Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. emine erdoğan'ın 90 yıllık enkazı kaldırdık demesi

    bugün vuku bulmuş olaydır. şöyle buyurmuşlar;

    --- spoiler ---

    “artık yeni bir kavşaktayız. türkiye’nin 90 yıllık enkazını kaldırdık. fakat enkazın altından büyük meseleler çıktı. nitekim, bugün bu sorunlarla yüzleşiyoruz. bin bir rengin iç içe geçtiği bir ebru gibi, bu topraklar üzerinde birlikte, kardeşçe yaşama ufkumuz, ne yazık ki terörün gölgesinde kalmakta. şehitler veriyoruz. bu vesileyle, şehitlerimize allah’tan rahmet diliyorum. ailelerine, yavrularına, eşlerine sabırlar niyaz ediyorum. allah memleketimizi huzur ve selamet günlerine yeniden kavuştursun. inanıyorum ki, kavli dualarımızı fiili dualarla da desteklersek, huzura ve sükuna daha çabuk ereceğiz. bulunduğumuz coğrafyanın hakkını vermek, tarihimizden aldığımız güçle bu milli mücadeleyi sabırla sürdürmek durumundayız.”
    --- spoiler ---

    bir ara reklam arası diyorlardı. durum vahametini arttırmış olacak ki, enkazdan bahsetmeye başlamışlar. emine hanım; bakın reklam arası diyenin siyaset hayatı reklam arasına girdi. siz şimdi enkaz diyorsunuz. dikkat edin de o enkazın altında siz kalmayın. çünkü cumhuriyetin ateşi hepinizi yakacaktır.

  • 2. ekşi sözlük'ün rezalet başlıklarını yasaklaması

    dava açmak yerine ekşi sözlük gibi türkiye'nin en çok ziyaret edilen ilk 10 sitesinden birinde olumsuz fikirlerin yer alması ticari itibarı zedelediği için oldukça faydalı olan bir sistem. daha da yaygınlaşmalı.

  • 3. ferhan şensoy vs yılmaz erdoğan

    ferhan şensoy dağdır, yılmaz erdoğan hız tümseği.

  • 4. doktorların hasta azarlama hakkı

    linç etseniz bile fikrimden vazgeçmeyip savunacağım hak. hayatımda sesimi yükseltmişliğim çok azdı mesleğe başlamadan önce. şimdi de özel hayatımda kimseye sert yapmam. kars'ın digor ilçesinde mecburi hizmet yapıyorum. hasta getiriyorlar diyelim ki yaralı. bir hasta yirmi adam bağırıp çağırıyorlar. aralarından hastaya ulaşamıyorum. bir malzeme alacağım kalabalıkta hareket edemiyorum. dışarı çıkar mısınız dediğim zaman hayır çıkmam diyor. çıkar mısınız kelimesini soru olarak algılıyor ve çıkmam diyor. çıkın lan dışarı diye tüm sesimle bağırdığımda kafalarını öne eğip çıkıyorlar. ben bunu öğrendikten sonra hasta yakınlarına bağırıyorum sözüm dinliyorlar. doktor bey haklı diyorlar.

    sonrasında tedaviye dirençli hastalar oluyor. ilacınızı bitinceye kadar kullanacaksınız diyorum hastaya, kafasına göre kendini iyi hissedince bırakıyor. ilacını bitirene kadar kullanmazsan buraya bir daha gelme diye bağırıp çağırdığım atarlandığım hastalar tedavilerine devam ediyor. bunu o bölgenin insanının eğitimsiz bırakılmasına bağlıyordum.

    sonrasında orada işim bitince eskişehir'e geldim. azarladığım hatta bağırıp çağırdığım hastaların tedavilerinde daha başarılı olduğumu gördüm. hatta şöyle ki hastanenin en atarlı doktoru olsam da polikliniğin önü hasta kaynıyor. diğer doktorlardan çok daha fazla hastam var ve çok daha fazla değer görüyorum.

    yaptığımın hoş ve kabul edilebilir olmadığını biliyorum ama hastaları düşünmek zorundayım. doktorluk biraz da hasta psikolojisiyle oynamaktır. böyle halka böyle doktor. böyle göte böyle yarrak.

  • 5. de'lerin yazılışına takmış güruh

    o zaman ama yerine de am yazalım, hem daha güzel. bir harften ne olacak ki?

    ben bağlaç olan de ile ek olan -de' yi ayıramayacak kadar embesilim diyorsanız kimseye laf düşmez ama. ayrıca tek taktığımız da o değildir. tabii ki yerine tabiki ya da tabi ki yazıyorsunuz ya da -ki' nin yazımını da beceremiyorsunuz ama henüz -de' yi halledemeyen biri için bunlar çok sonraki meseleler.

  • 6. aynı gemideyiz diyerek hitler'i destekleyen alman

    muhtemelen;

    *"abi ne kadar kötü de olsa hitler bizim liderimiz"
    *"ben de eleştiririm ama polonya meselesinde destekliyorum"
    *"siz hitler karşıtı olucam diye devlet karşıtı olmuşsunuz"
    *"almanya'nın menfaati yerine sovyetleri desteleyen vatan hainleri"

    de demiştir.

  • 7. harvard kantininde profesörle kavga etmek

    harvard değil odtü.
    nasa değil tübitak.
    amerikalı değil türk.
    afro değil barzo.
    profesör değil burhan kuzu.

  • 8. stephen curry

    bu abimiz dün gece de 3. periyot sonu orta sahadan "gayet normal" bir şekilde üçlüğü sallayınca biraz araştırdım bu adam bu kadar geriden nasıl bir yüzdeyle atıyor diye. bulduğum rakamlar inanılır gibi değil.

    herif 28 feet - 50 feet arası mesafeden 35/52 şut atmış.
    bu şu demek; bu adam 7.23 metre uzaklıktaki üçlük çizgisinin 1.5 metre gerisinden itibaren, yani 8.5 metre - 15.5 metre arasındaki alandan 67% ile şut atıyor.

    adamı boş bırakmamana rağmen üçlük çizgisinin bir buçuk metre gerisinden itibaren attığı üç şutun ikisi giriyor.

    [caps lock] oha [/caps lock]

    bundan daha da ilginç şöyle bir istatistik çıkıyor.
    curry yarı sahayı geçtiği anda şut atmadan foul yapmak daha mantıklı.
    çünkü şu istatistiğe göre pozisyon başına 2.02 sayı üretiyor.
    %90 ile serbest atış çizgisine gittiği için, ufak da olsa bir avantaj sağlanabilir.

    adam, olmayan 4lük çizgisinden şut atıyor ve oldukça isabetli atıyor.
    o kadar isabetli ki en yüksek yüzdeli pivotlar (sadece smaç vuran deandre jordan, hassan whiteside vs) bile 67% ile şut atmıyor.

    düşündükçe delirecek gibi oluyorum.

    herif oyunu bozdu beyler...

    ---

    not:

    dün gece 128 üst üste maçında üçlük isabeti bularak kyle korver'a ait rekoru geçti.
    büyük olasılık ebesinin nikahına kadar da ilerletecektir.

    ayrıca dün 10 üçlük bularak bu sezonki üçlük sayısını 276 adede getirdi.
    şu an nba'de bir sezonda en çok isabet bulma rekorunda ilk 3 sıra kendisine ait.

    1. stephen curry 286 2014-15 gsw
    2. stephen curry 276 2015-16 gsw
    3. stephen curry 272 2012-13 gsw
    4. ray allen 269 2005-06 sea

    geçen sene kırdığı en çok üçlük rekorunu geçmek için 10 üçlüğe ihtiyacı var. 10 üçlük daha atmak için 24 maçı var :(

    şu gidişatla 400ü geçecek öküzoğluöküz...

    [caps lock] oha [/caps lock]

  • 9. 26 şubat 2016 imc tv yayınının kesilmesi

    ülkede hukukun olmadığının bir diğer kanıtı. muhalif olan herkes öyle yada böyle susturuluyor, susturulmaya çalışılıyor. savcının tek bir talimatı ile türksat yayını kesiyor. hukuk devleti olsak böyle olmaz, önce bir soruşturma yürütülür, savunma alınır, ondan sonra adil bir şekilde karar verilir ve bu karar uygulanır. ama ülkede adalet olmadığı için soruşturma, kovuşturma, karar olmadan bir tv kanalı karartılabiliyor. ha biz yer miyiz? hayır. internetten izlemeye devam. penguen medyası izleyecek değiliz ya.

    edit: kafası basmayanlar için tekrar edeyim, hukuk herkese lazımdır, bugün veya yarın bana da size de lazım olacaktır, o zaman bu kararın içinizin yağlarını nasıl erittiğini hatırlarsınız. diyelim ki bu kanal gerçekten de terör örgütü propagandası yapıyor, yargılandı mı? hayır. bağımsız mahkemeden bu konuda bir karar çıktı mı? hayır. e o zaman buna sevinmek ahmaklıktan başka bir şey değil de nedir?

    edit 2: (bkz: basın özgürlüğünde 180 ülke içinde 149. olmak)

  • 10. 26 şubat 2016 türk f16'sının s400'lerce vurulması

    arkadaş, gerçek değil, kaynak yok. ama birisi çıkıp rahatlıkla "türk f16'sının s400'lerce vurulması" diye başlık açıp milleti endişeye sürükleyebiliyor. ayrıntısı da var ha, s400'ler vurmuş.

    orada yaşayan, askerlik yapan yakınları olan binlerce insan var. her gün stresten ve endişeden tırnaklarını kemiriyorlar. sen burada "önce ben yazcam, önce ben yazcam" diye kesin olmayan bir bilgiyi getirip ortalığı velveleye veriyorsun.

    buna kesinlikle engel olunmalı.

  • 11. evlendikten sonra eşinden sıkılmaya başlamak

  • 12. 26 şubat 2016 uefa avrupa ligi kura çekimi

    benim gibi hiç bir galatasaraylının fenerbahçe'ye braga ciktiktan sonra ballı demeye hakkı yok.
    çünkü sen,
    atletico de madrid
    sl benfica
    astana

    grubundan ite kaka zor bela 5 puan al, sonra gel bunlara ballı de. yok öyle yağma...

  • 13. beşiktaş

    geçen seneden hatırlatmalar yapmakta fayda görüyorum.

    şu anda 23.hafta itibariyle takımın puanı 51 (bir maçımız eksik gerçi), fenerbahçe'nin puanı ise 50.

    geçen sene 23.haftada ise beşiktaş ve galatasaray'ın puanı 51, fenerbahçe'nin puanı 50 idi. yani manzara çok benzer. 23. haftayı sivas'ı yenmiş ve bir süre önce liverpool'u elemiş olarak bitiriyoruz. keyifler yerinde. 08.03.2015 tarihli yorumlardan:

    "bu takım bu sene şampiyon olacak. sizin bu saçma sapan algı çalışmalarınız boşa çıkacak"

    "100. yılında tarihinin en iyi futbolunu oynayan takım"

    fenerli bir arkadaştan "şunu çok net söyleyebilirim ki fenerbahçe'nin bu sene şampiyonluk yolunda tek rakibi kendisi, bir de emenike" (ikisi de olamadı)

    sonraki hafta bir kazanıp bir kaybettiğimiz sıkıntılı bir döneme başlıyoruz*. brugge'a yeniliyor,* erciyes'i ise 5-1 yeniyoruz*. sonrasında ise brugge'a yenilip avrupa'ya veda ediyoruz. moraller bozuluyor ve yorulma belirtileri başlıyor. sonrasında fenerbahçe'ye yeniliyor, ardından başakşehir ile berabere kalıyoruz.

    bütün bunlara rağmen hala 2.yiz ve birinci ile aramızda sadece 1 puan var. sonraki 3 haftada ise o kadar da ölmedik dercesine 3 galibiyet alıyor 29.haftaya galatasaray ile aynı puanda da olsak averaj ile lider giriyoruz. bu tarihlerde buradaki yorumlara bakalım:

    "şampiyon olacağız beşiktaşım bu sene..."

    "77 puanla puanla sampiyon olacak takimdir"

    "bu sene şampiyon olacağına can-ı gönülden inandığım takımım."

    hatta bak ben ne demişim "sezon sonunda bir beraberlik alan fenerbahçe'yi ve arenada yenerek galatasaray'ı geçerek şampiyon olacaktır." :)

    bak bunlar 29-30.haftalarda konuşulan şeyler. yani buraya kadar gelen bir takımın bunları konuşması gayet normal çünkü buraya kadar lider gelebiliyorsan ya şampiyon olur ya da kıl payı kaçırırısın değil mi? ama sonra ne oluyor biliyor musunuz? son 5 maçta 2 malubiyet, iki beraberlik bir galibiyet alıyor ve ligi şampiyonun tam 8 puan gerisinde kapatıyoruz. hem de bu puanları 10.sıradaki gaziantep'e, 12.sıradaki akhisar'a, ve 7.sıradaki torku konya'ya kaybediyoruz. öyle ki 29.haftaya lider girmemize rağmen 32.haftada şampiyonluk şansımızı kaybetmiş duruma düşüyoruz. sebebine ne dersen de. ister sakatlık ve, ister stadsızlık de, ister yorgunluk de. tarih bunları yazmayacak.

    uzun yıllar anlatılması gereken ibretlik bir hikaye bu. ama görünüşe göre çok çabuk unutmuşuz. hatırlasanıza geçen sene çocuk gibi heyecanlıydık. takım yine iyi futbol oynuyordu ve başlarında hepimizin sevdiği ve saydığı bir teknik direktör vardı. kadromuz başarıya açtı. ama olmadı. çünkü lig bitmeden biz kafamızda bitirmiştik. galatasaray ise yıllardır şampiyon olmanın verdiği tecrübe ile son 5 haftada aldığı 1-0, 1-0, 1-0, 2-0 ve 1-1'lik skorlarla fişi çekti. o ilk yarıda 4-5'den aşağı golle mağlup olmayan takım şampiyon oldu.

    sevinmeyin, heyecanlanmayın demiyorum. bu sene bazı şeylerin geçen seneden farklı olduğunun ben de bilincindeyim ama aklınızdan bu trajik hikayeyi hiç çıkarmayın. bence lig bu haftadan sonra başlıyor.

    edit: imla

  • 14. bayandan az kullanılmış temiz sarı fiat albea

    (bkz: keyfekeder taksimetreli)

  • 15. faiz sistemi adil değildir ve acımasızdır

    cumhurbaşkanı erdoğan'ın bir başka fantastik beyanı

    cumhurbaşkanı erdoğan, "yani 11 yıllık, 12 yıllık başbakanlığım döneminde hep bunun mücadelesini verdim. cumhurbaşkanlığımda bunun mücadelesini veriyorum, vermeye de devam edeceğim, kim rahatsız olursa olsun. hep söylüyoruz, yani biraz insaf artık, amerika'ya bakıyorsunuz 0,25, işte geçenlerde bir 0,25 daha ilave ettiler, 0,50. gidiyorsunuz japonya'ya eksi, avrupa'ya geliyorsun bakıyorsun 0,25 ve 0,50, 1,00, bilemedin 2,00, buralarda. israil, zaman zaman eksi, zaman zaman o da 1 civarında filan dolaşıyor. peki arkadaş ya bize ne oluyor? işte şu anda çift haneliye süzüldük. komisyonu filan falan eklediğin zaman 15-16-17. soruyorum şimdi, böyle bir faiz anlayışıyla türkiye'nin girişimcisi yatırım yapabilir mi, istihdam sağlayabilir mi, üretim yapabilir mi, rekabete açılabilir mi? " dedi.

    beyefendi, 13 yıldır faiz ve enflasyon ilişkisini çözememiş zira hala faizleri düşürürse enflasyon sorununu da halledeceğini düşünüyor oysaki enflasyonun bir mikrop, faizin ise bu mikroptan dolayı ateşinizin yükseldiğini gösteren bir derece olduğunu idrak edememiş durumda.

    insan konuşmadan önce amerika'da, japonya'da, israil'de ve avrupa ülkelerinde enflasyon yüzde kaç bir bakar. para birimi son 3 yılda dolar karşısında %53 değer kaybetmiş bir ülkeyi yöneten insan, ekonomiyi de en iyi biz biliriz kafasında olunca böyle açıklamaları rahatlıkla yapabiliyor.

    buradan götürgev'e çağrıda bulunmak istiyorum; para sıfırlama 303, din istismarı 402 derslerinin yanına ek olarak ekonomi 101 dersi açarsanız sevinirim.

  • 16. brezilya'da 19 bin tl'ye sıfır fiat satılması

    hastanede çalışan biri google earth'de neden brezilya sokaklarında dolaşır merak ettiren durum. arkadaş geyiğe lüzumsuzluğa vakit ayırma potansiyelimiz başka ülkede yok.

  • 17. ekşi sözlük'teki mhp düşmanlığı

    bahsi geçen partinin 50 seneden bu yana ne s.ke yaradığını bilen varsa beri gelsin. biz mhp ye düşman olduğumuz kadar kütüğe de düşmanız

    (bkz: kütük)

  • 18. 26 şubat 2016 kalitehost iletişim rezaleti

    linç edeceksiniz biliyorum da bence nurettin haklı. hem beleş diye gel. sonra vıdı vıdı et niye para istiyorsunuz de. sonra da müşteriye böyle davranılmaz de.

    nurettin diyor zaten: müşteri olmaya da niyetin yok diye.

    donanımhabere yaz sen diye bitireydi nurettin efsane olurdu bence.

    edit: (bkz: bedava peynir sadece fare kapanında olur/@davulcu vedat)

  • 19. uzmankirala.com'daki kiralık ekşi sözlük hizmeti

    sözlük maaşı neyine yetmiyor anlamadım.

