Ekşi Sözlük Debe Listesi

Rastgele
Hepsini aç
  • 1. kılıçdaroğlu'na çıkışan kadın

    kadının tepkisinden ziyade, kadına verilen tepkiye dikkat çektiğim olaydır.

    aynısı akp'ye olsaydı teyze, amca, genç, sakat demeden yaka paça dövülerek götürüleceği hatta sürüm sürüm süründürüleceği bir olayda sadece "tamam olabilir tepki vermeyelim beyler" denip olaysız dağılmaları... bilmiyorum. söyleyeceklerim bu kadar.

  • 2. 19 şubat 2016 lüksemburg'un türkiye çıkışı

    yarın san marino nota vermese bari

  • 3. trabzonlu doktor şırnak'ı anlattı

    "ülkenin yarısı akp'ye oy vermiş ama 20 gönüllü doktor arasında sadece tek akpli bendim, kefen giymeye gelince varsınız ama bırakın savaşmayı iş hastanede 14 gün hizmet vermeye geldi mi fıssınız " minvalinde konuşarak akp'nin tabanına ağır eleştiri (özeleştiri)getirmiş doktordur.

  • 4. 17 şubat 2016 ankara saldırısını tak'ın üstlenmesi

    alfabede harf bırakmadı orospu çocukları.

  • 5. türkiye cumhurbaşkanının akli dengesi bozuk

    ordan babam da söyler dedirten açıklamadır.

  • 6. tayyip'in doğumgünün milli bayram olması

    "doğduğun değil doyduğun yer" mantığından yola çıkarsak, 17-25 aralık haftası bu bayram için uygundur bence.

  • 7. ergenliğe girmiş kız okula gönderilmemeli

    bir cübbeli ahmet hoca beyanı. bir de ekliyor kadın, erkek birbirini gördü mü fitne, fitne fitne.

    ilgili haber

    bu adama tapan milyonlarca insan var. ve biz onlarla aynı nefesi alıyoruz. kadını bu derece aşağılayan bir kişiyi seven milyonlarca kadın olması da ayrı bir ironi.

  • 8. thy'nin 410 milyon tl zarar etmesi

    gotham national banktan aldığı kredidir o zarar değildir.

  • 9. dövmeli erkeklerin seksi ve karizmatik olması

    bununla ilgili mozart in the jungle'da yeni dövme yaptıran şişman bir arkadaşla dövmesini yapan kız arasında çok tatlı bir diyalog var:
    e- dövme yaptıran erkekleri seksi bulur musun?
    k- sadece dövme yaptırmadan önce de seksi olanları.
    başka sözüm yok sayın yargıç.

  • 10. eğitimsiz iyi para kazandıran meslekler

    (bkz: milletvekilliği)

  • 11. yazar ölünce telif ücretiyle geçinen evlat

    babadan kalan arsayı satınca sorun yok. eseri satınca var. he mi?

    ressam ölünce varisleri resimlerini satmasın. heykeltıraş ölünce heykeller bağışlansın vs. vs.

  • 12. tüm türkiye'nin tereddütsüz buluşabileceği zemin

  • 13. nijeryada cadı diye sokağa atılan 2 yaşında çocuk

    danimarka'daki pılısını pırtısını satıp nijerya'yadaki çocuklara yardım etmek için oraya yerleşen ve orada bir yetimhane kuran anja'nın sokakta bulduğu çocuk.
    2 yaşında. 8 aydır sokakta yaşıyormuş. ailesi cadı diye sokağa atmış çünkü. nijerya'da böyle batıl inançlar ve cehalet yüzünden sokağa atılan, işkence gören, öldürülen çok çocuk varmış zaten. içine sıçtığımın cehaleti, bok inanışları, zalimliği. kafasına sıçtığımın boku bokuna çocuk doğuran insanları. adaletine sıçtığımın dünyası.
    çöplerle ve insanların attığı şeylerle 8 aydır mucizevi şekilde hayatta kalmış, bir çocuk, yok yok, bebek. 2 yaşında lan. ne çocuğu. 2 bak, iki.
    karnı parazitlerle dolu, bir deri bir kemik kalmış... ismini "hope" koymuşlar, hope yani umut, evet böyle bir hikayeden sonra umut ister insan bu bebişin hayatı bundan sonra güzelleşsin diye.
    hastaneye götürülüyor, tedaviye ve bakıma başlanıyor, hope'cuk gülücükler atmaya bile başlıyor. çünkü çocuklar- bebekler böyle şeyler, ne yaşarsa yaşasın birazcık sevgiyle hemen gülüverirler.
    bir bebeğin, 1.5-2 yaşında bir bebeğin sokaklarda annesiz, yemeksiz, ilgisiz dolaşmasını, 8 ay boyunca dolaşmasını düşündükçe içim sızlıyor. oğlum bu yaşta lan benim, uyutmak için iki ağlattım diye amman travma oldu, amman hayata güveni zedelendi diye karalar bağlıyorum. siz neler diyorsunuz?
    peh.
    bir çocuk.
    bir bebek.
    yaşadığımız her tür küçük ebeveynlik krizini anlamsızlaştıran bir çocuk.
    dünyanın bokluğunu gözümüze sokarken mucizelere inandıran bir çocuk.
    umarım mutlu olursun çocuk.

    haber için şurdan.

    not: aramaya inandım ama aradım bu konu hakkında bir başlık bulamadım, bulamadığıma şaşırdım da. açılmışsa uyarınız taşıyacağım.

  • 14. sizin rpg'niz varsa bizim rte'miz var

    (bkz: kınama atan çok tehlikeli silah)

  • 15. erdoğan'ın ypg'yi ingilizce söylemeye çalışması

    (bkz: seni sectim picigetto)

  • 16. akp siksin seni

    bu gerizekalıların anlamadığı şey şu; akp sadece bizi sikmiyor. sizi de sikiyor. tüm ülkeyi sikiyor. aradaki fark, bu sikiş sizin hoşunuza gidiyor. bizim götümüze giren vergi, sizin de götünüze giriyor. dış siyasetteki hatalar size de giriyor. yıllar boyu öyle folloş olmuşsunuz ki, size girenin farkına bile varamıyorsunuz.

