Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. ışid 19 mayıs'ta anıtkabir'e saldıracak

    istihbaratın bugüne kadar böyle 3-4 gün önceden yer belirterek uyarı yaptığına ilk defa şahit oluyorum. 23 nisan, 19 mayıs törenlerinin terör sebebiyle iptal edilmesinin bir başka versiyonu bu olsa gerek.

    bu arada iyi oldu, istanbul'da olmam sebebiyle anıtkabir'e gitme gibi bir planım yoktu, şu an var. atatürk ve anıtkabir sahipsiz değildir. biz varız yeğen, biz varız.

  • 2. ateist sayısının 1.5 milyara yaklaşması

    2011'de ilk defa 1.1 milyar sınırını aşan ateist sayısının, an itibariyle 1.5 milyara yaklaşmış olması durumu. tarihte ilk defa ateist ve diğer unaffiliated grupların dünya nüfusuna oranı bu denli yüksek hale geldi; sovyetlerin ve diğer komünist grupların dünyayı salladığı 1900'ler boyunca bile ateizm asla bu denli yaygın olmamıştı.

    yani dünyada hristiyanlıktan sonraki en büyük topluluk ateist veya herhangi bir dinle alakası olmayan, en iyi ihtimalle tanrı'nın evrene asla müdahele edemeyeceğini düşünen bu kesim haline gelmek üzre.

    ateizmin ve akılcı düşüncenin yayılışının en yavaş gerçekleştiği bölge tahmin edilebileceği üzre ortadoğu ve diğer bataklık içerisinde boğuşan islam devletleri. islam'ın bir şekilde uysallaştırılması, kişisel hak ve özgürlüklerin ve bilimin çizgisine getirilmesi gerekiyor. bu da doğal olarak politik islam'ın ezilmesi ve her türlü dinci siyasi oluşumun yasaklanması anlamını taşıyor. kütüphanesi olmayan köyün-mahellenin camisi kütüphaneye çevrilmeli; çocukların saf akılları kuran kursu ve imam hatip köşelerinde, arap toplumunun en bağnaz, en karanlık dogmalarıyla kirletilmemeli, o yaşlarda spor ve sanata yönlendirilmeli. toplumsal ve kamusal alanlarda dinin her türlü imgesi tamamen görünmez hale getirilmeli.

    eğer bunlar yapılmaz ve bu topraklarda islam egemenliğini sürdürecek olursa, açıkça görüldüğü üzre ortadoğu ve diğer islam ülkeleri sefaletin, terörün, iç savaşın, hırsızlığın ve cinayetin başkentleri olmaya devam edecek. çok açık şekilde görünüyor bu.

  • 3. sahibinden.com'da satılan toyota yaris

  • 4. game of thrones

    senin soyacağın elmayı sikeyim ramsey. ulan elma öyle mi soyulur. mundar ettin güzelim elmayı. senin soyduğun o kabuklardan 5 kilo elma çıkarırım ben aq.

    tamam sakinim.

  • 5. meral akşener kameralar önünde eşini azarladı

    meral akşener hakkında mhp düşmanlarının (akp, sol.org vs.) yaptığı bunca olumsuz haberi gördükten sonra meral akşenerin mhp'ye ne denli faydalı olacağını bir kez daha görmüş oluyoruz. ntv'deki ilk 5 haber meral akşener'i kötülemek için yapılıyor, sol.org'ta böyle haberler çıkıyor, yeni şafak muhalifleri akşener bozdu haberleri yapıyor.

    galiba meral akşener gerçekten gümbür gümbür geliyor.

  • 6. 16 mayıs 2016 tsk'nın hulusi akar açıklaması

    devlet protokolü mü? ağam benimle eğlenir. ne ara bir insanın evliliği resmi davet oldu? ortadaki şeyin adı nikah. orada makamınızı temsilen değil , şahsen bulunabilirsiniz. bu durumda da devlet protokolü falan olamaz.

  • 7. türk penisinin genellikle kahverengimsi olması

    (bkz: anal seks sonrasi gozlem yapmanin zararlari)

    edit: ilgincli seyler yazarkene bakmiyosunuz, bi saniye igrencleseyim hemen fav'a abaniyosunuz. yazik be.

  • 8. yazarlar altı yaşında olsa açılacak başlıklar

  • 9. beşiktaş'ın şampiyonluğunun siklenmemesi

    "o yüzden mi başlık açıp kuyruk acını ortaya çıkarıyorsun amınoğlu?" diye sorduğum başlıktır.

  • 10. barbie'nin erkek olanının ismi

    (bkz: harbie)

  • 11. düğün takılarını mehmetçik vakfı'na bağışlamak

    (bkz: aktroll değilim ekolü)
    herkese yavşaklarrr diye saldırmadan önce kaynak nerede, bağış makbuzu nerede, mehmetçik vakfının bağış alındı belgesi nerede bi deyiversin şu aktroll olmayan arkadaşlar.
    ayrıca bazı işadamlarının istanbul'un en değerli yerlerinde daire falan bağışladıkları söylendiğine göre bahsedilen 5 milyon tl heralde düğünde elde edilen toplam cironun binde 1'ine falan denk geliyordur.

  • 12. yazarların aldığı en fazla alkol miktarı

    efes biracılık'tan yapılan duyuru ile hiçbir hükmü kalmamış başlık.

    (bkz: umut sarıkaya)

  • 13. türkiye'de sol neden halka ulaşamıyor

    halk mı?

    adam üç kuruşa gece gündüz demeden sitenin güvenliğini alırken, sırf bu yüzden, eski bir bakan ve korumaları tarafından dövüldü diye üzülüyor, eski bakana isyan ediyorsun.
    dayağı yiyen bir-kaç saat sonra kucaklaşıyor..linki

    kadına iki evini sattırıyorlar, son kalan 10 bin lirayı da postaneden gönderecekken polis devreye giriyor. kadın sahte polislere gerçek polislerin konuşmasını gizlice dinletiyor, kendini kurtarmak isteyen polislere direniyor. ibretlik

    bir evlendirme çetesi, aynı kadını gösterip 25 yaşından 70 yaşında bir çok insanı "evlendirme" gerekçesiyle dolandırdı. adamın biri hala inanmayıp, davacı olmuyor. "onun bana çok hakkı geçti" diyor
    milli gelin

    halka inmek mi? sol halka inmek istemiyor. bu hale getirdiğiniz halkı kendi seviyesine çıkartmak istiyor. siz mi? siz ise halkı bu seviyede bırakalım ki, bu gün ak dediğimize yarın kara dersek uyanmasınlar deyip, ellerinizi ovuşturuyorsunuz.

    not: şimdi aklıma geldi: "bir insanı kandırmak, kandırıldığına inandırmaktan daha kolaydır."

  • 14. rakının kötü bir içki olduğu gerçeği

    türkiye'nin en çok rakı içilen şehrinde doğdum *, türkiye'nin en çok alkol tüketilen şehirlerinden birinde de okudum *..

    tüm aile fotoğraflarımızda mutlaka bir rakı şişesi var. ya babamın önünde duruyor, ya da dedemin önünde..
    başka bir deyişle doğma büyüme rakıcı bir aileden geliyorum..

    ayrıca turizmciyim ve 6 yıl barmenlik yaptım. tadını bilmediğim içki sayısı bir elin parmaklarını geçmez..

    bu yüzden bu konu hakkında ben de birşeyler söylemek istedim.

    evet. rakı gerçekten abartılmış bir içkidir. sözlük jargonuyla söylemek gerekirse; (bkz: overrated)

    rakı adabı, rakı kültürü ve rakı içmenin incelikleri gibi kelime oyunları ne yazık ki; büyük bir illüzyondan ibaret.

    rakı içen insanları gözlemlerseniz; daha iyi anlayabilirsiniz..

    bir yudum rakı, hemen ardından yarım bardak su, (dudak büzüşük) bir parça peynir ve ardından biraz turşu, biraz daha su ve sigara..

    bir yudum rakı, hemen ardından biraz meyve, (dudaklar büzüşük) iki parça peynir, yarım bardak su ve mola..

    " demli bir çay alabilir miyim? "

    hay sizin rakı adabınıza..