  • 20. sporting braga

    gelin eşleşmeyi inceleyelim:

    -dortmund mu tottenham mı derken geldi.
    -rakip kolay.
    -eski gücünü geçtim, eskiden de gücü yoktu.
    -fenerbahçe tarihinin en güçlü kadrolarından birine sahip.
    -fenerbahçe'nin teknik direktörü portekizli ve braga'yı çok iyi tanıyor.
    -kısaca tüm her şey fenerbahçe'den yana.

    bundan dolayı eleneceğiz amk. bir türk takımında her şey bizden yanaysa ne zaman yendik, eledik lan biz? yok öyle bir şey. hemen sevinmeye de başladık. tamamdır iş.

  • 21. ay'da yapılaşmanın başlaması

    (bkz: ağaoğlu my moon)

  • 22. civcivin inanılmaz hikayesi

  • 23. uzun boylu az yağlı hafif kaslı mühendis erkek

    kısa boylu, çok yağlı ve kassız patronu olan erkek.

  • 24. yasin balkır

    intihar etmekten bahsetmiş. ulan sen daha 12k takipçili instagram hesabını kapatmaya kıyamazken canına nasıl kıyacaksın *

  • 25. düzen ve simetri hastalarını mutlu edecek fotoğraf

    düzen ve simetri manyaklarını zevkten zevke taşıyacak fotoğraflardır. bunlar gibi mesela;

    1- istifcinin kralıyım; http://i.hizliresim.com/212zkn.png
    2- anne ve bebeği; http://i.hizliresim.com/bpz20d.png
    3- yaşasın convers kardeşliği; http://i.hizliresim.com/zkldvk.png
    4- buzlar da kayar; http://i.hizliresim.com/o3a7z7.png
    5- saçım şekil, önümden çekil; http://i.hizliresim.com/ljk1ye.png
    6- tiroide iyi gelir; http://i.hizliresim.com/valylp.png
    7- bu taraftan gitti rıza baba; http://i.hizliresim.com/nmargr.png
    8- seçmece yok abla ben vereyim; http://i.hizliresim.com/v5g4lp.png
    9- çıkma lastik bulunur; http://i.hizliresim.com/1vydkg.png
    10- abi o parmağı çeksek ordan; http://i.hizliresim.com/lap34b.png
    11- su gelir güldür güldür; http://i.hizliresim.com/7govba.png
    12- kübik doğranmış sebze-meyve; http://i.hizliresim.com/pk5mo7.png
    13- it ci düzeni bu olsa gerek; http://i.hizliresim.com/zkldvz.png (mest edici)
    14- kakaolu kar; http://i.hizliresim.com/ljk1yp.png
    15- aloe vera daki simetri; http://i.hizliresim.com/nmarga.png
    16- mon ami nin 128 liği bu kahvede; http://i.hizliresim.com/v5g4ld.png (mavi yine bitmiş)
    17- meyveli gazoz dünyası; http://i.hizliresim.com/1vydkb.png
    18- parkomat bozuksa park etmeyiniz; http://i.hizliresim.com/rmg9vz.png
    19- veni vidi vici; http://i.hizliresim.com/7govbr.png (ah benim güzel abim, ne yol tepmişsin sen öyle)
    20- kiloyla eti negro; http://i.hizliresim.com/pk5mob.png (sanırım bu oreo imiş, fanları beni uyardı, sağolsunlar)
    21- tetriste çubuk beklerken; http://i.hizliresim.com/g8koaq.png
    22- çöp kovası başında kalem açarken; http://i.hizliresim.com/9ovl5o.png
    23- başımı sokacak bi yer olsun yeter; http://i.hizliresim.com/qm4blv.png
    24- 1 top sade lütfen; http://i.hizliresim.com/mp6jy7.png
    25- seçmece yok abla ben vereyim (2); http://i.hizliresim.com/qbrmlr.png
    26- it ci düzeni bu olsa gerek (2); http://i.hizliresim.com/xkb4oo.png (mora bayılırım)
    27- ben askerde kamuflajcıydım; http://i.hizliresim.com/bdlb2n.png
    28- bahçıvan kör oldu; http://i.hizliresim.com/d3nb2q.png
    29- istif benim işim; http://i.hizliresim.com/578vka.png
    30- tarladan bugün geldi bunlar; http://i.hizliresim.com/a7ajgq.png

  • 26. bjk'nin şampiyon olup fb'nin uefa kupasını alması

    olması haline 3. olan takım da şampiyonlar ligine gider ve bu da galatasaray olursa herkes mutlu olur. bir beşiktaşlı olarak ben tatmin oldum.

    beşiktaş şampiyon olduğu için direkt gruplarda.
    fenerbahçe uefa'yı aldığı için direkt gruplarda.
    galatasaray'da avrupa puanının ekmeğini yeyip seribaşı olursa, o da gruplara çıkar.

    3 takımla şampiyonlar liginde mücadele ederiz lan. hayal gibi.

    ama tabi galatasaray'ın ceza almaması gerekiyor. galatasaray gidemezse diğer takımlarımızı hüpletirler elemelerde.

  • 27. 30 yaşında olmasına rağmen hayal kuran insan

    bir abimiz vardı, 30 yaşındaydı hayal kuruyordu. geçen yıl kızının birinci yaş gününü kutlayamamıştı. iyi bir iş çıkmış, yeni aldığı evin kredi taksidini ödemek için tırı ile yollara düşmüştü. geçenlerde "bu sene geçen yılın acısı çıkacak, dünyayı önüme serseler 1 mayısta yola çıkmam." demişti. hepimizi "sıpa"sının doğum gününe çağırmıştı. "kesin geliyorsunuz ha, izi mizin alın memlekete gelip sıpamın doğum gününe katılın." dedi. biz de "daha iki buçuk ay var kim öle kim kala hasan abi." dedik.
    ve hasan abi geçen hafta öldü, gizli buzlanma yüzünden tırı devrilmiş. önceki akşam 7'si okutuldu. kızının bir yaş gününü kutlayamadan göçüp gitti bu dünyadan.
    demem o ki bazen bazı şeyleri gerçekleştirmeye - kaç yaşında olursan ol - ömür yetmiyor. en iyisi bırakın, yadırgamayın da insanların bu fani dünyadan giderken götürdükleri şey - en azından - hayalleri olsun.

  • 28. sevgiliyle sevişecekken babasıyla içmeye gitmek

  • 29. erdoğan'a hazırlanan tekbirli doğum günü sürprizi

    (bkz: moron)

  • 30. mustafa denizli

    öncelikle şunu belirteyim.. galatasaray'ı kariyerinde şampiyon falan yapmamıştır!

    galatasaray'ı 86-87'de derwall şampiyon yapmıştır, 87-88 bu hoca olarak başlasada bir kaç maç sonra derwall sahaya inmiştir..

    bu bir.

    ikincisi hayatının hiçbir evresinde büyük bir hoca da olmamıştır..

    1986-97 ve 1987-88 ile derwall ile şampiyon olan takım zaten simoviç-ismail-semih-cüneyt-erhan-yusuf-prekazi-uğur-muhammed-tanju-mirsad'lı takımdır. ilk sezon tanju yoktur, ilyas, arif, metin falan zaten galatasaray'ın oyuncusudur..

    ha alt yapıdan bülent korkmaz'a güvenmiş oynatmıştır ki aslında 21 yaşındaki bir oyuncudan bahsediyoruz aslında çok genç sayılmaz. aynısını bülent, hamburg'a karşı yapamamıştır ve semih kaya'yı oynatmamıştır. belki de tur gitmiştir.

    neyse zaten iyi olan kadro havasını yakalamış yarı final oynamıştır ama ligde 4. olmuştur yanlış hatırlamıyorsam..

    sonra kalkıp milan'a falan hoca olmadı, almanya 2.liginde hoca oldu!

    1 sezon sonra takıma döndü, başarısız oldu, 5 puan öndeyken şampiyonluğu beşiktaş'a verdi falan.

    ardından atv'de spor haberlerini sunmaya başladı. düşünsene fatih terim spor haberlerini sunuyor!

    43 yaşındasın ve buyuk teknık dırektorum dıye egoların var ama spor haberleri sunarak para kazanıyorsun!

    neyse, kocaelispor'a transfer oldu. öyle böyle bir kaç başarılı sonuç aldı kocaeli ile. ha tabi buradada sefa sirmen'in kurduğu müthiş takım vardı..

    moşe, saffet, faruk, mirkoviç, ömeroviç, osman, volkan, evren, turan.. adam alıyor satıyordu falan..

    sonrası milli takım..

    türk futbl tarihinin en iyi kadrosunu dunya kupasına götüremedi!

    rüştü, engin, umit davala, bülent, alpay, ogün, abdullah, k.hakan, okan, suat, tugay, sergen, ertuğrul, oktay, hakan şükür, arif vs. vs. vs.

    ne ararsan var kadroyu götüremedi!

    tabi ki basın bir şey demedi neden? çünkü adam herkesle iyi olmuş, basın da çevresi çok!

    sonra 2000 elemelerinde, galatasaray gerçeği varken sahaya rüştü-ali eren-ogün-ayhan-tayfur-oktay-tayfun- abdullah'larla çıktı!

    play off larda galip gelemeden irlanda'yı eledi!

    belkide şampiyon olacağımız euro 2000'e emre belözoğlu'nu götürmed! uefa şampiyonu takımın iskeletiyle oynamak yerine ( fatih-bülent-k.hakan-suat-emre-okan-arif hakan. koy rüştü, alpay ve sergen'i) abuk subuk adamlarla, mustafa izzet'lerle falan oynadı!

    üstelik turnuva esnasında sergen ve tugay ile takışıp kadro dışı bıraktı! ulan turnuva la bu! sezon mu adamı kado dışı bırakıyorsun vakit mi var!

    burada 4 puanla gruptan çıkmış, portekiz'e elenmiştir. belkide türk futbol tarihinde en önemli fırsatı tepmiştir!

    sonrası malum zaten aziz yıldırım'ın transferleri ve masa başı oyunlarıyla yaşanan fenerbahçe'de şampiyonluk!

    ardından daha 50'li yaşların başında manisa'lar, iran takımlarında sürünmeler!

    aç kalınca ligtv'de yorumculuk! şansal abimizin lobisiyle, ligtv'de yorumcu olan her hoca gibi beşiktaş'a hoca olması!

    fenerbahçe ve galatasaray'ın geride kaldığı ligde sivasspor ile çekişerek şampiyonluk yaşaması!

    sonrası yine abuk subuk takımlar ve rize falan..

    bu adamın lobisi var arkadaşlar, arkası sağlam ve torpilli. hayatının hiçbir evresinde başarılı bir hoca olmamıştır! ersun'lar, hamza'lar hatta cevat güler'ler bile buyuk takımları şampiyon yaptı! ersun yanal'dan iyi bile değildir! 30 sene evvel galatasaray'ın yarı final oynamasının ekmeğini, edindiği çevreyle yiyen adam..

    fatih terim, 1996'da buyuk takıma hoca oldu. 20 senede 6 lig, 2 türkiye kupası, 4 türkiye süper kupası, 3 tsyd kupası, 1 uefa kupası kazanmışken..

    1987'de buyuk bir kulüpte başlayan kariyerinde 30 senede kazandığı 2 tane lig, 2 tane de türkiye kupası kazanmıştır!

    mustafa denizli tam bir balondur!

  • 31. yer altı çöp konteyneri

    avrupada görülse aboo biz kullanınca saçma.birbirimizi tebrik etmedikçe gerilemeye mahkumuz.

  • 32. ingilizce anlamı olan türk ismine sahip olmak

    ama ne yazık ki keyser söze kadar bile türkçe bilmemek.

    söylemek istediği şeyi ingilizce'de anlamlı olan türkçe isme sahip olmak yerine ingilizce karşılığı olan türkçe isme sahip olmak anlamına gelecek şekilde ifade etmek.

  • 33. fenerbahçe'nin uefa kupasını kazanması

    teknik tıraktör denen kekoyla imkansız.

  • 34. bilal erdoğan'ın bilgisayar şifresi

    aynı anda harf ve rakam kullanımını gerektiriyorsa b1b1c1m olması muhtemel şifredir.

  • 35. 29 şubat 2016 fenerbahçe beşiktaş maçı

    beyzademiz ne demiş:

    "siz hiç fenerbahçe'yle şampiyonluk için çekişirken, kenetlenmiş bir kadıköy'ün önünde top oynadınız mı?

    trabzon 2011'de oynadı, kör oldu."

    aynı trabzon sizinle 2010'da da oynadı, maçın sonunda stadı yaktınız amk.

    aynı sezonda şampiyon olan bursa'nın sizi kadıköy'de 3-2 paketlediğini de unutmuşsunuz herhalde.

    diyeceğim o ki biraz balık yiyin olum balık. hamsi olması şart değil. beyin gelişimi için şart.

  • 36. cuma günü plaza önünde bira içen plaza kaşarı

  • 37. türkiye'nin 3/4'ü bağnaz yobaz

    gediğine cuk diye oturan söz. yukarıdaki entrylerden de anlayabilirsiniz ne kadar doğru bir tesbit olduğunu.

  • 38. patatesin kilosunun 35 kuruşa düşmesi

    "geçen sezon yüksek fiyatıyla gündeme gelen patates, bu yıl ihtiyaç fazlası üretim nedeniyle depolarda kaldı.
    geçen yıl kilogram fiyatı 5 liraya kadar yükselen patates, kapadokya bölgesindeki depolarda toptan ortalama 35 kuruştan alıcı bekliyor."

    kaynak

    galiba geçen sene patlayan fiyatlar sebebiyle bir çok üretici bu işe soyunuyor ve güm! beklenen son. ha pazara, manava yansır mı derseniz çok tatlı ve iyi niyetli olduğunuzu söyleyebilirim. tabi ki yansımaz seni şapşik.

  • 39. aşık olduğu kıza karşı ilgisiz davranan erkek

    küçükken de sevdiği kızların saçını çeken erkekti kendisi.
    ama universiteli hali de var.
    sınıfta bir gün hic yer yoktu, 1 kişinin yanı boştu aldim cantami buraya gectim.
    bir süre sonra orada oturan çocuk geldi.
    nasil oraya direkt gecebiliyorsun, ben solda oturamam vs bir bagiris , o kadar utandim ki sadece sen yoktun diyerek oturdum.

    gururlu insan olamazdim yoklamada bir yok daha kalma sebebiydi *
    ıcimden bir sürü laf ettim ders bitti ciktim gittim.

    evet , bir kac gun sonra bu beni orada yerin dibine sokan çocuk seviyormus beni öyle dedi.
    ben de ilkokulda olsaydık seni sevebilirdim.

  • 40. izmir

    kendi çapımda ufak bir gezi rehberi hazırladım ;

    şehre dışarıdan geldiğimizi varsayalım. hava alanı yoluyla geliyorsak izbana binip halkapınar istasyonunda iniyoruz . halkapınar istasyonundan da paraleldeki metrodan fahrettin altay istikametine binip konak istasyonundan iskele çıkışından çıkıyoruz. eğer terminalden otobüsle geliyorsak 302 numaraya binip yine konakta iniyoruz. toplu taşımada para , bilet v.s. geçmediği için 7,5 liraya satılan kenkarttan alıp içine bir 20 lira basıyoruz. bittikçe dolduruyoruz. 90 dakika içinde ilk binişten sonraki her biniş ücretsiz olduğu için ekonomi yapıyoruz. vapur , metro , izban ve otobüste kentkart geçiyor. 3 5 kart diye satılan geçici kartlar da var ama bunlarla ulaşım daha pahalıya geliyor. kentkart alıp bir daha geliş için saklamak veya bir tanıdığa vermek daha mantıklı. ayrıca 90 dakikalık süreyi kullanırken kentkart doldurmuyoruz çünkü dolum yaparsak süre sıfırlanıyor. kentkartı veznelerden , kentkart logosu olan market ve büfelerden ayrıca otomatlardan doldurabiliyoruz.

    not : başlamadan önce şunu söylemek istiyorum. izmir dışardan gelişte yabancılar için ilk izlenim olarak bok gibi gözükür. garajdan gelsen her taraf gecekondu sanayidir hava alanından gelsen karabağlardan , gürçeşme altlarından v.s. geçersin ki hepsi de görünüm açısından leş gibidir. her heyecanlı ergen gibi " bu ne ya amk , bu muymuş izmir" diye serzenişte bulunmadan önce az otur soluklan , keyif almaya bak.

    devam ;

    konakta indikten sonra saat kulesini ve konak meydanını ufak çaplı geziyoruz. konak meydanını gezerken pazar günü olmamasını tavsiye ederim. pazar günleri er eğitim alayı ve motor meslek lisesinin önü gibi olabiliyor.
    http://2.bp.blogspot.com/…600/izmir saat kulesi.jpg
    http://www.izmir.bel.tr/…ogaleri/buyuk/15121380.jpg
    http://www.apikam.org.tr/…ar/galeriler/resim/53.jpg
    http://epamimarlik.com/…012/09/dscn1241-808x900.jpg
    http://cinarhaberajansi.com/…s/2015/07/42203331.jpg

    saat kulesinin karşısından kemeraltına giriş yapıyoruz
    http://irfanasor.com/…fanasor-kemeralti-carsisi.jpg

    girişte solda şekerci ali galip bulunur. tarihi bir firmadır buradan çok lezzetli çikolat , şeker v.s. alabilirsiniz. daha içerlerde ise yine çok eski bir firma olan kemal kutucu'dan şekerleme alabilirsiniz.

