerinde değil.
    sorumlu ve suçlu aranacaksa 'ikna olmuş' çocuk esirgeme kurumundaki yetkililerde arayalım. annesinden koruduğun çocuğu tekrar annesine verme kararını nasıl aldın? neye göre ikna oldun sorularını soralım. kadın suçlu evet, ancak suçundan ne kadar sorumlu tutulabilir bilgi yok.
    benim gözümde suçlu sistem. bu ve benzeri olaylarda bakılması gereken yer annenin akıl ve ruh sağlığı. çocuğun güvenliği, kurumdan yetkilinin kişisel 'ikna olma' muhakemesine bırakılmamalıydı.

    -gözlemlediği 2 davranışla doktorculuk oynayıp teşhis koyabilen halk doktoru kamil bunu beğenmedi.

  • 29. ekşi atışma

    sözlük eskiden güzel idi
    her gün girerdik beş entiri
    anasını siktiniz güzelim formatın
    ah ulan sizi gidi gidi

  • 30. çok yakın iki insanın iki yabancı olması

    bunun en hüzünlü örneği bana kalırsa boşanmadır.

    düşünün birini sevmişsiniz. iyi anlaşmışsınız. ne bileyim ikiniz de aynı dizileri komik buluyordunuz belki ya da benzer müzikleri seviyordunuz. birlikte iyi vakit geçiriyordunuz, birbirinizi güldürüyordunuz, saatlerce konuşuyordunuz.
    öyle ki 'onunla bir ömür geçiririm' diyecek kadar. evleniyorsunuz. aynı yatağı paylaşıyorsunuz, aynı hayatı paylaşıyorsunuz, günler geceler birlikte geçiyor. dünyadaki en yakın ilişkilerden birini yaşıyorsunuz.

    sonra bir şeyler oluyor. ve boşanmaya karar veriyorsunuz.

    bazen karar verdikleri noktada benim karşıma gelir çiftler. karar verilmiştir ama yine de gelirler. böyle yakın bir bağı koparmak kolay olmadığı için belki. artık bitmiş bir ilişkiye karşı koltuktan bakmak gerçekten hüzünlüdür. olan olmuş, biten bitmiştir. iki kişilik terapi kanepesinde bile aralarında kocaman bir uçurum vardır artık.
    sonra boşanır, iki yabancı olurlar.

  • 31. 1 ekim 2016

    ben eylül'ün bitmesine üzülmedim. ekim'in başlamasına sevindim.
    muhtemelen ekim'in bitmesine de üzülmem,
    kasım'a sevineceğim.
    aralık, ocak, şubat...
    diye uzar gider liste...

    ben hep,
    yeni ay geldi diye sevineceğim.

    her ayın biri maaş günü amk.
    böyle şiirin de içine sıçıyim!

    not: ama güzel başladım kabul edin.

  • 32. trabzonspor

    futbol tarihinin en kötü stoperini kadrosunda barındırmakla kalmayarak, 11'in vazgeçilmezi yapan kulüp.

    (bkz: mustafa yumlu)

  • 33. az kişinin bildiği muhteşem web siteleri

    what to watch

    izlediğiniz dizileri baz alarak size yeni dizi öneren bir site. ha, neden muhteşem olduğunu düşündüğüme gelirsek:

    şimdiye kadar izlediğim en az 10-15, belki 20 dizinin adını yazıp, önerilen dizilere baktım. karşıma ilk çıkan diziler halihazırda izleyip, beğenip, listeye koymayı unuttuğum diziler oldu. bu cepte.

    bir de got gibi, breaking bad gibi, milyonlarca kişinin beğenip benim beğenmediğim onlarca diziden bir tanesi bile öneriler arasında çıkmadı. insan gerçekten hayret ediyor.

    hiç adını duymadığım dizileri de görmüş tanımış oldum hem. tişikkirlir.

  • 34. arda turan

    kendisinin galatasaray'da çok emeği var denmiş de ne yapmış lan bu adam galatasaray için? bakın işin siyasi ayağına hiç girmiyorum.

    peşinen söyleyeyim, çocukluk rüyası olan armaya sahip forma hakkında 'her sene bir orospu rengi bu ne ya minvalinde konuşmuştur' en fazla.

    galatasaray ne zaman iyi, arda o zaman ortalıkta, basında, millete laf yetiştirme telaşında. galatasaray ne zaman kötü arda o zaman sakat, taraftara kırgın, oynamak istemiyor.

    ne zaman çıkmış sorumluluk almış, derbi kurtarmış, pozisyon bulamazken 85'ten sonra şırak diye 25 metreden iki tane yerleştirmiş de maçı almış, juventus'u trabzon'a avrupa ligi elemesi oynamaya göndermiş? vs, vs.

    ne yaptı peki arda? takım çatır çatır işlerken galatasaray'ın futbolcusu değil de medya sorumlusu gibi her fırsatta basın karşısında fener'e ayar vermeye çalıştı, gencecik yaşında milli takımdaki abilerine delikanlılık dersi verdi, şimdi fetö'den yargılanan abilerinden öğrendikleriyle takımdaki yabancılara devrecilik taslamaya kalktı. ötesi yok. galatasaray için arda bu, fazlası değil.

    şu her gün takımı kuruyor, galatasaray'ı ele geçiriyor, teknik direktörü parmağında oynatıyor denilen sneijder'ın yüzde biri kadar bile galatasaraylı değil lan bu adam. hakkatten değil bak.

    sneijder'in geldiğinden beri kaçırdığı maç sayısı kaç, kendini galatasaray'ın evladı gören bu atarlı ergenin kaç? biz kendisini sakat sanıp galatasaray'ın haline üzülürken bu adam milli takımda götünde pervane varmış gibi koşuyordu lan. galatasaray'ın arda'ya kattığının milyonda biri faydası olmuş mu kulübüne?

    ve siz bu adamın iyi niyetli olduğuna inanıyor musunuz?

    fatih terim niçin net bir şekilde konuşmuyor prim konusunu? en büyük olasılık olarak bu primcilerin ne kadar boka battığını insanlara duyurup da milli takıma daha büyük bir öfke oluşmasından sakınmak için veya uzak ihtimal ama arda'yı almayayım kendimi kovdurup galatasaray'a kaçayım diye. bu son maddeye çok ihtimal vermiyorum çünkü fatih terim bir yerde su fokurdamaya başlıyorsa orayı zaten kendi terk eder.

    bir galatasaraylı olarak fatih terim'e geçmiş başarılar için saygı duyarım ancak kendisini sevmem. takıma da gelsin istemem. arda'yı ise fatih terim'in onda biri kadar bile sevmem.

    arda denilen, kendinden bahsederken biz deme hastalığına tutulmuş egoist ergenin mümkünse avrupa dönüşü yolu galatasaray'a düşmesin. kazandırdığı bir 12 milyon euro var, gelip bir de ona göz dikmesin. bir ricam daha var bana da bu satırlar için hesap sormaya kalkma, lütfen.

  • 35. ozan tufan

    cocugu zorla evlendiriyolar tosic dövmesin diye

  • 36. para bende

    4 tane birbirinden itici, sevimsiz adamın yapacağı gezilerin yayınlandığı program. hem iticiler hem dünyayı geziyorlar. acun'dan beklenmedik vasat hamleler.

  • 37. düğünümde çello çalsın istiyorum diyen kız

  • 38. 2 ekim 2016 galatasaray antalyaspor maçı

    evinde sikik bursa'ya yenilmiş' kayseri'yi yenememis, antep'i sidik zoruyla yenebilmis, ligin en kötü takımı kasımpaşa ve istanbul takımı basaksehir deplasmanlarini geçmiş ve daha anadolu deplasmanı görmemiş ama gelmiş burada fikstür avantajindan bahsediyor. lutfetmis, galatasaray antalya'yi yenebilir demiş. biz galatasaray ise, kayseri, akhisar ve beşiktaş deplasmanlarini geçmiş, evinde bu senenin iyi takımı karabük'ü seyircisiz maçta ve rize'yi yenmiş.

    ağzı var, beyni yok işte. sen önce beşiktaş, akhisar ve kayseri deplasmanlarindan çık da ondan sonra konuş. bunlar ne zaman böyle ancuk ancuk konuşsa, galatasaray şampiyon oluyor. en son hamzaoglu zamanında her hafta aynı muhabbet yapilirdi. buna literatürde göt korkusu deniyor.

    bu maçı da galatasaray vura vura kazanır.