    -rakı şöyle içilmez.
    -rakı böyle içilmez.
    -rakı etsiz içilmez.
    -rakı muhabbetsiz içilmez.
    -rakı yalnız içilmez..

    kabul et oğlum işte, içilmez bu meret..

    ayrıca size bir sır veriyim mi?

    bir mekanda duble tekirdağ rakısı siparişi verdiğiniz zaman gelen rakı, hiçbir zaman tekirdağ rakısı değildir..
    " işte abiii olay budur. tekirdağ rakısı candır. " tribine sakın girmeyin. götümüzle gülüyoruz..

  • 15. ateist gönül şahin'in intiharı

    kadın açık açık demiş ki, olmayan vicdanınızla gece gündüz vicdan muhabbeti yapıyorsunuz ya. tiksindim sizden ve uyduruk din muhabbetinizden. beni lütfen sürekli zulüm ettiğiniz o hayvancıklarla aynı yere koyunuz. şimdi buradan ateistlerin sığınacağı bir yer yok o yüzden intihar kaçınılmaz son sonucu çıkarıyorsanız inandığınız allah toptan belanızı versin de hepimiz kurtulalım. evet bir ateist intihar etmiş. hadi gidin cennetinizde 15'lik körpe kızlarla hulahop oynayın siz. tertemiz vicdanlarınızla.

  • 16. ölü organizmaların tekrar diriltilmesi mümkün

    diyor cerrah robert rhee. belki bizlerin bile görebileceği, tıp tarihinde yeni ve çok önemli bir gelişme yaşandı. bir çok insan bundan habersiz.

    öncelikle

    haberi özet geçersek;
    kan kaybından dolayı ölü olduğu resmileşmiş (silahlı yaralanmalar, trafik kazaları gibi nedenlerden kaynaklı) insan bedenleri, hızla soğutulma ünitesine alınıyor. bir yandan beden sıcaklığı düşürülürken diğer taraftan kan vücuttan çekilip yerine tuzlu bir solüsyon enjekte ediliyor. buradaki amaç tuzlu su sayesinde soğuma hızını maksimuma çıkarıp vücudun iç kısımlarına seri bir şekilde ulaşmak. soğutmanın amacı ise bedenin özellikle beyindeki kalıcı hasarların önüne geçebilmek. metabolizma hızı, soğuk ile birlikte minimuma inmesiyle doktorlar, derhal hastayı ameliyata alıyor ve gerekli tedavi uygulanıyor. ardından tekrar kan verildiği vakit hasta (ölü diyelim) gözlerini tekrar açıyor. unutmadan bu yöntemin asıl amacı doktorlara zaman kazandırmak. zira aşırı kan kaybından dolayı yaralılara müdahale olamıyor pek zira oksijensizlikten dolayı hücreler dakikalar içerisinde hasara uğruyor. işte bu yöntem bunun önüne geçiyor.

    üstelik robert ve arkadaşının şimdiye kadar domuzlar ve fareler üzerinde yaptıkları deneylerde başarı oranı %90 civarında. hatta denekler 1 gün sonra hayatına devam etmeye başlıyor.

    insanlar üzerinde deneylere geçiş ise etik kurallar ve yasalarla boğuşuyor an itibari ile fakat önümüzdeki senelerde haber kaynaklarında şöyle bir haberle sarsılmamız mümkün, "yılın olayı ölü diriltildi."

    düşünebiliyor musunuz 1 gün sonra gömülecek bir birey ayağa kalkabilecek.

    2. dünya savaşına kadar enfeksiyon kapan uzuvların direkt kesilmesi, öte yandan günümüzde penisilin ile hastaların %100'e yakınının uzuvlarının kesilmeden iyileşebilmesi. gün gelecek insanlar, aynı bizim bu örnekte gördüğümüz gibi şuanki kayıpların aslında çok basit nedenlerden dolayı olduğuna bakıp hayretlere düşeceklerdir.

    söylemeden de geçmeyelim bu işlem ölümün hemen ardından 1 dakika bile kaybetmeden uygulanması gerekiyor. ölümün üstünden saatler geçmiş bir bireyin yaşama olasılığı yok günümüzde.

  • 17. survivor 2016

    oğlum nagihanı bir tek ben mi seviyorum lan?

  • 18. ankara belediyesi'nin kayıp 553 milyon lirası

    kimin neden zoruna gittiğini anlayamadığım para. kayıp da mı etmesinler? muhalefetin düştüğü duruma bak, kaybolan yarım milyar doların hesabını soracak kadar düşmüşler.

  • 19. cenk tosun

    şampiyonluk gecesi yaptığı tezahurat nedeniyle eleştirilen adam, ulan 30 bin kişiyle birlikte karşılıklı " götoğlanı fener" diye bağıran adamı (bkz: tümer metin) 2 hafta sonra bağrınıza bastınız, bunu da sindirirsiniz, meşrebiniz geniş.

  • 20. mario gomez

    başarılı olmasında winner karakteri, tecrübesi, yeteneği, almanlığı var. ama unutulan bir şey var, bu adam hiç uyum sorunu da yaşamadı, uyum yakalaması için tam ona göre bir takıma geldi.

    arkasında oynayan sosa hazretleri ile zaten bayern'de beraber oynamışlardı, ikisi de hem almanca hem ispanyolca biliyor. beck ile de stuttgart ile şampiyon oldukları seneden takım arkadaşı. cenk, tolgay, töre, olcay zaten almancı, kerim avusturya doğumlu isviçreli, hiçbiri ile lisan sorunu yok. ozi desen her davulun önünde oynar.

    adam resmen kendine göre takım kurdurup öyle gelmiş.
    ne güzel şey almanlık.

  • 21. marilyn uçurulsun kampanyası

    ara sıra açtığı spoiler başlıklardan gına getirdi. yeter ulan artık. desteklenmesi gereken kampanya. khaleesi ile ilgili başlığının capsini alamadım. alan varsa eklesin lütfen.

    caps geldi:

    --- spoiler ---

    http://i.hizliresim.com/aeq3l2.png
    --- spoiler ---

    edit: başlıktaki entriyi sildiğini sanmıştım. silmemiş:

    --- spoiler ---

    (bkz: #60556240)
    --- spoiler ---

  • 22. ben aşırı dindarım apartmanı

    kapısında mülk allahındır yazar ama daire sahipleri miras konusunda kavga edip birbirini öldürür.

  • 23. 19 mayıs 2016 kutlamaların iptali

    *insanlar evlatlarını toprağa gömerken başkanlık diye ağla [checked]
    *hiç bir şey olmamış gibi düğün yap [checked]
    *bu düğün için şehri kilitle, pis halkla arana perde bile çek [checked]
    *şehit cenazeleri varken genel kurmay ile nikahlarda, davetlerde takıl [checked]
    *milli bayrama bir kaç gün kala terör, istihbarat, güvenlik bahanelerine başla [checked]
    *milli bayram kutlamasını/anmasını iptal et [y/n]

    sadece son kısım kaldı yüzsüzlükte arşa çıkmaya.

  • 24. sevgiliden alınmış en güzel hediye

    (uzun zamandir doktora bitirme asamasinda oldugumdan issizim. ailem destek oluyor ama diken ustundeyim. sevgili baska bir ulkede yasiyor, bir kez geldi, gorustuk ama tekrar ne zaman gorusecegimizi bilmiyoruz.)

    yakin zamanda 30.yasimi kutladim. sevgili ugrasip hazirladigi cesitli foto ve videolari gun icinde yollayarak beni mutlu etti. bir yandan da surekli bir mektup alip almadigimi soruyor. mektubu bir kac gun evvel ulasti. meger bana ne zaman gitmek istersem tum seyahat giderlerimi karsilayacagini anlatan cok tatli bir "tatil firsat kuponu" hazirlamis, bir de uzun ve icten bir mektup yazmis. beni kucuk dusurmemek icin harcadigi caba ve gosterdigi saygi gozlerimi yasartti. parasizligi gurur meselesi haline getirdigimi, ancak onu gormenin benim icin her hediyeden daha kiymetli oldugunu bilmesi ve bu kadar zarif bir hediye(ler) hazirlamasi o kadar... o kadar. anlatamam. cok dokundu.

  • 25. 16 mayıs 2016 emniyet'in tüm türkiye'yi uyarması

    amerika konsolosluğu uyarmadıkça önemsenmemesi gereken uyarıdır.

  • 26. 19 mayıs 2016 bjk şampiyonluk kutlaması biletleri

    arkadaş siz ne istiyorsunuz lan? ben de yine dedim herhalde 500 lira filan biletler, ondan ağlıyor bunlar.