    http://www.haberekspres.com.tr/…li_galip_h68540.jpg
    https://static.sehirfirsati.com/…/1338017566367.jpg
    http://2.bp.blogspot.com/…s1600/20140228_143621.jpg

    http://i.sabah.com.tr/…pg?6498252094720150919014818
    http://i.tmgrup.com.tr/…19/276x325/583131921951.jpg
    kemeraltında kestane pazarı civarında

    turşu suyu içiyoruz
    http://s3-media2.fl.yelpcdn.com/…2y-90sjyawmq/l.jpg

    balık ekmek ve taze pişmiş midye yiyoruz. burada satılan midyeler türkiye genelinde en taze pişmiş ve en ucuz midyelerdir. sıcak midye bile yiyebilirsiniz.

    http://2.bp.blogspot.com/…p-bcfy/s1600/img_0068.jpg

    buradan kızlarağası hanına geçiyoruz. kızlarağası hanını gezdikten sonra ortadaki boş alanda çay kahve içebilir üst kattaki eski dükkanları da gezebilirsiniz. ayrıca kızlarağası hanının etrafındaki kilimli kafelerde fincanda pişmiş türk kahvesi içebilirsiniz.

    http://www.firsat35.com/…aragasi-hani-215-950px.jpg

    http://www.eldestino.com.tr/resimler/wdfwqe.jpg

    buradan hisarönüne geçiyoruz. buradan tespih tezgahlarından alışveriş yapabilir , iskender ve 1975'ten beri faaliyette olan meşhur hisar söğüşçüsü mustafadan söğüş yiyebilirsiniz. eğer hava sıcaksa meşhur mennan pastanesinden içinde gerçek karadut parçaları bulunan karadutlu dondurmayı mideye indirebilirsiniz.

    http://www.mimarizm.com/…lti/kemeralti_hisaronu.jpg

    https://scontent.cdninstagram.com/…2098956192_n.jpg

    http://www.turkeysforlife.com/…kemeralti+turkey.jpg

    http://www.neredeneyenir.net/…3ecd95f934_medium.jpg

    kemaraltının iki ana sokağı vardır. ikisi birbirine paralel ilerler. ikisini de gezip bolca alışveriş yapabilirsiniz. biri tekstil ağırlıklı iken diğeri benim sevdiğim baharatçıların ağırlık olduğu diğer sokaktır. başdurak mevkiindeki meşhur yudumla şerbetçisinden kara dut şerbeti içebilirsiniz. ayrıca değirmen baharatçısından envayi çeşit baharat v.s. alabilirsiniz.

    http://www.pembe.club/…/izmir-kemeraltı-çarşısı.jpg

    http://www.yenisoz.com.tr/…otogaleri/0/6655/249.jpg

    abacıoğlu han uğrayabileceğiniz başka mekanlardan biri. burada güzel ev yemekleri yiyebilir , iş çıkış saatini denk getirirseniz kemeraltının ağır abileriyle rakı muhabbeti yapabilirsiniz. ayrıca içerisinde tuvalet mevcut.

    http://www.tarkem.com.tr/uploads/images/1_1.jpg

    https://scontent.cdninstagram.com/…1307068875_n.jpg

    bir diğer durağımızda havra sokağı. izmirin en eski alışveriş yerlerinden olan bu yer ismini hemen dibindeki havradan alır. buradan deniz ürünleri ve taze sebze meyve alabilirsiniz. fiyatları diğer şehirlerin ucuz adıyla anılan semt pazarlarından daha uygundur.

    http://i.milliyet.com.tr/…2/08/fft99_mf1820305.jpeg

    https://gezgintech.com/…4/05/izmir-havra-sokagi.jpg

    havra sokağından düz yukarıya doğru yürüyüp mezarlıkbaşına yani agoraya çıkıyoruz. burada agorayı gezebiliriz.

    http://international.deu.edu.tr/…oads/2014/12/9.jpg
    http://static.panoramio.com/…otos/large/7273129.jpg

    buradan fevzipaşa bulvarı istikametiyle veya tekrardan geriye doğru kemeraltının içinden konağa ulaşıyoruz. konak meydanında kuşlara yem atıyoruz. vapur iskelesinin üstündeki kafede veya çim merdivenlerde çay içip dinleniyoruz.

    http://img.haberler.com/…eydani-nda-7811921_x_o.jpg
    https://c2.staticflickr.com/…09395_1ba8fa90df_b.jpg
    http://static.panoramio.com/…tos/large/20389669.jpg

    konak meydanından küçük köprüyle konak piere geliyoruz. burada konak pieri gezip etrafındaki mekanlarda soluklanıp yemek , bira , çay kola ne varsa nasipleniyoruz. gün batımına denk getirirseniz çok keyifli bir manzara izliyoruz.

    http://static.panoramio.com/…hotos/large/885549.jpg

    http://galeri.netfotograf.com/…28662c9e28643fd4.jpg

    http://www.konakpier.net/assets/after.jpg

    http://i1.trekearth.com/photos/78379/pier.jpg

    http://travel.keystone24.com/…78685f2860ca80d2b.png

    konak meydanından pasaport iskelesine yürüyebilirsiniz. deniz kıyısında oturup pelikan ve karabatakları izleyebilirsiniz.
    https://izmirlawschool.files.wordpress.com/…ort.jpg
    https://gezgintech.com/…pasaport-iskelesi-izmir.jpg

    buraya kadar gelmişken cumhuriyet meydanına uğrayabilirsiniz.
    http://www.peninsulatours.com.tr/…s/deppo/812-7.jpg

    http://www.izmirgundem.com/…ismasi-video-d84b77.jpg

    bir sonraki meydan da alsancak vapur iskelesinin olduğu gündoğdu meydanı

    http://3.bp.blogspot.com/…cvqw-h_umu/s1600/16.2.jpg

    konak meydanında bir diğer gezilecek mekan arkeoloji ve etnoğrafya müzeleridir. ikisi aynı yerde bulunur fakat binaları ayrıdır. varyantın hemen girişinde bahri baba parkının yanında yer alır.

    http://www.izmirmuzesi.gov.tr/…356-5d706c58d355.jpg
    http://static.panoramio.com/…tos/large/51766117.jpg

    eğer bacağımıza baldırımıza güveniyorsak varyanttan yuları doğru çıkarak şahane manzaranın tadına varıyor oyun ve oyuncak müzesine uğruyor daha sonra varyantın üst kısmındaki güzel fatih camminin bahçesindeki çay ocağında izmir manzarası eşliğinde çayımızı kahvemizi içiyoruz. eğer vaktimiz varsa bayramyeri pazaryerinde halitbey ilköğretim okulunun arka kısmında tatar ailelerden kalmış bir gelenek olarak çibörek yiyoruz. pazar gününe denk getirirseniz pazaryerinde doğal otlar bulabiliyoruz.

    http://www.izmiroyuncakmuzesi.com/…ry/photo/m_7.jpg
    http://cdncms.zaman.com.tr/2012/11/09/oyuncak.jpg
    http://img.webme.com/…/myvaryant/fatihcamiidış1.jpg
    http://img01.deviantart.net/…_canerator-d4sbhka.jpg
    http://2.bp.blogspot.com/…uzrzx8/s1600/sany0129.jpg
    http://www.dunyabizim.com/images/news/26196.jpg
    http://static.panoramio.com/…tos/large/26395292.jpg

    eğer izmiri iyice tepeden göreceğiz derseniz eşrefpaşa istikametinden kadifekaleye çıkıp buradan izmir manzarasına bakabilirsiniz.

    https://upload.wikimedia.org/…key_eunlublogspot.jpg
    http://www.tarkem.com.tr/…difekale1_65_10081311.jpg
    http://media-cdn.tripadvisor.com/…zmir-from-the.jpg
    http://www.urlaweb.com/izmirsehri/kk21.jpg
    http://mw2.google.com/…io/photos/medium/7274010.jpg

    bir diğer büyük gezilecek alan ise izmir kültürpark fuar alanı. fuar artık gaziemir tarafında ama gezilesi alan büyük bir park olarak yerinde duruyor. fuara ağustos ayında açılan fuar zamanı dışında giriş ücretsiz. çoğu kişi fuar zamanı gezilmesi gerektiğini düşünebilir ama bence fuarın en güzel zamanı havanın güzel olduğu hafta içi günleri. hafta içi kimse yoktur rahat rahat dolaşıp yürüyüş yapabilirsiniz. fuarın kendisi zaten şehrin göbeğinde nefes almak için mükemmel bir yerdir. içindeki gölette polyester kuğulara binebilir havuzların kıyısında oturabilirsiniz. hiçbir şey yapmadan oturmak bile insana huzur verir. ayrıca yanınızda çoluk çocuk varsa lunapark içindeki oyuncaklara çocukları bindirebilirsiniz hafta sonu ise sizde binebilirsiniz. buradan lozan kapısından alsancağa geçebilirsiniz.

    http://1.bp.blogspot.com/…rpark+fuar+alan%c4%b1.jpg

    http://static.panoramio.com/…tos/large/27811967.jpg

    https://c2.staticflickr.com/…70657_f4db46057d_b.jpg

    http://static.panoramio.com/…tos/large/26000153.jpg

    http://www.egemeclisi.com/…s/uploads/kulturpark.jpg

    http://static.panoramio.com/…s/original/7101161.jpg

    http://galeri3.arkitera.com/…1/İzmir fuarı.jpg.jpeg

    http://www.firsat35.com/…15/10/kulturpark-izmir.jpg

    konak istikametinden gidebileceğiniz bir başka yer dario morenonun sokağı ve tarihi asansördür. konaktan güzel yalı yönüne doğru sahilin paralelinde ilerleyen mithatpaşa caddesi üzerinden yürüseniz dario moreno sokağının önünden geçersiniz. dario morenonun evini ziyaret ettikten sonra asansörle yukarı çıkıp manzarayı izleyebilir hatta yemek yer şarap içebilirsiniz.

    https://i.ytimg.com/…/ukoufqkgnb8/maxresdefault.jpg
    http://www.hanifetemel.com/…nt/uploads/img_1430.jpg
    http://galeri.uludagsozluk.com/…no-sokagi_44587.gif
    http://www.arserasansor.com/…ges/elevator/img-3.jpg
    https://upload.wikimedia.org/…view_izmir_turkey.jpg
    http://www.atillakilic.com.tr/…2011/05/ati_0282.jpg
    http://f.internetara.com/…_nk_sftubvsbou_sl_kqh.jpg
    http://www.hanimlarindunyasi.com/…arihi-asansör.jpg

    asansörden indikten sonra aynı istikameti devam edip güzelyalıya geliyoruz. burada sahildeki mekanlarda oturup çay , kahve , bira , nargile içip yemek yiyebilirsiniz. köprüden karşıya geçip deniz kıyısında oturup yürüyebilirsiniz.

    http://www.nargileneredeicilir.com/…ion-cafe-01.jpg
    http://orig12.deviantart.net/…mir_by_mehmetyasa.jpg
    https://www.izmir.bel.tr/…k/20100624_6483_44175.jpg
    http://static.panoramio.com/…tos/large/95067165.jpg
    http://static.panoramio.com/…hotos/large/464728.jpg
    http://i.hurimg.com/…500x0/56162d590f25447680bd6a54
    http://img.haberler.com/…ete-acildi-7756343_x_o.jpg
    http://www.egelihaberciler.com/…a-altin-dokunus.jpg

    mustafa kemalpaşa sahil bulvarı üzerinde şehri çevreleyen körfezi bir uçtan diğerine gidebileceğiniz bisiklet yolu mevcuttur. konak vapur iskelesinde satılan bisim karttan alıp saati 1 liraya bisiklet binebilirsiniz. ayrıca bu bisikleti istediğimiz istasyonda bırakabiliyoruz. kartta bakiye kalmasa bile eksi bakiye kullanılabiliyor.

    http://www.eshot.gov.tr/…erdetay/big/haber773_0.jpg
    http://www.geziko.com/…oads/2014/07/izmir_bisim.jpg
    http://img.haberler.com/…stres-atiyor-7212028_o.jpg

    sıradaki durağımız kent ormanı ve inciraltı ama ilk önce levent marinaya uğrayıp cüzdanımıza güvenirsek yat ve körfez manzarası eşliğinde yemek yiyoruz . aslında burada da uygun menüler oluyor. alsancakta yediğiniz eh işte biraz pahalı diyebileceğiniz menüler burada da mevcut. illaki yemeniz mecbur değil şöyle bir uğrayabilirsiniz.

    http://www.leventmarina.com.tr/…ranlar/potiri/5.jpg
    http://www.leventmarina.com.tr/…ranlar/potiri/2.jpg
    http://www.leventmarina.com.tr/…ry4f4b466293734.jpg

    marinadan çıktıktan sonra yürüyerek kent ormanına geçiyoruz. buradaki kafeden ucuza çay kahve içebilirsiniz ayrıca arka tarafında tuvalet mevcut. ufak çaplı bir botanik alan da bulunuyor. ocak , şubat aylarında buradaki gölette filamingoları , karabatakları ve mekeleri gözlemleyebilirsiniz.genelde burada aileler mangal yakıp piknik yapıyor. pazar günleri tavsiye edilmez çok kalabalık oluyor. mangal yasak yazıyor ama pek karışan yok. bence yasaklanmalı.

    http://static.panoramio.com/…tos/large/82204254.jpg
    http://static.panoramio.com/…os/large/106647063.jpg
    http://static.panoramio.com/…os/large/106646609.jpg
    http://iletisim.ieu.edu.tr/…t/uploads/İnciraltı.jpg
    http://i.milliyet.com.tr/…6/23/fft99_mf2379764.jpeg

    kent ormanından karşıya yürüyerek inciraltına geçiyoruz. burada çeşitli kafeler , liman , özdilek alışveriş merkezi v.s. bulunuyor.

    http://commondatastorage.googleapis.com/…113431.jpg (geçeceğimiz köprü)
    http://www.firsat35.com/…oads/2015/10/inciralti.jpg
    http://www.geziresim.com/…ontent/uploads/genel1.jpg
    http://www.gezmelerde.com/…3/11/ata_inciralti12.jpg
    http://www.geziresim.com/…uze-gemileri-iskelesi.jpg
    http://www.hurriyet.com.tr/_np/0865/16730865.jpg

    buradan otobüs ve dolmuşla teleferiğe geçiyoruz . teleferiğe yayan olarak çıkış ve iniş mümkün. en son iniş çıkış parası 6 liraydı. baraj gölü veya izmir manzarası eşliğinde piknik yapabilirsiniz.
    http://radiomap.eu/tr/ege/izmir-teleferik_04.jpg
    http://www.izmirde.biz/…eleferik_dinlenme_alani.jpg
    http://www.karsiyakalife.com.tr/…ni-teleferik-1.jpg
    http://4.bp.blogspot.com/…%a7ova+teleferik+yeni.jpg

    alsancak istikametini ayrı bir program olarak düşündüm. yapabileceğimiz etkinlikler.

    çimlerde bira cips yapmak.
    http://boranemlak.com/…images/media_1403097912.jpeg
    http://www.mimdap.org/…content/uploads/kordon41.jpg
    http://static.wixstatic.com/…0b8b304ec5c768ca92.jpg

    kıbrıs şehitleri caddesini gezmek
    http://www.bakabakagez.com/…ir-kibris-sehitleri.jpg

    can yücel , muzaffer izgü ve gazi kadınlar sokağındaki mekanlarda geyik yapabiliriz.
    http://static.ucakbileti.com.tr/…1-gazikadinlar.jpg

    not : izmirde yaşayıp "böyle de bir izmir" varmış demek için mutlaka basmane meydanından anafartalar caddesine girip mezarlık başından çıkın. götürdüğüm birkaç kişi izmirde böyle bir sokak olduğuna oldukça şaşırmışlardı. resimden belli olmuyor ama o ortamı solumak lazım . şam town diyebilirim.
    http://static.panoramio.com/…tos/large/53000406.jpg

    edit : parça parça yazdığım için rotada sıkıntılar olabilir . zamanla güncellenebilir. bu entry uzun zamandır kenarda duruyordu. onedio tarzı bir sitede benzeri yayınlanmış görünce aklıma geldi ve kenarda duracağına framede dursun dedim. miras değil alın teri. fotolar alıntı tabiki. çekenlerin emeğine sağlık. doğru düzgün makinem olduğu zaman fotoğrafları kendi çektiklerimle güncellemeyi düşünüyorum. devamlı geçtiğim yerler olduğu için fotoğraf çekme ihtiyacı hissetmedim. yukarıda yazılan yerler izmirin merkezindeki çok ufak bir alandır. karşıyaka , urla yarımadası , foça , çeşme , kemalpaşa köyleri gibi pek çok yer eklenebilir.

  • 41. vefatı b.manço veya k.sunal etkisi yapacak kişiler

    https://i.ytimg.com/…/finihp7riau/maxresdefault.jpg

    konu kilit. dağılabilirsiniz.

  • 42. kedilerin gariplikleri

    kedileri sevmediğimi düşünürdüm 3 yıldır bir kızım var. adı lara. dünya bir yana lara bir yana.
    bir de akvaryumum- fanus var. 3 tane ayı kadar japon balıklı.
    lara bunların sidikli suyundan içmeye bayılıyor , su içerken bir iki pençe sallıyor haliyle japonlara, ama zarar verdiğini görmedim.
    banyodaydım , traş mıraş durumları . lara banyoya geldi , mırr mırrr bişey anlatıyor ama nasıl panik halinde. hem dönüyor hem mırlıyor.
    takıldım peşine, dönüp dönüp bana bakıyor hadi yürü der gibi.
    fanusun dibinde durdu, yere çöktü .
    bir baktım sumo japonlardan biri yerde yatıyor. ölmek üzere.
    lara bana bakıyor balığa bakıyor.
    aldım balığı, suya attım.
    lara piçi kafayı yamulttu mırr dedi, yatmaya gitti.