  • 39. 8 mart 2014 malezya hava yolları uçak kazası

    98 sayfanın yarısı yok merak ettim, yok unutursam şöyle böyle... gına getirdiniz. o kadar merak ettiysen sayfanın hemen üstünde takip et butonu var ona basar beklersin. bir gelişme olursa haberin olur ya da google beyfendiye sorar hemen aydınlanırsın.

    çerden çöpten bir şey okuyamaz olduk.

  • 40. arabada seks yapmak

    evim iş yerine yakın olduğu için yürüyerek işe gelip gidiyorum. bayrampaşa şehir parkı ( eski adı park ada, hani şu rte nin attan düştüğü park) sürekli onun önünden geçiyorum. millet otoparka para vermemek için yol kenarına arabasını park ediyor ve akşamları ne zaman eve gitsem o arabalarda yiyişen çiftleri görüyorum. öpüşüyo millet. araba içinde birbirini sıvazlıyorlar. her gün, allahın her günü muhakkak 2-3 araba sevişen çift görüyorum. ben bakmaya utanırken, onlar gelenden geçenden utanmadan french kiss yapıyor. hava karanlık olduğu için kimse görmüyor diye aşklarını yaşıyorlar.

    yaşasınlar, yeri geldi biz de yaşadık. kızmam arabada sevişen çiflere.

    ama geçen siyah ford fokus arabasındaki piçe çok kızdım. akşam saat 7 olmuş gidiyorum eve. yine erotik sınırlara girdim diye baya heyecanlıyım. bakayım kim kimi götürüyor diye süzüyorum arabaları. hoşuma gider milletin sevişmesini izlemek. kızlar güzel mi diye çaktırmadan bakarım onlara. sevişenleri severim çok.

    ford fokus gördüm 30 metre kadar ilerde. hava karanlık. direksiyon koltuğundaki çocuk sağ elini yan koltuğa atmış, diğer elini de direksiyona koymuş öylece duruyor. adımlarımı birden yavaşlattım, belli ki yan koltuktaki kız buna sakso çekiyor. arada bir kafası inip çıkıyor kızın. oha dedim amk. hadi öpüşeni elleşeni falan gördük de bu kadarı da pes dedim. adımlarımı biraz daha yavaşlatıp bu piçe bakmaya başladım. adam gayet mutlu halinden. hiç istifini bozmadan, sanki ben bir hayaletim gibi görmezden geliyor. yanlarından geçip gideceğimi onlara laf atmayacağımı sanıyor. hayatta kayıtsız kalamam böyle şeylere. tamam öpüşene elleşene saygım sonsuz ama saksodur-sikişdir falan bunlar toplum önünde çok ahlak dışı şeyler.

    penisim de git gide dikildi izlerken. kız eğilip eğilip kalkıyordu. mesafe yaklaştıkça aklıma videoya kayıt etmek geldi. çıkardım telefonu açtım videoyu. 10 metre kala direksiyondaki dallama ile göz göze geldik. sanki mesaj okuyormuş gibi telefonla çaktırmadan kaydediyorum. 3-5 adım kala kızın rahat tavırları ve halen adama soksa çekmesi iyice gerdi biraz. ehh dedim amk. ben bunlara ağzının payını veririm aga.

    gittim dikildim arabanın yanına. camın hemen önünde kızın arkasındayım. kız da adamın bacaklarına kafasını koymuş duruyor. bere var kafasında kızın. belli ki gören olursa tanınmasın diye kamufle etmiş. adamın taşaklarını okşar gibi kolu inip kalkıyor kızın.

    neyse, sinirle tıkladım camı. hiç çekinmem. sikecem ortalığı. tıklar tıklamaz pala bıyıklı bi adam bana döndü. aga yemin ediyorum yalanım varsa, kız sandığım kişi meğer adammış. indirdi camı buyur birader dedi. elinde de fındık fıstık var. bira içiyorlarmış arabada. anlık bi şok yaşadım. ben hala işin sakso kısmındayım. şoför koltuğunda oturan piçin sikine baktım dışarıda değildi. arabaya iyice bakınca yere çerezlerin düştüğünü ve bu palanın da eğilip bunları topladığını anladım. meğer adam çerez topluyormuş, o eğilip kalkmalar o yüzdenmiş. sizin ben tabiatınızı sikeyim diye küfür edecektim zor tuttum kendimi. anlık bi olay bu. telefonu çoktan cebime koydum bu arada. sonra kendime gelip '' lalegül düğün salonu nerede biliyor musunuz kardeş '' dedim. tarif ettiler gittim.

    giderken penisim gülüyordu sanki. '' beni niye olur olmaz şeye kaldırıyorsun, bu kaç oldu nejmi'' der gibi isyan ediyordu. beyin loblarıma kızdım. belediye işçilerinin çimenleri kesip büyük siyah poşetlere koyduğu gün aklıma geldi. hava karanlıkken uzaktan o çöp poşetlerini de sevişen iki çift sanmıştım. çimenlere uzanmışlar yayıla yayıla sevişiyorlar dedim. ulan üst üste çöp poşeti mi koyulur? tam 5 dakika kadar onlara bakmıştım. onu başka bir zaman anlatmayacağım. başlarım böyle aşkın ızdırabına. herkes evinde sevişsin.

  • 41. doğum kontrol hapı

    kısa bir süre kullandıktan sonra bir daha ömrüm boyunca kullanmam ben bunu dedirten haptır.
    bende hem kalp çarpıntısı, hem depresif belirtiler hem de asabiyet etkileri oldu. gece uyumaya çalışırken kalbim öyle bozuk çarpmaya başlamıştı ki ölcem heralde diye düşünmeye başlamıştım.
    ek bilgi :sigara içenlerde etkisini daha fazla gösteriyormuş.
    o zamanlar yaşadığım sıkıntıyı bir daha yaşamamak için hiç kimseye önermediğim haplardır. bırakın adamlar düşünsün vay arkadaş. nedir yahu herşeyi kadın düşünsün yeter valla.

    neyse kadınlar daha mı zekidir bilmem ama kadınlar hayatında her zaman ama her zaman daha fazla ayrıntı ve sorumlulukla uğraşmak zorundadır.
    erkeklerin dünyadan haberi olmadan kadınlar ne işler halleder bir bilseniz. bunu gurur duyarak söylemekten ziyade erkeklerin bu rahatlığından nefret ederek söylüyorum. biraz hayatınızdaki kadının "hayatıyla" ilgilenmeye başlasanız belki de kendinizi yaymaya alışmış yaşamınızdan utanırdınız sevgili sorumsuzlar.

  • 42. şehit eşinin rüzgar çetin şikayetinden vazgeçmesi

    "insanlık, bugün de para karşısında değer kaybetti."

  • 43. sözlükçülerin başından geçen doğaüstü olaylar

    başlangıç notu : oldukça uzun yazacağım için baştan uyarmak istedim, olay öncesini ve ruh halimizi kısaca anlattıktan sonra olayın tümünü bölümler halinde yazacağım.küçük bir hikaye kitabı okumuş gibi olacaksınız, o yüzden sıkılacağınızı düşünüyorsanız devam etmemenizi ya da geniş bir zamanınızda tek seferde okumanızı tavsiye ederim.
    bu olaylar bütününü, sözlüğe yazıp yazmamak konusunda çok tereddüt yaşadım, gelecek tepkiler de çok umurumda değil açıkçası.kimilerinin aptallıkla,cahillikle suçlayacağını, kimilerinin inanacağını, kimilerinin de şaşıracağını biliyor, belki bu deneyimi yaşamış başka birileri de çıkar ve kafamdaki sorulara bir açıklama gelir umuduyla yazıyorum. eğer yaşadıklarımızı mantık çerçevesinde izah edebilecek birisi çıkarsa, ya da dolandırıldı isek nasıl olduğunu bilen birine rastlarsam ne mutlu bana.belki de bu bilinen bir yöntemdir, biz de mağduruzdur. ayrıca tepki mesajlarına cevap vermeyeceğimi de baştan belirteyim.