  • 17. öğrenildiğinde ufku iki katına çıkaran şeyler

    eskiden altı patlar silahın 45lik bir mermi kutusu 12 cent imiş. o zamanlar herhangi bir ortalama barda bir bardak içki de 12 cent imiş. kovboylar parası olmadığı zaman bu mermi dolu kutuyu barmene vererek bir bardak içki alırlarmış. günümüzde içkiler için kullanılan "shot" kavramı bu şekilde ortaya çıkmış.

  • 18. bir kadını en fazla komplekse sokan şey

    diğer kadınlar.

  • 19. devletin paralel ve pkk'yı kamudan atma genelgesi

    buna sevinen ulusalcıda kedi siki kadar beyin yoktur.

  • 20. buket akar

    hakkında tahmin yapmanın zor olmadığı kişidir:

    instagram profili: https://www.instagram.com/buketakar/

    "aynı isimle bir sürü insan var, nereden belli bu olduğu?" diye soracaklar için de:

    başlığı açmış olan mass joker nickli arkadaş bu entry'sinde buket'in bir ablası olduğunu ve abd'de yaşadığını söylemiş. şimdi instagramdan şu fotoğrafa bakıyoruz: http://websta.me/p/1130613508011765078_1196534906 evet, #ablakardeş tag'i var ve nashville'de çekilmiş.
    başlığı açan arkadaş da şu olabilir: https://www.instagram.com/p/-zcv3qzk8l

    tüm bunlar tahmindir, gerçek olmayabilir, gerçekler de acı olabilir, normaldir.

  • 21. cumhuriyet tarihinin en zor günlerinden geçiyoruz

    ne zaman cumhuriyeti düşünür oldu acaba.

  • 22. ikinci dünya savaşı döneminde akp iktidarı olsaydı

    almanya, rusya ve ingiltere'ye ayni anda savas acilir, radyoda ise 7/24 ankara oyun havasi calardi.

  • 23. ineklerin aslında down sendromlu atlar olması

    aynı maddeleri atlara uyguladığımızda karşımıza şok edici şu sonuç çıkmaktadır.

    (bkz: atların aslında down sendromlu zürafalar olması)

  • 24. incirlik üssü kapatılabilir

    (bkz: mal beyanı)

  • 25. chp tak'ı terör örgütü olarak görüyor mu sorunu

  • 26. gülerek ben yemek yapmayı bilmem ki diyen kız

    "ben de buraya yemek yemeye gelmedim zaten" diyerek konu başka yöne çekilebilir. heh.

  • 27. will smith'in ölümsüz bir zaman yolcusu olması

    will smith zaman yolcusuysa hakan peker seyahat acentası sahibi olur.

    peker turizm

    since 1813...

  • 28. d.davetiyesini whatsapptan gönderen sevgi kelebeği

    whatsapp' tan çeyrek altın fotoğrafı göndererek cevap verilmesi gereken durum.

  • 29. makarnalutfen.com

    (bkz: bsg lutfen)

  • 30. aliexpress

    çok sevimli satıcılar var burada. alacağım ürünle ilgili ne zaman çetleşsek oldukça samimi diyaloglar oluşuyor. genelde cümlelerine "dear friend" diye başlayıp samimi bir esnaf gibi ilgileniyorlar. cümlelerinin sonunda da mutlaka sevimli bir smiley koyuyorlar. mesela bir keresinde takip numarası da olmadığı için 50 küsür gündür gelmeyen bir ürün için, "takip numaram da yok 50 gündür bekliyorum ama gerçekten yolladınız mı?" diye sormuştum da eleman, "bu ürünün garantisi benim kardeş ürünü yolladım biraz daha sabır istiyorum senden" deyip sonuna da yüzü kızarmış smiley koymuştu. ben de "tamam bro sen öyle diyorsan bekleyeceğim" diyerek elleri ağzında kıskıs gülen smiley koymuştum. geçenlerde ürün gelince feedback'lerime baktım da elemanın yazdığını görünce kahkaha attım. abi devamlı müşteri yağlar gibi yağlamış.

    "very nice buyer, ıf i have 10 stars,i will give you 12!!!"

    vay be çok iyi almışım demek ki. nasıl da almışım ama. aldığım da 5 dolarlık bir lego. çok feci lego alırım. elin çinlisi bile kayıtsız kalamamış bu alışıma. müthiş bir alıcıyım.

  • 31. yaran inci sözlük entry'leri

    başlık: mecidiyeköy minibüsünde düşman edindim.

    entry: bugün mecidiyeköy minibüsüne bindim.öyle sıkışık ki resmen peygamber gibi havadayım amk. ayaklarım yere değmiyor. sağı solu omuzlayarak yerimi genişletip biraz rahatladım.
    önümdeki çiftli koltukta da bir adamla kadın yanyana oturuyor. kadın cam tarafında. bir müddet sonra kadın ineceğini belirtti. adamda kadın geçsin diye koltuğundan kalkıp yer açtı. kadın bölgesini terk ettiği an yerine altmış yaşlarında, davulcu bedirhan karaca'ya benzeyen bir teyze oturdu. ben de baktım yolu açan herif ortalıkta yok onun yerine oturdum.
    fazla zaman geçmemişti ki tepemde birinin söylendiğini fark ettim. baktım ki az önce kadın çıksın diye yol veren adam. inmemiş, insan seline kapıldığı zaman yerine de ben oturmuşum. sessizce bana küfür ediyor itoğlu it. öyle sessiz ki bir tek ben duyuyorum. sinirlendim koltuğu vermedim adama.
    o sıra yanımdaki teyze ineceğini söyledi. baktım tepemdeki namussuz şeytan gibi sırıtıyor. intikamını alacağını sanıyor. buyur teyze derken herifle birbirimize gazi koşusunda startı bekleyen beygirler gibi bakıyoruz. teyze çıktığı gibi kendimi hiç sakınmadan resmen sırt üstü koltuğa attım. şoför bile ne oluyor diye arkaya baktı.
    sonuç olarak nasıl olduğunu tam anlayamadığım şekilde kendimi cam tarafında buldum. yanıma bir baktım bizim namussuz da burnundan soluyor. o da oturmuş ama ben de oturduğum için hala ciğeri sogumamış. soğuk savaş sürerken hamle sırasının bana geldiğini gördüm.
    üstümü başımı toplayarak hafifçe kalktım bir anda koltuğumdan. düşmanım ineceğimi sanıp bütün nursuzluğuyla ayağı kalktı. hiç istifimi bozmadan tekrar yerime oturup önüme baktım ve hafif bir kahkaha attım. durumu fark eden bir kaç kişi daha gülünce düşman cinnet geçirdi.bir şey söyleme gereği duydu.
    herkes bunun yüzüne bakıyor. adam kıpkırmızı. baskıya dayanamayıp nedenini anlayamadığım şekilde "devam et abi" diye bağırdı şoföre.şoför de "araba zaten hareket halinde beyefendi" dedi. herkes iyice gülmeye başlayınca düşmanım ineceğini söyledi. minibüsten indiği sıra sokak lambasını tekmeliyordu. zihnen yok ettim adamı, kafayı yedi amk.