  • 43. polifonik melodi

    lise yılları asosyallikle yok olup gitmiş insanlar üniversiteye geldiğinde bir gruba, bir yerlere, bir şeylere ölümüne atlarlar ve onlara bağlanmak isterler. ben de üniversiteye girdiğimde hiç bir yeteneğim ve hobim olmadığı için işin kolayına kaçtım ve beşiktaş'a bağlandım. ailemin okumak için verdiği üç beş kuruş parayı formalara, beşiktaş dergisine yatırıyor digitürk alacak kadar bir gelirim olmadığı için de kahve köşelerinde beşiktaş maçlarını izliyordum. tam bir beşiktaş fanatiği olmuştum. insan futbol fanatiği olunca sevgilisinin olmaması, mal gibi bir adam olması asla göze batmaz çünkü futbol fanatiğinin cevabı hazırdır; "benim aşkım yeni nallıhanspor, ben ömrümü güdüllügücü’ne verdim" dediği anda karşısındaki herkes ona saygı duyar ve onu kimse yargılamaz.

    her şeyi abartma olayım burada da kendini göstermişti. beşiktaş’la yatıyor beşiktaş’la kalkıyordum. okul arkadaşlarım bahçeli’de, tunalı’da serengeti aslanı gibi karı kız kovalarken ben pascal nouma'nın posterine bakıp sigaramdan bir fırt çektikten sonra "ben de psikopatım ulan" diyordum. her şey o kadar güzeldi ki kimse bana karışmıyor, sevgilimin olmamasını, beşiktaş’tan başka muhabbet edemememi kimse sorgulamıyordu. hatta beşiktaş'ın maçlarının olduğu günlerde kimse beni aramıyordu. benim gibi asosyal adam için fanatiklik biçilmiş kaftandı.

    günlerden bir gün atv'de beşiktaş’ın kupa maçını izlerken alt yazı geçmeye başladım. "beşiktaşım benim biricik sevgilim melodisini cep telefonuna hemen yükle" diye. o dönemde kontör dünyanın en değerli şeyiydi. çöllere düşsem üç gün susuz kalsam bir bardak su mu yoksa 100 kontör mü diye sorsalar 100 kontörü seçerdim. ve bu melodi tam 64 kontördü. insan bazen gerçekten abandone oluyor şimdi bedava verseler almayacağım şeyi o dönem tam 64 kontör vererek aldım. artık telefonum çaldığından çarşı grubunun stadı yıktığı gibi ortamı yıkacaktı, benden mutlusu yoktu.

    ertesi gün okuluma gittim. arkadaş grubumun masasına oturdum. aylardır hiç kız olmayan masamızda ne hikmetse o gün kızlar cirit atıyordu. bir an ferhat'a döndüm “ne ayak la” der gibi bakış attım. o da çıkık çenesini hafifçe öne çıkararak “keyfimiz gıcır sorgulama” bakışı attı. insan ne kadar mal olursa olsun üniversitede masasına kızlar oturduğunda bir pişekara bir kavukluya dönüşür. muhabbetler, şakalar ve komik mallıklardan oluşan hikayelerimle ortama neşe saçmaya başladım. neticede aylardır ilhan mansız, pascal nouma'nın suratlarını gören biriydim. her şey harika giderken bir anda telefonum çalmaya başladı. nedense o ortamda, indirdiğim "beşiktaşım benim biricik sevgilim" melodisinde çarşının ruhundan eser yoktu resmen bu muazzez ersoy'un " dert ortağım benim biricik sevgilim"di. ortam bir anda buz kesti. kısa bir sessizlikten sonra kızlar aşağılayın kıkırdamalar başladı. ahh o kıkırdamaları kim bilir kaç defa duymuştum. telefonuma şöyle bir baktım arayan annemdi. bütün ortam benim polifonik melodim nedeniyle üçüncü sınıf bir bara, flash tv'deki evlendirme programlarına döndü. telefonumla bir kaç saniye daha bakıştıktan sonra içimden "hay zikiim senin gibi melodiyi" diyerek no tuşuna bastım. o anda ferhat bu sefer çıkık çenesini iyice öne çıkarmıştı. ferhat’ın çıkık çenesi bana bakarak "yapacağın işi zikeyim bok ettin ortamı” dedi.

  • 44. beşşar esed

    karaman universitesi mezunu stratejik dahi dudayeva'yi uzen sahis.

  • 45. can dündar

    fox ana haberde kendisine sorulan "dışarısı mı tehlikeli, içerisi mi?" sorusuna gülerek, "içerisi çok güvenli, bütün polis şefleri, askerler orada. hırsızları oraya almıyorlar." diyerek gülümseten bir ayar vermiştir.

  • 46. gazalici nihilist zihniyet

    geçtiğimiz günlerde kayseri'de gerçekleşen tecavüz intiharı sonrası tecavüzü ve ataerkil toplum yapısını lanetleyen tweetler ve yazılar epeyce gündem oluşturdu. kimileri islamın tecavüzü yasakladığını ve tecavüz eden kişinin müslüman olamayacağını iddia etti bir türkiye klasiği olarak. kimileri sorunun erkeklerde olduğunu ve erkeklerin baskısı ile masum bir kadının hayatından olduğunu iddia etti. kimi babasına neden güvenemediğini sorguladı kimi de sistemin bozuk olduğunu asıl odaklanılması gereken şeyin sistem olduğunu savundu. ben sistem eleştirisi yapanların tarafındayım. evlilik dışı cinselliğin haram sayıldığı islam ülkelerinde tecavüzlerin ekseri sebebi müslüman erkeklerdeki cinsel açlık mıdır? bana göre öyle ancak bunun tartışılmasını biraz gereksiz görüyorum bu yüzden hiç böyle bir şey söylememişim gibi devam edebilirsiniz yazımı okumaya. geleneksel yaygın islamı yani gazalici nihilizmi hayat tarzı olarak yaşayan biri ile namus üzerinden tartışmaya giremezsiniz. namus kavramı o insanın en merkezdeki, en korunaklı kalesidir ve sonuna kadar savunur bu kaleyi. benim odaklanacağım mesele daha çok tecavüz sonrası yaşanan gelişmelerle ilgili olacak. tecavüz sonrası intihara giden yolda mağdurlara gazalici nihilizmin etkisi nedir?

    özetle; bir öğretmen öğrencisine tecavüz ediyor, öğrenci öğretmenini şikayet ediyor, şikayet edilen kurumlar muhtemelen "babanın kulağına giderse kötü olur en iyisi biz bu konuyu kapatalım" bahanesiyle, kendi itibarını düşünerek ya da tecavüzcüyü korumaya çalışarak kızın şikayetini dikkate almıyor, babanın haberi yok, işlediği suç tecavüzcünün yanına kar kalıyor, kız sinir krizleri geçiriyor, babası ile de konuşamıyor, en sonunda canına kıyıyor. cansel buse kınalı'yı aslında elbirliği ile hepimiz öldürdük. onu bu hastalıklı toplum öldürdü. bu toplumun tarihsel bir kökten gelen hastalıklı ideolojisi öldürdü. çünkü bu toplum bir sapık ve tecavüzcü çıkarma makinesidir. bu makinenin felsefi duruşu gazalici nihilist zihniyettir. bu zihniyet ülkesinde olan hiçbir felaketin nedenlerini sorgulamaz. hiç olmamış gibi davranmayı seçer. iyi bir şey olduğunda kendine yorar kötü bir şey olduğunda başını kuma gömer. daha önce islamcılığın psikanalizi yazımda da anlattığım gibi bu zihniyetin temel meselesi namus kavramıdır. onu ideolojisine bağlayan, onun zihniyetini oluşturan en önemli kavram cinselliktir, istisnasız tümü nevrozlu yetişen bu nesillerin adeta genleri de nevrozlanmıştır ve bir sonraki nesili de nevrozlu yetiştirmekten başka bir şey yapmazlar. bu döngü böylece sürüp gider ve toplum hastalıklı kalmaya mahkumdur. bu döngüyü kırmak isteyen kişi döngüyü çalıştıran ana motoru bulmalı ona çomak sokmalıdır. bu döngünün ana motoru gazalici nihilizmdir. bu motor yok edilmedikçe ceza/hukuk sistemi asla adaleti tahsis edecek şekilde çalışamayacaktır. tecavüz ve taciz olayları hukuk sisteminden çok kolay saklanılabilir olaylar olarak kalacaktır. eğer cansel canına kıymasa idi kaçınızın haberi olacaktı yaşadığı tacizden? peki aynı olayı yaşayıp da hem hakkını arayamayan, susturulan, arkasında adaletin o mutlak terazisini göremeyen, korkusundan ses edemeyen ve ömür boyu yaşadığı tacizin psikolojik buhranları ile yaşamaya mahkum olan diğer binlerce onbinlerce canseller ne olacak? hukuk ve adalet iki ayrı kavramdır. her hukuk sistemi adaleti sağlar diye genel bir durum söz konusu değildir. bazı hukuk sistemleri tam tersine en büyük adaletsizliklerin kaynağıdır. mesela şeri hukukun olduğu yerde adalet olmaz. mesela islamcıların iktidarda oldukları yerde de adalet asla var olmaz. mesela diktatörlüklerin olduğu yerde de adalet asla yerini bulmaz. oysa tüm bunlarda hukuk sistemi vardır ve çalışmaktadır. türkiye de adaletin uygulanamadığı yerlerden biridir. kof bir hukuk sistemine sahiptir. bunun sebebi de gazalici nihilist zihniyettir.

    +efendim güney amerika'da da adalet yok, rusya'da da yok, japonya'da hele acaip tecavüz vakaları var ve sen türkiye'deki adaletsizliğin sebebi olarak gazalici nihilizmi görüyorsun, oralarda da mı gazalici nihilizim var? oysa bırak gazaliyi müslüman bile değiller.

    evet oralarda da kendilerine ait gazalici nihilizmler var diyebiliriz. gazali bizim başımızın belası. onların da başlarının belaları var: kendi kültürlerindeki kimliklerine işlemiş gerici tutumlar, dogmalar, ahlaki normlar, bozuk ideolojik saplantılar, saçma sapan töreler. ve her toplum kendi başının belasından kurtulmadıkça adaletini tahsis edemez. tecavüze uğrayan fakir ya da orta sınıf genç bir kıza protestan/katolik ülkelerde "sistem" sonuna kadar sahip çıkarken bu tür geri kalmış ülkelerde hele hele bizim gibi müslüman ülkelerde resmen intihardan başka seçenek bırakılmıyor. bu sorgulanması gereken bir şey değil midir? evet ataerkil toplumu sorgulayalım, sistemi sorgulayalım.. sistemi sorgulayalım deyip bırakıyor herkes, detayına giren yok. nasıl yapacağız onu? aha işte burada yapıyorum ben.

    gazalici nihilizm topluma sert şekilde bir namus algısı/cinsellik tabusu dayatıyor. gece saat 3'te tek başına bağdat caddesinde dolanırsan sana yapılan tecavüzde seni suçlu bulurum diyor. giydiklerine dikkat etseymiş diyor. mini etek giymiş demek ki aranıyor diyor. açık giyinen kadına saygı duymam diyor. açık kadının bu toplumda yeri yok diyor. açık giyinen kadın benim kızımın ahlakını da bozuyor diyor. gazalici nihilizm en bozuk ve en ahlaksız islam türlerinden biridir. ve bu islam türüne göre hırsızdan ziyade ev sahibi suçlanmalıdır. neden evin kapısını iyi kilitlemedin? bu islam türünün mantık kurgusu bu şekilde tersten çalışır. neden kapalı giyinmemiş? kapalı giyinse tecavüzcü bacısı olarak görür ve tecavüz etmezdi oysa açık giyinince gavur gibi bir şey oldu ve tecavüz gerçekleşti. demek ki suç tecavüze uğrayanda. bu islam türünün çalışma şekli budur. bu islam türü biraz sonra tarihsel kökeninden de bahsedeceğim gazalici nihilizmdir.

    oysa zinanın meşru olduğu daha kibar tabirle "cinsellik tabusunun yıkıldığı" bir islam türü mümkün müdür? (zina evlilik dışı karşılıklı ve gönüllü cinselliktir bu arada)

    kurana göre oldukça mümkündür aslında. islamın kuranın yorumlanmasına göre belki 1500 ayrı form alabildiğini biliyoruz ve gazalici nihilizmin bu 1500 formdan sadece bir tanesi olduğunu da biliyoruz. yani gazalici nihilizm dışında kuranın eğilip bükülmesine göre islam binlerce ayrı form daha alabilir. bu yazıyı okuyan islamcı arkadaşlar eğip bükme lafına takılmasın gazalici nihilizm de kuranı eğip bükmekten başka bir şey yapmıyor. kuran ayetleri eğip bükmeden yorumlanamaz. imam-ı azam da eğip bükmüştür, şafii de, gazali de. tümü kuranı eğip büküp sonunda gazalici nihilizmi ortaya çıkarmıştır. biz de şimdi aynı şekilde eğip bükeceğiz.

    mesela sizce kuran'da geçen ve "kızlarını cinsel bir obje olarak erkeklere sunan" bir peygamber var mıdır? eğer bir peygamber kızlarını cinsel anlamda başka erkeklere sunmuş ve tanrı buna ses etmemiş ve hatta kuranında bunu övünerek anlatmış ise yani çok afedersiniz gavatlık bile normalse kurana göre; zina ne kadar haram olabilir? bakalım var mıymış:

    hicr suresi 71. ayet: kâle hâulâi benâtî in kuntum fâilîn

    (lüt) şöyle dedi: “eğer düşündüğünüzü yapacaksanız işte bunlar, benim kızlarım.”

    kuranda epeyce anlatıyor aslında ancak özetle hikayeye göre: melekler parlak oğlan kılığında lüt'un evine gelirler. lüt'un köylüsü olan eşcinsel (muhtemelen aktif eşcinsel) erkekler de oğlanların parlaklığını görür ve o oğlanlarla seks yapmak ister. lüt peygamberin evini basarlar. oğlanları çabuk bize ver derler. lüt da bunların oğlan değil melek olduğunu onlara kötü bir şey yaptırmayacağını eğer ille de bir şey yapmak istiyorlarsa lüt'un kızlarını almalarını ve onlarla seks yapmalarını tavsiye eder. işte bu sunma cümlesi yukarıdaki ayette geçen cümledir: eğer ille de yapacaksanız işte kızlarım. "kale" o dedi ki. haulai benati- işte bunlar benim kızlarım. in küntüm failine= ille de bir şey yapacaksanız.

    bu ayetin mealinde islamcılar ayete evlendirmek fiilini ekliyorlar (ayeti eğip büküyorlar):

    diyanet işleri meali: lût: “işte kızlarım. eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)” dedi.

    oysa orada hem evlenmek diye bir fiil yok hem de o ayetin öncesinin ve sonrasının birlikte okunmasının sonucu evlenmek diye bir şeyin ortaya çıkmasına imkan yok. yani eğer sapkın köylüler parlak oğlanlarla seks yapmak için değil de evlenmek için lüt'un kapısına dayanmış olsalardı bu meal mantıklı olurdu. "işte kızlarım oğlanlarla değil onlarla evlenin" anlamı çıkardı. ancak köylüler oğlanlarla tek seferlik bir ilişki bir quicky yaşamaya gelmişler. tatlarına bir bakıp gidecekler nikahlı karıları yapmayacaklar. tek istedikleri üç beş dakikalık bir zevk alma seansı. neden nikahlı karısı yapsın oğlanı? o devirde eşcinsel evlilik mi vardı? belki de vardı ancak vardıysa bile ayet açık. diyor ki: eğer yapacaksanız işte kızlarım! ne yapacaklar? seks elbette.

    ayrıca bu ayette diyelim ki lüt "alın evlenin helal yoldan seks yapın, parlak erkek kılığına girmiş meleklerle de zaten seks yapmayın o eşcinsellik ve çok günahtır" demek istedi. acaba köylüler kaç kişiydi? lüt'un kaç tane kızı vardı? köylüler 3-5 kişi değildir herhalde lüt'un da 3-5 taneden fazla kızı yoktur çok büyük ihtimalle. bu durumda köylüler ayette geçen ifade ile "bir şey yapmak için" lüt'un kızları ile evlenip bi şey yapıp (sevişip) sonra boşanacaklar mıydı? yoksa köylülerden birileri kızları alıp evlenip diğerleri eve boş mu dönecekti? dönerler miydi? onlar parlak oğlanları yani melekleri istemeye devam etmezler miydi? böyle saçma sapan kurgu olur mu?

    kimileri de kuranın başka bir yerinden "zina yapmayın ya da evlenmeden sex yapmayın" gibi ayetlerin bu lüt kavmi olayındaki köylülerin seks yapması olayına ön şart olduğunu söylüyor. yani kuranın başka bir yerinde "evlenmeden sevişmeyin" yazıyorsa burada da lüt köylülere kızlarını verse bile evlenmeden sevişmelerine izin vermeyecekti diyor. neden öyle olmak zorunda? ya tam tersi ise? ya bu ayet diğer ayete hükmediyorsa? ya da evlilik dışı seks de kurandaki diğer binlerce konu gibi muallakta bir konu ise? ayrıca köylülerin kaç tanesi ile evlenecek kızlar? yoksa muta nikahını mı işaret ediyor ayet he? lüt'un bir kızı aynı gün içinde birden fazla köylüyle evlenip boşanabilir mi? bir de "işte kızlarım" ne demek? hadi diyelim lüt alın evlenin sonra sevişin demek istedi. "işte kızlarım" ne demek? acaba köylüler hep yaşlı ve çirkin miydi? kızlar köylülerle evlenmek isteyecek miydi? lüt kızlarına zorbalık mı yapıyordu zorla evlendirerek? bir peygamber zorba olabilir miydi? böyle değilse ve eğer işin içine bir de kızların "kendi rızası ile evlenmesi" de lazımdır parametresi girerse olay daha da karmaşık bir hal alıyor. köylüler lüt'un evine parlak oğlan kılığındaki meleklerle eşcinselce sevişmeye gelmişler. ama lüt diyor ki "alın eğer kızlarım da razı gelirse onlarla evlenip sonra sevişin ve melekleri rahat bırakın." ulan niye evi bassınlar o zaman? normal vakitte de eğer lüt'un kzılarının rızası varsa gidip isteyip evlenebilirler.. lüt neden böyle bir şey söylesin o durumda?