    önemli uyarı : hikayenin bazı kısımları rahatsız edici olabilir, büyü,cin,mezarlık gibi konularda hassasiyeti olanların okumaması iyi olabilir.

    hala okumak niyetinde iseniz, buyurun başlayalım;

    ankara'daki 3 iyi devlet üniversitesinin 3 farklı bölümünde 13 sene okumuş ancak hiç birini bitirememiş bir insanım ben. her birisinin enteresan hikayeleri var, belki başka bir zaman anlatırım o hikayeleri de. sene 2006 bekarım o zamanlar, bir sene önce üniversite bitirmediğim için mecburen uzun dönem olarak yaptığım askerlik görevinden gelmişim ve aile işimize gidip geliyorum. çok prestijli ve kazancı iyi olan bir iş olmasına rağmen hiç sevemediğim bir iş bu. o yüzden de müteşebbisliğim tuttuğunda o işe ara veriyor, yapmak istediğim şeyleri yapıyordum. hayatım boyunca hiç bir işim yolunda gitmedi, hangi işe elimi attıysam ya batırdım, ya işler bir şekilde elimden alındı ya da attığım taş ürküttüğüm kurbağaya değmedi. ama, o sene ailemin desteğiyle de olsa bir şekilde ankara'da yeni bir stüdyo daire almış içini dayamış döşemiş, bana yetecek kadar para kazanıp, mutlu mesut yaşıyordum.evde pinekleyip durduğum bir akşam telefon çaldı, açtım. istanbul'da yaşayan ablam.tek kardeşim. hüngür hüngür ağlıyor, pek alışıldık bir durum değil. ne oldu ? dedim, "çok sıkıntıdayım sana ihtiyacım var buraya gelir misin" dedi. detay vermeyeyim ama hiç bir şey yolunda gitmiyormuş hayatında, aileden ayrı tek başına oralarda.olur dedim, yarın atlar arabaya gelirim. hayır dedi, öyle değil. yanıma taşınmanı istiyorum bana destek olman lazım. ablam yahu arayan, lamı cimi yok.sorgusuz sualsiz tamam dedim, evi kapattım, kiraya verdim ve 1 hafta sonra istanbul'a taşındım.

    gayet iyi bir kariyer sahibiydi ablam, ama onun da hayatı ve işleri bir şekilde yolunda gitmiyordu maalesef son dönemde. mesleğini yapmıyordu; bir alacağına karşılık olarak hissesini aldığı bir girişimin ortağı olmuş, işin geleceği olduğunu düşündüğü için ekstra para yatırarak hissesini arttırmıştı. ancak çok ortaklı firmada yolunda gitmeyen bir şeyler vardı benim de az çok anladığım bir konu olduğu için, en azından hayatının o kısmında destek olabileceğimi düşünmüş beni de işe dahil etmişti. bu kısmı çok uzatmayayım. ortakların bir tanesinin mafya olduğunu, şirketin içini boşalttığını fark ettiğimizde bizim için her şey çok geçti. paramızı ve umutlarımızı bırakarak hisselerimizi devredip,üzerine su içerek ortaklıktan ayrıldık.

    ikimiz de işsiz kaldık ve bunalım dolu bir dönem başladı. iş, aşk,sağlık hiç bir şey yolunda değildi o dönem ve ikimiz de kendimizi alkole vermiştik. evde ağır ve depresif bir ortam vardı, sabahtan akşama kadar oturup televizyona bakıyor, içki ve sigara tüketip duruyorduk.ablam arada bir freelance iş yapıyor ama devamı gelmiyor, ben bir takım işlere girip, ya kovuluyor ya da bırakıyordum. hayatımızı annemizin verdiği maddi destekle ancak idame ettirebiliyorduk. işin kötüsü ikimiz de o döngüyü kıracak gücü kendimizde bulamıyor, atalet içerisinde yaşıyorduk.

    ****birinci bölüm****

    bir akşam onun bir arkadaşı gelmişti eve. bira içiyor, muhabbet ediyorduk. kız birden ablama döndü ve "kızım sende kesin büyü var, bak bir hoca var bildiğim, ama öyle böyle değil. bir gidip görünsene" dedi. ikimiz de batıl itikatları olan tipler değiliz, hele ben deli saçmalığı, cahillik ,şarlatanlık olarak görüyorum bu tip şeyleri. uğur dündar programları izleyerek yetişmiş nesiliz, hacı hoca dedin mi tüylerimiz diken diken oluyor. fakat hatun öyle şeyler anlattı ki adam ve yöntemi hakkında, ben bile meraklandım.hatun olayı anlatmayı bitirince ben biraz da aşağılayarak sordum hemen, kaç paraya çözüyormuş büyüyü bu abimiz ? hatun kişi para almıyor deyince ilk anda bir şaşkınlık yaşasam da, bazı talepleri olduğunu söyleyince dikkat kesildim. adam önce muayene ediyor, sonra da duruma göre isteklerini sıralıyordu. bu istekler bazen bir eylem oluyor, bazen ibadet oluyor bazen de para verip satın alınacak bir şey oluyordu.ulan dini bir inancım da yok aksi gibi, neye kime ibadet edeceğim ? kafada deli sorular. ama günün sonunda ablam ne kaybederiz ki deyip, gitmeyi kabul edince bize hocanın yolları gözüktü.

    telefonla randevu aldık, adam gelirken kişi başına 2'şer tane temiz çarşaf, 1'er büyük paket tuz alın öyle gelin dedi. aldık gittik. anadolu tarafında, mütevazi bir muhit.kapıyı çaldık, kapıyı sarışın bir kadın açtı. "hoş geldiniz ben x hoca'nın eşiyim buyurun içeri" deyip bizi salona aldı. kadın makyajlı, üzerinde bir tshirt, bir eşofman var .bacağına sarılmış 2-3 yaşlarında bir kız çocuğu. nasıl bir hoca eşi lan bu diye düşünüyorum içimden. salonda bizden başka 3-4 kişi daha var, hepsi de seans için gelmiş. ev standart bir türk ailesi evi. sırasını bekleyenler pek konuşkan, soru yağmuruna tutuyorlar bizi, ilk defa mı geliyorsunuz ? nereden duydunuz ? sorununuz ne ? içimden küfrediyorum, bir an önce çıkıp gitmek istiyorum ama geldik bir kere. soruları bir şekilde geçiştiriyoruz. tam bu sırada hoca salona giriyor, adamı görünce ben iyice kıllanıyorum. gayet modern görünüşlü,düzgün konuşan, benden 5-6 yaş büyük görünen, sakalsız bıyıksız, normal giyimli bir adam. hal hatır soruyor, sonra işlemi yaptığı yere, evin mutfağına geri dönüyor. neyse çok uzatmayayım, herkesin işi bitiyor ve çıkıp gidiyorlar, sıra bize geliyor.

    önce ben girmek istiyorum ama o ablamı çağırıyor, ablam çok gergin her halinden belli. duraksayarak da olsa adamın peşinden mutfağa gidiyor. ben salonda yalnız kaldım ve ablamı bekliyorum.15-20 dakika hiç ses seda yok derken içeriden bağırtı çağırtı sesleri geliyor, arapça dua sesleri, garip inlemeler falan. ayaklanıyorum hemen yerimden,dalacağım mutfağa aklımda bin bir düşünce var, çoktan pişman olmuşum geldiğimize. karısı geliyor salona o anda , "rahat ol endişelenecek bir şey yok, zaten bitmek üzere" diyor. kadını ittirecek gibi oluyorum, birden koridordan ablamı görüyorum. bembeyaz olmuş, elinde tepeleme tuzla dolu bir tabak ile ağlayarak ve titreyerek salona giriyor. tuzların arasından ne olduğunu anlayamadığım bir takım objeler gözüküyor. gelip koltuğa oturuyor ve bana dönüp; "aklımı yitireceğim " diyor sessizce. içeri gir ve her şeyi dikkatle incele diye fısıldıyor. ne oldu ? diyorum, "etkilemek istemiyorum seni, kendin gör ama çok dikkatli izle" diyor ve susuyor.