  • 32. pompacılarda mobil pos cihazı olmaması

    sebeplerinden biri sizi markete sokup, ödemenizi yaparken markette alışveriş yapmaya ve işletmenin daha fazla kazanmasına itmektir.

  • 33. anne olmuş kadın iticiliği

    (bkz: 2 dakika da koca yazıyı okuyup eleştiren züper zeka)

    edit: % 90 ına katıldığım yazı. çünkü çevremdekilerin %100 bu tip. arada bir iki tane takdirimi kazanmış çıkıyor o da kaideyi bozamıyor.

    bir dönem 4 tane hamilenin arasında kaldım. iyi tecrube oldu benim için.
    yeni anne olacaklara bu kadar irrite olacağım aklıma gelmezdi. daha doğmamış bebelerini övmeleri bi görseniz, mideniz bulanır yeminle.

    bir de bu kadar bilgisiz, cahil olup nasıl çocuk dunyaya getiriyorlar daha iyi anladım. eğer çevresinde bir tane doğurmuş ya da doğuracak akraba varsa fena halde kıskançlık başlıyor. sonra gelsin yalanlar, gelsin çalışmalar "ay canım doğum kontrol hapı mide bulandırıyor bırakıcam galibaa", "kocişimle whatsappta konuştuk yapmaya karar verdik" whatsapp puahah. ya ablacım sen bi zahmet yapma. bak benim annem de senin gibi yaptı sıçtı bıraktı ağzıma.

    şimdi bırakın gereksiz duygusallıkları ayaklar altındaki cennetleri.
    çocuk dünyaya getirmenin ne kadar zor olduğunu, ne büyük dertler getirdiğini biliyorsunuz.
    sonra bu yükü "bak ben seni amım yarıla yarıla doğurdum" diye, küçücük yüreklere yüklüyorsunuz sanki sorumlu onlar. doğurmasaydın amk. iyi bir gelecek vaad edemiyorsan ne diye doğuruyorsun.
    biliyorum, bunların hepsini yaşadım çünkü. çocukken de genç kızken de kadın olduğumda da. hala da görüyorum.

  • 34. arabada seks yapmak

    vites rol çalmasın da.

  • 35. rüya gördüğünü fark edince rüyasına hükmeden insan

    çevresi tarafından "çok tuhafsın" denilerek dışlanan insandır. bir keresinde rüyada olduğumu anlayınca, kendimi 5. kattan atıp atıp tekrar uçarak yukarı çıkıyordum. "ehe ehe çok zevkli lan" deyip baya bir coşmuştum.

    bir de rüyada silahla tehdit edilme sahnem vardı. tam trol işiydi. adam silahı doğrultunca "uyanıcam olum birazdan" gibi bir tepki vermiştim. adamın boş bakışları hala aklımda.

    benim gibisine de yaramıyor böyle şeyler.

    (bkz: kendi rüyasını trolleyen insan)

  • 36. kaçak elektrikle ısıtılan 30 dönümlük sera

    "diyarbakır bismil’de 30 dönümlük serayı ısıtmak için 3 trafoyla şebeke kurulup ayda 1 milyon liralık kaçak elektrik kullanıldığı tespit edildi"

    "dicle edaş ekipleri, son olarak ayda bir milyon lira tutarında kaçak elektrik kullanılarak ısıtılan bir seraya baskın düzenledi. serada, 15 bin nüfuslu bir ilçeye yetecek güçte 3 adet kaçak elektrik trafosunun bulunduğunun belirlenmesi üzerine, bu trafolara el konulması için savcılığa suç duyurusunda bulunuldu.
    yapılan kontroller sonunda, toplam gücü 3.750 kva olan 3 adet kaçak trafo ile ancak ısıtılabilen seranın, resmi kayıtlara göre, göstermelik olarak sadece 100 kva gücünde bir aboneliğinin olduğu belirlendi."

    "yaklaşık 30 dönüm büyüklüğünde olan seranın kaçak elektrik ile ısıtılabilmesi için yaklaşık 250 bin lira harcanarak bir elektrik şebekesi kurulduğu belirlendi."

    haber linki

  • 37. keskinoğlu piliç

    sırf ekşi sözlük'te yazar olduğu için büyük büyük firmalara+şöhretli şahıslara ayar verme ve onları hizaya getirme hakkını kendinde gören kompleksli insanların son kurbanlarından biri olan firma.

    ben bu firmaların halkla ilişkiler bölümünü yönetsem, firmamın işini düzgün yapmadığı durumlar dışındaki saldırılara karşı nötr kalmayı tercih ederdim. zira, "sen kim oluyorsun da bizim düzenlediğimiz/iştirakçisi olduğumuz yardım kampanyasına teveccüh göstermiyorsun!" ana fikirli saldırıların, yardım toplama gayretinden ziyade bir ego mastürbasyonunun eseri olduğunu günümüzde artık çoğu insan ayırdedebiliyor, bundan dolayı toplumda firmaya karşı negatif bir algı oluşmuyor.

    saygılar, sevgiler.