    1. kategori – 180 tl
    2. kategori – 165 tl
    3. kategori – 150 tl
    4. kategori – 130 tl
    5. kategori – 110 tl
    6. kategori – 100 tl
    7. kategori – 65 tl
    8. kategori – 60 tl
    batı vıp tribün - 325 tl
    1903 vıp tribün - 325 tl

    lan 60 lira veremiyorsan, kutlama zaten şampiyonluğu statta. amk dışarda bi gece çıksan 100 liradan aşağı dönemezsin ama kupa törenine 60 lira vermek pahalı geliyor. aklınızdan ne geçiyor bir yazın hele. 10 lira mı olsun lan biletler? 50 kuruşa ankaraspor maçları olurdu 8 sene önce, onun gibi mi olsun?

    akıl fikir diliyorum kardeşlerim size.

  • 27. erdoğan bayraktar'ın güvenlikçiyle barışması

    asıl mevzu adamı kendi iş yerinde döven adamın bir de ayağına çağırması . belli ki araya birileri gidip çocuğu ama tehdit , ama rüşvetle susturmaya çalışmışlar. adamlarda ego o kadar büyük ki özür dileyecekken bile ayağına çağırıyor. zaten mevzunun kendisi de bu herifin sıradan bir kuralı sen bana nasıl uygularsın diye başladı. olay neden cereyan ettiyse aynı noktada duruyor herif.

  • 28. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    1944'te ikinci dunya savasinin son yilinda new york'ta yasayan chester carlson adinda bir insan bir fikir uzerinde calismaktadir. bu fikire gore insanoglu elinde bulunan bir dokumani cogaltabilecektir. icadina o kadar guvenmektedir ki bunu gelistirebilmek icin fon arayisina girer.

    maddi olarak yardim almasi gerekmektedir zira bir mucidin tek basina gelistirebilecegi bir fikir degildir bu. ona yardim edecek birine ihtiyaci vardir. bunun icin de kendisine en uygun sirket olarak dusundugu uluslararasi is makineleri yani ibm'in kapisini calar. pazarlama ekibine sunum yapma imkani bulur. carlson, milyonlar kazandirabilecek bir bulusu oldugunu dusunmektedir ve bu inanilmaz teknolojiyi ibm'e sunar. pazarlama bolumundekilerin carlson gibi koplayama deneyimleri yoktur. departmanda calisan onlarca sekreter vardir ve bunu zaten sekreterler sayesinde yapabiliyorlardir. bu yuzden de kopyalama isinin onemini anlayabilecek kapasitede insanlar degillerdir. carlson'un fikrine bakip gulerler, komik bulurlar ve guzel bir oyuncak olabilecegini soylerler.

    carlson bu hayal kirikligi sonrasinda icadini kodak, general electric de dahil 20'den fazla buyuk sirkete teklif eder. ama hepsi de onu gericevirir.

    yilmaz ve icadi uzerinde calismalara devam eder. ilk basarisindan 9 yil sonra haloid adindaki kucuk bir fotograf malzemeleri sirketi icadi ile ilgilenmeye baslar. haloid, carlson'un icadini anlar ve onunla ayni fikire sahip olduklarini belirtir. fakat kopya cikarma makinesinin zorluklari dusunulenden cok daha fazladir. 1 yil boyunca yapilan calismalar ve harcanan paralar sonrasinda iki taraf da vazgecme esigine gelmistir.

    1948 yilinda beklenmeyen bir kurtarici icadin gelistirilmesi icin para teklif eder. amerika birlesik devletleri muhabere teskilati, ellerinde bulunan havadan cekilmis goruntulerin olasi bir nukleer savas sirasinda yok olmasindan endise etmektedir. fotograf plakalarindaki gumus halojenur, radyasona karsi cok hassastir ve fotograflarin bulaniklasmasina neden olmaktadir. bu nedenle carlson'un icadinin siddetli atomik patlamalara dayanabilmesi ve cogaltilabilmesi icin haloid sirketine 100 bin dolar yatirim yapma karari alir.

    bu para ilk seri uretim fotokopi makinesi olan 914'un gelistirilmesini saglar. haloid, bu yatirim ve gelistirilen urunle birlikte ismini xerox yapar. xerox, yunancadaki kuru ve yazmak kelimelerin birlesimidir. herkesin kullanabilecegi ve elle yazilsa saatler surecek bir dokumani bir dugme ile cogaltmaniza olanak saglayan muhtesem icadi yaratirlar.

    http://youtu.be/zbt6gsgrz-y

    dunya uzerinde uretilen her xerox makinesinden bir sentin 16'da 1'i kadar pay alan chester carlson, 700 milyon dolar para kazanir. yoksul bir aileden gelen ve hicbir zaman gecmisini unutmayan carlson, parasinin 150 milyon dolarini hayir kurumlarina harcar.

    #60555311
    debauchee uyarisi ve onerisi ile daha fazla kisiye ulasabilmesi adina buraya da tasidim.

  • 29. aşkı ölümsüz kılacak 8 muhteşem seks önerisi

    özetle
    1.(bkz: güzel ama ingilicçe)
    2.paraya kıyın.
    3.biz şimdi neyiz?
    4.salatalık, deodorant şişesi yerine adam gibi sex toy alın.
    5.teşekkür.
    6.hediyen komidinin üzerinde.
    7.bu öneri tamamen fiyasko.
    8.ihtiyacınız varsa ereksiyon etkisi gösteren ilaçlar alın.

  • 30. rus büyükelçiliği'nin şamil tayyar'a cevabı

    bu seviyedeki adamlar vekil falan işte. sonra anadolu çomarı diyen insanlara havlıyosunuz.

    iyi. aldı ayarı oturdu aşağı. kimse sabrımızı test etmesin.

  • 31. gözlüklülerin yapmaktan nefret ettiği işler

    başka bir gözlüklü ile öpüşmek.

  • 32. tolga zengin

    şampiyonluğun mimarıdır. bizim futbolcular tolga zaten yer la diyerek 3-5 tane atıyor sayesinde yoksa olmazdı bu iş

  • 33. futbolda dağılınca basketbolu ön plana çıkarmak

    kırkta bir şampiyon olanlara dert olmuştur. üzülmeyin la şampiyonluğunuz konuşulmuyor diye, bursaspor sizden daha çok konuşuldu diye. aferin iyi oynadınız şampiyon oldunuz.
    büyük takım olmak böyle bir şey siz bilmezsiniz. kadınlar basketi bile konuşuruz sanane?

  • 34. beşiktaş

    maçın bitiş düdüğüyle beraber telefonum çaldı. kesin peder arıyordur diyerekten bir hışımla aldım elime telefonu ama baktım ki rehberde kayıtlı olmayan bir numara arıyor. pek öyle yabancı birileri aramaz beni. o yüzden hanımda bir gözünü kısmış yüzüme bakıyor. kimbilir aklından neler geçiriyordu o an. açtım telefonu. bir erkek sesi. hanımın gözler normale döndü gitti mutfağa. buyrun dedim. “kardeşim” diye bir ses. ulan ses hiç yabancı gelmiyor. gözümün önünden sahneler geçiyor. saniyede bir milyon şey düşünüyorum. kimdir acep derken “ben erol” diyor.

    erol benim çocukluk arkadaşım. 80’lerin o adım atarak adam toplamalı, iki taş arası kalelerin olduğu, üç korner bir penaltılı kuşağında büyüdük beraber. hep aynı takımda olurduk. çünkü bir tek ikimiz beşiktaşlıydık arkadaş grubunda. mahalle maçlarından sonra paramız bir gazoza yeterdi. aynı şişeden beraber içerdik.

    birgün, beraber yarım kollu beyaz fanilalarımızı çıkarıp forma yapmaya karar verdik. keçeli kalemlerle forma numaraları yaptık. ben 4 numara, erol ise 8 numara. önümüze ise beko yazıp birde armaya benzetmeye çalıştığımız bir şekil çizmiştik. çıktık dışarı. havamız tavan yapmış. süt beyazı çoraplarımız diz kapaklarımıza kadar çekilmiş, bandaja sarılmış topumuzla beraber mahalle parkına gidiyoruz. o sene 90-91 sezonu. 25 yıl öncesi. ve şampiyon oluyoruz.

    erolum? diyorum. “ben rıza sen gökhandın” diyor. hanım mutfaktan elinde tepsiyle geliyor o ara ve beni ilk kez ağlarken görüyor. 1 saat kadar konuşuyoruz ve en kısa sürede buluşmak üzere birbirimize söz veriyoruz.

    beşiktaşlılık işte böye bir şey sanırım. 25 yıl sonrası, şampiyonluk düdüğünün hemen ardından çalan bir telefonla, hiç unutulmadığını bilmekti. güce güç katmak, formada ter olmak ve siyah beyaz için ölmekti.