    evet eğer kuranı oraya "evlenmek" fiili ekleyerek değil de bu şekilde benim yaptığım gibi eğip bükerseniz islamda sevgililerin nikah dışı sevişmesinin gayet islami bir hareket olduğunu görürsünüz. koskoca peygamber bile kızlarının sevişmesine destek oldu ise biz normal insanların sevişmesinde kötülenecek bir taraf yoktur. oysa gazalici nihilist zihniyete göre sevişmek haramdır ve sevişen kadın kötü kadındır. erkek de kadın da öldürülmeli ya da cezalandırılmalıdır, recm edilmelidir, kuma gömülüp başı taşlanmalıdır, falakaya yatırılmalıdır. freud boş bir adam değildi arakadaşlar ve psikolojiyi cinsellik temelli tanımladı. cinsellik çok büyük, kocaman bir kavramdır. islam toplumları cinsel hastalıklı toplumlardır. islam ülkelerinde taciz ve tecavüz vakaları bitmez. bu toplumlarda yaşayan kadınlar her daim her şeye hazırlık ve tetikte olmalıdırlar. benim islam ülkesinde yaşayan kadınlara naçizane tavsiyem eğer tecavüze ya da tacize uğrarlarsa sonrasında neler yapmaları gerektiğini öncesinde düşünmüş olmaları. tecavüze uğradınız ne yapacaksınız mesela ilk iş? kiminle konuşacaksınız? nereye gidecekesiniz? bunları önceden hesap etmiş olmak elbette pek bir şey değildir ancak allah korusun öyle elim bir olay başınıza gelirse sonrasında belki psikolojik anlamda bir fayda sağlar.

    cinsellik tabusu yıkılıca süper bir toplum mu olacağız? herkes sevişince müthiş bir gelişmişliğe mi ulaşacağız? cinsellik tabusunun yıkılması evlilik müessesine zarar vermeyecek mi? çocuklar "piç" olmayacak mı? boşanma oranları artmayacak mı? herkes birbirine mi gömecek?

    evet belki ahlaki anlamda bunlar da birer problemdir. aile müessesi anne ve baba ile birlikte büyüyen çocuklu toplum elbette daha ideal bir toplumdur. namus ve iffet belki muazzam ahlaki değerlerdir. belki çocukların babasız olmaması ölümcül derecede gereklidir. ancak cinsellik tabusu da bir problem arkadaşlar. cinsellik tabusu kaynaklı tecavüz ve taciz olayları daha da ötesinde tecavüzcünün değil de mağdurun suçlanması da büyük bir problem. tecavüze uğrayanın başına geleni bir kabahat gibi görmek zorunda kalması mesela çok ciddi bir problem. evet genelde listelerde batılı gelişmiş ülkelerde dahi çok ciddi tecavüz rakamları var ancak tecavüz türkiye'de de çok yaygın sadece istatistiklere girmiyor. saklanıyor. üstü kapatılıyor. çünkü tecavüze uğrayan genç kızsa bekaretini kaybetmiş olmakla suçlanacak. eğer evli bir kadınsa toplumdan/yakınlarından belki baskı yiyecek yakınlarının yüzüne bakamama/kendini kirletilmiş hissetme psikolojisine girecek. bu çok büyük bir problem değil mi? tecavüzün ingilteredeki sebeplerinden bana ne? biz kendi ülkemizdeki gerekçeleri merak etmeyecek miyiz? her yılbaşında istanbulun varoş ve müslüman çocukları taksimi doldurup da yılbaşını kutlayan azınlık modern kızların bir taraflarını ellemeye çalışmıyorlar mı? varoş mahallesinde karşı cins yüzü görmeyen gençler daha özgürlükçü ortamlara girdikleri anda fırsatını bulduklarında taciz ve hatta tecavüz olayları gerçekleştirmiyorlar mı? he ya evet hiç etkisi yok islamdaki cinsel yasakların memleketteki taciz ve tecavüz olaylarına. buna kendiniz inanıyor musunuz? neden inanmak istemiyorsunuz? neden kaçıyorsunuz bu hakikatten? neden sorgulamaya cesaret dahi edemiyorsunuz? neden hemen unutmaya çalışıyorsunuz tüm taciz ve tecavüz skandallarını? sizi böylesine umursamaz, unutkan ve meraksız yapan şey nedir?

    bu sorulara cevap bulabilmek için nihilizmi, gazaliciliği ve bu ikisinin kesişimi ile oluşmuş mevcut yaygın gazalici nihilist islam anlayışını gerek tarihsel gerek içeriksel olarak masaya yatıralım:

    islam ve nihilizm kavramlarını bir arada kullanınca normal nihilist adamlardan da tepki geliyor sanırım. şuurla edinilmiş nihilist ideolojiye bir düşmanlığım yok ancak gazalici adamın içindeki nihilizm apayrı bir durum. gazalici nihilizm bu dünyadaki taşı ve toprağı, ağaçı ve yaprağı, anayı ve babayı, evladı ve aşkı, dansı ve mutluluğu, kahkahayı ve keyifle geçen zamanı hissedememektir. gazalici nihilizm fiziksel anlamda hissizliktir.

    antik çağdaki sicilyalı sofistlerden biri olan gorgias'a (m.ö. 380) göre herkesin üzerinde mütabık kalabileceği doğru bilgi yoktur. ona göre aslında hiçbir şey yoktur. bir şeyler gerçekten var olsa ve var olduğu bilinse bile bu başkasına bildirilemez zira var olan şeyin var olduğu göz, kulak ve dokunma ile bilinebilir ancak başkasına aktarılırken gözden, kulaktan ve dokunmadan apayrı bir sistemle çalışan retorikle yani dille bildirilir ve asla bilindiği şekliyle bildirilemez. gözünle gördüğün bir şeyi dilinle ne kadar kusursuz ifade edebilirsin?

    gorgias'a atfedilen dört eser bulunur. bunlar:
    1-on the non-existent or on nature
    2-the apology of palamedes
    3-the encomium on helen
    4-the epitaphios or athenian funeral oration

    georgias'ın on nature isimli ilk sırada saydığım eseri günümüze ulaşamamıştır. o eserin varlığını ve içeriğini mö 2. yüzyılda yaşamış sextus empiricus'un bir eserinden öğrenebiliyoruz. palamedes, helen ve epitaphios isimli eserlerinin kopyaları mevcuttur.

    islamiyetteki kelam tartışmalarının özü olan ontoloji* ve epistemoloji* belki mö. 6. yüzyılda kurulan atina demokrasisinin en başından ve hatta daha da öncesinden mö. 1700'de icat edilen proto sinaic alfabeden, mö. 1050 yılında anadoluyu ve trakyayı kolonize eden iyonyalılardan, yahudi peygamberlerinden, israil krallığını yıkan asur imparatoru şalmaneser'den beri hakkında konuşulan ve üzerine düşünülen bir şeydi ancak sicilyalı gorgias ontoloji ve epistemolojiyi nihilist/hiççi bir tavırla ele aldı. kendisi yunan sofizminin kurucularından sayılır.

    yunan sofizmi ile islam sufizmi... genelde insanlar bu ikisinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini telkin ederler. bu ikisi ayrı kavramlardır derler. evet ayrı kavramlardır ancak sofizm ile sufizm kelimeleri arasındaki benzerliğin epeyce ilginizi çektiğinin de farkındayım. sufizm kelimesinin arapçadaki kökü s-v-f (sad-vav-fe) masdar hali savf ve bu kelimenin anlamının ne olduğu meçhul. kimine göre olması gereken kök savf değil arapça duruluk anlamına gelen "safa". kimine göre de yün anlamına gelen "suf". bazıları için ense kökündeki saç, bazıları için sadece bakliyat yiyen bakliyatçılar, kimileri için de ashabı suffe. oysa tasavvuf kelimesinin kökü olan suvf'un etimolojik kökeni arapçaya eski yunancadan girmiş "sophios" yani bilgi kelimesidir. tasavvufun yün, bakliyat, ense kökündeki saç ya da duruluk kökünden türeme şansı yoktur, tasavvufun "bilgi" kelimesinden türemesi kadar normal bir şey yoktur. hele hele tasavvuf yunanca aristo ve platon okunan 9. yüzyıl orta doğusunda ortaya çıktıysa ve bugün gerçek araplar yani suudiler tasavvufu lanetliyorsa böyle olması en büyük ihtimaldir. sufiler ekseriyetle türki ya da türk etkisi ile müslüman olmuş toplumlardır ve bugünkü özellikle sünni islamcı aydın geçinenler tasavvufun yunandan islama geçme bi kavram olduğunu asla kabul etmezler. oysa hemen hemen bütün güzel kelimelerini (mesela rahman ve rahim kelimeleri) hicazın yerel arapçasından değil de isanın ana dili olan aramiceden ve musanın ibranicesinden alan islam aynı şekilde yunancadan da epeyce kelime almıştır. islamın yunanacadan da kelime aldığı bilinen bir gerçektir. mesela kuranda da geçen yunus peygamberin isminin arapçaya aramiceden "yona" diye geçmesi gerekirdi, bütün orta doğu onu "yona" diye biliyordu sadece yunanlar öyle kelimelerin sonuna "s" harfi eklerdi. oysa ilginç bir şekilde yusuf, ibrahim ve süleyman gibi peygamber isimleri doğrudan aramiceden alınırken yunanca incilde geçen "yonas" arapça deyişle "yunus" alınmış kurana. yani yunanca kurana bile girmiştir. bu durumda eski yunancadaki sophios kelimesinden türeyen "sofizm" kelimesi ile arapçadan türkçeye gelen "sufizm" kelimesinin birbirine denk olması sürpriz değildir. ve hatta ikisi de aynı felsefi doktirinin ürünüdür: nihilizim. sürekli şüphecilikle uğraşan yunan sofistleri de bir anlamda nihilisttir; bütün varlığını "gazalinin şüpheciliğine" borçlu olan sufi ehli sünnet islam da benzer şekilde nihilisttir. gazali tasavvuf erbabıdır. gazalinin ehli hadis ekolünden gelen katı metinci hanbeli mezhebi ile eşarici tasavvufunu sentezlemesi nihayetinde ehli sünnet/ sünnilik itikadını doğurmuştur. şimdiki haliyle sünnilik muhammedden yaklaşık 500 yıl sonra "tam haliyle" ortaya çıkmış islam dışı bir dindir; en büyük peygamberi de gazalidir. gerçek islamın ise tam olarak ne olduğu sonsuza dek bilinemeyecektir.

    gorgias'a göre "eğer yokluk varsa bu hem varlığın hem de yokluğun aynı anda var olduğu anlamına gelir. bu durumda varlığın var oluşunu reddetmek gerekir çünkü eğer varlık varsa ya ezelidir ya da sonradan ortaya çıkmıştır; eğer ezeli ise bir başlangıç noktası yoktur ve doğal olarak bir bitiş noktası da olamaz bu durumda varlık hiçbir yerdedir. eğer varlık sonradan yaratılmışsa öncesinde var olan bir şeyden geliyor olması lazım bu durumda sonradan yaratılmış da olamaz çünkü ondan önce de bir varlık vardır ve bu da bir çelişkidir." gorgias bu türde akıl yürütmelerle en son şu üç bilgiye ulaşır:

    1-hiç bir şey yoktur.
    2-bir şeyler var olsa bilse asla bilinemez.
    3-bilinseler bile başkalarına bildirilemezler.

    bu tavır ile bizim tasavvuftaki "sen yoksun" ya da "allahtan başkasında vücut sıfatı yoktur dolayısıyla allahtan başka hiç bir şey aslında yoktur" tavrı aşağı yukarı aynıdır. determinizmi reddeden gazalinin gerçek bilgiye ancak "keşif ve kerametle, evliyanın himmetiyle, rüyada muhammedi görmekle vs. ulaşılır. gerçek bilgi sebep sonuç ilişkileri ile ya da deneme yanılma ile, deney ve gözlemle elde edilemez" tavrı aşağı yukarı aynıdır. platon/aristo kavgası daha sonra idealizm/materyalizm tartışmasına dönüşmüştür. idealizm nedir? insanın bedeni maddedir ve bu dünyaya aittir ancak düşüncesi bu dünya ile uzaktan yakından alakalı değildir, başka ruhsal bir aleme aittir. düşünce madde değildir. materyalizm ise ruhlar alemi diye bir alemin var olmadığnı, bu evrenden başka bir üst evrenin olmadığınını ve her şeyin, düşüncenin bile maddeden doğduğunu iddia eder. işte varoluşu net bir tavırla reddeden gorgias ne idealisttir ne de materyalisttir. gorgias'ın sofizmi tıpkı gazali'nin ya da mevlana'nın sufizmi gibi varoluşu reddeder, mistiktir, idealizmle de materyalizmle de uzaktan yakından alakası yoktur. mistisizmdir yani düpedüz bir dangalaklıktır. mistisizm nedir? gazalinin zihniyetine göre:
    "bu dünyada hiçbir şey salt akılla bilinemez, bir şeyleri sadece ehli sünnet itikadının fıkıh ve akaid alimleri ile müçtehitler bilebilirler, allah onların kalbine bilgiyi keşif ve keramet aracılığı ile verir, beyanım delilimdir. bunun tek şahidi ben ve benim gibi selçuklu hanedanı yalakalarıdır, bizim söylediklerimizin dışında doğru bilgi yoktur, bizim söylediklerimiz size "doğru değilmiş gibi görünse bile" inanmak zorundasınız eğer inanmazsanız dinsiz bir islam düşmanı olursunuz."

    bir insan eğer benliğini ve varlığını reddederse, doğru bilginin kaynağı olarak akıl yürütme, deney ve gözlem, deneme yanılma gibi yöntemleri kabullenmezse içinde bu dünyaya dair en ufak bir heyecan kırıntısı dahi kalmaz, kalamaz. bu insan hastalıklı bir şekilde nihilistleşir. nihilizmin çok daha onurlu halleri vardır. mesela toplumdan/çoğunluktan/yığınlardan tiksinirsin, toplumu hastalıklı bir bakteri yığını olarak görürsün ve bu durumun asla düzelmeyeceğini düşünürsün. elinden hiç bir şey gelmez. bu durumda kendini çaresiz hissedersin, teşebbüslerin her seferinde başarısızlıkla sonuçlanmıştır ve en ufak bir etki dahi yapamadığını farketmişsindir. hissizleşirsin. sadece hissizleşirsin. umursamazsın. hissizleştikçe, umursamazlaştıkça da hiççi olursun, nihilistleşirsin. duyarsızlaştıkça boş verirsin her şeyi. koy götüne rahvan gitsinci olursun. duyguların çok derinlere gömülmüştür artık. yüzeye çıkması ve hatta bir şeyler hissedebilmen ancak bir takım muazzam hadiselerin cereyan etmesi ile mümkün hale gelir. onda bile olması gereken tepkiden çok uzaksındır. onda bile yeterince hissetmezsin. benim gibi ahlaki bir idealizm güden birinin gözünde sen de hastalıklısındır artık. hastalıklısındır çünkü artık hissetmen için yara alman, yara almayı normal görmen gerekir. yara alamyı normal gören adam sağlıklı mıdır? hissetmek yaşamın/canlılığın alametidir. hissetmeyen adamın yaşadığı pek söylenemez. johnny cash'in dediği gibi: i hurt myself today, to see if ı still feel... işte bu nihilizm bizim konumuzla alakasız. bizim konumuzla alakalı olan nihilizm gazalici nihilizm. gazaliyi yakından tanımak için: (bkz: gazali/@skocax) (bkz: #55772494)

    gazalici nihilizme göre bu dünyada kaliteli bir yaşam sürmenin anlamı yoktur. çünkü bu dünya diğer dünyalara göre kıçı kırık bir dünyadır, beş para etmez. gazalici nihilizmin esas doktrini sorgulamazcılıktır. bu zihniyet yaşadığı ülkenin neden bu kadar geri bir ülke olduğunu hiçbir zaman sorgulamaz. çünkü bu dünyaya dolayısıyla da bu ülkeye önem vermez. sorgulamaz çünkü sorgulamaya, üzerinde düşünmeye değer bir konu değildir.

    zübük filminde kasabaya camii yerine hastane yapılmasını isteyen avukat burhan bey'e dinsiz diye bağıranlar gazalici nihilist zihniyetin tohumlarıdırlar. köylerde okul kalmadı artık pek. bütün anadolu köylerini dolaşın okullar ufak gösterişsiz, bahçesi rezalet, kırık dökükken camiiler masraftan kaçınmaksızın en iyi şekilde imar edilmiş, bahçe düzenlemesi yapılmış yerlerdir. hem de okulları devlet yaparken köylü camiiyi kendi cebinden verdiği parayla yaptırmıştır. işte bu tavır gazalici nihilizmin ürünüdür. gazalici nihilizm ülkemizdeki en geniş siyasi tabandır. daha önce ordu baskısıyla sindirilmiş ordunun tasfiyesinden sonra kalıcı şekilde gün yüzüne çıkmıştır. güya futbol ülkesiyiz. almanya da 6.5 milyon türkiye'de 300 bin lisanslı futbolcu var. abd'de nüfusun %68'i yani 216 milyon kişi lisanslı sporcu iken türkiye'de %4'ü yani 3 milyon kişi lisanslı sporcu. avrupa'nın en genç nüfusuna sahip ülkesiyiz ve yaş ortalaması bizden çok çok fazla olan almanya'da lisanslı sporcu sayısı kaç biliyor musunuz? 30 milyon.. evet 80 milyon almanya'nın 30 milyon'u lisanslı sporcu. yav hadi bilim falan haramdı bu topraklarda yüzyıllardır da spor neden yapmıyoruz? bildiniz içimizdeki gazalici nihilizm yüzünden. bu ülkenin başındaki büyük belaların çoğu hep gazalici nihilizm yüzünden. eğitim ortalamamız düşük çünkü gazalici nihilizm yüzünden. bu topraklardan filozof ve bilim adamı çıkmıyor çünkü gazalici nihilizm yüzünden. marka yaratamıyoruz emeğimizin katma değeri yok ekonomimizi toparlayamıyoruz çünkü gazalici nihilizm yüzünden.