  • 38. yurtdışında yaşanan dumur olaylar

    odtü'deki hocamdan alıntıdır.
    "sene 1996 falan sanırım. o dönem hala 0 olarak satılan şahin marka bir araba aldık ve akabinde avrupadaki bir konferans ve tatil bir arada bir organizasyon için fransa'ya gidecektik. ben saçmalama öyle şey mi olur dememe rağmen eşim beni "ya ne olacak yepyeni araba sonuçta" diyerek şahin marka arabayla fransa'ya gitmeye ve devamında avrupayı o arabayla dolaşmaya ikna etti. fransa'da monte carlo'dayız ve kumarhanenin otopark girişinde arabaları yönlendiren bir görevli var. gelen araçları el işaretleriyle boş alanlara yönlendiriyor. sıra bize geldiğinde eliyle dur işareti yaptı,dedim aha bu arabayla bizi almazlar içeri rezil olduk.görevli yanımıza gelip camı açmamızı ister ve şu cümleyi duyarız: "abi ben bunu da mı görecektim ya burda ahahaha, şahin görmeyeli 10 yıl olmuştur abi hehe, siz hiç merak etmeyin ver abi anahtarı bana ben en güzel yere çekerim bunu""

  • 39. zamanın akmasındaki inanılmaz mantık hatası

    her başlıkta;

    - ahh sözlük elden gidiyor...
    - kutsal bilgi kaynağı zamanlarını özledim.
    - yine mi anket?
    - sözlüğün suyu çıktı.

    diye ağlaşan tiplerin, gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken mükemmel fikirler karşısında komiklikler şakalar yapmasını göstererek kendileriyle çelişmesini gösteren başarılı teori.

    ...

    şimdi gelelim teoriye.

    sabahlamış olmanın getirdiği zihin bulanıklığı ile, anlayabildiğim kadarı ile tamamını okudum.

    zaman harekete bağlı mıdır?

    bunu kimi bilim tarafları entropi ile açıklarlar.
    örnek bir açıklama: (bkz: #200929)

    big bang, yani büyük patlama ile görebildiğimiz 3 boyutlu evren, görüp bilemediğimiz başka boyutlar ve zamanın ortaya çıktığı söylenir. peki nedir zaman?

    evren, büyük patlama ile oluştuğu andan itibaren sürekli bir "dağılma" eğilimindedir. her şey bozulmaya ve parçalanmaya mahkumdur. özene bezene ürettiğimiz masalar, sandalyeler, evler, bilgisayarlar vs. bir gün toprağın arasında çürümüş olmaya mahkumdur. içinde yaşadığımız güneş sistemi bir gün son bulmaya mahkumdur. güneş'imiz patlayacak, dünya dahil yakınlarındaki birkaç gezegeni yutacak ve diğer gezegenler de evrende başıboş bir şekilde gezmek üzere fırlayıp gidecektir. aynı zamanda evrenin tamamı sürekli ve sürekli genişlemektedir.
    bu dağılma isteğine entropi denir.

    peki nereye kadar devam edecek bu entropi?

    evrendeki enerjilerin en dağınık hâli ısı'dır. evren dağılma isteğiyle devam ettikçe en sonunda tamamiyle en dağınık durum olan ısı'ya dönüşecek ve evrenin teorik sonu olan ısıl ölüm gerçekleşecek. termodinamiğin üçüncü yasasına göre bu ısı -273.15 santigrad derecedir ve mutlak entropi kabul edilir.

    peki tüm bunların zaman ile ilgisi nedir?

    ısıl ölüm gerçekleştiği anda, evren en dağınık duruma ulaştıktan sonra; teorik olarak zamanın akışı durur.
    evrendeki hiçbir şey hareket etmez.
    o andan itibaren, geriye dönüş yaşanır.
    big bang'e dönüş.
    evrenin daralması.
    her şeyin bu kez "düzenli" olmaya eğimli olması.
    dağılan ve parçalanan şeylerin düzene girmesi.
    yani en basit anlatımla zamanın geriye akması.
    taa ki big bang'in başlangıç noktasına dek.

    kimi teorisyenlere göre, evrenimiz sürekli patlayan, entropi sınırlarına ulaştıktan sonra tekrar patlama noktasına dönüp 0 noktasına ulaşmasının ardından tekrar patlayan, tekrar 0 noktasına dönen ve tekrar patlayan bir kısır döngünün içerisindedir. not düşmek istedim.

    her neyse. gelelim zaman meselesine.

    tüm bu teorilerden çıkan sonuç nedir?
    zaman bir maddedir.*

    eğer ki tüm maddeler entropiye yönelip, dağılma eğilimindelerse ve mutlak entropi ısısına tüm evren ulaştığında zaman da duracak ise; zaman da dağılma eğiliminde olan bir maddedir. bu madde, bizim algı kavramlarımız olan 3 boyutlu dünyayı ve diğer boyutları etkileyen, ve bizim sınırlı, yalnızca 3 boyutu algılayabilen daracık algımızla asla farkedemeyeceğimiz bir başka boyuttur. buna göre, büyük patlama noktasından itibaren kendi boyutunda yayılan, etkilediği diğer boyutları hareket dediğimiz olguya kavuşturan ve evren ile birlikte genişleyen bir maddedir.

    tuhaf gelecek ama, eğer ki bu teori doğruysa; bir gün ben bu anı tekrar yaşayacağım ancak tersinden. klavyeden parmaklarım çekilecek ve ekrandaki harfler silinecek. sizler bu yazıyı tersten okuyacaksınız. yemekten sonra acıkacak, tuvaletten çıkınca sıkışmış olacak, iyice dinlenmiş haldeyken yatağa girip yorgun argın bir biçimde uyanacaksınız. benjamin button misali küçülüp gideceksiniz. yani tüm bu yaşanmış olanlar tam tersi biçimde tekrar yaşanacak. taa ki big bang denen ana dek. oraya geri dönüş gerçekleştiği zaman, bizim yaşadığımız evren önce normal zaman akışıyla, sonra da zamanın ters akışıyla yaşanmış bitmiş olacak ve artık sonsuza dek kaybolacak. yeni big bang'in gerçekleşmesiyle birlikte yepyeni bir evren, belki yepyeni boyutlar, yepyeni fizik kuralları, çok farklı gök cisimleri olacak... ta ki o da big bang'e geri dönüp, kendi yerini bir sonraki evrene bırakana dek.

    peki biz bunları yaşayan kaçıncı evreniz?
    bizden önceki evrenler hiç yokmuş gibi kayboldular.
    biz de kaybolacağız.
    bizden sonraki evrenler de kaybolacak.
    3 boyutun dışında neler var?
    evren bu döngüyü kaç kez geçirdi?
    peki ne zamandan beri geçiriyor?
    ilk kez neden ve nasıl başladı big bang zincirleri?
    genişleyen evrenin sınırlarının dışında ne var?
    ilk big bang'den önce ne vardı?
    tüm bu tekrarlar daha ne kadar sürecek?

    tüm bu bilinmezlikler insanı çıldırtıyor.
    bütün bu sistem içinde, hiçbir değeri olmayan, bir toz zerreciği bile olmayan bir öge olduğunu bilmek insanı çıldırtıyor.