    2015 - 2016 süper lig şampiyonu beşiktaş !

  • 35. chp neden faizsiz kredi vermiyor

    son 10 entry'sinin 5 tanesi beşiktaş ile ilgili olan yazar beyanıdır. o kadar yıl aradan sonra gelen şampiyonluk çarptı ellam.

    edit: imla

  • 36. egemen bağış'ın bakara makara açıklaması

    şunu izleyip de alkış tutan akp'li yemin ederim mensubu olduğu dine ihanet ediyordur.

    ulan bize saygınız yok, inandığınız kitaba saygınız olsun be

  • 37. erdoğan bayraktar'ın site güvenlikçisine saldırısı

    güvenlikçinin şikayet etmemesi ile sonuçlanacak saldırıdır. hatta başkanlık referandumuna evet demesi, gelecek seçimde akp'ye oy atması bile olasılıklar dahilinde ve oldukça da kuvvetli bir olasılık.

    nereden mi biliyorum?

    seyrantepe metrosunda bir kaza olmuştu hatırlıyor musunuz? adamın birisinin götüne demir girmişti. sonra o olay ne oldu? götüne demir giren adama ibb'de işe soktular adam da dava falan etmedi.

    götüne demir giren adam bile haklı davasını satıyorken; 3-5 tokat/yumruk yiyen güvenlikçi kılını kıpırdatmaz.

    aha da kucaklaşıp koklaşmışlar, öpüşüp barışmışlar! nasıl da biliyorum lan ciğerinizi! http://i.hizliresim.com/wy2gpm.jpg

  • 38. atiba hutchinson

    şu ana kadar ligde oynanan 33 maçın 33'ünde forma giymiş ve 0 sarı kart 0 kırmızı kartla oynamış olan insan olmadığını düşündüğüm varlık.

    bu arada pas başarısı genel olarak %93. %93 lan! böyle bir istatistiğe sahip adamı 25 yaşında almaya çalışsanız 50 milyon euro'dan aşağı alamazsınız. inanılmaz kıymetli bir oyuncudur gözümde.

  • 39. heval'i bulduralım kampanyası

    adına yaraşır şekilde dağa kaçmış olabilir.

  • 40. hürriyet'in beşiktaş düşmanlığı

    şu başlığın altına arz talep muhabbetini yapmak kadar aşağılık bir şey yok.

    ulan terbiyesiz herifler, basın sadece en çok oy alan, en çok taraftarı olan, en varlıklı kişilerden, kulüplerden bahsedecekse ne anlamı kaldı kamuoyunun bilgilendirilme hakkının?

    ulan beynini siktiklerim basın denen şeyi rating üzerinden yorumlamak ve onaylamak nasıl bir akıl tutulmasıdır?

    bu mantığa göre bütün gazeteler sadece akp ve fenerbahçe haberi girsin öyle mi?

    #hürriyetboykotu

  • 41. şenol güneş

  • 42. diyarbakır patlamasında kaybolan 13 köylü

    pkk tarafından küle dönüştürülen köylülerdir.

    ama tc vuyoyo tc öydüyo diye ağlayan selahattin neden konuşmuyor yahu.

    imralı'dan mektup getiren sırrı abe'den de ses yok allah allah.

    pkk sempatizanı sözlük yazarlarını da göremedim nerdesiniz bi ses verin.

  • 43. insanların restoranlarda bildiğin çiğ et yemesi

    etiler, bebek gibi yerlerde bu sektörde bir dönem çalışmış biri olarak söylüyorum, görüntü olarak çiğ görünebilir ama aslında çiğ değildir.

    mesela dana carpaccio var duymuşsunuzdur, hiç ısıl işlem görmeyen yani inekten geldiği gibi önünüze konan bir et, çiğ lan yani.

    steak tartar var aynı şekilde. hatta buna ilaveten yumurta sarısı da ekliyoruz ki iyice hak getire. lakin mesele şu, bu çiğ etlere belirli soslar ekliyoruz, bu sosların içinde zeytinyağı, limon suyu, şarap sirkesi gibi keskin şeyler var, yani sen eti limon suyunun içine koy etin yüzeyi bir dakikada pişiyor. pişiyor dediysek kapkara anlama tabi.

    az pişmiş ete gelince, ete çok yüksek ısı uyguluyorsun yani mühürlüyorsun, yüzeyi kızarıyor içi de çok yüksek ısıdan nasibini alıyor pişmiyor ama çiğ de kalmıyor. yani hiç yemediyseniz bi yeyin, sonra dersiniz ki lan biz bugüne kadar bildiğin dana derisi yemişiz.

  • 44. 17 mayıs 2000 galatasaray arsenal maçı

    beşiktaşlı olarak oturup galatasaraylı olarak kalktığım serüvenin son ayağı olan maçtır.
    birkaç saat sonra yıl dönümü...

    elinde bir avuç çekirdek ile baba ile vakit geçirmek adına kısa pantolonum ile beşiktaşlı olarak gittiğim hezimet dolu chelsea maçı sonrası başlayan süreçte galatasaraylı oldum ben.

    dortmund maçının ilk ayağını izlemeye giderken babamın arkadaşlarına söylediği "artık avrupa takımları galatasaray ile eşleşmekten korkuyor" sözüne inanamayıp aynı zamanda gurur duydum ben.

    ilk defa bir gol için "kim attı kral attı, hem de elland rood'da!!!!" nidaları eşliğinde ağladım ben.

    sonrasında gelen o 17 mayıs 2000 günü ise artık ölümüne sevebileceğim bir sarı kırmızı sevdanın sadece tuzu biberiydi benim için.
    popescu o golü atıp tribünlere doğru uçarken benim de içimde birşeylerin kanatlandığı, istisnasız hayatımın en mutlu gününün yıl dönümü geldi çattı işte.

    büyüksün galatasaray, ilk sevdiğimsin. sen düştüğün zaman kalkmasını çok iyi bilirsin.

    türkiye'nin yüzü avrupa'ya dönük en büyük klübü; aldığın zaferin yıl dönümü kutlu olsun.

  • 45. beyaz futbol

    uefa finali ile ilgili rok;

    "19 yaşındaydım! üniversite bir öğrencisiydim, tam 5 gün bisküvi ile beslendim oraya gidebilmek için! 5 gün sadece bisküvi yedim!"

    edit: adam ağlıyor lan ahahaha

  • 46. bayan diyen dilleriniz kopsun

  • 47. hitler'in türkiye'ye saldırmamasının nedenleri

    hitler’in türkiye’ye saldırmamış olması, doğru zamanda en doğru hamleyi yapan dış politikamızın, birinci dünya savaşında yapılmış hataları görmüş bir neslin olgunluğunun eseridir. biraz kronolojiden bahsetmek gerekiyor bunun için.

    savaştan önce birtakım ülkelerin gözleri başka ülkelerin topraklarındaydı. bizim ülkenin tepe kadrosu ise birinci dünya savaşı’nın fiilen içinde olmuş, enver paşa’nın hayalperest politikalarını görmüş gerçekçi insanlardı. dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak gibi bir gereksiz maceraya atılmaktan çekiniyorlardı.
    ayrıca sevr’den sonra lozan’la hedeflerine büyük oranda varmış, varamadıklarına da barışçı yollarla varmaya çalışan bir ülkeydik. amacımız yeni topraklar kazanmak değil, kendi topraklarında kalkınmaya çalışmaktı.
    bizden toprak talebi olan italya’nın yanında yer alamayacağımıza göre, ilk aşamada ingiliz ve fransızlarla işbirliğine giriştik. çünkü almanya’nın işgalleri italyan tehlikesini daha fazla gözümüze sokmaya başlamıştı.

    rusya ile uzunca bir süre aramızda problem yoktu, hatta ekonomik işbirliği yıllarca sürdü. almanlar ile de bir problem yaşanmadı hitler iktidara geldikten sonra. yayılmacı politikaları henüz çok uzağımızdaydı. büyük bir savaşa neden olmadığı sürece bu yayılmacılık bizi rahatsız da etmedi. hatta almanlar’ın kendi sevr’ini yıktığı görüşü bile vardı ülkenin bazı kesimlerinde.