    kapıdan hoca görünüyor,eliyle bana gel diye işaret yapıyor. peşinden mutfağa giriyorum,gösterdiği sandalyeye oturuyorum.o da masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturuyor ve bir sigara yakıyor.masada iki adet, standart büyüklükte ve kalınlıkta kuran-ı kerim duruyor. kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atarken, adam gayet sakin bir şekilde anlatıyor "ablana ölümüne büyü yapmışlar, sende de var ama o kadar ciddi değil senin durumun" diyor. "meraklanmayın çözeceğiz allah'ın izniyle"
    bu sırada dikkatle adamı inceliyorum. ayakları çıplak, terlik giymemiş, ince kumaştan dikilmiş gri bir pantolon giyiyor, dizinin hemen altına kadar kıvrılmış. üzerinde de bir tshirt var, onu da çıkarıyor ve beyaz bir atletle kalıyor. sıcak bir yaz günü zaten ev de yanıyor sıcaktan.ellerinde takı ya da yüzük yok.

    yerde beyaz plastik bir çamaşır leğeni duruyor. oturduğu yerden bana talimat vermeye başlıyor. "leğeni yerden kaldır ve getirdiğin çarşaflardan birini yere ser, sonra mutfak musluğundan leğeni doldur ve serdiğin çarşafın üzerine koy. daha sonra diğer çarşafı üzerine ört." dediklerini yaparken önce zemini kontrol ediyorum , sonra da suyla doldururken leğeni iyice yokluyorum elimle. zaten yarı şeffaf bir leğen. içinde bir şey olsa görmeme ihtimali yok. işlemi tamamlıyorum, ve leğenin yanına dizlerimin üstünde oturmamı istiyor. yapıyorum. bu sırada o, kare şeklinde kesilmiş en fazla 2x2 cm boyutunda küçük kağıtlara arapça bir şeyler yazıyor masada. daha sonra tam karşıma denk gelecek şekilde leğenin diğer tarafına da aynı şekilde o oturuyor. kuran'ları da elinde tutuyor. "getirdiğin tuz paketini aç iki avuç al suya at" diyor. yapıyorum. daha sonra küçük kağıtlara bir takım dualar mırıldanarak çarşafın arasından suyun içine atıyor, toplam 20-25 tane kağıt parçası. "örtüyü iyice ört" diyor ve örtüyorum. daha sonra örtünün üstünden, kuran'ların birisini leğenin bana göre sağ kenarının üzerine koyuyor, kitabı aralayıp sağ elimi arasına koyuyor. "kitabı sakın suya düşürme,dengede tut" diye tembihliyor. diğer kitabı da leğenin sol kenarının üzerine koyup aralayıp kendi sağ elini o kitabın içine koyuyor. her iki kitabın da içini görüyorum.adamın iki elini de iki ayağını da görüyorum. zaten gözüm hep adamın ve solumdaki kitabın üzerinde. yakınımızda başka hiç bir şey yok. mozaik taş zeminin üzerindeyiz,yerde halı dahi yok. daha sonra suratıma bakıyor, "sana söylediğim zaman sol elini leğene daldır ve çarşafı kaldırmadan toplamaya başla,ben elimi sokamam" diyor ve benim bir şey dememe fırsat kalmadan bir kısmının arapça, bir kısmının bilmediğim başka bir dil olduğunu tahmin ettiğim bir takım şeyler mırıldanmaya ve ileri geri hafif hafif sallanmaya başlıyor. kendi kendime neyi toplayacağım lan diye düşünüyorum. 2 avuç tuz, 20 tane kadar küçücük kağıt parçası ve bolca çeşme suyu var leğende.bu arada hafif eğilip leğene yandan bakıyorum, içerisi tertemiz gözüküyor çarşafın kenarından.bu arada mırıltıları, sallanmaları artıyor. gözlerini kapatıp kafasını yukarıya kaldırıyor, ritmi, nefes alışı artıyor. boncuk boncuk terlemeye başlıyor. mırıltılar,inlemelere ,bağırmalara dönüyor. söylediği ama anlayamadığım kelimelerin arasından "hızır", "yetiş", "melek" gibi tanıdıklarım çalınıyor kulağıma. ama context nedir en ufak bir fikrim yok. derken "topla ! çabuk çabuk !" diye bağırıyor ve sol elimi suya daldırıyorum.

    elimi leğende gezdiriyorum ama hiç bir şey yok ! "çabuk ol, alabildiğin her şeyi al !" diye bağırıyor ve o anda elime bir cisim geliyor. tutup çıkarıveriyorum sudan. bu ne lan ! aşağı yukarı 5x5 cm büyüklüğünde bir mermer parçası ! bu nereden geldi diye düşünüyor ve ürpermeye başlıyorum. aynı anda adamın ellerine bakıyorum, birisi hala kitabın içinde diğeri başının üstünde. neler oluyor burada ? mermeri bir kenara fırlatıp elimi tekrar daldırıyorum, kocaman bir tahta kaşık belki 20 cm var boyu !!, üstüne kurdeleler sarılmış. tekrar sokuyorum, kocaman bir asma kilit ! lan nasıl olabilir böyle bir şey, kafayı sıyıracağım. ben de titremeye başladım, kalbim 200 bpm falan atıyor kesin. toplamaya devam ediyorum; hayvan kemikleri, birbirine bağlanmış düğmeler, muskalar, kimisi deri, kimisi naylona sarılmış vaziyette. kadın donu !!! çengelli iğneler, daha da çok asma kilit, irili ufaklı ama.kimisi paslanmış. daha da çok düğme, daha da çok zincir,iğne,kurdele,ip. artık ağlıyorum, hatta böğürüyorum. salya sümük vaziyetteyim. korkudan öleceğim. ellerimle su doldurduğum leğenden , toprak çıkıyor, çamur çıkıyor. çıldırmak üzereyim. "tamam !" diye bağırıyor, "çıkar elini sudan" çıkarıyorum elimi, mal mal bakıyorum adamın suratına. adam sanki 50 km koşmuş gelmiş gibi, soluk soluğa, kan ter içinde, bitap düşmüş.ellerine bakıyorum kupkuru, kitaplara bakıyorum kupkuru,üstü başı kupkuru !! çarşaf hala koyduğum gibi duruyor. çıldıracağım, hissettiklerimi anlatmam mümkün değil. -10 sene geçti olayın üzerinden, bu satırları yazarken ensemden sırtıma doğru ürperiyorum aynen o andaki gibi- adam yerinden kalkıyor, mutfak dolabından kocaman bir servis tabağı çıkarıyor. "topladığın her şeyi bunun içine koy ve üzerini tamamen örtecek şekilde tuzu dök" diyor. onu da yapıyorum. geçmiş zaman,yalan olmasın en az 7-8 tane asma kilit sayıyorum. düğmeleri,kurdeleleri,çengelli iğneleri, muskaları sayamadım bile. 1 tane mermer, 1 tane tahta kaşık ve bir kadın donunu tabağa koyuyor ve hepsinin üzerini tuz ile örtüyorum. elim ayağım boşalmış, yaşadıklarımın şoku ile orada öylece duruyorum elimde tabak ile. "hadi" diyor "içeri geçiyoruz" salona gidiyoruz, ablam beni görüyor, ikimiz de anlamsızca birbirimize bakıyoruz. hoca, geçmiş olsun diyor. tabakları balkona getirin diyor, götürüyoruz ve diğer tabakların yanına bırakıyoruz. belki 15-20 adet başka tabak var balkonda. bırakıp içeri geçiyoruz.