  • 40. vedat milor'un 20 günlük süt kuzusu yemesi

    uzun zamandır direniyordum bu başlığı açmamak için. meğer buraya kadarmış.

    zira şu kuzuyu yiyip yiyip, bulduğu her fırsat da "zevkten dört köşe oldum" diye utanıp sıkılmadan anlatmakta. bu dünyanın çivisi çıkmış arkadaşlar. sahiden kapayıp gidelim.

    kendisine aşina olanlar mevzuyu zaten bilmekte. esas mesele yediği bu haltı türk insanına devamlı surette örnek olarak sunması. sürekli ama, sürekli yaa. unutmamıza izin vermiyor adam. istesek de unutamıyoruz sayesinde. devamlı anlatıyor.

    ne zaman önüne iddialı bir kuzu eti gelse mekan sahibine sürekli aynı şeyleri söylüyor. "ispanya'da 20 günlük kuzu yedim, italya'da 2 haftalık keçi kemirdim, bayıldım, öldüm bittim." ziftin tekine ye vedat! oldu mu? rahatladın mı? utanmaz adam!

    bebek ulan onlar. emlik deriz biz ona. hiç otlamamış yani. annesinin kokusuyla, sütüyle yaşıyor o yavrucaklar. adı üstünde süt kuzusu onlar. biz türkler de kendi yavrumuzu "kuzum, kuzucum" diye sevmez miyiz? bebektirler çünkü.

    bakın nasıl da anlatıyor ballandırarak;

    "taş fırında, odun ateşinde, üç saat, ağır ağır pişmiş. pişirirken sadece azıcık su ve kaya tuzu eklemişler. o lezzeti tarif edecek kudretim olsa şair olurum. özellikle de nar gibi kızarmış derinin altındaki yağ tabakasının lezzeti. olmaz böyle şey! en muhteşem kısmı da güveçte kalan suları. hanımla taze francalaları bu suya banıp, güveci tamamen temizlenmiş olarak geri gönderiyoruz.

    250 kişi yemeğini hemen hemen aynı anda bitiriyor. etrafıma bakıyorum. herkes tabağını temizlemiş. tatlı öncesi herkesin önüne ev yapımı ve cava köpüklü şarabı ile hafif likid hale getirilmiş limon ve mandalina dondurma ya da sorbet geliyor. kuzu ile birlikte öyle bir uyum sağlıyor ki adeta nirvanaya eriyor ve içinizdeki 20 günlük kuzu yemekten gelen suçluluk duygusundan bir an kurtuluyorsunuz. iyi de oluyor çünkü damaklar tazeleniyor, insan ferahlıyor. son olarak da ispanyolların meşhur flan ya da krem karameli. saat 16.30’da lokantadan ayrıldığımız zaman zevkten dört köşe olmuş durumdayım."

    vay beee. okurken canınız çekti mi lan?

    sizin ben o çemçük ağzınızın orta yerine sıçayım midesiz herifler. seni de 20 günlük fare boku ezmesi ve 20 günlük spermle tatlandırılmış amniyon şerbetiyle marine edeyim vedat!

    sizi gidi ikiyüzlü, haram-helal bilmez, keyif düşkünü, şımarık, bencil yaratıklar sizi. ya allah aşkına söyleyin; cinsi sapıklıktan ne farkı var bunun? hadi bir anlatın da öğrenelim. neymiş bu kepazeliğin sırrı? şu resimdeki kuzuyu görünce içiniz tuhaf olmuyor mu yahu? daha annesine doymamış, dünyasını görmemiş bi çare. el kadar bebeyi kesip yiyecek kadar vicdan yoksunu olabilir misiniz?

    "bu kuzu başka kuzu. başka çünkü bir aylık. eğer etik açıdan minik kuzuların yenmesine karşıysanız gerisini okumanıza gerek yok. tabii böyle bir durumda kendi kendinizle iyice tutarlı olmak açısından hiç et ve deniz ürünü yememeniz daha doğru olur."

    bak bak bak, çakalı görüyor musun? 1 aylık kuzuyu yemekle, normal et tüketimini aynı kefeye koyarak kendi iğrençliğini meşrulaştırmaya çalışıyor. işte biz de bu insanları nezaketi ve duruşuna bakarak baş tacı ediyoruz.

    20 yaşında biriyle cinsel ilişkiye girmekle, 2 yaşında bir bebekle cinsel ilişkiye girmek arasındaki farkı hiç düşündün mü vedat? işte bu farka sapıklık denir. tıpkı 20 günlük kuzuyu kesip yemenin canilik olduğu gibi.

    - hayvan severlerden tepki geliyor mu size? "üç haftalık kuzunun gözlerinin içine baktınız mı vedat bey?” diyorlar mı?

    - bakmadım, önüme pişmiş geliyor. ama bakarsam asla ve asla yiyemem. gösterseler, “bak bu kuzuyu keseceğiz sana” deseler, kuzuyu satın alırım kesilmesin diye. ona kalbim elvermez.

    nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça! modern insanın işine geldiği vakit ne kadar alçalabileceğini görüyor musunuz? şekline şemaline itibar ettiğimiz, önünde düğme iliklediğimiz insanların yediği herzeye bak. ne anlamalıyız şimdi bu açıklamadan? "istemem yan cebime koy." neyi? 20 günlük kuzuyu!

    vedat milor'a göre türk restoranlarında süt kuzusu diye servis edilenler süt kuzusu olamayacak kadar büyükmüş! (8-10 ay) bak sana diyorum. bu işten kendini ayıklayamayacaksın marineci! zira bu haltı sadece yemekle kalmadın, eline geçen her fırsatta diğer insanları da özendirdin. mekan sahiplerini teşvik ettin. yetiştiricileri günahına ortak ettin. öbür tarafta tüm yaptıklarının hesabını vereceğini garanti ediyorum.

    "ayakları sicimle bağlanmış kuzu. bu tablonun posterini bulursam evimde duvara asacağım." -vedat milor-

    aferin beyler. son sürat devam. yemezseniz açlıktan geberip gidecekmiş gibi yiyin, yiyecek hiç başka bir şey kalmamış gibi yiyin. eminim yarın yeni doğan bebekleri de yersiniz. bok yiyin! şimdi yıkılın gözüm görmesin.

    son söz;
    ham meyveyi bile dalından koparmayın arkadaşlar.