    henüz sovyetler ile aramız bozulmamıştı, bizim de beklentimiz onların ingiltere ve fransa ile olmasıydı, zira kendilerini almanlara karşı korumaları beklenebilirdi.
    alman elçisi von papen’in o aralar başlıca görevi, türklerin ingilizler ve fransızlarla ittifak kurmasını önlemekti. inönü’yle ilk görüşmesinde de aldığı mesaj, almanlar ile bir problemlerinin olmadığı, italyanların arnavutluk’a saldırmasının çok büyük bir endişe yarattığıydı. papen’in barışçı niyet belirtmesine ise, italya’nın oniki adayı silahlandırdığından bahsederek cevap verdik. von papen ise “izninizle, italyanları tutumlarını değiştirmeye zorlamak için hitler nezdinde derhal teşebbüse geçeceğim” şeklinde cevap verir.

    buradan inönü’nün bir taşla vurduğu iki kuşu görebiliriz. hem italyanların hazırlıklarından endişe ettiğini vurguluyor, hem de türklerin ingilizlerle yürüttüğü görüşmelerin yalnızca italyan tehlikesinden kaynaklandığı, almanlarla bir problemlerinin olmadığı mesajını veriyordu.

    von papen bu mesajı alır almaz mesajlar göndermeye başlar:
    “türklerin ingilizlerle yakınlaşmasının tek nedeni italya’dır. türkleri bundan vazgeçirmenin yolu da italya’dan geçiyor. italyanlar üzerinde baskı kurun. arnavutluk’taki askerlerini bir polis kuvveti düzeyine indirsinler. oniki ada’yı silahlandırmayı durdursunlar. hatta, oniki ada’ya dahil olan, türkiye’ye üç milden daha az mesafedeki iki küçük ve önemsiz adayı jest olarak türkiye’ye versinler…”
    italya’nın cevabı ise, mussolini’nin damadının “türkler madem bizden gelecek saldırıdan korkuyorlar, öyleyse sadece bu sebepten bile saldırıyı hak etmiş sayılırlar” şeklindeki açıklamasıyla olmuştur.

    bu sırada da türk-ingiliz ve türk-fransız deklerasyonları yayınlanıyordu. genel olarak italya’nın saldırılarına karşı yardımlaşma içeriyordu. bu diplomatik ilerlemeler sayesinde fransa da hatay’da hiçbir çıkarı kalmadığını görmüştü. neredeyse çözülmüş olan hatay sorunu da ortadan kalkmıştır bu noktada.
    deklerasyonlar almanya’yı sinirlendirir, papen’e sert tepki vermesi talimatı gelir, ancak papen berlin’e, bu sonuca italya’nın neden olduğu cevabını verir. bunun sadece bir bildiri olduğunu, sert tepki gösterilirse kesin anlaşmaya çok çabuk geçilebileceğini, türklerin tarafsızlığa tekrar yöneltilmesinin mümkün olduğu cevabını verir ve fikrini kabul ettirmek için ülkesine gider.

    ingiliz ve fransızlar, polonya için rusya’yla anlaşmak üzere olduklarını sanarken, ağustos 1939’da ruslar almanlar’ın tarafına yanaşır. hitler, diğer iki devletin polonya’yı rusya’ya savunduracağını, oyuna gelmemesini iyi işler stalin’e ve polonya’yı paylaşmayı önerir. iş yayılmacılığa gelince iki zıt ideoloji böylece birleşir. bu da, rusların ingiltere ve fransa’nın yanında yer alacağını hesap eden türkiye’nin hesaplarını alt üst eder. gerçi henüz türk-sovyet ilişkilerinde bir pürüz yoktur.
    rus tehlikesi ise, eylül ayında saraçoğlu’nun moskova ziyareti sonrasında gündemin ortasına oturmuştur. görüşmede saraçoğlu, ingiliz ve fransızlarla hazırlanan bildirinin ruslarla ilgili olmadığını anlattı. molotov ise, türk-sovyet paktı için ortaya koydukları talebi belirtir, özetle motrö sözleşmesiyle kazandığımız yetkileri sovyetler ile paylaşmamız, başka devletlerin savaş gemilerinin geçişi iki devletin ortak kararına bağlı olması, sözleşmedeki kayıtlar sovyetler için hafifletilsin gibi istekler sürülür. saraçoğlu talepleri ankara’ya sormaya gerek görmeden reddeder. böylece 22 yıllık türk-sovyet dostluğu resmen bozulmaya başlar. bundan sonra alman dışişleri bakanının ziyareti nedeniyle ikinci görüşme ertelenir ruslar tarafından, bizim heyet de anlayış göstermek durumunda kalır, 4 günlük ziyaret belirsiz bir tarihe kadar uzar. bu arada alman-rus anlaşması duyurulur, tam bir ortaklık vardır.
    ikinci görüşmede stalin iyi polis, molotov ise kötü polisi oynar. molotov boğazlar konusunu açarken, stalin bu konuyu sonraya bırakıp türkiye’nin ingiliz ve fransız anlaşmasına değinir. bunda bazı değişiklikler yapılırsa kendisinin anlaşmaya bir itirazının olmayacağını belirtir. daha sonra da molotov’un boğazlarla ilgili notunu okuyup “çok kötü yazılmış, bunu geri alıyorum” der, bir nevi jest yapar. stalin türkiye’den iki şey istiyordu, anlaşmaya koydurduğu “sovyetler’le savaşacaksak ben yokum” çekincesini daha da güçlü ifade etmemizi, bir de müttefiklerin italya’yla savaşa girmesi durumunda dahil olmamıza itiraz etmese de yunanistan’la ilgili yükümlülüğün savaşa girmek olmamasını istiyordu. bir de alman saldırısına karşı çekince vardı ki, bizim italya çekincemizle çelişiyordu. o nedenle konu geri çekildi, çünkü anlaşmaya alındığı takdirde anlaşmanın bizim için hiçbir anlamı kalmıyordu. güç bir değişiklik olsa da stalin denenmesini istiyordu.

    ingiliz ve fransızlar stalin’in önerisini kabul eder, böylece ortada anlaşma için bir sıkıntı kalmaz. son görüşmede stalin yoktur ve molotov ankara’dan gelen evet yanıtını aldıktan sonra, önceki toplantıda çekilen alman çekincesini tekrar öne sürdü. üzerine boğazlar konusu yeniden açıldı ve görüşmeler sonuçsuz kaldı.

    bu gelişmelerden sonra türk-ingiliz-fransız antlaşması hayata geçer. italya akdeniz bölgesinde, ingiliz ve fransızlara karşı savaş gerektirecek bir saldırıya girerse, yunanistan ve romanya saldırıya uğrar ve ingiltere ile fransa onlara verdiği garantinin gereği olarak çatışmaya girerse… bu iki durum haricinde türkiye’nin savaşa girmesine gerek kalmayacaktı. bir de türkiye’nin iki çekincesi vardı, ülkeyi sovyetlerle silahlı bir çatışmaya sürükleyecek duruma girmeme hakkımız vardı. bir de askeri ve mali yardım almamız gerekiyordu.

    almanlar batıda ilerlerken, haziran 1940’ta korktuğumuz olur, italyanlar savaşa girer. bundan sonra italya’ya karşı yaptırımlar ister ingiliz ve fransızlar. savaşa girip girmememiz gerektiği hakkında tartışmalar alır yürür. italya’ya savaş ilan edip boğazları kapatmamız, topraklarımızı müttefiklere açmamız rusya’yı üzerimize çekebilirdi. bu çekincemizi kullanarak savaş dışı kalmaya devam ettik. inönü ihsan sabri çağlayangil’e savaşa girmekten nasıl kurtulduğunu şöyle anlatır:
    “sana bir nasihat vereyim: bir karar alacaksan, bir 24 saat düşün, sonra al… kararı aldıktan sonra da hemen uygulama. üzerinden bir 24 saat geçsin, bir kere daha gözden geçir, ondan sonra uygula.”

    bu sırada türkiye’nin savaşa girmesinin önemi ingilizler için azalır. savaşa girsek, ingilizler üslerimize gelene kadar almanlar buraları kullanılamaz hale getirecek şekilde bombalayabilirdi. bir de, ingilizler zaten zor haldeyken, bize askeri ve mali yardım yükümlülüğünü üstlenecek durumda değildir. refik saydam’ın tbmm’de yaptığı “türkiye savaş dışıdır” açıklaması da bu yüzden ingiltere’den fazla tepki almadı. almanya ise von papen aracılığıyla memnuniyetini dile getiriyordu, hatta bir ticaret anlaşması da yoldaydı. bu bizim de işimize geliyordu. hem ingiltere’nin, savaşa henüz girmemiş olsak da, müttefiki olarak kalmaya devam ediyor, hem de almanya’ya yaklaşarak bizim için tehdit oluşturan iki müttefikinden de biraz olsun sakınmış oluyorduk.