    1950 yılında türkiye'de kişi başı gelir 200 dolar japonya'da 135 dolar kore'de ise 60 dolar. 1950 yılında japonya dünya tarihinin en büyük savaşından tarihin en büyük bombasını yiyerek çıktı, kore bir iç savaşın eşiğindeydi türkiye ise 30 yıldır savaş yüzü görmemiş bir ülkeydi. peki 50-60 yılda ne oldu da bugün japonyanın, güney kore'nin kişi başına düşen milli gelirleri türkiye'nin 3 katı? bu soru 1996 yılında istanbul'da bir seminere katılan samuel huntingtona ishak alaton tarafından sorulmuş. huntington'ın cevabı: toprak reformu, eğitim sistemi ve ihracat odaklı akıllı ekonomi politikaları ancak huntington yanılıyor. bu sorunun cevabı bütünüyle kültürde yatıyor. dünya tarihinde akıl yolu ile gelişmiş bir tek islam ülkesi yok. siyasal güç elde edenlerin tümü askeri kabiliyetle yaptı bunu. islam ülkelerinin kültürlerinde ciddi sıkıntı var. türkiye'nin geri kalmasının sebebi gazalici nihilist zihniyet. kuzey kore'nin geri kalmasının sebebi artık kültürüne işleyen ve kimliğine dönüşen diktatorya. ülkeler/halklar/milletler kültürlerinden ve kimliklerinden dolayı geri kalırlar. bugünün türk kültürünün en büyük porsiyonu gazalinin ihya isimli kitabındaki öğretilerden oluşur. türk islam sentezi omurgasını selçuklular zamanında inşa etmiştir ve selçuklu tarihinin en büyük kültür dizaynırı gazalidir. gazalici nihilist zihniyet bu şekilde oluşmuş osmanlı yıkılana dek 800-900 yıl hemen hemen tüm arap alemine de hakim olmuştur. islam ülkeleri gazalici nihilizm yüzünden adaletsizlikten ve geri kalmışlıktan kurtulamazlar. kurtulmaları mümkün değildir. bu yüzden japonya gibi ahiret inancı olmayan toplumlar bile gelir dağılımında en eşitlikçi ülkeler arasındayken türkiye gibi müslüman ülkeler oecd ülkeleri arasında sondan ikincidir. müslüman ülkelerde petrol şeyhleri, yeşil sermaye kodomanları fakirleri böcekler gibi ezmektedir. fakirleri hayvanlar gibi boğazlamakta, açlığa mahkum etmekte, etinden sütünden köküne kadar hayasızca faydalanmaktadırlar çünkü islamın kapitalizme ya da moderniteye dair öngörüleri olmamıştır. geleneksel islam ve modern dünya birbiri ile çelişmektedir. güya müslüman adam eşitlikçi olur, aynı safta namaza durur, oradaki temel felsefe herkesin eşit olduğudur ve islam zekat aracılığı ile gelir dağılımı eşitsizliğine çare bulur. hani nerede o? ateist adamların basit bir sistemle ve ortalama ahlakla elde ettiği eşitlik bile islamın ekonomik çözümlerinden daha ahlaklı. arap dünyasında hala her her iki kadından biri okuma yazma bilmiyor. suudi arabistan'da kız öğrenciler için okullar 1950 yılından sonra açıldı. suudilerin 30 milyona varan nüfusları için sadece 500 tane halk kütüphaneleri var ve bu kütüphanelere 2006 yılına kadar kadınlar giremiyordu danimarka'nın nüfusunun %5'i müslüman ve bu müslüman kitle danimarka sosyal yardımlarının %40'ını alıyor. 200 milyonluk pakistan'da 80 milyon okuma yazma bilmeyen müslüman yaşıyor. suudilerin ihracatlarının %97'sini petrol oluşturuyor. petrolü çıkarsan somaliden farkları yok yani. dünyanın en fakir ülkelerinden olan somali ve sudan da müslüman ülkeler bu arada. islam dünyasındaki problem sizin tahayyüllerinizin çok çok ötesinde. islam dünyası acınacak, ağlanacak, yığınları dinden çıkaracak kadar kötü durumda.

    2008 yılında ölen samuel huntington bir yazısında medeniyetler arasındaki farkların temelinde yatan şeyleri şöyle açıklar: singapur'da polislerin şüphelendikleri herkesi anında dururup uyuşturucu testi yapma yetkisi vardır. bu sayede singapur uyuşturucu ile abd'ye göre çok daha etkili şekilde mücadele edebilir. singapur'da geceleri güvenle sokaklarda yürüyebilirsiniz. abd ise tersine polisin makul şüphe gibi bir bahane ile hiçbir bireye durduk yere uyuşturucu testi yapabileceği bir yer değildir. abd' de seyahat özgürlüğü vardır ve bu çok önemlidir, uyuşturucu ile mücadeleyi zorlaştırsa da geceleri sokakta yürümeyi tehlikeli hale de getirse bireycilikten ödün veremez abd. bir polisin yoldan geçen birini durdurması ve ona test yapmaya teşebbüs etmesi düşünülemez bile. yani singapur'da kolektivizm abd'de ise ferdiyetçilik/bireycilik vardır. aynı durum islam ülkeleri için de geçerli. islam ülkelerinde de kolektivizm vardır; toplumun faydasına/ genel faydaya neden olacaksa bireyin haklarından taviz verilebilir düşüncesidir bu. bu iki farklı medeniyet böyle net çizgilerle birbirinden ayrılır. huntington bundan sonrasından bahsetmez. bahsetmesi uygun da olmaz. yoksa adı ırkçıya ya da faşiste çıkar. ancak ben bir islam ülkesi vatandaşıyım ve bundan sonrasını ben anlatayım.

    eğer bireycilikten/ferdiyetçilikten taviz verecek olursanız o yolda denetim yapan polise muazzam yetkiler vermiş olursunuz. mesela o polis sokakta gördüğü ve düşman olduğu birini durdurup tutuklayacak güce erişir. oysa abd'de bu mümkün değildir. abd'de polis yolda gördüğü birini durduramadığı gibi eğer gerekçeli şüphe ile birine test yaptıysa bile sonraki aşamalarda sistem işler ve adalet olabildiğince sağlanır. singapur'da sistem değil şahıslar vardır. abd' de ise sistem vardır. sistem buz gibi tarafsızdır şahıslar ise zoraki taraflıdır. abd bireyin özgürlüğüne dokunmaz onun yerine uyuşturucu ile mücadeleyi farklı yollardan halletmeye çalışır. mesela pablo escobar olayı gibi eğer uyuşturucu kolombiya'da bir kaynaktan ülkeye yayılıyorsa bütün teknik gücüyle escobar'ın peşine düşer. yoksa polise muazzam yetkiler verip de vatandaşı mağdur etmek pahasına uyuşturucu ile mücadele etmek zaten en kolay olanıdır. bütün polisleri barlar sokağına sal savcılıktan özel izin almaksızın ne zaman isterse önüne geleni zorla durdurup arasın.

    bu tartışma sonunda şöyle bir soru ile yüz yüze geliyoruz:

    bütün dünyanın ortak bir şekilde kabul edebileceği genel evrensel değerler var mıdır?

    elbette vardır: bireycilik bunlardan biridir. bir diğeri yeteneğe saygıdır. hukukun üstünlüğü, sekülerizm, yasalara saygı, demokrasi, çoğulculuk, azınlığa karşı eşit tutum, "öteki" olana empati, düşünce özgürlüğü, aydınlara saygı, aydınlara ekstra özgürlük, insan hakları, sivil devlet...

    burada mesele singapur'da polisin yaptığı şeyin bütün sistemi al üst ettiğini görebilmek. polisin bir insanın özgürlüğünü belli bir süre için de olsa kısıtlayabilmesinin asla ve kat'a evrensel bir değer olamayacağını kavramaktır. huntington yukarıda saydığım değerleri "batılı değerler" olarak tanımlıyor ve bunların magna carta'dan itibaren rönesans, reform ve mezhep savaşları, 1648 vestfalya barışı, fransız devrimi, aydınlanma çağı ve sanayi inkılabı yaşamış protestan/katolik batı avrupaya ve onlar tarafından kurulmuş diğer kıta devletlerine ait olduğunu iddia ediyor. konfüçyüsçü/ortodoks/latin özellikle de müslüman toplumların bu değerleri öylece hazıra konarak kazanamayacaklarını söylüyor. huntington doğru söylüyor aslında. ortodoks/latin/konfüçyüsçü toplumları bilemem ancak islam ülkeleri özellikle bireycilik ve kanunun üstünlüğü, sekülerizm gibi evrensel değerleri çok çok zor elde edebilir. sebebini de ben söylüyorum: gazalici nihilist zihniyet yüzünden. gazalici nihilist zihniyet kültüre daha da önemlisi kimliğe işlemiştir. bugün avrupa'daki "belalı türk" algısının yegane sorumlusu budur. bu zihniyet türklere dünya üzerinde saygın bir millet olma şansı vermemektedir. türkler bu zihniyetten olabidiğince çabuk kurtulmalıdırlar. geçenlerde youtube'da bir videonun altında denk geldim sırplar, arnavutlar ve hatta boşnaklar birbirleri ile tartışıyorlar ve birbirlerine "türk" diye hakret ediyorlar. yahu tamam biz türküz kimliğimizi, milliyetimizi böyle hakaret kelimesi olarak kullananlara tavır alalım da bir yandan da sorgulayalım neden bizim kimliğimiz balkanlarda bir hakaret sıfatı olarak kullanılıyor bugün?

    dünya üzerindeki en büyük iki toplumsal ve kitlesel deneyden biri sosyalizmi tecrübe eden sovyetler birliği diğeri ise laikliği tecrübe eden müslüman türkiye cumhuriyetiydi. günümüz itibari ile iki deney de fiyasko ile sonuçlanmıştır. sosyalist sovyetler yıkılmış; laik tükiye cumhuriyeti ise islamcı diktatoryaya dönüşmüştür. islam neden laiklikle ya da sekülerizmle birlikte var olamıyor? hayır islam var olabiliyor. bunun örnekleri var: kazakistan, türkmenistan, kırgızistan, tataristan, başkurdistan. bu bağımsız ve federal ülkelerin tümü ekseriyetle müslüman nüfus içeren ülkeler. ve bu ülkelerde laiklikle ilgili bir problem yok. siyasiler din üzerinden propaganda yapmıyorlar. çünkü yapsalar da alıcıları olmaz. elbette bu saydığım ülkelerin tümü rusya destekli kukla rejimlerden ve diktatörlüklerden oluşuyor. bunun gerekçesi de sovyet sosyalizminin toplumların demokrasi kültürünü geliştirememiş olması. ancak bu ülkeler evrensel değerlerden en azından birini edinmişler: laiklik. kimse kimseyi gece üçte sokakta olursan tecavüzü elbette hak edersin diye suçlamaz bu yerlerde. din hayatın çimentosu değildir. birileri her şeye dinle cevap vermeye uğraşmaz. inançlıdırlar ancak dini hayatlarının en önemli kavramı haline de getirmezler. bu adamlar müslüman kalarak gazalici nihilizmden arınmışlardır. demokrasiyi ve hukuku işletememelerinin gerekçeleri başkadır. bir toplum gazalici nihilizmden arındığı anda müthiş demokratik ve adaletli olacak diye bir iddiam yok. benim iddiam müslüman toplumların en büyük sorununun bu zihniyet olduğu. bundan kurtulup başka bir şeyleri de başarırlarsa ancak demokratik ve adaletli gelişmiş medeni bir topluma dönüşebilirler. kolay iş değildir medeni olmak.

    türkiye'de ise gündem hep dindir. başını nereye çevirsen dini görürsün. okullar din eğitimi verir. imam hatipler eğitim sistemimizin ciddi bir damarına dönüştü artık. diyanet vardır ve camilere, diyanet personeline milyar dolarlar harcanır. işte gazalici nihilist adamın en net tanımı budur: vergilerinden diyanete ayrılan bütçeden rahatsız olmayan adam gazalici nihilist adamdır. diyanete ayrılan paranın ne işe yaradığını bir kez bile sorgulamamıştır. çünkü bu adamlar hissizdirler ve sorgulamazlar. bu yüzden nihilisttirler.

    nietzsche'nin felsefesinin temelinde güç istenci* diye bir kavram yatar. bu evren güç istencidir. evrenin her anı bir fotoğraf karesidir ve evrendeki her şey fotoğraf karelerinde farklı konumlar alarak farklı kombinasyonlar oluşturur. birbiri ardına gelen iki fotoğraf karesi arasındaki farkın sebebi evrendeki güç istencidir. fotoğraflar arası bir akış* vardır. tek bir noktada güç olmaz. gücün oluşması için en az iki farklı noktaya en az iki farklı varlığa ihtiyaç vardır. bütün evrende tek bir insan olsaydı bu insanın gücü var diyemezdik. eğer iki insan varsa bunlar arasında bir ilişki vardır ve ilişki olan her yerde güç ve değer vardır. ve bu iki insandan biri daha güçlüdür. diğeri de ondan daha güçlü olmak ister. bütün canlılar daha güçlü olmayı isterler. evrim de güç istencine uygun şekilde çalışır. evren de aynı ilke ile çalışır. evrenin her fotoğraf karesi bir öncekinden daha fazla güç istencine sahiptir. maddesel, evrensel, enerjik; her şey ve hatta ahlak bile. ahlak bile güç istencine uygun çalışır. gücün olduğu yerde zoraki olarak ortaya çıkan değer ahlak denen mefhumu ortaya çıkarır. ancak inançlar ve ideolojiler bu ahlakı bozarlar. böylece ilişkinin, erdemin bizzat evrenin yapısının bozulmasına neden olurlar ki bu da nihilizmi ortaya çıkarır. nietzsche, nihilizmin içinde sonuna dek yaşadığını ve onu aşmayı başardığını iddia eder güç istenci isimli kitabında. ona göre güç istenci bu dünyada insanlar için iki tür ahlak doğurur: köle ahlakı ve efendi ahlakı. köleler güçsüzlüklerini unutmak ya da güçsüz oldukları düşüncesini bastırabilmek için bir ideaya, tanrıya, inanca tutunurlar ve bu onları nihilist yapar. bizim toplumumuzda tutunulan bu dal geleneksel islamdır. eğer evrenin bir amacı olsaydı şimdiye kadar bu amaca ulaşmış olmalıydı. evren bir akıştır. her parçacık, her molekül, her insan bu akışın bir parçasıdır. bu akış güç istenci prensibine göre akar. nietzsche hırisityanlıktaki iffetlilik halinin aslında cinselliğin kısıtlanması, iyiliğin aslında zayıflık, itaatin aslında nefret edilen birine teslimiyet ve bağışlama erdeminin de aslında intikam alabilecek güçte olamamak olduğunu, tüm hıristiyanların bunun farkında olduğunu, buna rağmen ikiyüzlü bir şekilde sanki güçleri yetse intikam alabilecekleri birinden yani onları sonu gelmez bir kaosun içine terk eden tanrıdan intikam almaya kalkışmayacaklarmış gibi itaatkar erdemli bireyler şeklinde davranmaya devam ettiklerini, rol yaptıklarını söylemiştir. tanrının ölmüş olması nietzsche için davul zurnalarla kutlanacak bir şey değildir aslında. din insanların ağır bir yük olan varoluşla mücadelesinde faydalı bir araçtı önceden ancak tanrı artık öldü. o ölmemiş gibi davranmak onun öldüğünü görenler için sadece kendilerini aptal yerine koymak olur. dinden arda kalan boşluk bir şekilde doldurulmalıdır ve bu boşluk için önerilebilecek en büyük aday kültürdür. kültür; sanat, felsefe, müzik, spor, edebiyat gibi kavramlardan oluşur. yani kültür islam dünyasında pek olmayan, zayıf şekilde var olan, tarihsel geçmişi güçlü olmayan şeylerdir.