  • 41. hepsiburada'da 3 tl'ye satılan şampuan

  • 42. vodafone arena'nın koltuk dizaynı

  • 44. tazedirekt

    ya kurban olayım şuraya kuru kayısı, kuru incir falan satmaktan ibaret sitelerin linklerini koyup bizi heveslendirmeyin, tazedirekt'in muadili bu mu allah aşkına?

    bakın ben size, şu site üstünden yola çıkıp, beslenme sorunumuzu anlatayım; şöyle mükemmel ülkeyiz, böyle tarım deposuyuz, aman da büyük gücüz diyenlere, kolay biçimde sağlıklı beslenmekten bile ne kadar aciz olduğumuzu göstereyim:

    meyve, sebze, süt, yoğurt --> bakın bunlar en kolay bozulan, raf ömrü en kısa, ama bir yandan da bize en çok lazım olan ürünler. kolay bozulduğu için çoğu yer bunların işine girmiyor. zaten tarım başlı başına zor bir iş, ailede kendi yiyecek diye saksıda domates yetiştirene bile sorun, "çok zor" der size. mesela burada yoncadan'ın yoğurdu satılıyordu. o yoğurdun raf ömrü bir hafta-on gün falan. market yoğurdunu at buzdolabına, 1 ay kalsın bozulmuyor, bu yoğurdun son kullanma tarihi geçtiği gibi küflenmeye başlıyor. hadi şimdi biri de gelsin beni inandırsın iki yoğurdun aynı olduğuna! içine o kadar koruyucu basılmış yoğurt yemek istemiyorum. "kendin yap!" demeyin yahu, kendim ekmek ya da yoğurt yapmakla da uğraşmak istemiyorum. isteğim çok basit: içine koruyucu katılmamış sütten yoğurt yapsın birileri, ben de bunu satın alayım. arkadaşlar hicap duyuyorum bunu söylemekten, ama birileri bir şeyi üretsin ve ben de satın alayım demek ayıp/yanlış/sorunlu değil. her yediğim, giydiğim, kullandığım şeyi niye kendim yapayım yahu, manyak mıyım ben? her şeyin uzmanı olamam ki hayatta, bırakalım yoğurt da başka birinin işi/uzmanlığı olsun yahu!

    süt-yoğurdu semt pazarı da çözmüyor, ama hadi diyelim meyve sebze için semt pazarlarına gideceğiz, âlâ. 1- çalışan insan olduğum için hafta içi semt pazarına gitme şansım yok. herkes ev hanımı- ev beyi değil. 2- benim oturduğum semtte pazar kurulmuyor. en yakın semt pazarı, 3 semt ötemde, kesinlikle yürüyerek gitme-onca poşetle dönme imkanınız yok. e ne yapacağım? otobüsle her hafta semt pazarına gidip 15 poşetle dönme çilesini yaşamak ister misiniz? taksi desen, taksiciye de mesafe kısa geliyor, küfrediyor, hem de ciddi bir meblağ tutar her hafta, her hafta... arabayla gidersem bir de ona park yeri arıyorum. bak daha gitmenin sıkıntısı bu, daha varmadık bile. hadi vardım. taze, ucuz ürün yok mu semt pazarında? var tabii, olmaz mı. ama iyisini bulmak için sabahtan gitmem lazım. çalışan bir insanın hafta sonu sabahını semt pazarına gitmekle harcamak yerine uyumayı isteme şansım yok mu? insaf yahu! (bakın semt pazarındaki ürünün tohumu, suni gübresi, zirai ilacı olayına hiç girmedim bile fark ederseniz.) hadi bunu da kabul ettim diyelim. semt pazarına gittin, seçtin, aldın, geri göndün, nerden baksan en az 2 saat demek. az mı? bunu biri benim yerime yapsa, ben onun emeğinin parasını ödesem olmuyor mu? isteyen gene gitsin yani semt pazarına da, ben kendim gitmek yerine bu hizmeti parayla satın almayı seçemez miyim? mesela deterjan, tuvalet kağıdı, çöp torbası gibi şeyleri de migros sanal market'ten alıyorum, çünkü zaman kaybetmek istemiyorum; aynı şekilde migros'ta bulunmayan düzgünlükte meyve sebzeyi, manda yoğurdunu, güzel zeytinyağını da alabileceğim bir yer olmalıydı, bu da tazedirekt'ti ve bana vakit harcatmadan kapıma getiriyordu. bunun adı hizmet talebi. işte ben bu hizmeti satın alıyordum, sadece domatesi salatalığı değil.

    gelelim başka şeylere, mesela peynirler için mandıralar var denmiş. elbette var. ki ben de, babam da yıllardır eminönü'ndeki tek bir mandıradan alıyoruz peynirleri. (ben gidemezsem babam gidince alıyor, ben sonra ondan alıyorum, hallediyoruz bir şekil.) zaten tazedirekt'ten alışveriş yaparken de almaya devam ediyordum. ama mesela tazedirekt'ten sebzemi meyvemi alırken, mandırada bulamayacağım ithal peynirleri de sepete atıveriyordum. bu sayede ithal peynirler için ayrıca macro ya da metro'ya gitmenize gerek kalmıyor. olay yine ne, pratiklik. ben zamanımı bu tarz şeylere harcamayı tercih etmiyorum, çünkü ne sipariş edeceğim belliyse, niye illa markete gidip alayım, isterim getirirler. olay tamamen tercih meselesi yani.