    1940 sonlarına doğru italyanlar yunanistan’dan bazı toprak taleplerinde bulundu. bu talepleri doğal olarak reddeden yunanistan, böylece italya ile savaşa girmiş oldu; ancak bu gelişme bizi yine savaşa sokmayacaktı, stalin’in son anda yapmış olduğu istek bizi yunanistan’a saldırılması durumunda savaşa girmeye zorlamıyordu. ancak savaş da git gide yaklaşıyordu. geceleri hava bombardımanına karşı karartmalar da başladı. bu sırada yunanlar italya’yı arnavutluk’a sürdü. ikinci dünya savaşı’yla ilgilenenler bilecektir ki bu gelişme hitler’in rusya’ya saldırmasını erteleyen bir piyangoydu. hitler, rusların toprak taleplerinden rahatsız olmuştu, bunların arasında boğazlarda üs talebi de vardı. hitler onları asya’ya yöneltmek istedi ancak ruslar daha çok avrupa’ya girmek, klasik deyimle sıcak denizlere inmek istiyordu. motov’la berlin’de yapılan görüşme sonucunda da zaten hitler kesin kararını verir.

    mussolini’nin yunanistan mağlubiyeti bu kararın ertelenmesine neden olur. rusya seferinden önce balkanları düzenlemek gerekir. çünkü bu vakte kadar almanya’yı ürkütmemeye çalışan yunanistan ve yugoslavya’da istenmeyen gelişmeler yaşanmaktadır. yunanistan’a ingilizler çıkmış, yugoslavlara da güvence vermişlerdir. yani italya bu harekata hiç girişmeseydi çok daha iyiydi durum. böylece ilkbahar ve yaz aylarında ilerleyerek kış bastırmadan moskova’ya girmeyi hedefleyen hitler’in hesabı en az 2 ay ertelenir ve kış koşullarına gömülürler.
    hitler romanya ve bulgaristan’ı ikna eder, böyece almanya ile komşu oluruz. savaşa en çok yaklaştığımız andır bu. açıkçası savaşa girmemiz de bizim irademizden ziyade, almanların kararına bağlıdır bu noktada. savaş sonrasında ortaya çıkan belgeler, türkiye’nin işgal planlarını da ortaya koyar.

    o sırada hitler inönü’ye “türk-alman dostluğunun” öneminden söz eden bir mektup yollar. bulgaristan’daki harekatı, almanya’yı ingilizlerin avrupa’ya müdahalesinden korumak için düzenlendiğini bildirir, türkiye’yle hiçbir ilgisi olmadığı güvencesini verir. şunu da ekler “şu kayıtla ki, türk hükümeti bizi bu tutumumuzu değiştirmeye mecbur edecek önleler almaya yönelmesin”. inönü de benzer bir cevap verir, “alman hükümeti, türk hükümetini, bu tutumunu değiştirmeye mecbur edecek önlemler almaya yönelmediği sürece” kaydını da düşer. ayrıca türkiye’nin kararlı olduğu konuyu şöyle vurgular:

    “türkiye, kendi topraklarını ve dokunulmazlığını şu veya bu devletler grubu arasındaki siyasi ve askeri kombinezonların konusu yapamaz. saldırıdan korunmak kutsal bir haktır. türkiye, bu hakkı üzerinde herhangi bir yabancı devletin zafer kazanma hedefine göre hesap yapılmasına izin vermez. türkiye, milli egemenlik alanına yönelecek her müdahaleye karşı koymaya kararlıdır.”

    bu, o sıralarda gücünün zirvesinde olan hitler’in alışık olmadığı bir üsluptur. askeri açıdan zayıf devletlere hitap ederken, hitler’in yüksekten konuşmasını, karşıdakinin aşagıdan alması, zamanın savaş diplomasisinde artık normal sayılıyordu. hitler’in inönü’den aldığı cevaptaki ifadelerin “yüksek”liği ise, kendi mektubundakilerden bir milim aşağı değildi. güvenceye güvence, iyi dileğe iyi dilek, gözdağına gözdağı. ama hep aynı dozdaki sözlerle…

    ikinci dünya savaşı’nda türk-alman ilişkilerini inceleyen alman araştırıcı lothar krecker, inönü’nün bu mektubuyla ilgili yorumunda “hitler o zamana kadar böyle cümlelerle pek karşılaşmamıştı” diyor. ve inönü’nün bu mağrur ve mesafeli tutumunun hitler’i etkilediğini, onu türkiye’yle ilgili politikalarında daha dikkatli olmaya yönelttiğini yazıyor.

    alman birlikleri türk sınırına gerçekten yaklaşmadılar, sınırdan en az 20 km uzak kalmaya özen gösterdiler. böylece gidecekleri yerin yunanistan olduğuna dair düşünceler güçlülük kazandı. bu sırada yugoslavya da bulgaristan gibi hitler’e boyun eğme kararı almıştı ki güçlü muhalefet buna karşı çıktı ve darbe oldu. hitler buna da sinirlenerek yugoslavya’yla da uğraşmak zorunda kaldı ki bu da zaman kaybı demekti.

    hitler bir mektup daha gönderir, “ya sizinle anlaşacağız ya da ruslarla” der. von papen, sovyetlerin taleplerinin bitmek bilmediğini, boğazlardan da üs üstediklerini, almanya’nın buna razı olmadığını iletir. almanya’nın bu tutumunu sürdürmesinin, türkiye’nin tutumuna bağlı olduğunu söyler. bu blöfü çok fazla kurcalamadık, görüşmelere de başladık tabi. almanlar bize bir saldırmazlık paktı önerir, biz de bunun ingiltere’yle ittifakımıza aykırı olmayacak bir şekil vermeye çalışıyor, ingilizlere bu ittifakı onlarla olan anlaşmayı bozmadan yapacağımızı da bildiriyorduk.

    sonuçta diplomasi tarihinin en garip anlaşmalarından biri ortaya çıkar.
    1-) almanya ve türkiye birbirlerine doğrudan veya dolaylı bir saldırıda bulunmayacaktı.
    2-) iki devletin başka devletlerle yaptığı antlaşmalardan doğan tüm yükülülükleri geçerli kalmaya devam edecekti.

    bu durumu cemal nadir’in karikatürü anlatır:
    http://i.hizliresim.com/6nrlln.jpg

    almanlar ruslara karşı saldırıya geçer. bu haber yalova’daki yazlığında iletilir inönü’ye, tepkisi kahkahalar içinde kalmak olur. bunca zaman yaşadıkları gerilim sona ermiştir, ayrıca 2 yıldır büyük titizlikle işledikleri dış politikaları başarıya ulaşmıştır. artık almanya ile sovyetlerin anlaşıp, türkiye’nin felakete uğrama olasılığı ortadan kalkmıştır. hatta ruslardan esir alınan türklerin, propoganda ile ruslara karşı savaştırılması da gündemdeydi.
    basında rusları tutanlar da vardı, almanları tutanlar da. burada da bir denge politikası güdülüyordu. bazı yazılara tepki gösteren diplomatlara, kendi tarafını tutanlardan örnek verilip “fikirlere karışamayız” deniyordu.