    şimdi ne olacak ? diyorum adama. " bilmiyorum, akşam haber verirler diyor" kim haber verir lan, kim ! manyak mısın sen !? ya da biz manyak mıyız ? burası ne ? sen kimsin, ya da nesin ? para istemeyecek misin bizden ? kafamda bunlar var sadece.öte yandan, hadi şuradan bir notere gidelim de evini üstüme yap dese, yapacağım. o an o haldeyim. "şimdi gidin,ben sizi arayacağım "diyor ve bizi yolculuyor. dışarı çıkıyoruz ama ikimiz de sus pus arabaya doğru yürüyoruz, o gün hiç konuşmuyoruz. eve gidince odama geçip yatağıma uzanıyor ve düşünmeye başlıyorum; yaşadıklarım gerçek olamaz, kesinlikle bir şeyleri atladım ve bu adam bir dolandırıcı. elimle topladığım o cisimleri bir şekilde leğene attı ve ben olayın heyecanıyla bunu nasıl yaptığını fark edemedim. bunun başka bir izahı yok ! bundan sonraki ilk görüşmemizde bizden para isteyecek. eğer isterse para falan vermem, ben zaten büyüye de inanmıyorum,ne olabilir ki ? hadi diyelim ki var böyle bir şey, kim bize neden yapsın ki ? buna benzer düşüncelerle uykuya dalıyorum. ama her şeye rağmen huzurlu bir uyku uyuyorum.

    ertesi gün arıyor, "hüküm geldi,gelin tebliğ edeceğim" diyor. abla diyorum, biz sıçtık. şu an bu adam ne derse yapacağız farkında mısın ? kafasını sallıyor. neyse girdik bir yola artık deyip, olayın akışına bırakıyoruz kendimizi. gidiyoruz evine tekrar, oturtuyor bizi anlatmaya başlıyor. 19 gün ibadet verildi, sen şunları sen de şunları okuyacaksın her gece şu saatte diye elimize birer kağıt tutuşturuyor. bakıyorum bir takım dualar, türkçe yazılmış arapça bir takım yazılar. iyi diyoruz. bu kadar değil diyor, sonra bir haber gelecek bir adağımız olacak. beraber gidip halledeceğiz. adak ne demek ? bir hayvanı kurban edeceğiz. yapamam ben hayatta diyorum. yapacakmışım meğerse. o an bilmiyormuşum sadece. bir de safran alacaksınız diyor, ispanyol safranı." kaç kilo alınacak şu an bilmiyorum, hüküm gelince söyleyeceğim" diyor. (bilmeyenler için : ispanyol safranı çok pahalı bir baharat, aktarlarda kilosu o zaman 300-400 lira gibi bir şeydi, bu gün kaç liradır bilmiyorum) işte hikayenin tam da burası dolandırıldığımızdan emin olduğum kısım ! ama gönüllüyüm de dolandırılmaya yani. eğer adam bir ilizyon yapıyor ise, sonuna kadar hak ediyor parayı çünkü ben hileyi yakalayamadım. az sonra -adım gibi eminim ki- "bende safran var siz 300'e aktarlardan almayın ben size kilosu 200'den vereyim" diyecek diye bir öngörüm var. derken beklediğim an geliyor; "safran konusu önemli, büyüyü kaldırmak için olmazsa olmaz bir şey bu. eğer paranız varsa size söyleyeceğim miktarda alır gelirsiniz. paranız az ise bize hayır için bırakılan safranlar var piyasanın altında bir ücretle benden satın alırsınız eğer hiç paranız yoksa da ücretsiz olarak onlardan kullanır,hayır duası edersiniz" diyor. lan nasıl ? yok artık, bu kadarı mümkün değil. her halde bizi düşündüğümden daha fazla yolacak bu adam, şu anda güvenimizi kazanmaya çalışıyor...

    **** ikinci bölüm****

    ibadet görevi dediklerini yapıyoruz, süre bitiyor. arıyoruz ama ulaşamıyoruz. telefonları kapalı. o bizi arar diyoruz ama ses yok.bu arada ikimiz de enteresan bir şekilde kendimizi daha iyi hissediyoruz. aradan 1 ay kadar geçiyor ve telefon çalıyor. arayan o ! hazır mısınız diyor, yarın nevşehir'e gidiyoruz. haydaaa nereden çıktı şimdi bu. ne yapacağız abi orada ? hacı bektaş-ı veli türbesini ziyaret edeceğiz, sonra adağımızı keseceğiz, aynı gece geri döneceğiz. hadi bakalım ! ablamla göz göze gelip karar veriyoruz. gideceğiz ! ertesi sabah güneş doğmadan arabaya atlayıp yola çıkıyoruz. 5-6 saat sonra varıyoruz. türbeye giriyoruz bu önde biz arkada. dolanıyoruz içeride, bir şeyler anlatıyor oranın tarihiyle ilgili. dedeler,erenler, savaşlar,dövüşler... sonra bir takım dualar ediyor biz mal mal yanında beklerken. türbeden çıkarken oradaki bir görevliye kurban kesmek istediğimizi, nereden koç alabileceğimizi soruyoruz. bizi belediyeye ait bir mezbahaya yönlendiriyor.hayvanı da oralardan bir yerden alıp mezbahaya gidiyoruz. başında durmamız ve izlememiş şartmış. korkunç bir katliamı izlemek zorunda kalıyoruz. hoca adamlara hayvanı 19 parçaya ayırmasını söylüyor. adamlar parçalayıp etleri ve sakatatları poşetliyorlar. daha sonra ablama dönüyor ve " bu adak ve dağıtımı senin görevin, şimdi bunları fakir fukaraya dağıtacaksın" diyor. hayatımızda ilk defa geldiğimiz bir yer, nasıl yapacağız ? ömrümüzde böyle bir şey yapmadık. hiç tanımadığımız, bilmediğimiz insanların kapısını çalacak ve onlara kurban eti vereceğiz. mezbahadaki adamlara soruyoruz, ihtiyaç sahibi aileler var mı bildiğiniz ? bir mahalle var diyorlar, hangi kapıya gitseniz hepsi ayrı sefalet, ayrı trajedi, ayrı hikaye. adresi alıp gidiyoruz. hakikaten inanılmaz bir yer, gördüğümüz en virane evlerin kapılarını çalıyor, etleri dağıtıyoruz. kimse itiraz etmiyor ve hayır duası ederek etleri alıyorlar. içimiz acıyarak ayrılıyoruz, ve tekrar istanbul'a doğru yola koyuluyoruz. eve vardığımızda yorgunluktan hareket edecek halimiz yok. yatıyor uyuyoruz.

    bu arada yolda enteresan muhabbetler dönüyor, hocanın alkol falan da kullandığını öğreniyoruz. hatta beraber bira içiyoruz. adam bize hayatını anlatıyor, ticaret yaptığını, bitkisel ilaçlar sattığını öğreniyoruz. ben sürekli yokluyorum adamı, leğenden o cisimlerin nasıl çıktığını sorguluyorum.benim ısrarlarım neticesinde bir açıklama yapıyor ama öyle bir açıklama ki inanana aşk olsun ! değme bilim-kurgu filmi eline su dökemez ! bizim anlayabileceğimiz şekilde anlatması gerekirseymiş !!? yapılan büyüler,yapan kişiler tarafından bir yerlere gömülüyor ya da bırakılıyor. kurbanın evinin bahçesine, ya da saksıdaki bir çiçeğin toprağına, ya da evindeki bir eşyanın içine vs... fiziksel olarak farklı yerlerde olsalar da, büyü dünyasında özel bir yerde bir arada duruyorlarmış.bir oda gibi düşünün. bir takım kutsal varlıklar (melekler diye tanımlananlar olduğunu tahmin ediyorum) o büyüleri bulundukları yerden alıyor, sonra da bizim leğene bırakıveriyorlarmış. bizim leğeni bir kapı gibi düşünebilirmişiz. büyü dünyasına açılan bir kapı ! bu açıklamadan sonra adamın deli, bizim de gerizekalı olduğumuza kesin olarak kanaat getirsem de, maceracı ve şüpheci tarafım olayların gidişatına müdahale etmeme engel oluyordu. bu macera bitene kadar devam etmeye kararlıydım...