    pratiklik demişkeeeeeen... mesela kullandığım zeytinyağı markasının internetten satışı var, ben onu ayrıca alabilirim. tercih ettiğim makarna, hububat, salça vs. paketli ürünleri de internetten ayrı ayrı sipariş edebilirim. ama bakın ne dedik, ayrı ayrı. herbiri için kargo ücreti ödeyeceğim. herbiri için kargo bekleyeceğim. (yurtiçi kargo ile sinirlerim oynayacak mesela hepsi için ayrı ayrı. yazık lan bana!) çalışan bir insan olduğum için kargo da ben çalışırken gelecek evime, kapıma not bırakacak, ben bir de kargo iade olmadan kargo şubesine yetişmeye çalışacağım! yani aslında elime ulaşmayan, gidip kendim alacağım bir koli için para bayılacağım, ne tatlı di mi? bitti mi, bitmedi. kiloluk zeytinyağı şişeler, toplamda birkaç kiloluk hububat-şeker-salça bilmem ne içeren son derece ağır kolileri kendim taşıyacağım evime. kargo aracından indirilip kapıma çıkarılması gibi de olmayacak bu, çünkü evimin etrafındaki tüm kargo şubeleri, yokuşun dibinde, ben o kolilerle yaklaşık 500 basamaklık bir yokuş çıkmalıyım, çünkü iyi beslenmek istiyorum, düzgün şeyler yemek istiyorum, bunun için normalden fazla para ayırmaya da razı olmuşum, ama rahat rahat evime ulaşmasını isteyemiyorum, ıyy pis burjuva, benim ne hakkım var yaa bir hizmetin parasını verip evime ulaşmasını istemeye? püü, allah kahretsin beni!

    işte böyle bir hizmet kalmadı tazedirekt'in kapanmasıyla, bu yüzden çok üzgünüz. diğer hiçbir satış kanalı kendi araçlarıyla evimize göndermiyor ürünlerini. yemek istediğim her şeyi ayrı ayrı sipariş etmek, hepsiyle tek tek uğraşmak, bunun için de kargo şirketleriyle boğuşmak, semt pazarında vakit kaybetmek zorundayım. istediğim şey ne? düzgün yiyeceklere kolayca ulaşabilmek, hepsini topluca sipariş verebilmek, market market- pazar pazar gezmek zorunda kalmamak, akşam evde olduğum saatte düzgünce kapıma getirilmesi... internet devrinde bu kadar basit organize edilebilecek bir şeyi istediğim(iz) için de salağız, evet, bravo arkadaşlar.

  • 45. deniz baykal'ın chp'den ihraç edilmesi

    7 haziran dan önce olsa şu an çok farklı bir hükümet(koalisyon) tarafından yönetileceğimizi düşündürmüş hadise.

    akp nin kurucu unsurlarından daha büyük öneme sahip kişi sayın devlet bahçelidir. devlet bahçeli olmasa akape olmazdı. kurulduğu ile kalırdı.
    2. en önemli kişi deniz baykaldır. deniz baykal olmasa recep tayyip erdoğan milletvekili olamayacak, haliyle başbakanda olamadığından akape yoluna erdoğansız devam edecekti. özelden gelen teyitli bilgiler ve yaptığım kontroller ile deniz baykal için şunu eklemekte zaruri olmuştur;
    deniz baykal üstün gayret ve çabaları ile istanbulda erdoğanı, ankarada melih gökçeyi belediye başkanı yapmış bugünlerin önemli mimarlarından biridir.
    yani erdoğanı erdoğan yapanlar önce deniz baykalı basamak yapmıştır. deniz baykalı başından sonuna incelerseniz chp ile uzaktan yakından alakası olmadığına şahit olabilirsiniz.

    3. önemli kişi yaşar büyükanıt mutıra vermese farklı bir şekilde siyaset şekillenecekti. zaten sayın büyükanıt yaptığının karşılığını bizzat akapeden şeref, abd ordusundan ise liyakat madalyası almıştır. ilaveten emekliliğinde kullanması için bugünün 1,5 milyon tl değerinde audi marka araç ile ödüllendirildi.

    kilit isim bahçelidir. bahçeli olmasa o kadar reform yapmış hükümet nedeni dahi belli olmayan şekilde düşmeyecek ve normal seçime gidip akp en fazla barajı geçecek parti olacaktı.

    sayın bahçeli ve baykalın kime çalıştığı tespit edilip gün yüzüne çıkarılsa iyi olabilirdi. ve evet ikiside partilerinden ihraç edilsin...

    4. önemli kişi, sayın hilmi özköktür. kendisi ne darbe vardır, ne de yoktur diyemem gibi muallakta bırakıp ordunun tarumar edilmesine ön ayak olmasa her şey farklıda olabilirdi.

    5. cem uzan (genç parti). bilerek ya da bilmeyerek, belki de hırslarına yenilerek akapeye destek olmuştur.
    nasıl?
    2002 genel seçimlerinde genç parti 2,285,598 kişiden oy alarak %7.25 sevisine ulaşmıştır.
    cem uzanı o zamanlar izleyenler bilecektir anti-akp propaganda yapmıştır. yani genç partiye oy verenler arasında akapye oy atacak kesimden kişi bulmak zor.
    eğer genç parti olmasaydı aldığı oy takriben 3 partiye bölünecek ve meclis akp, chp, mhp ve dyp den oluşan 4 partili olacaktı. genç partinin oyları dağıtıldığında 2002 seçimlerinde şöyle bir tablo çıkıyor;
    akp; %34,28
    chp %21,806
    mhp %11,956
    dyp %10,776
    tahminen vekil sayısı;
    akp 188
    chp 119
    mhp 65
    dyp 59
    baraj altında kalan %21.182 dağıtıldığında;
    akp 227
    chp 144
    mhp 78
    dyp 70
    vekil çıkarıyordu.

    6. gizli bir kahraman, bir türlü sayın erdoğanı şiir okuduğu için hapse atılmasında emeği geçen hakimi, savcıyı bulamadı. bu kişiler erdoğanı ilahlaştırmıştır ve kim oldukları belli değildir. aradım ettim bir türlü bulamadım. bazı siyasiler çıkıp "erdoğanın hapse atılması mağduriyet oluşması için bir senaryo" demiştir. hakimlerde ortada yok... bu senaryo doğru galiba diye düşünüyor insan...