    1941 sonunda japon atakları sonucu abd de savaşa dahil oldu. bu sırada almanlar ege’deki adalar, yunanistan sınırının biraz daha genişletilmesi, sovyetlerdeki türk bölgeleri hakkında bazı vaatlerde bulunur. türk hükümeti ise alman zaferine güvenip buna göre politika oluşturan devletlerin başına gelecekleri görmeden, doğru politikayı uygulamayı başarmıştır.

    bu sırada almanlarla ters düşmemek için struma’yı kabul etmemek gibi bir felaket de yaşandı. yahudi gçmenler ülkeye kabul edilmedi, ancak ingilizlerle göçmenlerin filistin’e gitmesi için iletişim kuruldu. geminin 5 hafta demirli kalmasına izin verildi. ingilizler “filistin doldu” diyerek gemiyi kabul etmedi. 5 haftanın sonunda gemiyi geldiği denize geri iade etmekten başka bir çare kalmadığı açıklanarak gemi geri yollandı. gemiden david adında 22 yaşında bir kişi kurtulabildi sadece. gemi bir torpil tarafından batırıldı maalesef. savaşların neden kötü olduğunun bir göstergesi. o insanlar için çok üzülsem de, neden geri gönderildiklerini de az çok anlayabiliyorum. şehirlerin bombardıman tehlikesine karşı tahliye edildiği, köprülerin tahrip edildiği, karartmalar yapıldığı bir ortamda, biraz da paranoyakça onca insanın ölüme yollanması gerçekten, ne kadar sebebini anlayabilsem de insanlığım gereği hiçbir zaman kabullemeyeceğim bir olay. olayla ilgili zülfü livaneli’nin serenad adlı romanını öneririm.

    1942, kışa takılmış olmalarına rağmen almanların ağırlığıyla gelir. müttefikler kuzey fransa’ya çok başarısız bir harekat yaptılar, ağır kayıplar verdiler. almanlar da abd gemilerine karşı başarılar kazanıyor, japonlar uzakdoğu’daki ingiliz kolonileri karşısında bir bir galip geliyordu. bu sırada müttefikler de abd’nin katılımı sayesinde yavaş yavaş güçlenmekteydi. almanya’ya hava saldırıları artmıştı. bu sırada almanlar rusya’da başarı kazandıkça türkiye’deki fanatikleri coşuyordu. inönü bu gelişmelerin kendini etkilemesine izin vermedi. almanya’yla iyileşen ilişkilerini devam ettirirken, ingiltere’yle ilişkilerini de kötüleştirmemeye dikkat ediyordu.

    bu sırada rommel’in birlikleri iskenderiye’ye gelmeden durdurulur, 100000 kişilik bir kuvveti fas ve cezayir’e çıkaran müttefiklerin kuvvetleri arasında sıkışırlar. fransa, yugoslavya ve yunanistan’da alman işgaline karşı direnişler güçlenir. stalingrad’daki alman birlikleri de kuşatılmaya başlar aralık ayında.

    1943’te kazablanka’da roosevelt ve churchill buluşur. konferans sonucunda ingiltere, müttefiki türkiye’yi tekrar hatırlar. bugüne kadar neden savaş dışı kaldığımızdan yakınmaya pek hakkı olmayan ingiltere, henüz askeri yardım yapamamıştı türkiye’ye. abd’nin de devreye girmesiyle, türkiye’yi savaşa girmeye ikna edebileceğini düşünür. churchill bir görüşme talep eder inönü’den, yer olarak da kıbrıs’ı önerir; inönü ise ülkeyi terk edemeyeceğini, ya türkiye’de herhangi bir yerde buluşmalarını, ya da başbakanını göndereceğini söyler. yer olarak adana seçilir. görüşmede churchill, türkiye’nin izlediği politikaları anladığını, türkiye’yi donatmak için konuşmaya geldiğini söyler. anlaşılır ki “bir an önce savaşa girin” demeyecekti. almanya’nın petrol ihtiyacı nedeniyle bulgar desteğiyle türkiye’den geçebileceğini, bu ihtimale hazır olmamız gerektiğini söyler. görüşmeler sonucunda türkiye’nin silahlandırılması ve savaşa girmesinin de tamamen kendi kararına bırakılacağı anlaşılıyordu. görüşmede ruslara karşı çekincemizden de bahsedilir ve gereksiz bir saldırı durumunda, kurulacak milletlerarası örgüt türkiye’nin lehine olaya müdahale edecek denir.

    bu sırada alman kuvvetleri stalingrad’da teslim olur. bu bir bakıma sonun başlangıcıdır.
    adana görüşmesinin ardından ingiliz üst düzey askeri görevlileri ankara’ya gelir. von papen ingiltere’ye havaalanı açmasının savaşa girmek demek olacağını, büyük şehirlerimizin bombalanabileceğini söyler.

    1943’te kuzey afrika’yı tamamen kaybeder almanlar. eylülde italyanlar silah bıraktı. almanlar müdahale edince, italyanlar da almanlara savaş ilan eder. ruslar da işgal edilen şehirlerini teker teker geri alır. artık son, yavaş yavaş gzükmeye başlamıştır. 1943 sonunda da inönü kahire’ye çağırılır. stalin karşısındaki alman kuvvetlerinin batıya kayması için fransa’ya bir an önce çıkarma yapılmasını istemektedir. roosevelt de inönü’nün savaşa girmek için çok büyük bir bedel istemesinin normal olduğunu, bunun da fransa’ya yapılacak çıkarmayı zayıflatacağını söyler. stalin de türkiye’nin savaşa sokulmasının denenmesini, ama bunun çıkarmayı ertelememesini istiyordu. churchill ise adana’daki sözlerini unutmuş bir şekilde, türklere gönderilecek malzemelerin niteliğini hava saldırılarına karşı koruma içermediğini ima ediyordu. ayrıca rusya’nın çok büyük bir ülke olduğunu, sıcak denizlere inmeyi hakettiklerini, bunun dostları tarafından sağlanacağını söyler, ancak şu an türkleri savaşa sokmaya çalıştıklarından bahisle, bundan şimdilik bahsedilmemesinin doğru olacağını söyler. inönü görüşmelere gelirken de bir sürpriz olur, sovyet temsilcisinin görüşmelere katılmayacağı bildirilir. bunun anlamı, türkiye’yle bir pazarlığa katılmak istememeleri. taleplerini canlandıracakları günü beklemek istiyorlardı.
    görüşmede inönü, önemli şehirleri savunma tedbirlerinin alınmadığını, bunun kısa sürede alınamayacağını, müttefiklerin yalnızca açılacak üsleri savunmayı amaçladığını söyler.

    sonradan şöyle bir diyalog geçer.
    inönü bir seferinde dedi ki:
    -ben ger zaman günlük yürüyüşümü yaparım. ama şimdi çıkıyorum bahçeye. ağaçlar üzerinde tüfekli nöbetçiler var. duvarda makineli tüfekler… rahat edemiyorum. bu bana karşı değil, beni koruyorlar, müteşekkirim ama, yürüşüm de böyle oluyor.
    herkes gülümser. churchil:
    - o senin gördüklerin bir şey değil, dedi. bizi 25 tane hava filosu da yanımızdaki meydandan koruyor. bir de 300 küsür uçaksavar topu var. onlar da koruyor.
    inönü sorar,
    - peki bunlar yeterli mi?
    churchil:
    - ooo, dedi, o hiç belli olmaz. alman tayyareleri, girit’ten şuradan buradan kalkar, buraya da saldırıverir.
    churchil bunları söylerken, roosevelt’in gözleri parladı. inönü’nün lafı nereye getireceğini anlamıştı. inönü gecikmedi…
    - yaa, demek öyle, dedi. bizim koca istanbul’umuzun korunmasına bir buçuk filo yeter diyorsunuz. burada futbol sahası kadar yere 25 filo yetmiyor, 300 top yetmiyor, öyle mi?
    roosevelt kahkaha atar:
    - yakalandın churchill, yakalandın…

    churchill ilerleyen konuşmalarda bir kez daha türkiye’nin havaalanları ve üsler vermesinin öneminden bahseder. dışişleri bakanı, yunanistan’a verilen sözlerin tutulmadığından bahseder, sonumuzun yunanistan’a benzemesinden çekindiğimizi söyler. churchill ise utanmak bir kenara, “ne varmış yunanistan’ın durumunda? bize tam üç hafta kazandırdı” şeklinde konuşur. yani amacının tamamen bizi kullanmak olduğu ortadadır.

    bu saatten sonra derdimiz daha ziyade, savaş sonrasında yalnız bırakılma tehdidi ve hava bombardımanından sakınmaktı. churchill 44 şubat’ına kadar havaalanlarının hazırlanmasını, ingiliz personellerinin sivil olarak ülkemize sızmasını, o tarihten sonra uçakların inmesine izin verilirse malzeme gönderilmeye devam edileceğini, izin verilmezse her şeyin duracağını söyler. yani savaş sonrasında yalnız kalacaktık, bir bonbardımana karşı da savunmasız. bu çıkmaz içinde kalarak görüşmeyi bitiririz.