    12. yüzyılda japonya'da yazılan genji'nin hikayesi ilk roman 1605 yılında cervantes'in yazdığı dok kişot ise ilk batılı romandır; islam dünyasındaki ilk edebi roman şemseddin sami'nin 1872 tarihli taaşşuk-ı tal'at ve fitnat isimli eseridir, arapça yazılmış ilk roman mısırlı yazar muhammed haykal'ın 1912 tarihli zeynep isimli romanıdır. farsça ilk modern roman 1936 yılında yayımlanan kör baykuş'tur, 1910 yılında mirza khosravi ile başlayan nesir akımının gerçek bir romana dönüşmesi kör baykuş'un yazarı sadık hidayet'in muazzam başyapıtına kısmet olur. doğu kültürleri için roman yabancı bir akımdır ancak roman güzel bir şeydir de aynı zamanda. avrupa'da 400 yıldır var olan romanın müslüman ülkelere 1872, 1912, 1936 gibi tarihlerde gelmiş olmasının sebebi nedir?

    ehli sünnet itikadının ana damarı olan hadis el yazmalarının resim ve insan tasviri gibi sanat türlerini haram sayması uygurlar döneminde muazzam freskler çizebilen türklerde resim sanatının karikatürlerden hallice olan minyatürlere evrilmesine neden olmuştur. minaytürden tuvale geçiş dönemi osmanlılar için yani bütün bir islam dünyası için lale devrinde avrupa etkisi ile istanbul'da gerçekleşmiştir. profesyonel anlamda kayda değer yağlı boya tabloların çıkışı ise 19. yüzyılın sonlarına denk gelir. hoca ali rıza, şeker ahmet paşa, osman hamdi bey, süleyman seyyid ve ibrahim çallı gibi ressamlarımız artık iki boyutlu minyatürlerin ötesinde perspektifi ve derinliği de olan üç boyutlu gerçek sanat eserleri çizmeye başlamışlardır. meraklıları türk resim sanatının bu ilk güzide eserlerini ankara devlet resim ve heykel müzesinde görebilirler.

    islamda tıpkı ana meselesi ve en büyük sermayesi kadın erkek ilişkileri yani "aşk" olan edebiyat gibi, ana meselesi "bu dünya" olan ve bu dünyadan keyif almak olan müzik de yasaklanmıştır. türklerin bir kısmının tarihsel anlamda ehli sünnet islama geçmemesinin ve alevi olarak kalmasının en büyük gerekçelerinden biri bana göre orta asyadan getirdikleri bağlamadır, sazdır, telli çalgılardır. telli çalgılar islam fıkhında, ehl-i sünnet fıkhında, hanefi fıkhında toptan haram ilan edilmiş. işte sünniliğe göre sahih hadisler ve mezhep içtihatları:

    *zil şeytanın müzik aletidir. müslim,37/129
    *ümmetimden müzik enstrümanlarını helal sayanları allah kahredecek. buhari/74/16
    *şarkı söyleyen kadın köleleri alan ya da satan, ya da kadın kölesine şarkı öğreten, söyleten allahın yolundan sapmıştır. tirmizi, 5/44/3195
    *imâm-ı a'zam ebu hanife'ye göre eğlenmek için çalınan tüm çalgılar haramdır. (el-merginânî, el-hidâye, ıv, 80)

    yukarıda muhtelif paragraflarda anlattığım üzere türklerde ya da müslümanlarda spor, sanat, edebiyat ve müzik gibi kültürü oluşturan en temel kavramlar gelişmeye olanak bulamamıştır. bu durum müslümanlarda bir kimlik buhranına dönüşmüştür. kültürü olmayan bir toplum eğer tanrısını da terk ederse "ben kimim, benim kimliğim nedir?" sorularına nasıl cevap bulacaktır? bu sorulara cevap bulmak belki istisnalar için olmasa da ekseriyet için gereklidir. bu noktada nietzsche'nin bahsettiği nihilizm başlar. ardında inancından başka kültürü olmayan ve kimliğini, özünü kaybetme, kimliksiz kalma korkusuna kapılan insanlar inançlarına daha fazla sarılırlar. bu da sekülerizm, hukukun üstünlüğü, bireycilik gibi evrensel değerlerin bu tür toplumlara işleyebilmesine engel olur. japon, çinli, hintli gibi diğer medeniyetlerde de vardır bu ancak özellikle müslüman ülkelerde "insan hakları emperyalizmi" kavramı daha bir yaygındır. insan hakları emperyalizmi: yani "batı dünyaya insan haklarını evrensel değerlermiş gibi göstererek doğuya zarar vermeye çalışıyor" düşüncesi. batı doğuya zarar vermek isteyebilir, ancak evrensel değerler ve insan hakları gibi temel kavramlar da vardır, bunlar batının doğuya zarar vermek için kullandıkları şeyler olsa da hak şeylerdir olmasa da hak şeylerdir. insan hakları bildirgesinin ilk maddesi haktır. diğer maddeleri de haktır. bunların hak olduğuna dair düşüncemizin temeli de aklımızdır. çünkü biz insan hakları bildirgesinin ilk maddesinde yazılı olduğu gibi tüm insanların eşit olduğunu düşünüyoruz. bunu akıl yolu ile buluyoruz. buna rağmen islamcılar evrensel değerlerin haklığını reddederler. bunu da çok ilginç komlo teorileri aracılığı ile yaparlar. sekülerizmin doğulu bir kavram olmadığı ve batının sekülerizm aracılığı ile doğuya zarar vermeye çalıştığı düşüncesi mesela. ya da bireycilik kavramının avrupaya ait olduğu ve doğuluların bireycilik diye bir şeye ihtiyaç duymadığı düşüncesi. yani doğulu, özellikle müslüman toplumlar aslında evrensel değerlerin var olmasının imkansız olduğunu iddia ediyorlar. peki bu doğru mudur? bireycilik/ferdiyetçilik gerçekten de bir evrensel değer değil midir? onun yerine bazıları kolektivizm/toplumun genel faydası ve bazıları bireycilik yapsa yine iyi bir şey olmuş olur mu? bunun cevabını bugünün dünyası biz doğulu insanlara çok acı bir şekilde veriyor ve bizim insanlarımız bunu hala daha algılayamıyor. en iyi arabaların alman arabaları olmasının arkasındaki gerçeğin bireycilik ve sekülerizm olduğunu bir türlü kavrayamıyor. düşünce özgürlüğünün, aydınlara daha fazla özgürlüğün ve yeteneğe saygı kültürünün batı dünyasını son 400 yılda dünyanın hakimi yapmış olmasını bir türlü kabullenemiyorlar ve hatta bu hakimiyeti tesadüflerle açıklamaya çalışıyorlar. çünkü bunu kabullendikleri zaman islamda olmayan bireyciliğin, düşünce özgürlüğünün, sekülerizmin evrensel değerler olduğunu da kabullenmiş olacaklar. bunu kabullendikleri zaman yaşadıkları islam türünün onlara zarar veren bir şey olduğunu da kabullenmiş olacaklar.

    "türkiye'nin alnındaki tarihinin en büyük kara lekesidir bu" diyor yaşar kemal madımak katliamı sonrası yaptığı konuşmada. "bu kara lekeyi sileceğiz ama utançtan başka ne kaldı elimizde? 36 tane yazarını yakan ülkeden hayır gelir mi?" diye de devam ediyor. gazalici nihilizmin bir diğer tanımı da "din elden gidiyor" söylemine anında refleks gösteren, çok kolay manipüle edilebilen, katliam yaptırılabilen adamdır. siyasete malzeme olarak birilerinin peşinde dolanan ve "müslüman türkiye" diye bağıran her adam gazalici nihilist zihniyetin ürünüdür. eskiden bu adamları halı altına saklardık. saklayabilecek gücümüz vardı. kimseye göstermezdik. saklar ve yokmuşlar gibi davranırdık. arada çorum katliamı, maraş katliamı gibi durumlarda bütün varlıkları ile belirir ve kendilerini gösterirlerdi. artık saklayamıyoruz. bütün dünyanın gözünde ışidi destekleyen, islamcı, köktendinci, bir tanecik uçak bile üretemediği halde dünyaya kafa tutan bir bal porsuğu, aciz, acizliğinin farkında olamayacak kadar cahil bir toplumdan müteşekkil, uzak durulması gereken, dost edinilmeyecek bir ülke konumuna geldik.

    gazalici nihilizm bize bu kadar zarar veriyor. peki gazalici nihilizmden kurtulunca ne olacak? geriye ne kalacak?
    geriye kalan boşluğu lokal kültürümüzün gelişmeye ve aydınlanmaya engel teşkil etmeyen parçası (ki bu konuda türklük ve anadoluluk sentezi kültürlerimizle epeyce şanslı olduğumuzu düşünüyorum) ile evrensel modernite değerleri dolduracak. dünya medeniyetlerden müteşekkil: çin medeniyeti, hint medeniyeti, arap medeniyeti, türk-islam medeniyeti, güney asya, latin, ortodoks ve batı medeniyeti. bunların içinde 7 milyarlık dünyanın temel ihtiyaçlarına cevap verebilen tek medeniyet batı medeniyeti. bu medeniyetten başka uçak üretebilen yok. bu medeniyetten başka bir milyon nüfuslu şehirleri doyuracak, onlara barınma sağlayacak, onların bir arada yaşamalarına olanak verecek değerleri bulacak başka bir medeniyet yok: bir tek batı medeniyeti var. zaten çin ve japonya, arap dünyası ve hindistan bugün sahip olduğu nüfusu, binaları, eşyaları, bilimi, teknolojisi tümü batı medeniyetine ait. batının ürünü olan bir tek elektrik bugün yok olsa çok kısa sürede dünyada belki milyarlarca insan ölür. batı medeniyetinin ne olduğunu buradan anlıyoruz.

    gorgias'ın nihilizmi islamda gazali ile apayrı bir boyuta geçti. -bilgiye, bilime, akıla güven olmaz- ikisinin de temelinde bu doktrin vardır. gazali bu ortak tutumdan bilgiye, bilime, akıla güven olmaz onun yerine evliyaya ve müçtehite güven olur anlayışı ile ayrılır. gazalinin nihilizmi gorgiasınkinden çok daha beterdir. gorgias en azından evliyaya güven olmayacağını da bilirdi; gazali ise doğru bilginin mutlak kaynağı olarak evliyaları ve müçtehitleri gösteriyor. bu durum nietzsche'nin de belirttiği köle ahlakında olduğu gibi insanları kendi akılları ile evliyalar ve müçtehitler arasında yaptıkları tercihte "güçsüz" konuma itiyor. insanlarımızın tümü umutsuz ve güçsüz, evliya karşısında, mürşid karşısında, müçtehit karşısında kendisini güçsüz bir toz zerresi olarak görüyor. bütün doğrularını, bilincini ve şuurunu daha da ötesinde kimliğini, özünü; daha güçlü olduğunu düşündüğü bir noktadan, bir organizmadan, bir şeyhten elde eden insan köle ahlakına sahip olur, güçsüz olduğunu fark ettikten sonra artık tek derdi güçsüz olduğunu unutmaya çabalamak olur. bunu yapabilmek için de nihilist, hissiz, heyecansız ve idealsiz olur. gazalici nihilizm de kökte buradan ortaya çıkıyor işte.

  • 47. geekyapar.com

    geekyapar'ı oldum olası sevemedim. önyargılı yaklaştım belki de, ama "geek is the new sexy" şeklinde geek ismi üzerinden şekil yapmaya çalışan yeni akım hipsterlardan o kadar sıkılmıştım ki. siteye ne zaman baksam geek'likle alakası olmayan içerikler sunup, birçok kez de orjinal geek kültürleriyle dalga geçtiğini görünce iyice soğudum.
    yalnız bu son olay saçmalıkta ters takla attırmış siteye.

    "içerik çaldı" diye oyungezer'e yönelik kavga başlatmak nedir yahu. bu hamlesiyle, gözümdeji imajını iyice söndürdü.
    amerika'yı yeniden keşfeden iki kişi arasında "önce ben keşfettim" tartışması yaşanıyor. "hayır önce ben keşfettim, sen benden çalamazsın, o sadece benim hakkım!"
    iyi de evladım, o kıta keşfedildi zaten, insanlar üstünde medeniyet kurup yaşamakta.
    sen sonradan gelmişsin diye neyin kavgası bu yaptığın?

    "biz hep orjinal özgün içerik yaparız" dediği de wikipedia, diğer youtube kanalları ve forumları inceleyerek elde ettiği bilgilermiş.
    yav o forumlarda benim ve benim gibi kişilerin yazdıklarını alıp kullandığın zaman orjinal içerik olmaz. bu durumda sen de benden mi çalmış oluyorsun? yok öyle bişi.
    orjinal içerik nasıl yaparsın? şöyle yaparsın... gidersin stan lee ile, bendis ile, alan moore ile röportaj yaparsın, o sırada derlediğin bilgilerden bir makale çıkarırsın, biz de "helal olsun adamlar uğraşmış" deriz.
    orjinal içerik budur.
    "aa black cat ile catwoman birbirine benziyor" diyip wikipedia'dan ilk çıkış tarihlerini kıyaslamanın bir mevzusu yok, bu kadar büyütmeyin bunu.

    ekşisözlük'ten önce, sanane'den önce, youtube'dan önce ben vardım, biz vardık.
    belki bir burcu bakdur, bir orkun ışıtmak, bir volkan öge olamadık, ünümüz türkiye geneline yayılmadı.
    ama bu süreç boyunca çok ilginç insanlarla tanışıp, sohbetlerimizden çok değişik bilgiler edinme imkanım oldu.
    benim gibi tiplerin ilgilendiği şey de budur zaten. ünlü olmuşuz olmamışız, para kazanmışız kazanmamışız, umrumuzda değil.
    insanlara yeni şeyler öğrettiğimizde mutlu olan, farklı bilgileri dağarcığımıza kattığımızda keyiflenen tipleriz.
    bizim gibi tiplere "geek" ya da "nerd" denmesinin nedeni de bu.
    türkiye'de doğru düzgün oyun piyasası ve oyun dergisi yokken, bulabildiğimiz yabancı dergiler inquest ve wizard iken, internet çok ilkelken, bize dünyanın kapılarını aralayan kişiler berker güngör ve muhammed dabiri gibi kişiler olmuştu. onlar sayesinde öğrendik, onlar sayesinde geliştik.

    günümüzde avengers filmine gitti diye kendisine geek, iphone kullanıyor diye kendisine nerd diyen kişilerle doluştu ortalık.
    "geek is the new sexy" ve "big bang theory" gibi şeylerin de bu trend üstünde etkisi var.
    seksi olan, ilgi çeken şey, geek olmak değil, daha ziyade geek imajı üstünden şekil yapmak.
    eskiden thundercats izleyenlerle dalga geçip küçümseyen kişiler, şimdi thundercats tşörtleri giyiyor. eskiden yüzüklerin efendisi okuyanları "ayy çocuk romanları okuyorsun" diye aşağılayanlar, şimdi silmarillion muhabbeti yaparak kız tavlamaya çalışıyor.
    bunlar iyi midir değil midir, doğru mudur yanlış mıdır ayrı bir tartışma konusu.

    burada yanlış olan şey, başkalarının bilgisini derlemekten başka bir şey yapmayan kişilerin, sonradan benzeri bir şey hazırlayınca çıkıp dram çekmesi. sanki oyungezer sürekli geekyapar'ın hazırladıklarından kırpıyormuş, yazdıklarını hiç değiştirmeden kendisi yazmış gibi yayınlıyormuş gibi davranılması.
    geekyapar gibi sitelerde yayınlanan yazıların neredeyse tamamı, diğer youtube kanallarında ve sitelerde yayınlanan yazıların bir derlemesi olur zaten. başka bir site de ordan derleme yaptıysa nolmuş sanki?
    ha, yazılan yazının tamamı kullanıldıysa, o zaman gidersin site sahibiyle ve yazıyı yazan kişiyle konuşursun, anlaşırsın.
    ancak gelip de "aa black cat ile catwoman'ın çakma olduğunu söylemiş, önce biz yaptık bunu" diye yaygara koparmanın hiçbir anlamı yok.

    belki de amaç oyungezer fanlarıyla geekyapar fanlarını çarpıştırp bu sırada biraz reyting toplamaktır.
    ama amaç bu değilse bile yapılan iş hatalı.

    hatta bu kavga sırasında şöyle yorumlarda bulunanlar bile çıkmış:
    "iyi de asıl hırsızlık, geekyaparin youtube turkiyede adını hafiften duyurmasıyla , hepinizin tutuşup , bizde star wars konuşalım ya , bizde dizilerden çizgi romanlardan bahsedelim haci ekmek çıkar bundan diyip, cadde uzerinde tutan çiğköftecinin yanına, karşısına başka markalarla çiğköfteci açan anadolu yatirimcisi cakalliginiz.yoksa onun bundan arakladigi karakter elbette sayılı kim ne kadar özgün olabilir ki?"

    abicim sanırsın ki geekyapar'dan önce oyungezer yoktu, egm tr yoktu, pcgamer tr yoktu, level yoktu, gameshow yoktu, pc oyun yoktu.. sanırsın "biz de star wars konuşalım" diyen ilk geekyapar oldu ve sanırsın türkiye'de star wars konuşma tekeli geekyapar'da...

    geekyapar'ın son mevzusu bu tip kişileri (ogz ve geekyapar tarafında da var bolca) birbirine çarpıştırmaktan başka bir şeye yaramıyor.

  • 48. 26 şubat 2016 k. kılıçdaroğlu'nun bütçe konuşması

    "cuma namazını şam'da kılacağız diye yola çıktılar, iki buçuk milyon suriyeli buraya geldi" demek suretiyle, evet, sandalyeden düşürdüler.

  • 49. ferhan şensoy

    buraları okumuyordur muhtemelen. kim bilir hangi seyahatinde satın alınmış bavul bavul frenkçe tiyatro kitabını, adı bilinmeyen yeryüzü şairlerini okumayı tercih ediyordur usta. başta ülkesindekiler olmak üzere karşılaştığı insanlarının ciğerini okumayı yeğliyordur bir düşünme ve biriktirme yöntemi olarak yazmayı unutmadan. iyi ki doğmuştur.

    kökü çarşamba'da, dalları gül baba'nın bağ kulübesinde galatasaray'da, jerome savary'in gezici tiyatrosuyla fransa turnesinde, kanada'da, küba'da meyveler vermiş bir ağaçsın sen ferhan şensoy. güzel sanatlar'ın damından boğaza karşı teksir edip savurduğun dev-genç bildirileriyle, şaibeli yangınla kül olan bir tarihi diriltmek, ses tiyatrosu'nu onarmak için anadolu'nun tüm sidik kokan sinema salonlarında oynadıklarınla büyüksün. tiyatrocu değil bizatihi tiyatrosun.

    ve bir daha ülkemden benzerinin çıkması zor bir mizah yazarısın. iyi ki doğmuşsun.