    **** üçüncü bölüm ****

    istanbul'a döndükten sonra, almamız gereken safran miktarları da belli olmuştu. üzerimizdeki büyülerin gücü farklı olduğu için, ikimiz için farklı miktarlar belirlenmişti. tam rakamları hatırlamıyorum ama, 2,5-3 kilo ablam 1- 1,5 kilogram da benim için gibi bir şeyler kalmış aklımda. toplam 3-4 kilogram civarı yani. o kadar paramız o an için yoktu ama, bedava almak da istemedik nedense. detayları anlatmaya gerek yok ama kendi irademizle, hiç bir zorlama olmaksızın hocadan almaya karar verdik ve piyasa fiyatının oldukça altında bir rakam karşılığında temin ettik. hoca safranları bir ilaç gibi hazırladı ve tarif ettiği üzere bir kısmını içerek, bir kısmını da vücudumuzu yıkamak sureti ile bir hafta süre içerisinde tükettik. tüm olay süresince hocaya yaptığımız tek ödeme bu oldu, bu arada safranın gerçek ispanyol safranı olduğunu da belirteyim. farklı kaynaklardan doğruladık.

    safran terapisi de bittikten sonra, artık bu iş bitti diye düşünüyorduk. ancak yanıldığımızı fark etmemiz çok uzun sürmedi. bir kaç hafta sonra yolladığı bir mesajla konunun kapanmadığını, karşı tarafın durumun farkına vardığını ve durumu tersine çevirmek için bir takım varlıklar (bunların da cinler diye adlandırılanlar olduğunu tahmin ediyorum ) aracılığı ile faaliyetler yürüttüğünü bize aktardı. o anda güney sahillerimizdeki popüler bir sayfiye yerinde, yazlığında tatil yaptığını,acil olarak oraya gitmemiz gerektiğini de söyledi. yok ebenin örekesi ! demedik tabi,bundan öncesinde yaptıklarımızı da göz önünde bulundurarak. atladık arabaya gittik ( ne kadar işsiz olduğumuzun bir başka ispatı da her arandığımızda atlayıp gitmemizdir sanırım) bir otele yerleşip, ertesi günü hocanın yazlığa gittik. benim tamamen temizlendiğimi, ancak ablamın durumunun devam ettiğini; bir leğen seansı daha yapmamız gerektiğini söyledi. bunu duyunca ben de o sırada odada olmak istiyorum dedim.bana çok enteresan geldi ama hoca talebimi kabul etti. olayı üçüncü kişi olarak yaşayacak olmak beni çok sevindirdi,keza adamın hilesini kesin olarak yakalayacağıma emindim. ama tahmin edebileceğiniz gibi, çok dikkatli izlememe rağmen hiç bir açık yakalayamadım. seans başarı ile sonuçlandı ve bir çok cisim toplandı sudan. kafayı yemiş vaziyette otele geri döndük. olay bitti diyerek, ertesi sabah yola çıkarız düşüncesiyle uyumaya karar verdik, ama hocadan gelen telefonla yanılmaya doyamamamızın sebebini sorgulamaya başladık.

    çabuk gelip beni alın, bir yere gideceğiz dedi. haydaaaaa bu nasıl iş diyerek, gidip adamı aldık. arka koltuğa oturdu "devam et" dedi. nereye ? dedim. "bilmiyorum, yolda söyleyecekler" diye cevapladı. olay artık içinden çıkılmaz bir hal almıştı. hadi bakalım deyip sürmeye başladım, şehirden çıktık, dağlara doğru gitmeye başladık. yol ayrımına geliyoruz, son ana kadar ses çıkarmıyor, son anda "sağa dön, sola dön, düz git" diyerek yönlendiriyordu. 2 saat kadar allah'ın dağlarında dolaştıktan sonra (gerçekten dağa çıktık 1500-2000 rakımlı yerlerde dolanıyorduk) burada dur diye bağırdı. durduğum yer en yakın yerleşim birimine 40-50 kilometre mesafede, tek bir lambanın, ışığın olmadığı bir noktaydı. "arabayı park et, buradan sonrasını yürüyeceğiz" dedi. içimden bu gece öleceğiz her halde diye geçiriyorum ama hoca da benim yarım kadar bir adam. fiziksel olarak bir zarar vermesi mümkün değil bana, bir de önceden referans sağlam ablamın arkadaşından ötürü. güvendik devam ettik. 10-15 dakika zifiri karanlıkta ağaçların,otların arasından ilerledikten sonra, yüksekçe bir uçurumun önüne geldik. " tamam" dedi, "burası" artık kafamın içinde bile soru sormaktan vazgeçtiğim için olacakları beklemeye başladım. ahım şahım bir şey olmadı, uçurumdan karşıya, boşluğa doğru bağırdı çağırdı, bir takım arapça şeyler söyledi, sonra da hadi gidiyoruz diyerek arabaya doğru yürümeye başladı. dedim abi noldu şimdi ? "öldürmemiz lazımmış" dedi. kimi öldüreceğiz ,neden öldüreceğiz gibi saçma sorular sormadım takdir edersiniz ki. tamam öldürelim madem öyle diyorsan deyip devam ettim.ertesi gün de yola çıkıp geri döndük.

    **** dördüncü bölüm - final ****

    aradan geçen uzunca bir zaman diliminden sonra, beklediğimiz telefon geldi. bu gece gidiyoruz ! atladık arabaya, yine aynı hikaye. nereye gideceğimizi bilmiyoruz.bilgi sürekli yolda geliyor !. edirne istikametinde yola koyulduk, 1- 1,5 saat kadar yol aldıktan sonra ana yoldan ayrılıp, köy yollarına daldık. sabahın 3'ü falandı sanırım. bir köye giriyoruz, köy mezarlığının önüne geliyoruz, "bu değil" diyor. başka bir köy,başka bir mezarlık. "yok bu da değil" dört beş köy ve mezarlık gezdikten sonra final durağımızı bulduk. köyün biraz dışında bir mezarlık. "burada park et, farları söndür, arabayı çalışır durumda tut " dedi ve ablamla beraber arabadan indiler. ben de geliyorum dedim, olmaz dedi. "köylüler fark ederse gece vakti mezarlığa girdiğimizi, bizi perişan ederler" dedi. "ayrıca bu sefer sadece ablanın olmasına izin verildi" ablama baktım, kafasını salladı, onay verdi. mecburen oturdum arabada. bana bir ömür gibi gelen 15-20 dakikanın ardından mezarlıktan sakince çıkıp arabaya bindiler, "çabuk gidelim her şey bitti" dedi. yola çıktım ama ikisinin de ağzını bıçak açmıyor. nooldu diyorum, cevap yok. bir süre sonra konuşmaya başladılar, girmişler mezarlığa, bir mezarın başına gelmişler. hoca ablama ortasından ikiye açılmış bir kuran-ı kerim uzatmış,"yere çömel, bunu yüzüne yakın bir mesafede tut" ne duyarsan duy, ne hissedersen hisset,sakın ha bakma, yüzünden çekme diye tembihlemiş. hemen yanı başında ama,uzansa dokunacağı mesafede. ablam söyleneni yapmış, hoca da uçurumun kenarında olduğu gibi başlamış bağırmaya, tam o sırada boğuşma sesleri duymuş bizimki. baya kavga ediyor gibi iki insan. çığlıklar, hırıltılar, nefesler. sonra büyük bir alev topunun sıcaklığını hissetmiş ve aydınlığını görmüş ablam. baya kuvvetli diye anlatıyor, öyle çakmak ateşi gibi değil, sanki bir tüp alev almış gibi. ondan sonra da çıkıp geldiler işte. hocayı evine götürdük, arabadan indi adama bir baktım, yüzü gözü, kolları lime lime ! her yeri çizik içinde kanıyor adam ! "hadi geçmiş olsun, artık tamamen bitti" dedi. ve bu sefer gerçekten bitmişti. bir daha görüşmedik, ablamla bir kaç kez telefonlaşmışlar, bir de bayramlarda kandillerde tebrik mesajı attı yıllarca.

    ben bu olayı annem,eşim ve bir kaç arkadaşım dışında kimseye anlatmadım.ama hep şüphe duyduğum, hala inanmakta güçlük çektiğim bir olay olarak hafızamda ilk günkü tazeliği ile duruyor. düşünmeden edemiyorum; olanlar gerçek miydi ?adamın amacı neydi ? bizden aldığı para ile yaptıklarını düşününce çok anlamsız, lafı bile edilmeyecek bir rakam. sonradan aramaması, bir şey talep etmemesi... her şeyden önemlisi o günden sonra işlerimizin,hayatlarımızın yoluna girmesi.bunlara sebep olan biz miydik, yoksa yaşadıklarımız mı bilmiyorum. yorumu da sizlere bırakıyorum...