    1944 ilkbaharında sovyetler, topraklarının büyük kısmını işgalden kurtarır, türkiye de üsler meselesini alman tehlikesi nedeniyle erteler. rusların balkanlara doğru ilerleme hazırlığı, tekrar bir rus tehlikesini ortaya çıkarır. bu nedenle almanlarla başladığımız ticaret ilişkilerini aşama aşama kestik.

    bu sırada almanlar montrö’deki bir açıktan yararlanarak savaş gemilerindeki silahları sökerek boğazdan normal gemiymiş gibi geçirir. ingilizler buna itiraz eder, ancak dışişleri bakanı sözleşmede buna bir yaptırım olmadığını söyler. inönü ingilizleri haklı bulur, dışişleri bakanı istifa eder. bu, ingilizleri memnun eden bir gelişme olur, zaten bakanın almanlarla yakınlaşmanın mimarı olduğunu düşünmektedirler. almanlar da von papen ile gemilerin geçişi ve krom ticaretinin tekrar başlaması için protestoda bulunur, ancak dozunu çok da artırmaz. papen berlin’e şu mesajı iletir: “türklere karşı tepkimizi sınırlı tutmalıyız. aksi takdirde bizim zor kullanacağımızı tahmin ederler. kendilerini savunmak için ingilizlere tüm kapılarını açmak zorunda kalırlar.”

    yani almanlar için yıllardır olduğu gibi, savaşa girmememiz önem arz etmektedir.
    aynı yıl normandiya ve sonrası bilinen sona gider olaylar. biz de çıkarma sonrasında ağustos başında almanlar ile tüm ilişkimizi kestik. von papen de bunu anlayışla karşıladı, sonuçta ingilizlerle olan müttefiklik anlaşmasının gereğini 5 yıl kadar ertelemiştik. savaş sonunda rusya’nın taleplerine karşı sahipsiz kalmamak için normal bir hamle yapıyordu türkiye. berlin’den de tepki gelmedi. 1945’te herkesin bildiği sebeplerle biz de savaşa girmiş olduk. formaliteden de olsa artık savaş ilan etmiştik. ancak 23 şubat’ta alınan savaş ilan kararının, san francisco konferansına katılabilmenin şartı olan son gün, 1 martta yürürlüğe gireceğini de garip bir şekilde ilan etmiştik. yani sadece o konferansa katılmak için savaşa girdiğimiz mesajını veriyorduk yine. çünkü almanya’yla ilişkileri kestikten sonra her ihtimale karşı pasif tedbirlere yeniden başlamıştık…
    bu arada sovyetler birliği, 1925’ten beri devam eden dostluk ve saldırmazlık anlaşmamızın feshedildiğini ihbar ediyordu. bundan sonra da rus talepleri devam etti ama bu başka bir konuda incelenebilir.

    kronoloji az çok ortada. hitler saldırsa gerçekten türkiye’ye saldırabilirdi, çok rahatlıkla işgal de edebilirdi. yalnız bunun mümkün olduğu tek zaman, rusya’ya savaş ilan etmeden önce balkanlara indiği andı. o dönemde de neden saldırmamış olduğu alenen ortada. rusya’ya karşı yürütülen harekat türkiye üzerinden çizilmediği için bu iş olmadı. zaten yunanistan’a yapılan harekat, rusya harekatına zaman kaybettirdi. üzerine piyangodan çıkan yugoslav darbesi de eklenince, bir de türkiye’ye saldırıp iyice gereksiz bir çatışmaya girmek, asıl hedef rusya’ya yapılacak harekatın iyice gecikmesine neden olacak, kışa daha yakın saldıracak ve daha az ilerleyebilecekti.
    onun ardından zaten türkiye’yle ticari ilişkiler kurmuş, kromunu almış. türkiye de müttefiki ingiltere’nin yanında savaşa girmemiş yıllarca. bunun yanında rusya’yla mücadele ederken, bir de abd savaşa girmişken, türkiye’yi bombalayarak eline bir şey geçmeyecekti, aksine ingilizlere doğuda bir üs kazandırmış olacaklardı.

    hitler’in türkiye’ye saldırmamış olması, doğru zamanda en doğru hamleyi yapan dış politikamızın, birinci dünya savaşında yapılmış hataları görmüş bir neslin olgunluğunun eseridir. savaşa giren ülkeler, ağır bombardımanlarla sivillerini, cephelerde askerlerini yok yere kaybetmişlerdir. savaş içinde ve sonrasında yaşanan gelişmeler ülkenin daha sonraki yıllarda alacağı pozisyonu belirlemiştir. yani ilerleyen yıllarda rusya antipatisi, bu doğrultuda komünizm düşmanlığı neden oluştu bir nebze anlaşılabilir. ülkenin zor yıllarında yanında olan ruslarla düşman oluşumuz öyle ha deyince, kişilerin kendi iradesiyle oluşmadı yani. ben de eleştiriyorum abd’ye yanaşılmış olmasını, ancak ülke üzerinde aleni talepleri olan ruslara karşı zayıf ülkemizin çok da fazla yapacağı bir şey yoktu. biraz tarihi, olduğu döneme göre değerlendirmek gerek. şu sorgulanabilir, dengeyi kaçırmadan yapabilir miydik bunu?

    kaynak olarak farklı kitaplar kullanmaya zamanım yoktu. altan öymen’in bir dönem bir çocuk’unu kullandım. anılarını yazdığı seri çok güzeldir, herkese öneririm.

  • 48. oya aydoğan

    bütün eski yeşilçam oyuncuları gibi ışık takıntısı olan bir isimdi. televizyon stüdyolarında ısrarla tam karşısından yüzüne özel ışık yapılmasını isterdi. ışık ekibi de reji grubu da kırmaz idare ederdi. çünkü sempatisini ve saflığını bütün çalışanlarla paylaşmasını bilirdi. oğlu gurur eğer ki stüdyoda kendisini izliyorsa "ay oğlum, ayakta kalma, otur bir yere, çek bir sandalye evladım..." diye üzerine titrerdi. basına yansıyan ana-oğul sevgisi sonuna kadar gerçektir. her yeni gün, sanki oğlu o gün askerden gelmiş de hasret gideriyorlarmış gibi birbirlerine muhabbet duyarlardı. efendiliğine bizzat tanık olduğum oğlu gurur'un başta olmak üzere hepimizin başı sağolsun. iyi bilirdik...

  • 49. meral akşener

    hayatım boyunca mhp'ye oy vermeyi aklımdan bile geçirmedim. ancak meral akşener liderliğinde bir mhp ben de dahil çok kişiyi düşündürür. yine de elim gider mi bilmiyorum ama ciddi ciddi oturur düşünürüm.

    türkiye'ye kadın eli değmesi artık bir zarurettir.
    şimdi bunu böyle söyleyince cinsiyetçi algılanacak ancak kabul edelim kadınlar çok daha dengeliler, sağduyu sahibiler, azimliler.

    elbette konu sadece meral hanımın kadın olması değil. kendisini geziden beri takip ediyorum varlığı güven veriyor. ayakları yere basan bir duruşu var. benim politik görüşüme göre biraz fazla milliyetçi ancak bunu mantıklı sınırlarda tutabilecek kadar akıllı bir insan.

    bir de meral hanımın yükselişinin akpye yarayacağına dair görüşler gördüm. sanırım bu ülkede akpye yaramayan tek bir şey yok bu görüş sahiplerine göre. ölsek ona yarıyor, meteor düşse ona yarıyor. tamamen kontrol altına girmemize iki adım kala artık yerimizde dursak bile bu akpye yarıyor.

    ne yarar ne yaramaz bilmiyorum ama böyle yavaş yavaş kafeslenmeye boyun eğemeyeceğimizden eminim.

    mordorun kapısına dayanan bir avuç minas tirith askeri gibiyiz anasını satayım.

    ayakta yenilmeye gidiyoruz.

  • 50. milliyet.com.tr'ye girmiyoruz kampanyası

    milliyet.com.tr'ye giren var mı ki, girmiyoruz kampanyası yapıyorsunuz amk.

    tanım; beşiktaşlı kardeşlerin yıllar sonra gelen haklı tepkisidir.