    7. ısrarla akp karşıtı herkese israil dölü desede daha bir-iki hafta önce israil dölü denen siyonizmin lobicileri sarayda toplanıp erdoğanın vaadlerini dinledi ve halkta bunu seyretti. 14 yıl boyunca herkesi israil dölü yahudi/yavhıdi diye hakaret et, sonra sarayında bu söylediklerinin ağababalarını ağırla. işte bu lobilerin erdoğanı erdoğan yaptığını ve türkiyenin başına geçirdiğini düşünüyorum...

    edit: mobil...yazım...imla... 4, 5, 6 ve 7. maddeleri eklenmiş ve 2. madde güncellenmiştir...

    bonus edit; akp'nin kuruluşunu anlatan 9dklık bir video; https://youtu.be/auyizxbfnxo

  • 46. cübbeli ahmet hoca eller havaya mode on

    görüntüyü izliyor, oradakinin cübbeli ahmet olduğunu görüyor, hala diyor ki "iftira". sen iftira diyince gerçekler ortadan mı kalkmış oluyor? o videodaki ahmet hoca değil de bir başkası mı oluyor anlamıyorum ki?

    arkadaş, allah'ın yarattığı, şeşer-beşer insan oğluna bu kadar nasıl güvenebiliyorsunuz, gördüğünüz halde nasıl görmemezlikten geliyorsunuz ben anlayamıyorum. yolsuzluk operasyonunda ses kayıtları çıktı ona da iftira, yalan dediler, buna da yalan diyorlar, o değil diyorlar. "o yapmaz öyle şey" diyorlar. peki yapmasın, hadi sen de git yalana ortak ol, hadi koş sezercik.

    ayrıca, evet olay yeni değil. çok uzun süre önce vuku bulmuş bir olay. nasıl ki, ali kırca gibi, deniz baykal'ın görüntüleri unutulmadıysa bu görüntüler de unutulmayacaktır. nasıl ki, deniz baykal'ın olayı akp tayfası içinde hala hatırlatılıyor ve "bunlar böyle fuhuşçu ibneler" denilerek chp kötüleniyorsa, biz de böyle şerefsizler, adiler ile yan yana gelen rte'yi yaftalayabiliriz belki de, ne dersin kara koyun? güzel oluyor mu? hoşuna gider mi?

    lan siz insan değilsiniz yemin ederim. lan ben de rabbime inanıyorum da, ne feto'nun, ne tayyibin ne de böyle ibnelere sizin kadar güvenmedim, inanmadım. aç kuran'a inan, rabbine sığın aslanım. insan oğlu, şeşer-beşer, düşer. evliya değil bu insanlar. suçlarına ortak olup sen de gidip yanma.

  • 47. beşiktaş

    selamlar. uzun bir ara vermek durumunda kaldım ama yine de engellenecekler listesini güncelledim. biraz fazlaca sayfa kontrol etmek zorunda kaldım tabi.

    ben siz değerli kardeşlerime teşekkür ederim entry'mi takip ettiğiniz için. yazmayı da çok özledim doğrusu. açıkçası mezuroro'nun entry'sinden haberim olmasa yine yazabilecek durumda değildim ama kendimi kötü hissederdim eğer güncelleme yapmasaydım.

    elbette ki mevzumuz beşiktaş. yokluğumda yeni bir dergi çıkardı telefon uyumlu, birkaç maç kazandı falan. klasik, beşiktaş'ın her zaman yaptığı işler işte. bazı hal ve tavırlarında ilkleri hayatımıza sokarken, diğer yandan bizleri sevindirmeye devam ediyor. stadın yanından geçerken her gün biraz daha heyecan hissediyoruz ve sessizce bitimini bekliyoruz. iyi sabrettik ve dayandık. artık çok az kaldı. hem şampiyonluğa, hem de mabedimizi şampiyonluğa açmaya çok az kaldı. ünlü bir beşiktaşlı düşünürümüzün söylediği gibi, vodafone arena beşiktaş'ın şampiyon olmadığı yıla açılmayacak. açıkça belli ki uzun yıllar başarılara ambargo koyan bir takım izleyeceğiz. burada tek faktör takım kurmak değil elbette. değişik etkenleri var bu sürecin. gelenler ve gidenler olacak. kulüp bu sayede para kazanacak. belki bazı başarılardan vazgeçmek zorunda kalacağız. yani yolun hala başındayız ama diğer kulüpler bu yolu ne şekilde şekillendireceklerini dahi bilemediklerinden çok daha ileride bir yerlerdeyiz.

    başkan ise an an uzun yıllar üzerine kurduğu planını işliyor. hepimizden çok o sabretti doğrusu. güzel günlerini yaşamak istemesi de normal. yine de başkanlık sürecini iki döneme indirmesi kendisini biraz daha yükseltiyor.

    pazartesi günü gençlerbirliği maçı var. gençlerbirliği, ibrahim üzülmez ile muazzam bir ivme yakaladı. yine de beşiktaş ile boy ölçüşecek durumda değil. maçın hakemi taraftarda endişe yaratsa da, beşiktaş hepsini yener. sorun yok. hakem futbolcumuzu cezalı duruma da düşürse, fenerbahçe maçına 11 kişi çıkacağız. fenerbahçe'yi de çok rahat yenecek bu takım. hepiniz göreceksiniz. 1 mart günü beşiktaşlılar yataklarından şampiyon edasıyla uyanacak.

    son sözüm taraftarımıza. siz eğer hakemler bizi doğrayacak, herkes bize düşman edası ile hareket etmeye devam ederseniz; kimse takımı desteklemez ve belki de doğru olabilecek olan bu inanışlarınızın gerçeğe dönüşmesi daha kolaylaşır. bize düşen, pazartesi günü rakibe ve hakeme kabus gibi çökmektir. işimiz gücümüz baskıyı arttırıp işlerini çabucak bitirmek olmalı.

    beşiktaş taraftarı artık boğulmak üzere olan birinin çırpınışlarından ziyade, okyanusu içip karaya koşarak gidebilecek kudrette bir kuvvet sahibi gibi davranmalı. yapalım bunu.

  • 48. 19 şubat 2016 pınar karşıyaka fenerbahçe maçı

    maçın yorumcusu serdar apaydın, obradovic göreve geldikten sonra kulüpten gönderilmenin kuyruk acısı sebebiyle fenerbahçe aleyhine yorumlar yapıyor. ve bunu neden yaptığını kimsenin farketmeyeceğini sanıyor. üzgünüz serdar apaydın farkındayız. keep calm and get over it.

  • 49. 19 şubat 2016 diyarbakır sur saldırısı

    istikrardır.

    1 kasım'da halkımızın %50'si bu istikrarı istedi. bir sonraki seçime kadar bize de saygı duymak düşer.

  • 50. fikret orman

    valla ben bir fenerli olarak beşiktaşa üye olup kendisine oy veresim varken, başkan rahat olsun bence. meydanı leş kargalarına bırakmazlar. di mi lan?.