  • 44. tff'nin bjk'nin rize maç gününü değiştirmemesi

    buna ağlayan beşiktaşlı hiç lafı evirip çevirmeden geri zekalıdır. direk diyorum. sokağa çıkması yasaklanmalı, iq arttırıcı önlemlerle ebeveynleri denetiminde yavaş yavaş sokağa salınmalıdır.

    bir geri zekalıya anlatır gibi anlatıyorum;

    pazartesi milli takımlara oyuncuların gitmesi gerekiyor. sadece türklerden bahsetmiyoruz. yabancı oyuncular da kendi takımlarına gidecek. bu sebeple pazartesi maç koyamıyor federasyon. bu cepte.

    elimizde cuma cumartesi ve pazar var. galatasaray'ı unut güzel kardeşim. galatasaray bu denklemin dışında. ben fenerli halimle diyorum ulan bunu? adamlar avrupada oynamıyor, hangi tarih uygunsa o tarihte maç yapar. senin bakman gereken fener, osmanlı ve konya. bunlar en geç avrupa maçlarını yaptıklarına göre, olabilecek en geç gün olan pazar gününe verilmeli. federasyon da buna göre 3 takımın maçını pazara koymuş. bu da cepte?

    bu adamlarla aynı gün sayısı kadar dinlenmen için, yani haksız bir durum oluşmaması için senin maçını da ondan bir gün önceye yani cumartesine vermiş.

    anladın mı beyinsiz kardeşim? anladın mı aptal oğlum? anladın mı salak çocuğum?

    bizim advocaat'ın pazar günü oynanacak maç için ''yetişebilirsek oynayacağız'' diye yorum yaptığını duydun mu? duymadın. senin ağlamana göre bizim de ağlamamız gerekiyor amk? bizim aradaki gün sayısı da aynı?

    sonra beşiktaşlı ağlaklığı deyince biz suçlu oluyoruz. ''ama golotosoroy çok donlonoyo'' . bırak lan galatasarayı mal. madem haksızlık oluyor galatasaray'a da hafta içine ekstra maç koysunlar amk oldu olacak.

    görgüsüzlük yeminle hiç çekilmeyen bir şey. bir an önce şampiyonlar liginden de siktir olup gitseniz, hatta sonuncu olsanız da kazara uefa kupasında da bir iki tur atlayıp böyle beynimizi sikmeseniz ne güzel olur.

  • 45. salatalık vs domates

    birçok yemeğe altyapı hizmeti veren, sos vb. şekilde de yemeği şenlendirebilen domatesin karşısında asıl adı hıyar olan salatalığın karşılaştırılması tüm yemek camiasına hakarettir.

    bi de salatalığı başa yazmış, derhal bu susere haddini bildirin!

  • 46. işe yarar android uygulamaları

    acemi android kullanıcıları için bazı bilgiler paylaşmak istiyorum. android cihazların en büyük sorunlarından birisi şarjın çabuk bitmesidir malum. bu konuda ortalıkta oldukça yanlış bilgi dolanmakta. bildiğiniz her şeyi unutun ve bu rehbere odaklanın. sizlere telefonunuzun bataryasını en sağlıklı şekilde nasıl uzatabileceğinizi anlatacağım. mağazadaki hiçbir batarya uygulaması işe yaramaz arkadaşlar. o programlar uygulamalarınızı kapattıkça telefon tekrar açar, bu döngü devam ettikçe telefon yorulur daha fazla şarj tüketir. bu konuda işe yarayan en sağlam uygulama greenify'dir. greenify uygulamalarınızı uyutup bir daha siz açana kadar asla açmaz. işimiz bitti mi? tabiki hayır. uyutabildiğiniz uygulamaları uyuttunuz fakat bunun bir de sistem uygulaması var. burada cihazınızı rootlamanız devreye giriyor. kingroot uygulamasıyla telefonunuzu basitçe rootlayabilirsiniz. rootladıktan sonra ilk adım olarak system app remover uygulamasını yükleyip gereksiz tüm sistem uygulamalarınızı silebilirsiniz. hem telefon hafızasından büyük bir yük kaldırabilir hem gereksiz şarj tüketimini engelleyebilirsiniz. daha sonra link2sd uygulamasını kurarak telefon hafızasındaki tüm uygulamalarınızı sd kartınıza taşıyın. bu uygulamanın yaptıkları bununla da sınırlı değil, yüklediğiniz herhangi bir uygulamayı sistem uygulamanız yapabiliyorsunuz. kingroot ile gelen purify uygulamasını direk silmenizi öneririm, gereksiz müdahelelere maruz kalmamanız için. system app removerle işiniz bitince onu da silin. böylece telefon hafızanın inanılmaz rahatlamış olacaktır ve şarjınız daha uzun süre gidecektir.
    bunun yanında güvenliğiniz de oldukça önemli. rootladıktan sonra cihazınıza mağaza dışı uygulamalar yükleyeceğiniz için, tüm bu yükleme işlemleri bitene kadar bir antivirüs bulundurmanızı tavsiye ederim. bütün antivirüsleri denemiş biri olarak sizlere gönül rahatlığıyla dr.web security space tavsiye edebilirim. bir de malwarebytes var tabiki.

    rootlu cihazımda bulunan uygulamaları da tavsiye ederek yazımı noktalıyorum.

    nova launcher : en az ram yiyen ve en hızlı launcherlerden birisidir. oldukça özelliği mevcuttur. sizi tatmin edecektir.

    snapseed : fotoğraflarınızı enfes kıvamlara getirebileceğiniz şukela uygulama. tereddüt etmeyiniz, indiriniz efendim.

    ccleaner : şarjınızı tüketmez, siz açınca çalışır sadece, efendi efendi işini görür. temizlik ccleaner'dan sorulur.

    memrise : duolingo'dan daha çok beğeniyorum bu uygulamayı. öğrenebileceğiniz dil seçeneği daha fazla. japonca öğrenmek isteyenler, tam size göre. moşi moşi.

    white light flashlight : flash uygulaması çok fazla evet fakat bu program kusursuz çalışıyor ve en önemli özelliği programdan çıksanız bile ışık yanmaya devam ediyor.

    anadolu ajansı : whatsapp mantığıyla çalışıyor, haber geldiğinde üstte mesaj gelmiş gibi bildirim çıkıyor. haberin önizlemesini de okuyabiliyorsunuz.

    apus browser- fast download : başka tarayıcı aramayın, hızlı, reklam engelliyor ve bir çok güzel özelliği mevcut.

    sayanora

  • 47. madem topraktan geldik neden hala toprak var

    evrimi reddeden dincileri sinirden çıldırtan soru.

  • 48. liverpool fc

    3 yıldır bu takımla ilgili sezon başı incelemesi yapıyorum:
    (bkz: #36644520)
    (bkz: #45417934)
    (bkz: #53995224)

    bu incelemeleri, yeni sezonda birkaç maç oynanıp transfer sezonu bitmesine müteakip yazıyorum ki kadro şekillensin ve kısa bir performans izleyebileyim. yani eylül başı yazıyordum her yıl, şimdi aksattım bir ay kadar. evet başlayalım.