  • 50. e-kitap servisi meritokrasi

    müsaadenizle bir adet romanı yayınlanmış bir ekşi sözlük yazarı olarak fikirlerimi paylaşmak istiyorum. öncelikle herkesle tartışmak amacındayım. mesaj kutusu bunun için var. ben bu servisi kullanmıyorum (beceremedim zamanında, başka yerlerden e-kitap ediniyorum) ancak oldukça yararlı buluyorum. zaten ben okur/kullanıcı tarafından değil, yazar/üretici tarafından bakacağım.

    öncelikle üç hafta kadar önce kitabımı yayınlatmak için yardım kampanyası başlığına yazdığım şu entri ile romanımı yayımlatma sürecinde yaşadığım zorluğu anlatmaya çalışmıştım. bir çok yazar arkadaştan mesaj geldi, benzer şeyleri yaşamış, halen yaşayan insanları görünce üzüldüm. sonra bir kaç arkadaş romanı almak istediklerini ama pahalı bulduklarını söylediler.

    ben de türkiye'de kitapların aşırı pahalı olması başlığında şu entri ile kendi kitabımın liste fiyatı üzerinden fikirlerimi beyan ettim ve ekonomik olarak kitaba ulaşma yöntemlerini kendimce dile getirdikten sonra bu servisi ve konularına göre tasnif edilmiş e-kitap arşivi başlığının da yararlı olabileceğini düşündüğümü belirttim.

    yine bu entriden sonra da bir çok arkadaş mesaj attı, konuştuk, tartıştık ve ben şöyle, "korsana karşı olup, e-kitap siteleri ve pdf arşivlerini önermem bazı arkadaşlarca haklı olarak çelişkili bulunmuş. doğrudur, ancak ben kitaplardan haksız kazanç elde eden korsana karşıyım. hiçbir yazar kitabının maddi nedenle okunmamasını istemez. tüm yazarlarda benim gibi hırsızlığa karşılardır diye düşünüyorum. kütüphaneleri de bu nedenle entriye ekledim, unutmuştum, üzgünüm." editledim entriyi.

    çünkü ben tüm yazarların benim gibi kitaplarının okunmasından başka bir isteklerinin olmadığını sanan safın önde gideniymişim. neden derseniz sözlükten tanıştığım benim gibi genç bir yazar arkadaşın yayımlanmak üzere olan kitabının son okumasına ara verdiğimde bu başlığı gördüm (önce ölmüş sandım) ve bir entriye denk geldim.

    bir yazar arkadaş önce tanımını yapmış ve "sözlükte beni farklı mecralara sürükleyen servistir" demiş. devamında özetle, "başlığa yazılanların hepsini okuduğunu, herkesin kendince haklı olduğunu, haksız kimsenin bulunmadığını" belirtmiş ve bunları gerekçelendiren bir takım örnekler vermiş. sonra "geçen ay ikinci romanı (5. kitabı) çıktığını, satmasını umduğunu yoksa bitirmiş olduğu yeni dosyasının basılma ihtimalinin olmayacağını" yazmış.

    evet, satılmayan bir kitabın yazarının sonraki dosyalarına yayımcılar şans vermemeyi tercih edebilirler.

    sonra hızını alamamış, "servisi öven kişilerin övdükleri kadar çok okuyup okumadığını sormuş? kendisinin çok okuduğunu, (pardon çok çok okuduğunu) iyi ve sıkı bir okur olduğunu, (bu iddia aşamasında) mümkün olduğu kadar sadece okuyacağı kitabı satın aldığını, okumayacağı kitabı almayacağını ve yarım bıraktığı kitap sayısının az olduğunu belirtmiş."

    bunları niye yazmış, nereye varacak diye düşünürken ben, şöyle devam etmiş. "ülkemizde her ay 2000 kitap basılıyor, basım adetlerinin az olduğunu, yeni bir tür çıktığını, watpadd'den fırladığını, tutulduğundan satıldığını (kitaplar ele geliyor demek istemiş sanırım) ve kolay yazıldığını sandığını" belirtmiş.

    ben hala tüm bunları neden yazıyor diye okumaya devam ederken,

    "kendisinin bir romanı iki yılda yazdığını, bunun için çok ciddi emek harcadığını (kesinlikle katılıyorum) sizin bir de parayla satıldığı için küfürler ederek kopyalayıp, bir dosya olarak koyduğunuz kitap için yaptığını, telifini altı ay sonra aldığını, şansı olduğunu (sanırım şanssızlar alamıyor) bazen yalvar yakar kitabının basılmasını istediğini" söylemiş.

    öncelikle biriniz bu arkadaşa söylesin. kitap, okur onu açana kadar elektronik hali dosya, basılı hali ise metadır. ne zaman ki okur onu açar, okumaya başlar o zaman kitap olur. yani o dosyanın bilgisayarda durması ile kitabevinde durması arasında okura ulaşana kadar bir fark yoktur.

    sen bu servisi ve insanları çok yanlış anlamışsın. zaten bak biliyorsun, ülkemizde kitap okuyan insan sayısı çok az, bu çok az olan insan içerisinde e-kitap okuyan daha da az. sen ne kadar okuyorsun bilmiyorum (türkiye ortalamasını bilmediğimden senin okuma oranını da hesaplayamadım) ama bu servisi kullanan insanlar okuyor. (onların ortalamasını da bilmiyorum. merak da etmiyorum.)

    ödevini yapmak için bu servisi kullanan insan ne güzel insandır. öğrencilik zor iş, şimdi buradan faydalansın, ilerde iş güç sahibi olur bu okuma alışkanlığıyla kitap alır, okumaya devam eder. ne var bunda?

    kitabın pahalı olduğu konusunda haklı olmakla beraber, kitap gibi bir metaya para verilmemesi gerektiğini söyleyen her kimse bu servisten kitap okuyarak, belki senin benim gibi yazarların ciddi emek harcadığını, kitabın bir meta değilde edebi eser filan olduğunu öğrenir, fikri değişir, ufku açılır. neyi kötü bunun?

    cep telefonuna 1200 kitap indiren şekilci arkadaş belki bir gün merak edip okur, kitapların bir süs eşyası olmadığını, hava atmaktan çok okunmak ve fikir sahibi olunmak için üretilen edebi eserler olduğunu fark eder. bu seni neden üzüyor.

    karşıt görüşlere ben de cevap vermeyeceğim.

    hocam kusura bakma da sen kötü bir yazarsın. kitabının okunmasını isteyen bir insan neden bu servise karşı çıkar. bu servisi kullanan insanlar okumak isteyen insanlar. sebebi her ne olursa olsun, kitaba ulaşmak isteyen insanlar. okur ya bunlar. birazdan daha net açıklayacağım; senin, benim, diğerlerinin yazdıklarını eser yapan insanlar. kitabının burada olması o çok korktuğun satış rakamını düşürmez. hatta ve hatta yazdıkların gerçekten edebi bir değeri varsa ciddi faydası bile olur. başlığına yazarlar, önerirler, tanıtırlar. dedim ya biraz önce okuyan az, e-kitap okuyan daha az. bırak okusunlar ne var bunda...

    ben tam bunları düşünürken aynı yazar kişisi "kitabımın e-kitap sürümünün çıkmasını istemiyorum. bir manyak cildini yırtar tararsa pdf olarak koyarsa ancak öyle dağılır. zaten delicesine satılan bir kitap olsaydı, korsanı basılırdı veya çoktan kopyalanırdı. inanın bundan rahatsız olmazdım. fakat bu durumda yayıncı sonraki kitabımı <caps lock>basmazdı<caps lock>" diye devam etmiş.

    ben yanlış okudum galiba dedim, döndüm tekrar okudum. "kitabının korsana düşmesinden rahatsız olmayacağını, ama kitabın yayıncısı (caps lock açık) basmazdı" yazmış. sonra da şu şekilde maddelemiş,

    "kopya korsan oldu mu yayınevi kitap basmıyor
    yazar kitabı basılmadı mı yaz(a)mıyor
    kötü kitabın yanında iyi kitap da çıkmıyor
    kitap fiyatları pahalıi kağıt ithal her şey ithal
    yayıncı ayakta durmak için yüksek fiyat çekiyor
    sizler çok pahalı diyorsunuz hakeden veya etmeyen kitabı bu yolla kendi malınız yapıyorsunuz."

    kendisine buradan yok ya, vallaha mı diyorum. hadi canım, olamaz öyle bir şey diye ekliyor ve madde madde öyle olmadığını açıklamak istiyorum.

    1. kopya korsan oldu mu yayınevi kitap basmıyor

    bir kitabın çok satıp satmadığını, yazarın veya kitabın popüler olup olmadığını en kolay yoldan anlaşıldığı yer korsan tezgahlarıdır. çünkü korsan kitap satıcısı da kitabı basmak, nakliye, tezgah, eleman vb gibi giderleri olan gayriresmi işletmelerdir. tezgahı bir kitabevinden küçük olup, kitabevi gibi çok ürün bulunduramaz. o nedenle çok satan ve popüler yazarların kitaplarını tezgaha koyar. bu şekilde sadece para kazanacağı ürünü koyar. maliyetini de, kira ödemeyerek, vergi vermeyerek, telif ödemeyerek, kalitesiz kağıt ve boya kullanarak, dizgi ve kapağı çok afedersiniz sikimsonik yaparak düşürür. yani korsana düşmüş kitap ve doğal olarak o kitabın yazarı artık tanınan yazardır. bu kitabından sonra yazacağı her kitabı bir önceki kadar satar, örnekleri vardır. benim kitabım korsana düştü, kitabımı yayıncı basmıyor diyen adam en basit tabirle kendini kandırıyordur.

    ayrıca korsanı dolaylı da olsa savunan kişi isminin önüne yazar sıfatını ne tür de kitap yazmış olursa olsun koymamalıdır. yazdıklarından utanmalıdır. çünkü meriktokrasi ve benzeri servisler kar amacı gütmeyen yerlerdir. kitabın kütüphane de olmasıyla meriktokrasi de olması arasında fiziki özellik haricinde esasında hiçbir fark yoktur. ancak korsan kitapçı, yazarın hakkını, yayımcının hakkını, kitapçının hakkını çalar. korsandan kitap alan adam okuduğu kitabın emeğini çalan hırsızdan farkı yoktur. para ödemiş olması da bu gerçeği değiştirmez.

    ayıptır, korsanla hırsızla mücadele her bireyin görevidir.

    2. yazar kitabı basılmadı mı yazamıyor.

    şu entrimin girişinde belirttiğim üzere insanın roman yazmaya başlamadan önce bir takım hedefleri vardır. bunlar bir çok örnekle açıklanabilir. ama bunların içinde hiçbiri kitabın basılması değildir. kitabın basılması onu meta yapar. okunması ise eser. georg christoph lichtenbergin bir kez daha haklı olduğunu üzülerek görmekteyim. ne diyordu yaklaşık üç asır önce "dünyada kitaplardan daha tuhaf satış metalarına rastlamak galiba imkansızdır: anlamayan kimseler tarafından basılır, anlamayan kimseler tarafından satılır, anlamayan kimseler tarafından okunur, hatta tetkik ve tenkit edilir; ve şimdilerde artık onları anlamayan kimseler tarafından kaleme alınmaktadır."
    eğer kişinin kaygısı kitabının basılıp basılmaması ise o lütfen yazmasın. gerçek yazarlar eserlerinin okunmasını bile umursamazlar. onlar derdini anlatma arayışındadırlar.

    3. kötü kitabın yanında iyi kitap da çıkmıyor

    evet, böyle cümle olarak okuyunca insan hak vermiyor değil. ama gerçek bu değil. kötü kitabın yanında iyi kitabın çıkmamasının yüze yakın nedenini yazarım ancak bunlardan hiçbiri e-kitap veya bu servis değildir. kitabın (iyi veya kötü) çıkmamasının nedeni onu metalaştıran yayımcılık sektörünün politikalarıdır. bir kaç tanesi haricinde (ki onların da zaten çok satan yazar ve kitapları var) "bu kitap kesinlikle basılmalı, bundan da zarar edeyim" diyen yayımcı var mı? edebi olup olmamasına, eserin temasını, ana fikrine bakan? editörler bile artık satıp satmayacağına göre inceliyor. öyle olmasa vıcık vıcık bir dille yazılmış "allah de bilmem ne yap 1,2", "hayrullah" , "bana ikinizi anlat" , "bokre" isimli "iyi" kitaplardan farklı şeyler görürdük kitapçılarda.

    o tür olarak belirttiğin watpadd çılgınlığını basarlar mıydı? edebi dertleri olsa, "iyi"yi insanlara ulaştırma dertleri olsa. benim çok afedersin "bok altı" edebiyatı dediğim şeyler çıkar mıydı okur çok olsa, "iyi"yi arasa. çocuklar popülerin peşinde hocam, yeni çağın çılgınlığı.

    4. kitap fiyatları pahalıi kağıt ithal her şey ithal

    kitap fiyatları pahalı evet, kağıt ithal evet, her şey ithal evet ancak 3 (yazıyla üç) liraya malolan bir metayı 25 (yazıyla yirmi beş) yayımcı mı haklı, dağıtımcı mı haklı, kitapçı mı haklı, yoksa metayı eser yapan okur mu? vallaha kimse kusura bakmasın, okur her zaman haklıdır. ama sen eserine meta yapan, onun üzerinden para kazanırken fiyatını indirmek için hiç bir şey yapmayan (ben şimdiye kadar kitap fiyatlarının düşürülmesi için bir icraatı olan kitapçı, dağıtımcı veya yayıncı görmedim) adamlar haklı diyorsan, otur bir daha düşün. (sadece kdv sıfırlansa ortalama her kitap 1,5 ile 2 lira arasında ucuzlar.)

    5. yayıncı ayakta durmak için yüksek fiyat çekiyor

    yok canım. yayıncı değildir o. genel işleyiştir. kitabın çok satmaması, raf ömrünün uzun olması, piyasada ki 6-8 ay gibi uzun vadeler, yüksek kira bedelleri, vergiler falan değildir. yayıncı belirlemez kitap fiyatını, kitabın beklenen satış adeti belirler. ben şimdi en baştan yazamayacağım, yayımcına soruver.

    6. sizler çok pahalı diyorsunuz hakeden veya etmeyen kitabı bu yolla kendi malınız yapıyorsunuz.

    mal yapmıyorlar arkadaşım, o kitabı eser yapıyorlar. sadece eser!

    sonuç olarak genç yazar eziliyor demişsin.

    evet genç yazar eziliyor. çünkü herkes kendini yazar zannediyor ve yazdıklarının bir an önce basılmasını istiyor, yayın evlerini kilitliyor, hiçbir edebi yönü olmayan dosyalarını birer şahesermiş gibi her tarafa gönderiyor. yayınevi zaten okumayan bir ülkede edebi yönden çok gelen dosyanın satıp satmayacağını düşünüyor, ona göre politika belirliyor. berbat şeylerin arasından "iyi"yi ya göremiyor, ya da "iyi" kendini tam gösteremiyor.

    yani meriktokrasi ile genç yazarın ezilmesinin uzaktan yakından ilgisi yok. genç yazarı destekleyecek ender oluşumlardan biridir meriktokrasi.

    seni fena kandırmışlar hocam, yazdıklarını bilmiyorum ama okumak istiyorum. inanıyorum ki sen kaliteli eserler yazmış isen bir gün mutlaka meriktokrasiye düşecektir. bir "manyak" bunu yapacaktır ve o zaman senin bu servisi dert etmeyeceğini de biliyorum. bırak insanlar kitaba ulaşsın hocam.

    bu entri tüm benzer düşüncelere cevaptır. meriktokrasi de kendi kitabım var mı bilmiyorum. merak bile etmiyorum. varsa arkadaşların okumasını istiyorum. yoksa ben koyun diyemem (telif sözleşmem nedeniyle), koymayın da diyemem.

    ha bana da yasal değil dediler. iyi de ben savcı değilim, yazarım, yazar! (burada bir yaşar usta tiradı giderdi gibi)

    tüm bunları bana yazdıran ve hayata bakış açımı ciddi manada değiştiren bir olayı da müsaadenizle buraya iliştirmek istiyorum.

    yıllar önce muğla iline memur olarak atandığımda kiraların çok pahalı olması nedeniyle merkeze yakın bir köyde ev tutmak zorunda kaldım. ev sahibim çiftçi. karısı, çoluğu çocuğu evin ucundan uzanan tarlada çalışıyor. ben sabah gidiyorum akşam dönüyorum. denk gelirsem yemek falan veriyorlar, çay içiyoruz. tabi ben o zamana kadar büyük şehirde yaşadığımdan pek alışık olmadığım şeyler bunlar.

    bir hafta sonuydu eve geç geldim. baktım bunlar mahsullerini 2,5 ford'a yüklüyorlar. ben de ucundan tuttum ki çabuk bitsin, neyse iş bitti baktım ev sahibim evine giriyor, yüklediğimiz kamyonet köyün ana caddesinde.

    "çadır yok mu?" diye sordum, kendimce tedbir almaları gerektiğini belirteceğim, yorgunluktan unuttular diye düşünüyorum. ev sahibim şaban abi "ne yapacan bizim oğlan çadırı?" dedi.
    "malın üstünü örtmeyecek misiniz?
    "yoo."
    "çalmasınlar gece malları?"
    "buralarda o işler olmaz ya, olursa da hırsız ne yapar eder çalar. ihtiyacı olan da varsın alsın gari." dedi.

    anladın mı bizim oğlan