    *********************************
    *********** transferler ***********
    *********************************

    liverpool, bu yaz transfer sezonunu kârda bitiren tek premier lig kulübü oldu. buna karşın, kadrosunu en iyi şekillendiren kulüplerden olduğunu da söyleyebiliriz. klopp'un sisteminde işe yaramayan ama yetenekli olan christian benteke'yi neredeyse alındığı fiyata (£30m), pek kanat oyuncusuna ihtiyaç olunmayan sistemde jordon ibe'ı £15m+ileriki satıştan pay+geri alma ücreti belirlenerek, kaliteli olmasına rağmen kadroda fazla şans bulamayan joe allen'ı £13m'a, artık oynama şansı bulamayacak olan martin skrtel'i £5m'a, hiçbir katkısı olmayacak olan luis alberto ve brad smith'i bile para kazanarak (£4m & £3m) takımdan göndererek £70m gibi büyük bir gelir elde ettik. zamanında £19m verilen mario balotelli'den biraz gelir elde edilebilirdi ama en azından temelli olarak gitmesi olumlu. bunun yanında kolo toure ve joao teixeria bedelsiz gönderilirken, jon flanagan, andre wisdom, lazar markovic, danny ward gibi isimler kiralık olarak gönderildi. bunlardan ileride de pek bir fayda sağlanmaz belki ama rotasyon oyuncusu olurlar ya da hepsi toplam £20m gibi bir gelir getirir ileride. bu bakımdan şimdi düzenli oynamaları önemli.

    gidenlerden elde edilen £70m'un neredeyse tamamı transfer edilen 4 futbolcuya ödendi. sadio mane belki de premier lig'de yılın transferi olacak şekilde £32.5m'a, gini wijnaldum orta sahaya dinamik getirmek için £25m'a, loris karius kısa dönemde simon mignolet'e rekabet, uzun dönemde kaleyi temelli korumak için £5m'a, ragnar klavan ise stoper rotasyonuna toure'ye upgrade olarak £4m'a getirildi. bunların yanında ocak'ta transfer edilip kiralanan marko grujic orta saha rotasyonu ve geleceğe yatırım olarak takıma katıldı, bonservisi £20m dolaylarında olan joel matip bedava olarak alındı, alexander manninger ise üçüncü kaleci ve takımın abisi olarak aramıza katıldı.

    özet olarak; zaten fayda sağlanmayan veya sağlanamayacak benteke, ibe, allen, skrtel, alberto ve smith'ten güzel bir gelir elde edilirken mane, matip, wijnaldum ve karius gibi nokta atışı transferler ile kadro seviye atladı. özellikle mane'yi 3 yıl sonra suarez fiyatına giderken görebiliriz.

    *********************************
    ************* kadro *************
    *********************************

    kale: karius'un gelmesi mignolet'nin performansını da artıracak. hatta daha iyi performans gösterip karius'un daha çok oynayacağını söyleyebiliriz.

    savunma: skrtel ve toure gitti, matip ve klavan geldi, stoperlerde seviye atladık. şu an sağ bekte clyne'ın alternatifi yok, ancak adam maç kaçırmıyor ve müthiş istikrarlı lan. avrupa kupaları olmadığı için sorun yaşamaz. yaşasa da geçici olarak emre can kapatır orayı. sezona girerken sol bek pozisyonu çok zayıf görünüyordu. moreno büyük hatalar yaparken iyi bir sol bek alınmaması büyük bir hata olarak görünüyordu ancak şu ana kadar pansuman olarak görünen milner orayı çok iyi kapattı. belki moreno da kendine çeki düzen verir bu vesileyle. savunmayı güçlendirdik diyebiliriz. joe gomez de sakatlıktan dönerse değmeyin keyfime. mamadou sakho olayına hiç girmeyelim, onu anlayamadık gitti. seneye £10m'a falan gider diye varsayalım.

    orta saha: hücuma yönelik adamları ayrı tutarak 3'lü orta sahada oldukça diriyiz. şimdiye kadar henderson, wijnaldum ve ileriden orta üçlüye çekilen lallana oynuyor. performansları da gayet iyi. emre can form tuttukça daha da iyi olacağız. bunların yedekleri olan lucas leiva, marko grujic ve kevin stewart is gayet yeterli adamlar. özet olarak allen yerine wijnaldum geldi, lallana geriye çekilerek performans artırdı, orta alan güçlendirildi.

    hücum: atak yönünde pek fazla pozisyon ayrımı yapılamıyor klopp'un sisteminde. gayet esnek bir dizilim var. sezonun çoğunda coutinho-firmino-mane üçlüsünü görmeyi bekleyebiliriz. bunların yerine sturridge ve origi çok diri adamlar ve rotasyonda oynarlar. mane'nin başına bişey gelmezse her maç oynayacağını varsayabiliriz. pek az oynayabilecek ings ve ojo gibi adamlar da bonus. tam bir yıl önce fit olan bir sturridge'in liverpool'da forma giymemesi teklif dahi edilemezdi, coutinho ile birlikte en iyi iki hücumcudan biriydi. ancak şu an taktik icabı yedek oturabiliyor. bu bile hücum yönünde ne kadar ileriye gittiğimizin bir göstergesi.

    ideal 11 aşağıdaki gibi olacaktır:

    ------------------------------------------------------------
    ----------------------- karius ---------------------------
    ------------------------------------------------------------
    ---- clyne ----- matip ----- lovren ----- milner ----
    ------------------------------------------------------------
    ---------------- henderson (emre) -------------------
    ------------------------------------------------------------
    ------ lallana --------------------- wijnaldum -------
    ------------------------------------------------------------
    ------------------------------------------ coutinho -----
    ------- mane --------------------------------------------
    ------------------ firmino (sturridge) ----------------
    ------------------------------------------------------------

    *********************************
    **** klopp ve oynanan futbol ****
    *********************************

    ligdeki ikinci hafta bitince (20 ağustos) sorsanız, takımda gelişme olduğunu ancak büyük istikrarsızlığın devam ettiğini (2-0 burnley yenilgisi), çok önemli bir sol bek eksikliği bulunduğunu, sakho'nun manasızca harcandığını söyleyerek birçok negatif sayabilirdim.

    ancak geçen 40 günde gördük ki bu takım gerçekten bambaşka bir şey. mane kimsenin beklemediği denli olağanüstü bir performans gösteriyor. böyle giderse yılın 11'ine seçilmesi işten bile değil. matip'ten ümitliydik ama kapalı kutuydu. beklentileri karşılayıp savunmayı toparlayacak gibi görünüyor şu an. sol bekte denenen milner, ters ayağından dolayı bazen sırıtsa da kendinden bekleneni yapıyor. hem savunması güçlü, hem de ileride tehlike yaratıyor. firmino her geçen ay biraz daha iyi oluyor. coutinho bildiğiniz gibi zaten... mane gibi kaliteli bir adamla istikrarını da artıracak gibi. wijnaldum'un biraz daha zamana ihtiyacı var, ancak halihazırda faydalı. henderson ve lovren gibi adamlar da performansını artırdı.

    gelinen nokta itibariyle liverpool 2016'da premier lig kulüpleri arasında en çok gol atan takım. ligde city ile birlikte en iyi futbolu oynuyorlar, ve karşılığı da alınacak gibi görünüyor. yani klopp'un gegenpressing taktiği oturdu ve meyvelerini de vermeye başladı. insan heyecanlanmaktan başka bir şey yapamıyor. her maç bittiğinde bir sonraki maçı iple çekiyorum.

    20 ağustos'ta bir tahmin yapacak olsam, hayvani transferler yapan city ve united'ı tabelanın en üstüne koyar, nokta birkaç transfer yapan arsenal'i bunların hemen altına yerleştirir, tottenham'ın performansının düşmeyeceğini öngörür, chelsea'nin de tekrar potaya gireceğini tahmin edip liverpool'u sezon sonunda 5.-6. sıraya yerleştirirdim. diğer takımlar hakkındaki düşüncem fazla değişmiş değil, ancak liverpool'un yapabileceklerinin sınırı çok değişti, ve dolayısıyla sezon sonunda şöyle bir tablo bekliyorum:

    1. manchester city
    2. liverpool
    3. manchester united
    4. arsenal
    5-6. chelsea
    5-6. tottenham
    7-10. everton
    7-10. southampton
    7-10. leicester city
    7-10. crystal palace

    kim bilir, belki avrupa'da oynamamanın avantajı ile şampiyonluğa bile ulaşabiliriz. ama beklentim o ki, bu yılı çılgın bir futbolla şampiyonlar ligi potasında kapatıp, seneye daha da iyi oturmuş taktik ve şl cazibesi ile yapabileceğimiz transferler ile de avrupa'da tekrar kırmızı rüzgarlar estirmek. yürüyedurun!

  • 49. dövme yaptırılası sözler

    " only judge can god me"

    bir çocugun kolunda görmüştüm.

    şimdi koldan vaz mı geçmeli? masal olup yola devam mı etmeli?

  • 50. bedelli askerlik

    hayal değil, gerçektir. askeri operasyonları 25 senelik hayatının yaklaşık 20 senesini okulda geçirmiş, eline bıçağı meyve soymak için almış adamlarla değil, onların vereceği paralarla alabileceğiniz uçaklarla, tanklarla yapabilirsiniz.